"Irazca şu dünyaya geldi geleli gün yüzü görmemiştir. Dertli mi dertli bir kadındır; üstelik genç yaşta dul kaldığından kadınlığını da bilememiştir. Geçimdi, çocuktu, sonra torundu derken sırtı doğru düzgün yumuşak bir yatağa değmemiştir. Yetmezmiş gibi, köyün muhtarı Cımbıldak Hüsnü ile Haceli’yi ev yeri yüzünden düşman beller kendine. Ev işi halloldu, sular duruldu derken, anlar ki, su uyurmuş ama düşman uyumazmış.
Bu sefer torunu Ahmet’e kötülük eder düşmanlar; oğlu Bayram ölümlerden döner. Yitirir bir bir dayanaklarını... ve zavallı Irazca’nın ne dirliği kalır ne düzeni.
Fakir Baykurt, Karataş köyü ve insanlarını anlattığı ve Yılanların Öcü’yle başlayan üçlemesinin bu ikinci kitabında, “Yoksulluğun gözü kör olsun” dedirtiyor okura. Gücün parayla ölçüldüğü bir dünyada ve işlerin kayırmayla, rüşvetle görüldüğü bir ortamda köylü olmanın, yoksul olmanın ne anlama geldiğini dile getirirken, insanlığın bu acınası haline sanki bir ağıt yakıyor.
Yılanların Öcü’nde başını gösteren yılanlar, Irazca’nın Dirliği’nde zehirlerini akıtıyor.
Asıl adı Tahir olan Fakir Baykurt 1929 yılında Burdur’da doğdu. 1948’de Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra köy öğretmeni olarak çalışan yazar, 1955’te Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki eğitimini tamamladıktan sonra Sivas, Hafik ve Şavşat’ta Türkçe öğretmenliği yaptı. Demokrat Parti yönetimi tarafından öğretmenlikten alınarak pasif bir göreve getirildi.
1958’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ilk romanı Yılanların Öcü nedeniyle hakkında kovuşturma açıldı. 1960 yılındaki askeri müdahalenin ardından ilköğretim müfettişliğine getirildi.
1962-63 yıllarında ABD Bloomington Indiana Üniversitesi’nde ders araçları konusunda uzmanlık eğitimi gören Baykurt, Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın (TÖS) ve Türkiye Öğretmenler Dernekleri Milli Federasyonu’nun (TÖDMF) genel başkanlığına seçildi.
1969 yılında Türkiye çapındaki ilk öğretmenler boykotuna katıldığı için bir kez daha açığa alındı ve 12 Mart 1971’deki askeri darbeden sonra uzun süre tutuklu kaldı.
Edebiyata şiirle adım atan Fakir Baykurt, yazın hayatını toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla yazdığı kısa öyküler ve köy notlarıyla sürdürdü. Yeditepe, Varlık, Cumhuriyet, Evrensel ve Yön gibi dergi ve gazetelerde çeşitli yazıları çıkan Baykurt, 1955’te öykülerini derlediği ilk kitabı Çilli’yi yayımladı. Bunu, köy yaşamını, köylünün arzularını, sıkıntılarını ve çelişkilerini dile getirdiği hikâye kitapları ve romanları izledi. Yalın, şiirsel bir dil kullanan yazar, eserlerinde halka mal olmuş deyişlere ve deyimlere de sıklıkla yer vermiştir. Tırpan ile 1970 TRT ve 1971 TDK ödüllerini, Can Parası (1973) ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Kara Ahmet Destanı’yla Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanan yazarın Yılanların Öcü adlı yapıtı 1961’de Metin Erksan, 1985’te Şerif Gören tarafından filme çekildi.
