“Çıt diye kırılıyor iki insan. Bir vakit kaynadıkları yerden. Kimse duymuyor. Arabalar geçiyor sokaktan. Çocuklar koşuyor. Küfrediyor biri. Bir kadın camdan bağırıyor mahalle bakkalına: ‘Kadir, iki ekmek!’
‘Tamam, abla! Hemen!’ (...) Kimse duymuyor o incecik kırılma sesini, hayatın gürültüsü patırtısı içinde. Bir tek ikisi.”
Melisa Kesmez ilk kitabı Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz’deki öykülerinde derin yaşanmışlıkların, büyük hayal kırıklıklarının, küçük mutlulukların, irili ufaklı şaşkınlıkların, yenilgilerin, tatlı sarhoşlukların, anların, olasılıkların fotoğraflarını çekiyor usul usul.
Bu fotoğraflarda melankoli de var, tatlı bir esinti de; yalnızlıklar da var, yanlışlıklar da; mutsuzluklar da var, mutsuzluğa nanik yapanlar da…
Kesmez’in bir arkadaşla sohbet ediyormuş gibi hissettiren kalemi dertli ama ruhları karanlık olmayan insanların -en çok da şehirli kadınların- hallerini içtenlikle ve doğallıkla anlatıyor…
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz hayattan sızan ayrıntıların kitabı.
MELİSA KESMEZ, Eylül 1980’de İstanbul’da doğdu. Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji okudu. Bir dönem Londra’da yaşadı. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları ve söyleşileri yayımlandı. Çeviriler yaptı. İstanbul’da yaşıyor. Keriman isimli bir kedisi var.
Tüm verileri göz önüne alarak değerlendirdiğimde açıkçası kitapla ilgili aklıma olumlu tek bir şey geliyor: bir gencin daha kitap çıkarma, yazar olma rüyaları gerçek olmuş. Kimsenin çok da üzerine gitmek istemiyorum ama birilerinin bu öyküleri nasıl bir kitap haline getirmeye cesaret edebilmiş olduğu sorusu da, önemli bir yayınevinin bu kitabı neden basmak istemiş olabileceği sorusu da benim için hayatın sırları arasında kalmaya mahkum kalacaklar! Yazarın üslubu düz ve gayet sıradan, hikayeler içerik anlamında herhangi bir yaratıcılık da barındırmıyor. Yazarın kitabında kullandığı tema, “hayatın içinden sıkı ve minimal öyküler.” olmalı. Ancak hikaye ediş biçimi, karakterler ve kurgu da gerçekçilikten uzak ve bu öykü biçiminin beklentilerini karşılamıyor. Karakterlerin her biri her öyküde dibine kadar yazarın kendisi, tavırlardan sözcük seçimlerine, öykülerin içinde kim konuşursa konuşsun hep aynı insan, aynı beyin konuşuyor; kolayca fark ediyorsunuz. Karakterlerin tavırları gibi maalesef farklı öykülerdeki geçmişleri, onları şekillendiren ayrıntılar bile aynı. Hemen bütün karakterler babası annesinden o küçük yaştayken ayrılmış, anne, anneanne, hala gibi benzer “anne” figürleri tarafından yetiştirilmiş, hiçbir ilişkisinde mutluluğu bulamayan, zaten hiçbir ilişkide mutluluk bulunabileceğine de inanmayıp inandıramayan kişiler. Hikayeleri okudukça bir süre sonra, bir çocuk için, dünyada annenin mutsuzluk üzerine mutsuzluk çektiği, babanın rakıların ve kahırların adamına dönüştüğü evlilikler dışında herhangi bir büyüme biçimi, bir kadın için, yüzeyselliğe ve kaçak göçek cinselliğe dayananlar dışında ilişki biçimi yok mu diye düşünüyorsunuz. Son olarak, yazar Melisa Kesmez’e naçizane bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum: anneden ayrılmak üzere olan efkarlı baba figürünü bir süre hiçbir hikeyenizde kullanmayın. Madem gerçekçi şeyler yazmak istiyorsunuz, insan ilişkilerinin biraz daha derinlerine dalın. Hayat için mutluluk ve mutsuzluk getiren büyük ve küçük