Yaban ya da yabancı değildim… Arada bir yer – onlardan olmadığım gibi büsbütün eloğlu da sayılmazdım. Bir şeyin kendi olmaktan çıkıp karşıtına dönüşme anında donup kalmış gibiydim. Daha ilginci, aynısı onlar için de geçerliydi. Yaban ya da yabancı değillerdi bana. Onların şansı kalabalık olmalarıydı, sayılarındaki çokluk, dönüp de sürekli benzerlerini, aynılarını görmek, bir dönüşümün ortasında kalakaldıklarını unutturuyordu onlara.
Belleğin Girdapları, kaçmak isteyen bir adamın hikâyesi. Günlük hayatın getirdiklerinden, insan ilişkilerinin yoruculuğundan ve aslında, bunlara uyum sağlayamayan kendisinden kaçmak... Onunkisi yeni bir hayat beklentisi değil, en fazla “iyi olacak” sezgisi… Daha iyi hatırlayabilmek için yaşadıklarını yazmayı istese de hatırlamaktan, bir “hayıflanma kuyusuna” düşmekten korkuyor. Ama kaçamıyor…
Kaçabildiği en uzak nokta, “şehrin sonunda” bir yerleşim yeri: Ona tekinsiz hatta giderek tehditkâr gelen atmosferiyle, gerçek bir inzivaya izin vermeyen, “öfkelenememenin yorgunluğuyla” kendi boşluğuna düşüşü hızlandıran bir mahalle, “Serpmetepe.”
Behçet Çelik, bir adamın zihninin derinlerine iniyor, katman katman onu keşfediyor. Edebiyat yolculuğunun en derinlikli karakterlerinden birine, kusursuz bir üslupla imza atıyor.
1968’de Adana’da doğdu. İki Deli Derviş (1992), Yazyalnızı (1996), Herkes Kadar (2002), Düğün Birahanesi (2004), Gün Ortasında Arzu (2007), Diken Ucu (2010) ve Kaldığımız Yer (2015) adlı öykü kitaplarının yanı sıra Dünyanın Uğultusu (2009) ve Soluk Bir An (2012) adlı romanları ile Sınıfın Yenisi adlı ilkgençlik romanı (2011) yayımlandı. Doğup büyüdüğü Adana hakkında kaleme alınmış yazılardan oluşan Adana’ya Kar Yağmış (2006) adlı kitabı derledi. Ateşe Atılmış Bir Çiçek / Yazarlar, Kitaplar, Okuma Notları (2012) adlı bir de deneme kitabı bulunmaktadır.
behçet çelik modern insanın tragedyasını yazmış. her şeyi bırakıp giden bir yaşlı kentli entelektüel erkek... oysa ardında bırakıp gidemediği korkuları var. kendini didik didik ederek geçen aylar sonrası isimsiz anlatıcının geçmişini, kaçamadıklarını öğreniyoruz. ve ne kadar ne kadar hepimize benziyor. çok mu trajik şeyler yaşamış? hayır. ama şehrin kuşatıp ele geçirdiği tükürüp attığı insanlardan biri... çok öznel, çok kişisel, belki çok bunalımlı... çok erkek ve erkekliğini de dibine kadar sorguluyor. ama çok tanıdık. kesinlikle bir orta yaş romanı. evet ben de orta yaşlıyım artık 😭 ve o yüzden çok iyi anladım, çok içine girdim sanki...
Kendinden kaçan bir adamın hayatı geçmişi sorgulaması üzerine. Çok fazla altı çizilecek cümle var. Çoğu duyguyu bu hissi çok güzel anlatmış diye okudum. Ayrıntıları hissettiklerini özeleştirisini çok güzel noktalara değinerek yapıyor. Ancak romanın kurgusu geçmişteki iki ana karakterin çok havada kalmasıyla biraz sendeliyor. Genel olarak o iki karakteri öne çıkarmış olması bir beklenti yaratı bende. Bence belleğinin girdaplarında dolaşıp herhangi bir karakteri öne çıkarmasaydı daha keyifli bir okuma olurdu.
"Ege'de küçük bir sahil kasabasına yerleşmek umuduyla yaşam savaşı verenlere selam olsun..." der gibi yazar. Durgun bir anlatımın keyfini de sürmek isteyenler için okunulası bir kitap. Sayfa 194 gerçeği peki...