11 Ekim 1999’da Almanya’nın Essen kentinde vefat eden Fakir Baykurt’un cenazesi, 1977’den beri yaşadığı Duisburg’da düzenlenen bir törenden sonra İstanbul’a getirilerek Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü (1958), Irazca’nın Dirliği (1961), Onuncu Köy (1961), Kamlumbağalar (1967), Amerikan Sargısı (1967), Tırpan (1970), Köygöçüren (1973), Keklik (1975), Kara Ahmet Destanı (1977), Yayla (1977), Yüksek Fırınlar (1983), Koca Ren (1986), Yarım Ekmek (1998), Eşekli Kütüphaneci (2000) adlı romanları yanında, onlarca hikâye, şiir ve çocuk kitapları yayımlanmıştır. Kitapları çeşitli dillere çevrilmiş, Türkiye’de ve çevrildiği ülkelerde birçok ödül almıştır.
---------------------------------------
Fakir Baykurt, who wrote under various pen names such as Osman Akpürçek, Tarik Kirat, Yasar Yalçin, and Mehmet Gazi, was born on June 15, 1929 in the Burdur province of Turkey. In his works, Baykurt deals with the problems and the conflicts that rural folk experience. Yet he is not a mere onlooker, but also an activist who strived to change both society and individuals.
Baykurt claimed that the importance of literature came not from its subject matter, but from the language that it used. His works featured the same natural, plain Turkish that the people used. In his own words, “I have always written with the beautiful words I heard from my mother, from my aunt, and from my villagers. And then they became my own words. I have never been an extreme nationalist, yet when it comes to language I am more king than the king — if such a thing can be measured. In other words, I would sacrifice my life for language. Language is a confidant, and it is the source of my courage. That is where the light is.” Hence, his works featured plain and familiar language that could easily appeal to various groups within society. In his works, he frequently used proverbs, idioms and regional words that he had collected from Turkish folk literature.
Serinin birinci kitabı Yılanı Öldürseler’i okuyalı 2 yıldan uzun süre olmuş, keşke hemen üstüne okuysaydım diye hayıflanıyorum şimdi. Gerçi öncesini bilmeden de harika bir kitap Irazca’nın Dirliği. Köy yerinde olan biten ve herkesin görmezden geldiği zorbalıklar, yeni devlet düzeni ile yerleşik güçlerin kaçınılmaz çatışması ve köyden şehire göç gibi büyük kavramları küçücük bir odakta anlatıyor. Fakir Baykurt’un Irazca gibi bir karaktere ses vermesi, tarafını tutması, hikayesine okuyan herkesi ortak etmesi müthiş. Öte yandan bir köy anlatısında göreceğimi düşünmediğim iki enteresan sahneyi okuyunca şaşırdım, bu da benim muhafazakarlığım olsun. Kitabı okurken Yaşar Kemal’i anımsamadan edemedim ve acaba bir iletişimleri var mıydı merak ettim. Fakir Baykurt 1970lerde Yazarlar Sendikası kurmuş ve Yaşar Kemal de üyeymiş bu sendikaya. Sendika sayesinde bir araya geldikleri olmuş ve birbirlerinden övgüyle bahsediyolarmış. :’)
Yılanların Öcü'nü sinema olarak izlemiştim. Ve uzun süredir bir Fakir Baykurt eseri okumak istiyordum. "Irazca'nın Dirliği" bu bağlamda gerek Yılanların Öcü'nün devamı olması, gerekse Fakir Baykurt'un o eşsiz anlatımı ile tanışma bağlamında doğru zamanda karşıma çıktı.
anadolu insanını, yaşanan zorlukları, anadolu kadınının zorluklarla mücadele gücünü, inadını, direnişini okurken an gelecek akıllı geçinen aç gözlülere küfredecek, an gelecek dayanışmayı görüp eski günleri özleyeceksiniz.
Geçmişi ne olursa olsun çok seven ben satır aralarında kayboldum desem yeridir. Çok keyifliydi. Akıcı anatımıyla elinizden düşmeyecek bir kitap.
Ölmeden önce mutlaka bir Fakir Baykurt eseri okuyun!..
Yılanların Öcü gibi bu kitap da sırf Irazca gibi bir karakter olduğu için bile okunur. Yoksulluğun, yokluğun, yalnızlığın içinde dayanacak, direnecek gücü kendinde bulan, herkese her şeye kafa tutan bir kadın karakter. Irazca’nın “Hani benim dirliğim düzenliğim?” derken sesini kulaklarımda duymam, acısını kalbimde hissetmem tamamen Fakir Baykurt’un kaleminin gücü. Bireysel ve toplumsal katmanıyla, çeşit çeşit kadını ve erkeğiyle dört başı mamur bir kitap.