olayları, aşkı, cinselliği, cinsel gerilimleri ajite edip herbirine ille de arabesk ve kötücül anlamlar yüklemeden soğukkanlılıkla ama elbette ciddiyetten de ölmeyen işleyin. Ve ille yeni, yaratıcı şeyleri değil de, edebiyatta konusundan karakterine daha otuz, kırk, elli yıl önce klişeleşip tüketilmiş basit hayat içi durumları anlatmak istiyorsanız günün, güncelin bilgisinden, teknolojisinden, yaşayış yapısından ve dilinden daha fazla yararlanın. Hayatımda örneklerinden en fazla otuz kırk sayfa kadar okumama rağmen, gördüğüm kadarıyla bu unsurları dizüstü edebiyat denen garip tür bile yer yer başarılı kullanıyor. Edebi diliniz yine de onların çoğundan iyi ve geliştirebilir; güncel adına hiçbir şey bulunamasa, onların bu "günceli kullanım" özelliğinden yine de yararlanın. Okuyanlar kusura bakmasın, yazı biraz uzadı. Galiba iş Melisa Kesmez’den çıkıp son dönem Türk edebiyatının belli bir janrındaki bazı dikkatimi çeken hususlarla budaklandı. Şu Ece Temelkuranvari edebiyatı, buna bir janr diyorum, açıkçası hiç sevemedim. Mesela Temelkuran'ın kimi fikirlerini siyaseten doğru, kimi gazete ve deneme metinlerini tür kapsamında gayet başarılı bulsam da, söz konusu edebiyatsa,onun meselelere yaklaşım tarzını kendi edebi yaklaşımıma hiç yakın bulmadım. Buradan Kilgarvan’a selam göndermek ve şöyle kapatmak istiyorum: iyi güzel de, anlatı denen şey ilk örneklerinin verildiği iki-üçbin yıldan beri çok gelişti, çok başkalaştı. Bir meseleyi anlatabilmek için edebiyat, basit ama etkileyici ev sohbeti, kahvehane öykücülüğünden, düz, sinemasal dilden çok farklı anlatım olanakları geliştirdi. Zaten bir noktadan sonra da, aynı resim sanatı gibi, normalin ehlileştiği, etki gücünü yitirdiği bir yerde derdini ancak böyle anlatabildi. Aslında bu günlerde, bu kitapla aynı zamanlarda okuduğum Şule Gürbüz’le ilgili bir şeyler yazmak istemiştim. Ancak edebiyatın bu yüzünün yanında, yazının sunduğu anlatın olanaklarından gerçekten faydalanan, metinleri açık yaratıcılık ve düşünce unsurlarıyla dolu olan Şule Gürbüz’ü bir genç yazar olarak eleştirmeye dilim bile varmıyor. Gerçi Melisa Kesmez’i de fazla bitirdik gibi, büyük paralar kazanmıyor, yazmaya cissidetle çalışıyor, yazıyor ve galiba okunuyor da; sanki şimdiden kimi okuyuculara benin görmediklerimi gösterebilecek, yine de büsbütün kötü, çöp bir metin falan yazmamış olan birine karşı bu kadar "dolmuşça" akan bu yazıdan bile biraz pişmanım!
Melisa Kesmez'in hikayeleri sağanak yağmur gibi, kısa süreli olsa da etkisi çok büyük. Dolambaçsız net cümleleri birden içinize işliyor. "Arif öldü" diyor karakter, Arif'in ölümü çok sevdiğim biri ölmüş gibi canımı acıtıyor. Kitap karakterleriyle özdeşmek için onu iyice tanımak gerektiğini düşünürdüm. Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz'den sonra bunun için birkaç paragrafın yetip de artacağını keşfettim. Kısa hikayede vurucu olmak kolay değildir, oysa bu kitaptaki hemen hemen her hikaye bende büyük yankı buldu. Kimisi hatırlamaya çalıştığım bir rüyanın tamamen zihnimde belirmesi gibi bir his verdi, kimisi kabullenemediğim bir gerçeği bilinçaltımdan çıkarıp önüme koydu. Favorilerim Şubat, Arif, Ada ve Anneannemin Takma Dişleri. Ortalama ve ortalama altı bulduğum hikayeler de vardı tabii ama etkileyici olanlar bana göre onların üstünü örtüyordu. Yazarın diğer kitabını da en kısa zamanda okumayı umuyorum.
