Halide Edip Adıvar, 1937'de yazdığı bu romanında, çocukluğuna ait bir anının etkisiyle cinayet işleyen Kaz Akkız lakaplı Nadire'nin hikâyesinde cinayetin arkasındaki masumiyeti anlatır.
Kaz çobanı Nadire; çok sevdiği topal kazı Sırma, annesinin âşığı Mükerrem tarafından -üstelik kadının bir öküz sahibi olabilmek için biriktirdiği parayı zorla alırken- ezilince, Mükerrem'in barsaklarını deşmeye yemin eder. Annesinin ölümünden sonra, evlatlık olarak girdiği evin iki yaşındaki cılız, hasta çocuğuna biricik kazı Sırma'ya beslediği sevgiyi duyan Nadire, Bülent'in dadısı olur ve aileyle birlikte İstanbul'a gelir. Yazarın doğu-batı sorununu, köylü-kentli tezatını işlediği roman, Mükerrem'in bir süre sonra aynı evde şoför olarak görünmesi ve önce tanıyamadığı Nadire'ye çirkin tekliflerde bulunmasıyla, ardından Bülent'i Sırma gibi ayaklarından ayıracağını söylemesiyle gelişir. Nadire Mükerrem'i öldürerek, onu Bülent için zararsız hale getirecek ve hem annesinin, hem de Sırma'nın öcünü alacaktır
Halide Edib Adıvar was a Turkish novelist and feminist political leader. She was best known for her novels criticizing the low social status of Turkish women and what she saw as the disinterest of most women in changing their situation. She also served as a soldier in the Turkish military during the Turkish War of Independence.
Her father was a secretary of the Ottoman Sultan Abdülhamid II. She and her family were affiliated with the Dönmeh, a group that publicly practiced Islam but secretly practiced a form of Judaism called Sabbateanism. Edip was educated at home by private tutors from whom she learned European and Ottoman literature, religion, philosophy, sociology, piano, English, French, and Arabic. She learned Greek from her neighbors and from briefly attending a Greek school in Istanbul. She attended the American College for Girls briefly in 1893. In 1897, she translated Mother by Jacob Abbott, for which the sultan awarded her the Order of Charity (Nishan-i-Shafakat; Şefkat Nişanı). She attended the American College again from 1899 to 1901, when she graduated. Her father's house was a center of intellectual activity in Istanbul and even as a child Halide Edip participated in the intellectual life of the city.
Halide Edip Adıvar, Cumhuriyetin erken döneminde yaşamış, yaşadığı döneme göre ileri görüşlü, aydın sayılabilecek bir yazar. İlk eşi, ikinci bir kadınla evlenmek isteyince eşinden boşanmış, kendini kadın hakları başta olmak üzere toplumsal sorunlara adamış biri. Bu kitabında da, 1900 lerin başında yaşanan bir cinayeti araç olarak kullanarak, o dönemin yaşantısını, yeni yeni beliren sınıf çatışmalarını, sınıf atlamak isteyen insanların ikiyüzlü yaşamlarını anlatma amacına ulaşmak istemiş. Anlatımı çok içten ve duygusal. Yalnız 1937 de yazıldığı için, o dönemin Türkçesini anlamak biraz zor. Eski Türkçe kelimelerin günümüzdeki karşılıkları, bölüm sonlarında verilmesine rağmen sürekli kelimeler için sayfa çevirmek dikkati dağıtabilir.
kitabı 2 açıdan yorumlayacağım, yazar ve yayımcı olarak..
yayına hazırlayanlar kitapta geçen eski kelimeleri okuyucunun anlayamayacağını düşünerek sayı vererek alta açıklama koymuşlar ve kitabı berbat etmişler.. bildiğim kelimelerde bile yanda sayı görünce acaba başka bi anlamı mı var diye bakmak hikayeden kopmama sıkılmamas sebep oldu.. (ingilizce okumaya ilk başladığımda bilmediğim her kelime için sözlüğe bakıyordum ve 3. sayfada 50 kere bakmış olmaktan sıkılıp kitabı kenara koyuyordum, sonra sözlüğe sadece gerçekten anlamını çözmem gereken kelimelerde bakmaya başladım ve artık bestsellerlarda hiç edebi eserlerde ise tek tük bakar durumdayım) Üstelik kelimelerin birçoğu günlük hayatta hala kullandığımız kelimelerdi ve bazılarının açıklamada verilen yeni türkçesi değil eşanlamlısıydı ve bazıları da tamamen alakasızdı, ayrıca bir kaç bilmediğim kelimenin de açıklaması yoktu. Bu yöntem yerine kitabın sonuna sözlük eklenebilir veyahut günümüz türkçesiyle basılabilirdi.
hikayeye gelince.. polisiye bir roman değil bence bu kitap. İçinde cinayet geçen uzun bir dram öyküsü.. dönemin sosyetesini, adalet sistemini aktardığı için tarihi öykü diye de adlandırılabilir..
bu kısacık kitabı kelimelere takılmadan okumayı başarabilirseniz pişman olmazsınız..