Hikaye kaldığımız yerden devam ediyor. Bu kitap bilindiği üzere "Yılanların Öcü'nün" devam kitabı. Bunun ardından ise üçlemenin son kitabı olan "Kara Ahmet Destanı" geliyor. İlk kitapta özetle Irazca'ların evinin önüne Deli Haceli'ler ev yapmak istemiş, Irazca'lar ise buna izin vermemişlerdi. Olaylar karışmıştı. Bu kitapta ise abisi Deli Haceli'nin intikamını aklı sıra almak isteyen Ömer, Kara Bayram'ın 8 yaşındaki oğlu Ahmet'i tatlı dille kandırıyor ve kırda Ahmet'e cinsel tacizde bulunuyor. Ömer, abisinden de aptal. Asıl amacı küçücük çocuğa tecavüz etmek. Ancak Ahmet yaman çocuk. Kendisine bu kötülüğü yaptırmıyor fakat küçücük çocuk, iğrenç bir cinsel tacizden de kurtulamıyor. Kitap bu olayla başlıyor ve bunun üzerine şekilleniyor. 2 sene once yaşananların ardından mahkemeye başvurmayan ve bu nedenle annesi Irazca'nın hışmına uğrayan Bayram, bu sefer öyle yapmıyor ve oğlanı da alarak doğruca kaymakam beyin yanına varıyor. O sırada köyde ise Ömer, küçücük çocuğa yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatıyor. Bira beş katıp katıp... Utanmadan sıkılmadan. Kaymakam ise idealist bir devlet adamı. (Fakir Baykurt'un ancak şaşı bakınca görülebilen mesajıda burada gizli) Kaymakam Orhan Bey diger devlet adamları gibi değil. Halkı düşünen, kendini halka adamış olan bir devlet adamı. Diğerleri ise devlet imkanlarından sonuna kadar faydalanan, çalışmayan, sadece kendisini düşünen ve tüm bunları yaparkende demokrasi lafzını ağızlarından düşürmeyen insanlar. Tabi Bayram ve ailesine de çok yardımcı oluyor Kaymakam Bey. Rüşvet yiyen köy onbaşısını sürdürüyor. Hilekar Muhtarı ise iyice bir payalıyor. Ancak işte böyle adamlar her zaman kaybettiği gibi burada da kaybediyor ve Kaymakam günün sonunda kendini haritadan yer beğenirken buluyor. Tabi çocuk tacizcileri serbest. üstelik Bayram da yediği sıkı dayağın ardından ölümden zor dönüyor. Kötüler kazanıyor, iyilerse yine kaybediyor. Hatta en sonunda iyice sinen Bayram, karısı ve çocuklarını alıp şehre, Burdur'a göçüyor. Ama yaman kadın şu Irazca. "Ben kendime düşmanlarından korktu dedirtmem" diyip kalıyor köyde, o yaşında tek başına. Kitabı okurken isyan etmemek elde değil. Karataş köyüne gidip herkese tekme tokat dalası geliyor insanın. Ama tabi bu zannedersem olayları sadece kitaplardan okurken bu kadar kolay oluyor. Ancak gerçek hayatta isyan etmek hiçte kolay değil. Biz okur olarak kendimizi Karataş köylülerinden biri olarak buluyoruz. Bütün bu olaylar gözümüzün önünde cereyan ederken, biz ancak seyirci (okur) kalabiliyoruz. Memleketin heryerinde demokrasi naraları atılırken yaşanan türlü türlü vahşetlere (öyle şeyler yaşanıyor ki, çocuk istismarı, tecavüz ve cinayet gibi şeyler normalleşti) sadece seyirciyiz. Üstelikte haklıyız, zira yapabilcek neyimiz var? Demokrasiciler heryeri, her köşebaşını tutmuş durumdalar. Biz ise ancak içimizden küfür edebiliyoruz. Bazıları da gidip bazılarının fincancı katırlarını ürküttüklerinde ise kendilerini Kaymakam Orhan Bey misali haritadan yer beğenirken buluyorlar. Hatta çok daha vahim durumlarla karşılaşıyorlar.