Her öyküde illa ki altı çizilecek bir cümle buluyor insan. Dili çok güzeldi. Ancak kitapla anlaşamadığım nokta, öykülerin aynı konu çevresinde şekillenmesi oldu. Yalnızlık, sevilene karşı ilginin kaybolması ya da kavuşamama, büyük şehir bunalımları vs gibi tüm öyküler aynı çatılar altında toplamıştı. Melisa Kesmez'in diğer kitaplarını da okumak istiyorum. Yerli edebiyatımızda dili güzel kullanan yazarları görmek beni mutlu ediyor, çünkü yeni yazarların hali vahim.
Bir öykü kitabı değil de anı derlemesi, hatta günlük gibi. Anlatı değişse de başkarakter hep aynı kişi, hep aynı dertlerden muzdarip. Anlatılan yeni bir şey de yok; yalnızlık, topluma yabancılaşma, anne-baba sorunları... edebiyatımızda defalarca işlendi bunlar. Melisa Kesmez'in dili akıcı ve samimi olsa da artık birçok çağdaş yazar bunu yakalayabiliyor zaten. Ben öykücüden risk almasını, ya kurguda ya anlatıda ya da dilde yeni bir şeyler denemesini beklerim. Ama Kesmez oldukça güvenli sularda yüzüyor ve iyi yaptığını düşündüğü şeyden vazgeçmiyor. Okura da ilk birkaçından sonra hep aynı şeyleri okuyormuş hissi veren 25 öykü kalıyor. Bir ilk kitap olduğu düşünülürse biraz daha tolerans gösterilebilir belki ama böyle vasat bir derlemenin okur tarafından bu kadar ilgi görmesini, bu kadar baskı yapmasını da anlamadığımı söylemem gerek.
Geçen yılın son ayında gruptaki okumalara aday gösterildiği için dikkatimi çekmişti bu kitap ve akabinde ilk Türkiye ziyaretimde edinmiştim. Şöyle bir göz gezdirdikten sonra akıcılığı nedeniyle okumalardan boğulduğum bir zaman güzel bir tatil gibi düşünmüştüm bu kitabı ve kitaplığın baş köşesine koymuştum. Dün gece Neil Gaiman’ın Neverwhere isimli kitabını okurken biraz yoruldum. Hem gece olması hem de kitabın İngilizce olması nedeniyle yaklaşık 2 saat sonra elime bir Türkçe kitap alsam iyi olacak dedim. Aklıma bu kitaptan daha güzel bir seçenek gelemezdi tabii ki… Hem gecenin ilerlemiş olması hem de gözlerimin yorgun olması nedeniyle bir iki öykü okuyup yatacaktım ama bırakamadım. Her seferinde şu öyküyü de okuyayım sonra yatarım derken uykum açıldı ve kitabın son sayfasında buldum kendimi.
Kısa ve akıcı cümlelerle ve bir anda insanın içine sızan cümlelerle bezenmiş öykülerle dolu güzel bir kitap. Yer yer vurucu ifadelerle insanı düşünmeye sevk ederken, zaman zaman da güzel bir tespitle yüzünüzde bir gülümseme yayılıyor. Genel anlamda bir yolculuk -hüzünlü bir yolculuk- kitabı gibi… Bir nevi huzur arayan bir insanın yolculuğu. Karakterler farklı ama hedef aynı… Biraz huzur…
Yazarla yaşımızın yakın olması zaman zaman hikayelere yansıyan çocukluk anılarında bir şeyler bulabilmeme de yol açtı. Seksenler kuşağından izlerin renklendirdiği hikayeler var. Bir de bir an bitiveren, bazı yerlerinde insanın içine oturuveren hikayeler var. Birkaç saniyeliğine içinizde yoğun bir acı hissetmenize neden olan hikayeler. Bunların yanında günümüzden yani güncel olaylardan da izler ve esintiler var. Sevdiğimiz sair yazarlardan (Pessoa gibi) sevdiğimiz kitaplardan (Sinek Isırıklarının Müellifi ve Cemil) ve tabii ki sevdiğimiz şarkılardan (Teoman-Papatya Sezen Aksu gibi..) da alıntılar var. Özellikle bir öyküye Cemil’in de dahil olması çok hoşuma gitti doğrusu.