Kitapta ilk olarak burjuva eleştirisi okuyoruz. Zengin-fakir çatışması, sonradan görme insanların ikiyüzlülüğü, bu insanların halktan kopukluğu, kadınların toplumdaki yeri gibi konulardan adalet kavramının sorgulanışına geçiyoruz ve bir cinayette masumiyet arıyoruz. Bu kadar kısa bir eserde böylesine çok konunun bahsinin geçmesi gerçekten hoş. Yazıldığı yıla göre ise oldukça çarpıcı.
"Belki de doğru. Belki de insanlar birbirlerine kanla, sınıfla değil inandıkları şeyde iştirakle bağlanıyorlar."
Maria'nın incelemesini şimdi izleyebilirim.Baş kahramanı Nadire ve Rıfkı karakterini çok sevdim. Kitabın sonundaki Selim İleri'nin "sonsöz"üne katılmaktayım. Zamanının polisiye roman anlayışının ötesinde ruhsal çözümlemelere ve adalet kavramına bakışı, derinlemesine inceleyen bir yaklaşımı var. O dönemlerde gizemli esrarengiz kafa karıştırıcı satranç gibi matematiksel olayların ardından ipuçlarından katili bulmaya odaklı bir bakış açısı yok bu romanda. kaldı ki bu tarzda son derece sürükleyici ve heyecan verici oluyor. Halide Edip önünde böyle bir örnek yokken vakanın ardını, sonuca getiren süreci masaya yatırıyor. Tadı damadığımda kalan bir eser oldu.
Yolpalas Cinayeti, işlenen bir cinayetin ardındaki trajediyi ortaya çıkarmaya çıkaran bir kısa roman. Halide Edip’in topluma, Batılılaşma çabasına ve sınıfsal farklılıklara dair gözlemleri kitabın ilk kısımlarında yer bulurken; sonrasında “katile” ve onun hikayesine odaklanıyoruz. Sonuç olarak da ortaya hızlı okunan, derli toplu bir roman çıkıyor. Anlatılan hikayenin muadilini çok okuduğumuz, izlediğimiz için etkisi haliyle zayıf kalıyor ama yine de dönemine göre fena sayılmayacak bir eser.
Kısacık, ancak anlatımı çok içten, Halide Edip ise bana en yakın 3-5 kadın romancıdan biri.
Haberleri, sosyal medyayı, gazeteleri kaplayan cinayet, taciz haberlerine baktıkça berbat bir hale geldik diye düşünüyor çoğu kişi; ancak ben dönem romanları okuduğumda, özellikle kadın yazarlardan dönem romanları okuduğumda çok da bir şeyin değişmediğine kanaat getiriyorum. Sosyal medyanın, günümüz haberciliğinin olmadığı dönemde, bu romanlar ve içindeki bilgiler aslında ışık oluyor gerçeklere. Adı kurgu olsa da, temelini gerçek toplumsal olaylardan alıyor ne de olsa bu eserler.
Yolpalas Cinayeti'de çok farklı değil. Kısacak kitapta, yine içiniz acıyor.
Hem dönemin İstanbul sosyetesinin aşırılıklarını, hem de taşra hayatının ahlakçı anlayışı içinde mağdur olmuş hayatları bir arada sunan; fakat gözlemlerinde tadı kaçırmayan, sosyal eleştiride aşırılığa varmayan bir novella.
Aynı zamanda bir 'cinairoman'. Gizem çözmeye yönelik olmayan, katilin baştan belli olduğu, cinayetin nedenini anlamaya çalıştığımız kurgu türünde yazılmış.
Bu baskıda orijinal dile müdahale yok, Halide Edib'in kaleminin lezzeti yerinde. Yayıncı az bilinen Osmanlıca sözcükler için minik bir sözlük de koymuş.
Zevkle bir çırpıda okunuyor. Halide Edib'in eserleri arasında sıralamada altta kalabilir, ama klasik Türk edebiyatındaki polisiyeler bakımından okunmalı.
İlk Türk kadın polisiye romanı olarak da bilinen Yolpalas Cinayeti, kısa ama etkileyici bir roman. Bu hikayede Nadire isimli tertemiz kalpli bir kızın başına gelen talihsiz olayları ve bu olaylar silsilesinin bir cinayete nasıl sebep olduğunu okuyoruz.
