“‘Geçmiş’, ‘bugün’ dediğimiz şeyin içinde saklı duran bir anılar yumağı. Aynı zamanda gelecekten de kehanetler içeren bir yumak bu. Yaşadığımız her şey, ardımızdan yuvarlanıp birikerek ‘şimdi’yi oluşturduğu için geçip gitmiş; kaybedilmiş bir şey de yok aslında. (…) Zamanın kendine ait bir şiddeti ve gücü var. Hatırladığımızda bize acı ve keder veren şeyler saklı içinde. Ama yaralarımızın merhemi de kabuğunun altında ve ne yazık ki Mısri’nin dediği gibi; bizim dermanımız, yine derdimizden başkası değil.”
Ercan Kesal’ın yirmi yılı aşan yazı serüveninden, renkli bir seçki… Bellek üzerine ve hatıralar üzerine çok şey var bu metinlerde… Ercan Kesal’ın sinema ve yazma deneyimine dair ve yaşama deneyimine dair, hayatında (bazıları, birçoğumuzun hayatında) iz bırakmış insanlarla ilgili küçük hikâyeler, anekdotlar, ayrıntılar var. Bir minnet, sevgi ve saygı hasılatı var. Ama bir hatıra kitabı değil bu. Belleği yardıma çağırarak, hayat ve insan olmak hakkında, acılar sızılar hakkında yeniden yeniden düşünmenin kitabı. “İnsan kalacağız!” ısrarının, “Başın öne eğilmesin!” direncinin kitabı…
1959'da doğan Ercan Kesal, hekim ve sinema oyuncusudur.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1984 yılında mezun oldu. Keskin Devlet Hastanesi, Bala ve köylerinde Sağlık Ocağı hekimliği yaptı. Daha sonra özel hastane sektörüne girdi. Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmiyle oyunculuğa adım attı. Bir Zamanlar Anadolu'da filminde Ebru ve Nuri Bilge Ceylan'la birlikte yazdığı senaryo; 2011 yılında Asia Pacific Screen Ödülleri'nde "En İyi Senaryo" dalında ödüle aday gösterildi. Peri Gazozu (2013) ve Nasipse Adayız (2015) kitapları İletişim Yayınları tarafından basılmıştır.
"...."Nostalji”deki Deli Domenico’yu dinlemenin zamanıdır: “Yararsız görünen seslere kulak vermeliyiz. Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere böceklerin vızıltısı girmeli. Her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız. Birisi piramitleri yapabileceğimizi haykırmalı. Yapmamamızın bir önemi yok. O isteği beslemeliyiz ve ruhun köşelerini esnetmeliyiz sınırsız bir çarşaf gibi. İşte yeni anlaşmam: Geceleri güneşli olmalı ve ağustos da karlı! Büyük şeyler sona erer, küçük şeyler baki kalır. Toplum böyle parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli. Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin. Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz; yanlış tarafa döndüğümüz noktaya. Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz, suları kirletmeden...."
Eski bir bavulu açtığınız zaman içerisinden neler çıkacağını tahmin edemezsiniz. Eski fotoğraflar, mektuplar, objeler ve bunun gibi sizi geçmişe götürebilecek bir sürü şey. Bazıları sizi üzer bazıları ise gülümsetir.
Velhasıl’da işte böyle bir kitap. Ercan Kesal’ın kıyıda köşede kalmış yazılarından, alıntılarından, mektuplarından oluşan, okuyanı etkileyen bir kitap olmuş. Her satırında o bozkırın soğuk rüzgarını bazen de tatlı meltemini hissediyorsunuz.
Ercan Kesal'in kısa hikayelerini seviyorum. Anılarını anlatmayı seçtiği dili, dile hakimiyetini ve içime işleyen kelimelerini seviyorum. O yüzden 'Velhasıl' aslında dergi yazılarından derleme bir kitap olsa da bana okurken keyif verdi. Hepimizin bavulunda geçmişten birileri ve anılarımız var. Bazen bir saç tokası, bazen bir kitap, bazen de bir resim insana kendi ile ilgili çok şey anlatabilir. Bu kitap; kendini hatırlamak ve anlamak isteyene güzel bir katkı sağlayabilir.
Aslına bakarsanız her zamanki Ercan Kesal üslubunda bir kitaptı. Yani hangi kitabını okursanız okuyun, sanki gece yarısı şöminenin yanında size anılarını çok tatlı bir dille anlatan birisiyle oturuyorsunuz hissi uyandırıyor. Kitaplarını okudukça tekrara düşüyorsunuz ama hepsi birbirinden değerli cümlelerle, anılarla, tecrübelerle karşılaşıyorsunuz.