Bu hikaye böyle uzar gider aslında. Ancak şimdilik bir kitap daha var okunacak.
Storytel'den SESLİ KİTAP olarak 2 günde dinleyip bitirdim. Okuduğum (dinlediğim desem daha doğru olacak) ilk Fakir Baykurt kitabı. Uzun zamandır aklımdaydı. İlber Ortaylı'nın Türk köylüsü ile ilgili gerçekçi bilgiler almak isteyenlere tavsiye ettiği yazarların başında geliyor Fakir Baykurt. Sesli Kitap konusuna gelecek olursam: daha önce Balzac'ın öykülerini dinlemiş ve bayılmıştım. Yani sesli kitabın eski müdavimlerindenim. Yollarda veya iş yaparken geçirdiğiniz verimsiz zamanı verimli hale getiren güzel bir fırsattır sesli kitap. Herkesin yararlanması gerek.
Irazca’nın Dirliği, Karataş Köyü’ndeki yoksulluğu ve bunun neticesinde insanlığını kaybeden köylüleri anlatmaya devam ediyor. Çok iç yakıcı bir olayla başlıyor roman. Köyde ufacık olayların nasıl çığrından çıktığını gösteriyor. Kitap gerçekçiliğini koruyor. Okuduğum ve araştırdığım kadarıyla dönemin Anadolu köylerinin iyi bir portresini çiziyor. Köy Enstitüsü çıkışlı Fakir Baykurt çok önemli bir yazar. Kitapları modası geçmiş bulunuyor muhtemelen (itiraf ediyorum ben de onlardan biriydim). Ama Türkiye’nin taşrasını, kentlileşemeyen kentli nüfusunu ve muhafazakarlığını anlamak için okumak lazım. Şu an hükümet merkezli düşündüğümüz muhafazakarlığın başka bir zemini var. Tam bir aydın romanı, büyük hayranlıkla okudum.
"Yoksulun, düşkünün elinden tutan yok artık! Kadılar, kaymakamlar, bildiğim padişahlar, valiler, banka müdürleri, onbaşılar, büyük paşalar hep varsıllara arka çıkıyor. Malı, parası, güzel avradı olan yıkılmıyor. Hep varsılın dediği oluyor! Sen istersen inleye inleye öl şurda; dönüp de “Ne oldun? Neyin var?” diyen bulunmuyor yoksul isen."
Hayatınızda hiç köy romanı ve sosyal gerçekçi roman okumamışsanız bu üçlemeyi mutlaka okuyun. Yılanların Öcü ve Kara Ahmet Destanı ile birlikte enfes bir üçleme. Türk edebiyatının en en güçlü kadın karakterlerinden Irazca'yı tanıyın. Çok yaşa Baykurt.