Yer yer tekrara düşülse de, öykülerde genelde aynı temalarda dolanılsa da (yalnız kadın, ayrı kadın, terk etmiş kadın, terk edilmiş kadın ve bir şekilde hep kadın) ilk kitap için oldukça başarılı diyebilirim. Yazarın kısa roman gibi türlere doğru kayabileceğini de düşünerek yeni eserlerini merak ediyorum açıkçası.
"Arkadaşım yanıma gelip "Nasılsın?" diye sordu. O kadar çok sormuşlardı ki bu soruyu verilecek cevaplarım biteli çok olmuştu. Ne boş soruydu bu nasılsın, cevabı ne kadar UMRUNDA DEĞİLDİ soranın. Başka şeyler sorsunlardı bana. Nasıl olduğumu düşünmek istemiyordum artık. Merak da etmiyordum hani." Bu kitaptaki kısa kısa hikayeleri ve yazarın gündelik, içten ve bizden ifadelerini , benzetmelerini o kadar çok sevdim ki, bundan sonra Melisa ne yazmışsa okurum dedim. Çünkü ben Melisa oldum, Melisa ben oldu. En çok da "Balık Kraker" ve "İyiyiz" isimli hikayelerine bayıldım:)
Üst üste okuduğum Nietzsche Ağladığında-Oblomov-Kara Kitap ile zihin doluluğu yaşadığım günlerde her zaman yaptığım gibi araya bir öykü kitabı almak istedim.
Şimdi itiraf edeyim ; ben biraz kitabın ismine tav oldum. Yazar hakkında pek bilgim olmamasına rağmen aldım ve bir süre rafımda beklettim. Aslında öykü yazarlarına, roman yazarlarından daha yumuşak davranıyorum. Anlaşabildiğimi de düşündüğüm bir edebi tür hem.-şiirlerle de barışacağız bir gün- Eh bir de, kadın yazarları okumaya çalışıyorum. Hem kadın hem genç yazarlar olunca ise merak etmeye başlıyorum.
Sevdiğim öykülere geçmeden önce, başka yorumlarda da gördüğüm ve benim için de 'göz tırmalayıcı' -anla işte kulak tırmalayıcı gibi- olan birkaç nokta var. Hemen her öyküde, karakterlerde bir aile çatışması atlatma, anneanne,hala gibi aile büyükleri tarafından büyütülme durumu var. Bazı öykülerde yazara şunu söylemek istiyorsunuz : 'Birazcık yalnız kalmak istiyorum.'
Diğer yandan; popüler kültüre ait bazı sözcüklerin,mekanların,şarkıların bir öyküye dahil edilmiş olduğunu görmek, bunları size aitmiş gibi okumak iyi hissettiriyor,kabul. Fakat ben biraz.. birazcık daha Çehov tarzı istedim sanırım. Oysa elimde Çehov'un da öyküleri vardı ama işte..
Yapılan alıntıları sevdim. Mesela, Pessoa'dan alınmış, burda da dursun : 'ırmağın karşı kıyısı, karşıda bulunduğuna göre, asla bu taraftaki kıyı değil; çektiğim acıların tek nedeni de bu.' Bazı cümleleri başka yerlerde duyduğumu ise çok düşündüm. -ki bu da hoş değildi- 'insan bazen başlamasa ya hiçbir şeye. dursa öyle.'
Barış Bıçakçı sevgim nedeniyle Şiirsiz adlı öyküyü, Şükrü Erbaş alıntısı ve yola çıkma teması nedeniyle Bozkır adlı öyküyü, bir de Düğün adlı öyküyü sevdim : 'İnsan sınırları olan bir varlık. Belki ondan. Kendini tekrar etmekten başka çaresi yoktu belki gerçekten de. Aynı güneşin altında, aynı yeryüzünde kaç tane farklı İrfan yaratıp, kaç farklı şekilde sevebilir ki birini. Ne bileyim. Belki de haklıydı. Ama insan üzülüyordu işte. Her şeyin kendini durmadan tekrar etmesine. Birinin yerine geçmesine bir başkasının, birinin cuk diye oturmasına bir başkasının açtığı boşluğa.'
