Boğaz havası mıydı içime çektiğim, İstanbul’un kiri pası mıydı yoksa? Ya da o kentte attığım tüm kahkahalar mıydı? Belki de üniversiteye gittiğimden beri o devasa kentte geçirdiğim 17 yılımdı an an? Hâlâ bilmiyorum. Yaşam kadar ağır bir şeyi içime çektim; sonra da topografik olarak yedi tepeli değilse bile yedi bela olduğunu herkese binlerce kez ispatlamış olan o kente son kez baktım. Ve düştüm yola. 35 yaşımda ve henüz iki yaşına bile girmemiş çocuğumla. 2016’nın Ekim’iydi. Ekim’in başı. Mutluluktan havalara uçmuyordum ama ölesiye mutsuz da değildim. Heyecanlıydım biraz. İçimdeki ürperti klimadan değildi, sanmıyorum. Ben bahar bahçe düşlüyordum lakin ille de bir yanım yaprak döküyordu. Sanki kavlimi yerine getirmemişim gibi bir his... kalbimi dişliyordu. Nabzımın hızlanması ve kulaklarımdaki basınç uçağın inişinden değildi, işte tam da bundandı. Ah ben ki göklere sığamamıştım, yerlere nasıl sığacaktım!
“Kalmak zor, göçmek daha zor. Ama göçtüğün yere alışmak, yakınlarını geride bırakmak, en zoru. Filiz Yavuz, her Türkiyeli göçmenin yaşadığı zorlukları, gazeteci titizliğiyle ve eğlenceli, içten bir dille anlatıyor. Elinizdeki kitap, mükemmel bir modern gurbetlik hikâyesi. 21. yüzyılın başında Türkiye'den göçenlerin haletiruhiyesini anlamak için mükemmel bir kaynak.” Mehveş Evin
“Göçmek Ne Garip Şey Anne! adlı kitap Filiz’in Madrid’e gidişiyle başlıyor. Türkiye’nin 20 yıllık panoramasını Türkiye’den göçün kısa tarihi izliyor; süren göç dalgasının kökleri irdeleniyor. Hepimize sirayet eden umut ve umutsuzluk arasındaki gelgitler ve mutluluğun umutla ilişkisi ortaya konuyor. Kitap, Türkiye’den göç etmek isteyenler için aynı zamanda bir kılavuz niteliğinde. Gitmenin ve gidilen yerde tutunmanın yollarına dair teknik detayların yanı sıra, sosyal ve kültürel hayata katılım ve uyum anlamında kolaylaştırıcı ipuçlarını da içinde barındırıyor. Bu bilgiler, tarihten lezzetli anekdotlar ve hikâyelerle tamamlanıyor. Bütün çıplaklığıyla, iyisiyle kötüsüyle, hüznüyle neşesiyle, öfkesiyle sükûnetiyle Türkiyeli bir göçmenin gerçek deneyimini okura bizzat yaşatmayı başarıyor." Melis Alphan
FİLİZ YAVUZ, 1981’de Eskişehir’de doğdu. Nükleerin ne demek olduğunu 1999’da girdiği İstanbul Üniversitesi’nde öğrendi ve nükleer karşıtı oldu. Belki de bu yüzden ekoloji alanında çalışmayı seçti; çeşitli dergi, gazete ve televizyon kanallarında muhabirlik ve editörlük yaptı. 2008’de Marmara Üniversitesi’nde gazetecilik yüksek lisansına başladı. İstanbul ve Madrid örnekleri üzerinden kent kültürü ve gazetecilik ilişkisini inceledi. Tezin Madrid ayağını yazmak üzere “Universidad Complutense de Madrid”den davet aldı. Yaklaşık bir yıl Madrid’de kaldı. Tezini 2011’de savundu. 2012’de yine Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde gazetecilik doktorasına başladı. Halen “AKP Dönemi’nde Nükleer Karşıtı Hareketin Gazetelerdeki Yansıması” konulu doktora tezini yazmakla, bir de Deniz’e bakmakla meşgul.
Öncelikle son dönemin beyaz yakalı göçmenleri olarak küçük nüanslarla kendi ailemin göç hikayesini okudum. Filiz'anımın göç serüveninin bittiği tarihlerde, kitapta yazılı olası sebeplerin neredeyse hepsi sebebiyle eşimle beraber Kuzey Avrupa ülkelerinden birisi Hollanda'ya yerleştik. Kitapta yeralamıyor tarihler itibariyle ama covid-19 belası 2 yıldır gurbete mahkum etti bizi. Bu arada doğum yapan eşimle tarifsiz duygusal ve bürokratik zorluklar yaşadık. Üzerine daha iki hafta önce dayımı toprağa verdik. Covid nedeniyle kaybettik. Bu sıkışmışlık içinde yakınlarımızı hiç görmeden geçen bir buçuk yıl, kaybettiklerimiz, kalanlarla paylaşamadıklarımız ve ülkenin (Türkiye) kaybettiklerimizden sorumlu haline olan kızgınlık.. Ama uzakta olmanın da çaresizliği. Çok güzel açıklamış hepsini bu kitap, kısa sürede akıp gitti. Yalnız çok başarılı olan bu kitabı okurken "Türkiyeli" olarak kullanılan Türk sözcüğünden imtina etmek adına bir Türkçe katliamına sürekli maruz kalmak tam bir Çin işkencesi oldu. Her ne kadar çivisi çıkmış bile olsa TDK'nın sözlüğünde karşılığı bile yok bu sözcüğün. Hakkaniyetli olmak adına tekrar dönüp baktığımda "İspanyol" kelimesi yerine İspanyalı demezken okurlara bu eziyetin reva görülmesi üzdü. Bu hassasiyetimi ırkçı yada faşist bir perde ardından söylemiyorum. Zaten kitapta da adı geçen Ünsal Ünlü'nün müdavimi olduğunuzu gördüğüm için ne demek istediğimi anlıyacağınıza güveniyorum.
Yazarın kötü niyetli olduğunu ya da okurdan gizlediği başka bir niyetinin olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Ama ısrarla kişisel olmadığı söylenen bu anlatı oldukça kişisel ve buna rağmen hikâyenin esas merak uyandıran kısımları yazılmamış. Gitme ve dönme kararlarının neden değil de nasıl alındığını okumak isterdim ben.
Kişisel olmadığı yerlerde de yeni hiçbir şey söylemiyor: Son 10-15 yılda Türkiye'den batıya göçen tek bir kişi bile tanıyorsanız ve onunla göç hakkında konuştuysanız bu kitabı okumanıza hiç gerek yok.
Anlatım oldukça akıcı, cümleler düzgün, fakat sayfa başına 3 zira, 2 lakin düşüyor, bunu fark ettikten sonra o kadar yoruldum ki.
Kitabın isminin bana düşündürdükleri, zihnimde oluşan sorular öylece kaldı. Bu elbette yazarın suçu değil ama, siz emin misiniz bu ismin bu kitaba uygun olduğundan?