Romanın arka kapağı bana beni al, oku diyen cinsten idi: "Belleğin Girdapları, kaçmak isteyen bir adamın hikâyesi. Günlük hayatın getirdiklerinden, insan ilişkilerinin yoruculuğundan ve aslında, bunlara uyum sağlayamayan kendisinden kaçmak..." Bu motivasyonla başladığım "Belleğin Girdapları" birkaç gün önce bitti. Hemen yazmak istemedim. Tepkisel olabilirdi bazı ifadelerim. Demlensin biraz dedim. En nihayetinde romanı sevdiğimi söyleyemem. Son cümleleri okuyup kapağını kapattığımda çok çabuk dünyaya döndüm. Bende yarattığı temel sorun, romanın çok şey söylemeye kalkmasıydı. Hâlbuki roman gücünü biraz da söylemediklerinden alır. Bu kadar çok şey söylemeye kalkması acaba ismiyle ve dolayısıyla ana temasıyla ilgili olabilir mi diye düşündüm. En nihayetinde baş karakterinin belleğinde yolculuk yapıyorduk. Niyet oydu. Ama ben o yolculuğu yapamadım. O girdabın içine giremedim. Romanın adının karşılığına nüfuz edemedim. Burada övgü dolu sözler kaleme almış kadın okurlar. Karakterin yalnızlığının ne kadar sahici olduğundan vs. dem vurmuşlar sıklıkla. Romanın değindiği dertlerin bir kısmından muzdarip bir erkek olarak romandaki erkek karakterle ve yalnızlığıyla hiç yakınlık kuramadım. "Belleğin Girdapları"nın kendine konu edindiği temaları işleyen romanları çok severim hâlbuki. Geçen yıl okuduğum Selçuk Baran romanı "Bir Solgun Adam" benim için bir başyapıt mesela. Yarattığı yalnızlık atmosferi çok güçlüydü. Aynı şeyi bu roman için hissedemedim ne yazık ki. "Belleğin Girdapları"nın isimsiz baş karakterinin, anlatıcısının iç dünyasına okuru sokmakta başarılı olduğunu düşünmüyorum. Belleğin girdaplarına kapılmak da mümkün olmuyor. Yazarın kelimelerle oynayarak bu türde bir hikâye için farklı bir anlatı ortaya koymaya çalışması bana kalan en belirgin artı yanı. Bu noktada bir parantez açmak faydalı olur. Yukarıda yazdıklarımı okuyanlar romanı beğenmediğimi düşünecekler ister istemez. Ancak ben daha çok geçen yılın en çok duyduğum romanlarından birinin artan beklentilerimi karşılamadığını nedenleriyle ifade etmeye çalıştım. Benzer temalarla yazılan ve övgülerle karşılanan, benim de çok sevdiğim diğer romanların yanında bir miktar zayıf kaldığını, iyi olmakla çok iyi olmak arasında fark olduğunu vurgulamaktı maksadım. Elbette bunlar da romanın bana ulaşıp ulaşmaması ile ilgili daha çok. Diğer okurlara ulaşması dileğiyle.
Çoğu cümleyi, paragrafı, sayfayı 2-3 defa okudum. Çok etkilendim. Geriye cevabını bulamayacağımı bilsem de uzun uzun düşüneceğim sorular kaldı... Tebdil-i mekanda ferahlık var mı gerçekten? İnsanın kendinden kaçması mümkün mü? Geçmiş ne kadar etkiliyor bugünü?...
Bir zamane kahramanının itiraf defterleri, kendini didikleme notları... Mikro duygulara ve duygu değişimlerine odaklanıyor Behçet Çelik. İçinde bulunduğu zamandan sanatla ve edebiyatla olabildiğince uzaklaşmak isteyen bir okur olduğum için bana bu açıdan hitap etmiyor aslında. Öte yandan bugün ne yaşadığımızı, nasıl yaşadığımızı, neler hissettiğimizi anlamak, öğrenmek, keşfetmek için ideal bir metin. Bu zamane kahramanı çok tanıdık gelecektir özellikle içe dönük okurlara, bana kalırsa. İki arada bir derede, hep arafta, hep tedirgin, takıntılı, istese de yerleşik olamayan göçebe bir ruh romanının anlatıcısı. Yazı, geçmişi yeniden kurmanın ve orada yaşayabilmenin bir yolu isimsiz anlatıcımız için. Ama bir yandan da hatıraları dondurduğunu düşünüyor böyle yaparak. Sık sık buna benzer ikilemler içinde kalıyor. Yine de yazının, anlatıcının varoluşunu anlamlandırabilmesi için bir hayatiyet taşıdığını söylemek mümkün. Zamana, kendine, mekâna bir türlü yerleşemeyen anlatıcı, yazı aracılığıyla bu bağı (yitirdiği ya da hiç var olmamış 'toplumsal' bağları) kurmaya çalışıyor.
İletişim Yayınları kitap tanıtımında “kaçmak isteyen bir adamın hikayesi” diye girmiş söze; ama ben diyeyim ki kaçırılmış bir adamdır bu! Hem de alfabenin harfleri tarafından! 📚
Evet, kitap anadilde bir “harf” dansları festivali. Basbayağı kostümlü,ritimli,rengarenk. Edebiyatla birlikte müziği de seviyorsan ne ala! Resim mi desem yoksa? Kelimeler fırça darbeleriyle yeniden şekillendirilip ‘bakışbaşka’ anlamlara boyanmış, noktaların yerleri haleti ruhiyesine göre zıplayıp değişerek kanımca yazarın kendini bile şaşırtmış. Muazzam bir sanat! Yazarın kelimelerle oyunları benim çok hoşuma gitti. 📚
Ve bir kez daha anladım, bir yerlerine Ahmet Kaya sıkıştırılmış eserler bende aitlik ve sahiplik demek. 🖤
Kendinden kaçan ve kaçış sırasında kendini didik didik eden bir adamın hikayesi. Öyle ki günümüz yeraltı insanıyla karşı karşıya olduğumuzu söylemek hiç de abartılı olmaz. Yalnızlık, bellek, günümüz insanının kaçma özlemi, yazmak, geçmiş ve gelecek üzerine sorgulamalarla dolu bir roman Belleğin Girdapları. Kahraman, kent yaşamının pratiklerine uyum sağlayamayan, ayrıksı, kendinden kaçan orta yaşlı çağımız aydın erkeklerinden. Kendine ve geçmişine ve bugününe karşı tün sorulara dürüstçe yanıtlar veriyor. Dürüstlüğünden şüpheye düştüğü zamanlarda bile bunu okurla paylaşıyor. Katmanlı, sorgulatan hatta zaman zaman acıtıcı bir metin olduğunu söyleyebilirim.