Aslında kitabı yarım bırakmamak için çok uğraştım, gerçekten uğraştım fakat bir aydır elim bu kitaba gitmiyor ve az önce ana sayfamda biri bu kitabı okumayı bitirdim, olarak işaretlemiş. Bunu görünce bir şeyin farkına vardım: Ben bu kitaba devam etmeyeceğim.
Seveceğim, hızlı bir şekilde bitireceğim umutlarıyla başlamıştım ama her öyküyle birlikte kitaba olan beğenim azaldı ve kendimi sıkılırken buldum. İlk başta öyküler gerçekten hoşuma gidiyordu ama sonra bütün anlatıcılar birbirine karıştı, kimin kim olduğunu, neden farklı insanlar olduklarını görememeye başladım ve her bir öykü - aslında bu pek mümkün olmasa da - aynı kişi tarafından anlatılıyormuş gibi geldi. Bunun pek mümkün olmamasının nedeni ise, aslında karakterlerin çok farklı hayatları olması. Tamam, ortak özellikleri de var belki ama hikayeleri anlatış tarzları bence biraz farklı olmalıydı.
Devamını okuma fikri beni çok sıkıyor, o yüzden ben de kendime bunu yapmamaya karar verdim. Kitaba sevdiğim öyküler için 2 puan vermek istiyorum fakat kitabı gerçekten sevemedim, o yüzden asıl puanım 1.5 yıldız olsun.
Belki siz okursanız sevebilirsiniz ama Melisa Kesmez pek bana göre değilmiş.
Nohut Oda'dan sonra okuduğum ikinci Melisa Kesmez kitabı. Çok yalın bir dil ile kenarından köşesinden kendinizden de izler bulabileceğiniz kısa kısa öykülerden oluşuyor. Sakin göllerin kuğusuyduk ve karton koliler en sevdiklerim oldu.
betimlemeleri beğendim fakat dili çok abartılı geldi. bir de öyküler birbirinden bağımsız olmasına rağmen sanki aynı karakterin ağzından yazılmış gibiydi. karakter derinliği ve çeşitliliği hiç yok. Sinek Isırıklarının Müellifi'nden Cemil'le ilgili olan öyküsü fena değildi.
'80 doğumlu leziz öykücülere bi' yenisi daha gelmiş, hoş gelmiş.. Sinan Sülün, Mahir Ünsal Eriş gibi Melisa Kesmez de bi' solukta okunuveriyor..
Çocukluktan ilk aşka, anneden anneanneye, ofisten/bi' ilişkiden/evlilikten bunalıp herşeyi bırakıp gitme isteğine, yalnızlığa, cesarete, örülen ve yıkılan duvarlara dair kendinizden mutlaka bir şeyler buluyor ve gülümsüyorsunuz..
Ziplenmiş öyküler günün yoğunluğunda bi' sigara, bi'kahve arasına eşlik etsinler derim..
Genelde aile ilişkilerini ama daha çok çiftler arasında ki ilişkileri anlatırken kahramanlarının ezik kişiliği biraz dramatik ve karamsar . Genç bir yazar ama Türk kültürüne yabancı olmayan bir anlatımı var. Basit anlatım şahsen yeni türk yazarlarından şimdiye kadar tek beğendiğim Mevsim Yenice, Özlem Güzelharcan ve Engin Türkgeldi Ve hepsinden çok beğendiğim Alper Canıgüz. Melisa Kesmez'i çabuk bitmesi basitliği mutlaka düşündüren hiç bir yanı olmayan çerezlik kitaplardan olan öykülerini dinlemek basit ;sesli kitap olarak dinlemek kolay . Ama draması fazla olduğu için tekrar elime alacağımı sanmam .
Son yıllarda okuduğum en güzel öykü kitabıydı. Hepimizin başına gelmiş, gelebilecek veya halihazırda yaşadığımız durumları çok ince detaylarla anlatmış öykülerle dolu bir kitap. Ders, mesaj, mutlu son kaygısı da yok üstelik...