Yazar dönemin fikirlerini ve sınıf çatışmasını çok güzel bir şekilde anlatmış. Sallabaş ailesi, özellikle Sacide veya Bayan Sallabaş, tarzı, tavırları, yaşayış şekli, çocuğunu “bir bilezik gibi, otomobil gibi zengin göstermeliği” olarak görmesi ile tam olarak dönemin milyoner üst sınıf sonradan görme tabakasını yansıtıyor. Bayan Sallabaş’ın üst ve alt sınıf hakkında söylediği “herkes kendi sınıfında kalmalı,” gibi cümleler de ayrıca dikkatimi çeken kısımlar oldu.
Rıfkı’dan da biraz bahsetmesem olmaz. Rıfkı kitabın irdelediği sınıf çatışmasının öteki tarafını gösteren kişi diyebiliriz. Alt sınıfın ezilmesine karşı çıkan, zayıfın yanında duran, adaletli, işinde yeni bir avukat kendisi. Rıfkı’nın duruşunu, tavrını çok beğendim. Nadire’nin davasını canla başla çözümlemeye çalıştığı ve mahkemede onu savunduğu sayfaları bir çırpıda keyifle okudum.
Romanda ayrıca feminizmin etkisini de görebiliyoruz. Halide Edip Adıvar feminist bir yazar zaten. Bu romanında da Nadire’nin annesinin eşi olmadan, kimseden yardım almadan tek başına ailesinin geçimini sağlamaya çalışması; sonradan görme olsa da Sacide’nin baskın ve güçlü bir kadın olması romandaki feminizmin etkisine örnek verilebilir.
Bütünü itibariyle kısa ama güzel bir polisiye roman olmuş. Kadın bir yazar tarafından yazılmış olması ayrıca beğenimi kazandı.
Yolpalas Cinayeti başladığım gibi 1 saat içerisinde bitirdiğim bir kitap oldu. Sürükleyici olması katili bulma heyecanından değil, zaten belli olan katilin cinayet sebebini anlama isteğinden kaynaklanıyor. Bence asıl etkileyici tarafı kısacık bir kitapta masumiyet, adalet, sonradan görmelik, taşralılık, sınıf farkları gibi konuları göze sokmadan başarıyla bir araya getirmesi olmuş.
“Daha iyi ya…Fukaranın halinden anlarsınız, acırısınız.” “Acımam ki.” Biraz kelimenin manasını düşünür gibi sustu, sonra bu küstah gence bir ders vermek istedi. “ Bu asırda acımak kelimesini medeni milletlerin kullanmadığını işitmediniz mi?” * Belki de insanlar birbirlerine kanla, sınıfla değil inandıkları şeyde iştirakle bağlanıyorlar. * Akıl hastalığı klinikleri, daha doğrusu tımarhaneler başka hastahanelerden pek farklı değildir. Delilerin, deli olmayanlara benzemesi çok korkunç bir şeydir. Delileri tetkik eden ister doktor, ister başka bir adam olsun mutlak içinden adeta kendi aklından şüphe etmeye başlar. O kadar deli ile ilk temas -şayet buhran içinde değilse- insana onun da herkese benzediğine, belki her adamın içinde saklı bir delilik olduğuna hükmettirir. * Kanunun yakalayamadığı bir ferdi başka bir fert cezalandırabilir mi? Hayır, bilhassa öldürmek hakkı hiçbir ferde verilmemiştir. Çünkü hayat yeryüzündeki en mukaddes şeydir. Allah’ın en güzel eseridir. * Söyleyecek çok şeyim kalmadı. Sözlerime müdafaa ismi bile vermek istemem. Muhterem heyetiniz müvekkilime layık gördüğü cezayı verebilir. Yalnız şunu ilave edeceğim. Adaleti ihsanla tadil etmek insani ve lüzumlu bir harekettir, inanıyorum ki insanları sırf kuru bir adaletle muhakeme etsek hepimizi belki kapamak lazım gelecek kadar içimizde tehlikeli temayüller vardır. Adaleti, ihsanla -yani anlayışla- tadil etmek her adalet teşekkülünün şiarıdır. Büyük bir dünya şairi ihsanın bu manada en namdar hükümdara, tacından ve tahtından çok yaraşacağını söylüyor. Ve diyor ki, yeryüzünde adalete lütuf ve anlayış karıştırdıkları zaman, insanlar en çok samedaniyetin birer mümessili oluyorlar. Büyük bir Fransız kadını, "Anlamak affetmektir," demişti. Ben affediniz demiyorum. Yalnız şunu demek istiyorum ki cemiyetimizin hayırlı ve lüzumlu bir ferdi, adalet mekanizmasının gözünden kaçan, elinden kurtulan bir hırsıza, bir katile cezasını vermiştir, cemiyetimizi insan şeklinde bir kurttan halas etmiştir, isterseniz ceza verin fakat anlayın. Ve cezası bittikten sonra bu genç hayata yaşamak fırsatını verin. Cemiyete borcunu ödesin fakat canıyla değil. Onu bir gün cemiyete iade edin. İnsanlar arasında o kadar sevdiği zayıf mahlukata bakmak, bir gün hayırlı bir ana olmak ihtimalini elinden almayın.