Irazca'ya yine dirlik vermediler, kadın başına köylük yerde adamım diyenlerden daha adam gibi, daha dik durdu da yine iki kuruşluk huzuru çok gördüler. Bir düşmanlık işi çıkarıp yuvasını dağıttılar, ağzının tadını kaçırdılar. Yıkılmıyor yine de, vay canına yandığım, ne inatçı ne güçlü kadınmış. Böyle kadınlar örnek alınsaydı şimdi nerede olurdu acaba Türk kadını, Türkiye?! Serinin son kitabına başlarken tek isteğim, Irazca'nın torunu Ahmet'in okuyup büyük adam olması ve milleti bu zalimlerin elinden kurtarması. Düzen değişmiyor, eziyet baki. İşte tam bu sebepten, yalandan bile olsa, insan mutlu son görmek istiyor. Bakalım Kara Ahmet nasıl bir destan yazacak, üçüncü kitapla seriye devam. =)
Yılanların Öcü’nden sonra serinin ikinci kitabı. İlk kitaptaki gibi yöre halkının ağzını çok iyi kullanmış. Güçlüyle güçsüzün adil olmayan rekabetini yine acı bir biçimde ortaya koymuş. Arkasına politikanın gücünü alan ahlaksızların ahlaklı insanlara nasıl zulmettiğini okuyorsunuz. Bitince boğazınızda acı bir his bırakıyor kitap. Hayat kadar acı. 9/10
Irazca’nın Dirliği, Yılanların Öcü’nün devamı Kara Ahmet Destanı’nın da önceki kitabıdır. Bu sebeple bir geçiş kitabıdır. Kitap Yılanların Öcü’nün bittiği yerden yaklaşık 1 sene sonra başlar, Haceli ve Muhtar, Kaymakam tarafından bozguna uğratılmıştır ancak sus pus oturmaya niyetleri yoktur. Muhtar daha planlı programlı ve partili (DP) planlar içindeyken, Haceli işi bayağılığa vurdurmaya karar verir ve kardeşini Bayram’ın oğlu Ahmet’in üzerine salar, Haceli’nin kardeşi ve Muhtar’ın oğlu Ahmet’e tecavüze yeltenirler. Bu sefer Irazca Bayram’ı ikna eder ve dava açılır. Yine Kaymakam’a gidilir ve yine Kaymakam Orhan ona yardımcı olur. Ancak bu sefer işler Yılanların Öcü’ndeki kadar kolay çözülmez. Olaylar Kaymakam’ın sürülmesi ve Bayram’ın Haçça ve çocukları alıp Burdur’a göçüne neden olur. Fakir Baykurt’un kitaplarının neden zamanında bazı çevrelere battığı ise çok açık. Muhtar karakteri tamamen dönemin siyasi partisine (DP) yanaşan, ilçedeki belediye reisinin her istediğini yapan, oyunu ve köylülerin de oyunu satan, kaypağın teki. O dönemde oluşturulan paralar oluk oluk akıyor imajından faydalanıp, köyümüzün devlet bankasında kredisi çoktur diye ortalarda dolaştıkça, partiye ve belediye başkanına yaltaklandıkça tüylerim diken diken oldu. Öte yandan köylü ise okuma yazma bilmiyor ve kim nereye parmak bas derse basıyor, ne yaptığının, ne ettiğinin farkında değil. Kitabın bir bölümünde Muhtar ve Haceli, Ahmet’e tecavüze yeltenen hısımlarının hapisten çıkması için onbaşıya rüşvet verirler. Onbaşı Bayram’ı çağırır, şikayetini geri çekiyor musun diye sorar, Bayram hayır der, iyi o zaman şikayetini geri çekmediğine dair şu dilekçeye parmak bas der ve parmak basar. Sonradan anlaşılır ki, parmak bastığı dilekçede aslında şikayetini geri çekiyor. Şu küçücük ayrıntı bile insanın kanını dondurmaya yetiyor aslında, o dönemde, hala ülkede oldukça çok sayıda kişi okuma yazma bilmezken kim bilir nelere parmak bastırdılar insanları, neleri haberleri olmadan onaylattılar. İnsanların güvenlerini nasıl kullandılar. Elbette kitapta bir klasik de gerçekleşiyor ve Kaymakam sürgün ediliyor, ilçenin DP’li belediye başkanı kendisine yaltaklık edenlerin karşısında duran kaymakamı sürüyor. Bu noktadan sonra Kara ailesinin köyde dayanağı da kalmıyor. Ama Fakir Baykurt umut dolu bir insan, ömrünün son gününe kadar kendi de sürgündeyken dahi umudunu yitirmeyen güzel insan, yine de karakterlerine özellikle Ahmet’ine güzel bir son yazmaktan geri duramıyor. Bayram ve Haçça, Devlet Hastanesinde iş bulup Burdur’a göçüyorlar, çocukları okula veriyorlar. Kitap boyunca açıkça tarafını tuttuğum Irazca’nın neden bu göçe karşı çıktığını anlamlandıramadım. Köylük yerde sürekli dayak yiyen, çoluğuna çocuğuna saldırılan; çocuklarını okutmak isteyen ancak köye okul yapılmadığından çaresiz kalan Bayram’ın yaptığı bana en doğru çözüm göründü. Elbette köyden kente göçün geldiği son noktaları biz yaşadık, ama kitabı okuduğunuzda Bayram’ın başka çaresinin olmadığını, en iyisini yaptığını düşünüyorsunuz. Ancak elbette Fakir Baykurt size avaz avaz, köylük yerleri hala olduğu gibi bırakıyor, köylüyü güçlendirmiyorsunuz; memurlarınız adamlarınız klüp köşelerinde kumarda eğlencede, al gülüm ver gülüm bir hayat; eninde sonunda bu göçler, bu yaşam bizi batıracak diye haykırıyor satır aralarında. Sıra Kara Ahmet Destanı’nda.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Yılanların Öcü'nden çok daha fazla sarsan bir kitap oldu benim için. Yılanların Öcü filminden dolayı olayların ne şekilde gelişeceğini bildiğim bir kitaptı ve sonu en azından mutlu bitmişti. Bu kitapta anlatılanlar içimi acıttı.