Kitapla ilgili tek güzel şey ismiydi maalesef. Rakı masası ve rakı içen kadın güzellemesi ile hayatla ilgili beylik sözlerden oluşan öykücülük tuzağına düşmüş bir çağdaş yazar daha tanımış oldum.
Yazarın ilk kitabını severek okudum.İçinde sıcacık hikayeler vardı.Hikayelerden birinde ağladım,diğerinde sesli güldüğümü hatırlıyorum.Bir diğeri ise durup son cümlesi ile vurdu beni..Hemen herkesin kendinden birşeyler bulabileceği bir kitap...
Domestik hayat kesitleri. Kısa, devrik* cümleler. Birinci tekil, geçmiş zamanlı, bol sıfatlı anlatım. Dil yönünden etkileyici bir yönü yok. Örneğin, sıfatlar çok alelade. Her on kişiden dokuzunun da ilk anda kuracağı nitelendirmeler: “İstanbul’da bir kış akşamını betimlemeniz gerekse, ne eksik ne fazla...” (s.55) herkesin kuracağı cümleler. “Gri bir İstanbul vardı karşımda” (s.27). Çoğu gereksiz -yazarın kendini** ortaya koyduğu göstergeler olmak dışında işlevi olmayan- ayrıntı ve anektod: “Kuzey Güney” (s.19), “Günaydın gazetesinin verdiği atlas” (s.20), “Wish You Were Here’ın boktan bir versiyonu” (s.33), sadece giyildiği belirtilmekle yetinilmeyip illaki Morrissey baskılı olduğunun altı çizildiği tişört, Turgut Uyarlar, Cemal Süreyalar, Cemiller ... Kullanmayı sevdiği kelimelerin arasında “mütereddit, bilakis, ekseriyetle, biteviye”*** var; “götü yememek”, “bir dal sigara” gibi diğer kullanımların yanısıra.
Domestik, yalıtık hayat kesitleri. ‘Diğer’, ‘öteki’ insanlar muamma. Birincil ilişkilerinin sınırlı çerçevesi içinde kalan kentli, “orta-sınıf” yaşamlar; ofis çalışanları, hizmet sektörü çalışanları ya da henüz sadece kültürel sermayeye sahip öğrenciler. Bundan başka bir sosyal etkileşim aramak boşuna; etraflarındaki insanları ancak “öyle diyorlar” gibi başkalarının laflarından tanıyorlar. Temas yok; olduğu durumlarda bile –eğer ki inandırıcı ise- farazi, sürprizsiz, baştaki peşin hükmün onaylanmasından ibaret anlık durumlar... Olan ne? Yazarın bireysel “duyarlılıkları”. Dikkat edin, anlatılan bütün karakterler, istisnasız, devamlı başkalarından ne kadar “ayrıksı”, “farklı” olduklarından bahsediyor, böyle anlatılıyor. Bu “duyarlılıkların” aslında hepimizde birbirine ne kadar çok benzediklerini fark etmemek zor olmasa gerek. Kendinden bahsetmeye biraz ara verse ya da kendi yargılarına zıt olabilecek olay ve durumlar yaratmayı da denese daha iyi olurmuş. Örneğin bu şekilde, edebi anlatımla kültürel eleştiri arasındaki farkı ya da birleşimi daha iyi oturtabilirdi bence; şu tip yargıların bolluğunu görünce: “şu saçma programlardan biri” (s.72), “şu yeni moda, börtü böcek temalı düğünlerden biri” (s.119). Yargılara katılmadığımdan değil; ifade ediliş tarzı kastettiğim veya bunun o noktada gerekli olup olmadığı...
Başka hayatların düzlüğünü farkediyor olsak bile, hepimiz arzuladığımız, çabaladığımız şiirselliğe de ulaşamıyoruz ne yazık ki. Hayır, kendimden de biliyorumJ) Her neyse... İsteyen istediğini ele alır, anlatır. Küçük burjuvaziye karşı edebiyat komiserliğine soyunmanın da haceti yok. Önemli olan, niyetten öte, edebi bir dokunuşun var olup olmadığı. Eksik olan bu.