Kitap cinayet romanı olarak tanıtılsa da çarpıcı bir dram anlatıyor aslında. Okuma zevkini katledense içerikten ziyade şekil. Her iki üç kelimede bir konulan dip not işaretleri, kelimelerin anlamını bilseniz bile şüpheye düşmenize sebep oluyor. Yayınevi ya okuyucunun kelime haznesine güvenmeyi ya da dili sadeleştirmeyi tercih etseymiş keşke...
Yazıldığı döneme göre vurucu bir roman. Sanıyorum modern edebiyatımızın ilk polisiye örneklerinden. İçinde hiç merak ögesi yok, ancak bu romanı gölgelemiyor da. Hızlıca akıp giden bir minicik öykü bu da.
Halide Edip Adıvar’ın polisiye bir hikaye üzerinden ilerleyen uzun öykü ile novella arasında bu yapıtı Selim İleri’nin de belirttiği gibi bir katilin psikolojisini irdelemesi açısından Türk Edebiyatının ilk örneklerinden biri olarak çok değerli. 🦋
Kısacık bir kitapta bir cinayet üzerinden toplumun yapısını, kadına bakış açısını böyle başarıyla anlatmak hiç kolay değil. Halide Edib'i bir kere daha sevdim.
daha önce hiç okumadığım yazarlarla en popüler ya da en çarpıcı kitaplarındansa daha mütevazi eserleri yoluyla tanışmak çok keyifli. yolpalas cinayeti kısa, etkileyici ve gerçekçi bir hikaye. okumayı sevdiğim bir dönemi sevdiğim bir anlatımdan okumak ayrı bir tat gerçekten.
Bir Sinekli Bakkal değilse de, güçlünün güçsüzü mütemadiyen ezdiğine değinerek toplumsal sorunlardan belki de en önemlisine parmak basan bir kısa roman. Mağdurun hikâyesi çok etkileyiciydi, günümüz için maalesef olağan kabul edilebilir ki bu, durumumuzu daha da acıklı yapıyor. Okunmalı. =)
bildiğimiz anlamıyla bir cinayet ya da polisiye romanı değil. katil olmakla suçlanan kişinin mahkeme sahnesiyle açılıyor roman. daha sonra geri dönüşlerle hikayenin arka planı aktarılıyor. Halide Edip'in yerli (Nişantaşılı) burjuvaziye yönelttiği eleştiriler keskin, ama romanın asıl ağır basan meselesi "adalet" duygusu. Kuru bir adalet duygusundan ziyade anlayış ve bağışlama temelli bir adaletin önemine, bu duyguyu yitirmenin toplumsal hafıza ve vicdanda yol açacağı tehlikelere değiniyor.
Kitapta çok eski kelime var. Türkçe altta dipnot olarak verilmiş. Bu da akıcılığı etkiliyor. Ancak konu itibariyle güzel. Sanırım Türk edebiyatındaki ilk polisiye
Belki de insanlar birbirlerine kanla , sınıfla değil inandıkları şeyde iştirakle bağlanıyorlar.
İnsan denilen yaratığın bu akşam bütün evreni içine sığdıracak kadar geniş bir kalbi olduğunu seziyorum.
"Adaleti insanla tadil etmek insani ve lüzumlu bir harekettir."
Adaleti ihsanla tadil etmek insanî ve lüzumlu bir harekettir. İnanıyorum ki, insanları sırf kuru bir adaletle muhakeme etsek hepimizi belki kapamak lâzım gelecek kadar içimizde tehlikeli temayüller vardır. Adaleti ihsanla –yani anlayışla– tadil etmek her adalet teşekkülünün şiarıdır. Büyük bir dünya şairi, ihsanın –bu manada– en namdar hükümdara, tacından ve tahtından çok yaraşacağını söylüyor. Ve diyor ki, yeryüzünde adalete lütuf ve anlayış karıştırdıkları zaman, insanlar en çok samedaniyetin birer mümessili oluyorlar. Büyük bir Fransız kadını, “Anlamak affetmektir,” demişti.