Kotu seyler oluyor Karatas Koyunde, karanlik isler donuyor, cimbildak Husnu'nun ici kadar karanlik isler."Kopek derisi post, eski dusman dost olmaz" dedi Irazca Ana ama Kara Bayram dinlemedi. Karatas'in bir tanesi, evin nesesi Kara Efeme, Ahmet'e gozlerini dikmis bu seferde irzikiriklar. Gun yuzu gormemis, yoksul diseyli Irazca Ana yine tum dertlere karsi dimdik duruyor. Goruyorum onu, tarlanin ortasinda, yuzunde tepede yanan gunesin aydinligi, bir elinde orak diger eli belinde; oyle uzun dikiliyor. Gogsu ovuncle dolup bosaliyor. Ama onun siper ettigi gogsu yetecek mi yuvasini korumaya? Bilmiyorum... Yasayip gorecegiz.
Irazca uclemesinin ikinci kitabi Irazca'nin Dirligi. Henuz 3. kitabi okumadim ama simdiden soyleyebilirim ki, Irazca uclemesi benim icin ozel bir yere sahip olacak. Fakir Baykurt kesinlikle, yasayan karakter yaratma ustadi. Anlatimi oylesine canli ve renkli ki. Kitabin harikaligini sizlere nasil anlatabilirim bilemiyorum ama diyebilecegim lutfen Irazca'nin oykusunu Fakir Baykurt'tan dinleyin. Acin kitabi ve Karatas'a bir yolculuk yapin.
Bakurt'un eserlerini okumakta biraz geç kalmışım herhalde. Yaşadığı devrin yaşam tarzını, insanların birbiriyle olan çekememezliklerini, ufak bir yerleşim yeri dahi olsa bir köy muhtarının siyasetini bürokrasiyle ilişkilerini çok iyi ortaya koymuş. Bir kaymakamın çaresiz halkına nasıl sahip çıktığını iyi karekterize etmiş. Anadolu insanının samimiyetini ve hile hurda ile suçla nasıl mücadele ettiğini örneklemiş. Aslında bugün TV'lerin haberlerinde gazetelerin 3. sayfalarında sıkça karşılaştığımız haberlerin perde arkasını iyi betimlemiş.