* Israrın sonucu, şu tür cümleler: “İkisi vardı bir tek odada” (s.119)! **Anlatıcı-yazar arası bir farklılaştırma amacıyla bilerek yapılıyor olamaz: Neredeyse bütün kitabın anlatımı aynı. ***Bilakis (!) ben de severim bu kelimeleri kullanmayı ama, sık kullanmak, hele de eski kelimelerin zaten az kullanıldığı modern metinlerde, göze batmasına sebep olmaktan başka bir durum yaratmıyor. Bence, yapılabiliyorsa, iki tutumdan birini seçip tutarlıca devam etmek iyidir gibi geliyor. Ayrıca, kimi zaman “çaresiz” demenin, “biçare” demeye yeğ olduğu yerler de vardır!
Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz okuduğum ilk Melisa Kesmez kitabı. Öykülerinden Şiirsiz, Arif, Girlfriend in a coma, Ada ve Karton kolileri çok beğendim. Beni en çok etkileyen Karton koliler oldu.
“Alnımı pencerenin ayazına yaslamış, sokak lambasının konik aydınlığında yağan kara bakıyordum. Bir film için kusursuz bir son sahneydi. Pencerede yalnız bir kadın, gece, dışarıda kar yağıyor falan.”
Çoğunuz hatta belki de hiçbiriniz bu öyküde mecburi hizmeti yapmak için bulunduğum Yüksekova’da eksi 20 derece lapa lapa kar yağarken bu kitabı okuyan ben gibi kendinizi bulamadınız.
Karton koliler... Onlar gerçekten iyi ki var.
Ayrıca bu kitabı bana hediye eden G’e buradan da teşekkürü borç bilirim. O benim “kız arkadaş yoğun bakım ünitem”(İyiyiz).
Haddimi aşmak istemem ama ortaokul kompozisyonlarından hallice bulduğum öyküler topluluğu. Aralara serpilen "okuru ortak paydada buluşturacak" ifadelerle süslenmeye çalışılmış ama gayet alelade ve düz bir dil. Balık krakerlerini dikine bölerek yemek, vişne çürüğü renginde koltuklar, fantadan çürüyen dişler miti... Hepsi ne kadar tanıdık... Hepsi aynı zihni paylaşan karakterler ve tahmin edilen sonlar. Yine bu ortak payda meselesinden yürüyecektir yazar ve kitapları. Hele o çoğu öyküde demlenen çayların alıcısı çok olur, malum. Bu şekilde düz yazarak vurucu olabilen yazarlar var tabii, ama Melisa Kesmez onlardan değilmiş. Büyük hayal kırıklığı. Keşke kitapları yarıda bırakma adeti edinseymişim, son üç belki dört öyküyü okumamış olurdum.
Melisa Kesmez, ilk ve henüz tek öykü kitabı Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz ile sevdiğim öykücüler arasına girdi. Böyle ağır ve ağdalı cümleler olmadan, yağın üstünde kayar gibi kaydım cümle cümle ardında. Öyküler güzelce kurgulanmış, her birinin birer sesi var; bize bir şeyler anlatıyor usulca. Kurtuluş Gecesi favori öyküm oldu, misfitligi seviyorum anlaşılan. Şubat'ta ise buruldu içim. Karton Koliler'deki kadın olmak istedim, belki de öyleyim de göstermiyorum ne bileyim. Güzeldi. Gerçekten. Hayat yolculuğuna bir ara verin ve Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz!
Büyük umutlarla başladığım kitap beni hayal kırıklığına uğrattı. Diyalogların gerçekçi olmaması hikayelerin içine girmeyi engelliyor. Ayrıca her hikaye aynı karakterin ağzından yazılmış gibi. Açıkçası yaratıcılık açısından yazarın kendi hayatının bir adım ötesine gidemediğini hissettiriyor. Genel olarak hikayeler derinlikten ve vuruculuktan yoksun. İçlerinde bir ya da iki hikaye biraz daha iyi olsa da hiçbiri akılda kalıcı değil. Hikayeler, dil, içerik ve yapı açısından çok amatör duruyor.