Ercan Kesal'ın asıl mesleği doktorluktur ama daha çok yazarlığı ve oyunculuğuyla biliniyor. Ben Peri Gazozu'nu okumayı çok istiyordum, bu kitabı sahafta görüp neredeyse bedavaya satın alınca ilk okuduğum kitabı oldu. Yazarın anılarından, daha önce yayımlanmış öykü ve yazılarının derlemesinden oluşan bir kitap. Özellikle edebiyat ve sinemayla alakalı olan kısımları çok sevdim, bol bol alıntı ve atıf da içeren bir kitap. Benim gibi bir okursanız, kitaplarda geçen her bir film, şarkı, kitap, sanatçı isminin peşine düşüyorsanız, bu kitapla okunacaklar ve izlenecekler listeniz kabaracak. Onun dışında, önceleri anı/günlük türünde yazılmış kitapları çok severdim ama şimdi hep bir mesafe hissediyorum okurken. Sanki samimiyet eksik ve yazılanlarda sıkça yalan, riya, çarpıtma var gibi. Asla bu kitap özelinde söylemiyorum bunları. Benimkisi insan aklına, belleğine veya insanın kendisine karşı bi güvensizlik belki. Ayfer Tunç'un günlükler hakkında söyledikleri de, bu tarzda yazılan kitaplar hakkında fikirlerimi kalıcı olarak değiştirdi sanırım, bu kitabı okurken bunu çok net hissettim (kitap, bir günlükle başlıyor bu arada). Bugün de 14 Mart Tıp Bayramı, az önce kitabın son sayfalarda Dr. Ersin Arslan'ın nasıl zalimce katledildiğini ve Kenan Evren'in, duyduğunuzda size hiç de yabancı gelmeyecek o avam üslubuyla doktorlar hakkında söylediklerini okudum. Onlar kadar basitleşmek gerekirse, okuduğum satırların da kızgınlığıyla "Hay doktorların aldığı maaş kadar taş düşsün başınıza!" demek istiyorum. Benim için şahane başlayıp soru işaretleriyle biten bir kitap oldu. O soru işaretlerime de Kesal'ın okuyacağım sonraki kitaplarında yanıt bulmayı umuyorum. Velhasıl, Velhasıl'ı herkese gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. Tüm sağlık çalışanlarının Tıp Bayramı'nı da tebrik ederim! Çekilen tüm cefaların ve yapılan fedakârlıkların en azından saygı gördüğü günleri görmek dileğiyle.
Ercan Kesal bir kelime ustası. Üslubu, anlatımı, olayları birbirine bağlayışı, herşeyi ile ustalığını gözler önüne seren bir şekilde okurun karşısına çıkıyor onun yazılarında. Velhasıl'daki yazıları genelde çeşitli gazete ve dergiler için yazdığı yazılardan oluşuyor. Neredeyse her birinin sonuna yazılmasına sebep olan durum ile ilgili birkaç satırlık bir de not eklemiş durumda. Böylece bağlamından kopuk bir metin ile karşılaşmıyor okur. Yani okuru düşünen bir yanı da var yazarlığının.
Edebiyat, doktorluk, sinema, senaryo, devrimcilik üzerine pek çok notu kimi zaman yazdığının öznesi, kimi zaman arka planında bir değinilip geçilen ama üzerine düşünülmeyi gerektiren bir olgu olarak okurun kucağına bırakıyor. Onun satırlarını okuyunca, cümleleri tek tek düşünmek, her biri hakkına kafa yormak, derinliğinde yatan hüzün ve gerilimleri de özümseyip, neredeyse bir yük olarak taşımak gerekiyor.
Kesal, kimi zaman bir zımpara taşı gibi zedeleyici, kimi zaman bir kağıt kesiği gibi yakıcı, kimi zaman batmış bir kıymık kadar acıtıcı şeyler anlatıyor yazdıklarında... Ama tüm bunların arasına iyimser bir devrimcinin özlemleri, umutları da serpiştirilmiş... Böylece okuyunca bir yandan göz yaşlarıyla boğuşurken, diğer yandan umudunuzu yeniden kazanabiliyorsunuz.
Son bir not olarak baba - oğul ilişkisinin, Kesal için -ve doğal olarak yazdıkları için- çok önemli olduğu da ortada. Değinmesem eksik kalırdı.
Üzerine çok çalışılmamış, kafa yorulmamış, gelişi güzel yazılmış, edebi değeri olmayan gazete ve dergi yazıları. Bazılarını yazarın bile tekrar okuduğunu sanmıyorum. Gündelik kahvehane, rakı masası sohbetlerini kitaba çevirmiş işte. Birde yazarın Radikal'de yazdığı muhteşem hikayelere karşı, Birgün'de yazdıklarının daha kalitesiz olmasını tek bir şeye yorabilirim "dikkat".
... Ellerim sıkıntılı, şu dünyayı istediği gibi kucaklayamamaktan. Çaban salata ve piyazı iyi tarif eder de korkar başkalarının anlayamadığı bakışlardan. (...) Benim Neyim Var? ( Şizofrengi, 1994 )