Serinin ikinci kitabında da tempo düşmeden devam ediyor. 😀 İlkine göre daha heyecanlı ilkine göre daha bi gözel. 😁İlkine göre daha sinir bozucu.😡😠 Kitabın sinir bozucu sahneleri; haceli'nin kardeşi boz ömer ile muhtarın oğlu cemal'ın ahmet'e cinsel istismarda bulunması.. .😡😠 Ahmet'in bunalıma girmesi. Boz ömer ile cemal'in yaptıklarını köye yaymaları bayramın da bunu öğrenip ahmet'i dövmesi.😡😠😱 Kara bayram'ın boz ömer'den ve cemal'den şikayetçi olması. Haceli ile muhtarın onbaşıya rüşvet vermesi. 😡😠 Onbaşının kara bayram'ın cahilliğinden yararlanıp şikayetini geri çektirmesi.😠😡 Boz ömer'in ve cemal'ın kara bayramı öldüresiye dövmesi.😡😠😵 Muhtarın sırtını partiye dayayıp kendini köyün sahibi sanması. Irazcaya yardim eden kaymakamı sürdürmesi.😡😠😝 Unutamayacağım sahneler:😢😭 birinci kitaptan hatırlarsınız muhtarın evinde bayramı dövmüşlerdi. Bayramı dövdükleri gibi ağali ve kosa, hasan'ın muhtarı kırlıkta dövmeleri.😂🤣 Kaymakamın Irazcayla vedalaşmak için gelmesi. Irazcanın ve haccanın ağlaması. 😭😢Kaymakamın kalemini ahmet'e vermesi. 🖋
Bayram'ın sonunda şehre göç etmeye karar vermesi ırazcanın delirmesi. 😦😱😵 Bu kitap daha çok kara ahmet'in ve ırazca'nın üzerine kurulu. 😁
This entire review has been hidden because of spoilers.
Köyü ve köylüyü en iyi anlatan yazarlarımızdan biridir Fakir Baykurt. Sıradan insanların sıradan hikayelerini öyle yapmacıksız anlatır, kahramanlarını öyle gerçek karakterler olarak kurgular, diyalogları öyle doğal ama bir o kadar da akıcı olur ki kitap okumayıp da hikayenin geçtiği köyde olanları izlediğinizi zannedersiniz. Fakir Baykurt -çoğunlukla- mesaj vermeye çalışmaz, hayatın içinden öyküler anlatır. Siz de hayatın ta kendisi olan bu anlatılardan payınıza düştüğü kadar mesajı kendiniz çıkarırsınız. Irazca'nın Dirliği de saydığım tüm bu özellikleri bünyesinde barındıran bir kitap. ''Yılanların Öcü''nün devamı olarak her ne kadar onun seviyesinden bir tık aşağıda kalsa da ve yazarın ''Tırpan'' ve ''Kaplumbağalar'' kitapları kadar başarılı olmasa da çok keyif alarak okudum. Öncesinde ''Yıların Öcü''nü okumak şüphesiz daha iyi olsa da kitabı anlamak ve atmosferine girmek için şart değil. 50'li ve 60'lı yılların kırsalını, köy insanını abartısız, süssüz tam olduğu gibi görmek istiyorsanız mutlaka okuyun. Kitapta zaman zaman, artık unutulmuş veya unutulmaya yüz tutmuş bazı Anadolu deyişlerini görmekten de mutluluk duyacaksınız.
Çok dokundu bana Irazca’nın Dirliği. Anadolu güzellemesi yapmak yerine neyse onu resmetmiş, zalimi mazlumu, kırk yılın başında denk gelen dirayetli ve dürüst bir yöneticisi. Yılanların Öcü de güzeldi ama bu roman bambaşka.
Muhteşem bir kitap. Fakir Baykurt’un anlatımı eşsiz. Başlarına daha ne kötülük gelecek diye yüreğim ağzımda okudum. Irazca bir demet çıra kapıp Cıbıldak Muhtar’ın ve Haceli’nin evini barkını bir gece yarısı ateşe versin çok istedim. Yansın yıkılsın Karataş.
Devlet kurumlarında yaşanan bozulmalar, köylülerin kendi aralarında yaşadığı çekişme ve sınıf atlama çabaları, iyilik karşısında duyulan minnet duygusu ve yaşama çabasının hikayesi.
Yılanların Öcü kitabının devamını içeren bir seri kitabı. O yılların Köy ortamını ve dilini en ince ayrıntılarına kadar yaşatan ve anlatan akıcı bir eser.
Fakir Baykurt’un romanı (1961) • Yazarın bundan önceki Yılanların Öcü (1959) romanında olduğu gibi, olaylar Burdur’un Erle çukuru bölgesindeki Karataş köyünde geçer. Kişiler kadrosu, o romandakilere yenilerinin katılmasıyla oluşur. Eserin belkemiği Irazca Ana, oğlu Kara Bayram, gelini Haççe ve torunlarının yaşantılarıdır