Melisa Kesmez çok bizden anlatmış herşeyi . Hikayelerin bazılarında gözleriniz doluyor farketmiyorsunuz. Yakın arkadaşınızla oturup, almışsınız elinize çayı , dertleşiyorsunuz öyle anlamış öyle tanıdık .
korkarım biz de herkes gibi birbirimizin hayatından bir tuhaflık olarak geçip gideceğiz hikayesi... hauntlanmadan bir günüm geçecek mi acaba 😭😭 nohut oda kadar içine çekmedi, aksine yer yer çiğ geldi
Melisa Kesmez’in kısa kısa ve birbirinden bağımsız öykülerinden oluşan Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz isimli kitabı genelde ikili ilişkiler üzerine kurulu. Sade ve samimi öyküleri içerisinde benim en sevdiklerim Düğün ve Sakin Göllerin Kuğusuyduk oldu. Düğün’de eski sevgililerinin düğününe davet edilen 2 kadının trajikomik halleri okurken istemsiz kahkahalar attırdı bana. Sakin Göllerin Kuğusuyduk da işinden bir anda istifa edip dünyanın bir ucuna giden bir kadının beklentileri boşa çıkaran hikayesini anlatıyor. Yoğun öyküler, süslü ve derin cümleler bekliyorsanız eğer hiç sevmeyeceğiniz bir kitap bu. Kitaba dair de tek eleştirim bazı öyküler sanki uygun bir son bulunamadığından bir anda kesilmiş hissi yaratıyor. Örneğin; Balık Kraker.
Yarım kalan kitapları bitirme günü galiba :) Melisa Kesmez'in kalemini çok severim. Öykülerini okumak kimi zaman içimde bir burukluk hissi yaratsa da mutlaka kendimi bulduğum, altını çizdiğim satırlar vardır. Okuduğum üçüncü kitabıydı ve ben maalesef tersten başladım okumaya. İlk kitabını sona bıraktım yani. Bu yüzden ilk okuduğum kitap hep en sevdiğim oldu. Bu kitap da yazarın ilk kitabı, diğer ikisinde olduğu gibi severek altını çizerek okudum. Bir tık daha düşüktü belki temposu, o yüzden yarım bırakmıştım. Tamamlamak bugüne kısmetmiş. :)
"Hayat işte. Evde hayal kuruyor, sonra sokağa çıkıyor ve hepsini tek tek gömüyorsun bir yerlere. Hayatın aklındakiyle alakası yok."
Birbirinden güzel, 24 kısa öykü… Melisa Kesmez sade, abartısız bir dille adeta zamanımızın çeşitli fotoğraflarını çekmiş. Her öyküde kendimin ya da tanıdıklarımın yaşanmışlıklarını buldum. Biz sıradan insanlar, günlük hayatta her ne ile karşılaşıyorsak öykülere yansımış… Etkilendim, tavsiye ederim…
"Hayat işte. Evde hayal kuruyor, sonra sokağa çıkıyor ve hepsini tek tek gömüyorsun bir yerlere. Hayatın aklındaki ile alakası yok." 3,5/5⭐️⭐️⭐️ Çok uzun zamandır hep denk geldiğim ve okumak istediğim bir kitaptı. Özellikle kapak tasarımı ve ismiyle oldukça ilgimi çekmişti. Çağdaş Türk edebiyatından yeni bir yazar daha keşfetmiş oldum. Kısa öykülerden oluşan bu kitap yazarın ilk kaleme aldığı kitabı ve ilk öyküden beni içine çekti. Özgün bir şeyler arayan okuma serüvenimde bazı öyküleri öyle bulurken bazı öyküleri de özellikle pek sevemedim. Genel olarak aşk ve aile ilişkileri üzerine kurulu olan öykülerle bezeliydi kitap. Okumamın üzerinden biraz geçtiği için ne yazık ki yorumumu uzatacak fikirlerim biraz havaya uçtu. Kitapta bazı öykülerin birbirini tekrarlaması beni biraz hayal kırıklığına uğrattı, bunun dışında da çok yükselebildiğim bir kitap olmadı. Öykü kitaplarını roman türünü okuduğum gibi bağrıma basamıyorum sanırım. Öykü okumayı sevenler için keyifli okumalar dilerim..