10 Haziran 1914'de Trabzon'da doğdu. Babası, o doğduğu sırada Trabzon valisi olan şair ve dilbilimci Samih Rıfat, annesi Hasan Enver Paşa’nın kızı Münevver Hanım’dır. Pek çok sanatçı ve yazar içeren bir ailede yetişti. Büyük dedesi Macar Hurşid Bey, hem Türk hem batı müziği konusunda donanımlı bestekardı; dedesi Albay Hasan Rıfat Bey şiir ilgilenirdi. Amcası Ali Rıfat Bey değerli bir udî ve besteci, annesinin teyzesinin oğlu Ali Fuat Bey cumhuriyet devrinin ünlü asker ve siyaset adamı, teyzesi Celile Hanım bir ressam, teyzesi Celile Hanım’ın oğlu Nazım Hikmet ünlü bir şairdir.
Ortaöğrenimini 1925-1932 yıllarında Ankara Erkek Lisesi'nde yaptı. Bu okulda ünlü şair Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi oldu, ilk şiirlerini kaleme aldı ve ileride birlikte Garip Akımını kuracağı arkadaşları Melih Cevdet ve Orhan Veli ile tanıştı. Üç arkadaş, okul bünyesinde “Sesimiz” adlı dergiyi çıkararak şiirlerini yayımladılar.
1932-1936 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne yüksek öğrenim gördü. Edebiyata olan ilgisi ve yazma tutkusu yükseköğrenimi sırasında da devam etti. Mezun olduğu yıl, arkadaşları Melih Cevdet ve Orhan Veli ile birlikte geliştirdikleri yeni bir yazın tekniği ile kaleme aldığı şiirleri Varlık Dergisi’nde yayımlanmaya başladı.
1937 yılında Devlet sınavını kazanarak Maliye Bakanlığı hesabına Siyasal Bilgiler öğrenimi görmek üzere Paris'e gönderildi. Paris’te bulunduğu dönemde yalım bir söylemi ve bağımsız düşünceleri savunan Fransız şiirini kendisine yakın buldu ve ondan ilham aldı. Üç yıl sonra II. Dünya Savaşı nedeniyle, orada yaptığı doktora çalışmasını tamamlayamadan 1940 yılında Türkiye'ye döndü.
Paris’ten döndükten sonra bir süre Maliye Bakanlığı'nda , daha sonra Matbuat Umum Müdürlüğü (Basın Yayın Genel Müdürlüğü)'nde çalıştı. Ardından Ankara’da serbest avukatlık yaparak yaptı. Bu arada 1941 yılında Orhan Veli ve Oktay Rıfat ile edebiyat dünyasında büyük tartışmalara sebep veren “Garip” adlı şiir kitabını yayımladı. Şiirlerini "Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler"(1945), "Güzelleme"(1945) ve "Aşağı Yukarı"(1952) adlı şiir kitaplarının yanısıra "Aile" (1947), Orhan Veli tarafından çıkarılan "Yaprak (1949-1950) ve "Yeditepe" (1951-1957) gibi dergilerde yayımlamayı sürdürdü. 1954 yılında yayımladığı “Karga ve Tilki" adlı şiir kitabıyla, Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı.
1955 yılında İstanbul'a yerleşerek avukatlığını sürdürdü. Aynı yıl yayımladığı “Perçemli Sokak” adlı şiir kitabının önsözü tartışmalara neden oldu. Bu kitap ile İkinci Yeni adı verilen şiir anlayışına yöneldi. 1958 yılında “Aşk Merdiveni" adlı şiir kitabını yayımladı. 1961 yılından itibaren avukatlık mesleğini Devlet Demir Yolları'nda sürdürdü ve 1973 yılında emekli olana dek bu kurumda çalıştı.
1960’lı yılların başında Latin ve Yunan ozanların mitoloji kitaplarının Türkçe çevirilerini yaptı. 1969 yılında yayımladığı “Şiirler” adlı kitabıyla Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü aldı. Bu tarihten sonra tiyatro ve roman çalışmalarına ağırlık verdi. "Oyun İçinde Oyun", "Zabit Fatma'nın Kuzusu", "Atlar ve Filler", "Yağmur Sıkıntısı","Kadınlar Arasında", "Birtakım İnsanlar" ve "Çil Horoz” adlı oyunları kaleme aldı ve her biri sahnelendi . Arkadaşı Melih Cevdet ile “Kıskançlar” adlı oyunu kaleme aldı. 1976’da ilk romanın “Bir Kadının Penceresi’nden” yayımlandı. 1980’de “Danaburnu” kitabıyla Madaralı Roman Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl “Bir Cigara İçimi” adlı şiiri Sedat Simavi Vakfı Ödülü’nü, 1984 yılında "Dilsiz ve Çıplak” kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü aldı.
"Duyar gibi, bilir gibi oluyorduk; yitirmek ve bulmak, olmamanın ötesinde." (s.379)
Ona ait olan "dalından Bizans'ı kopar[ma]" (s.609) tabirini aslında onun şiirine uyarlayabiliriz. O Katullus'tan (s.262), Vergilius'tan (s.269), Yunan şiirinden, Fransız şiirinden ve nicelerinden meyveler koparmıştır bu şiirler için.
Onun şiirlerinde en çok sevdiğim, "diriliğin kutsanması" oldu. "Bil ki bu Budur işte Güneş yalnızca dirileri ısıtır Güneşin kıymetini bil" (s.143)
İyimser bir bakış açısıyla biraz da kaderciliği iç içe geçirdiği bu tasavvurunda yaşamın acıları dahil her şeyini kutsamak gerekir çünkü bunları yaşamak, hissetmek diriliğe özgüdür.
Yaşamayı kutsamak, Nietzsche'nin tabiriyle "bedeni küçümseyenlere" karşı savunulması gereken bir felsefe aslında. Çünkü bu sahip olduğumuz yaşamdan başka hiçbir şeyimiz yok. Diğer her şey onunla mümkün.
Sonsuzluğa atılan mütecessis bir bakış olan, iki ciltlik derlemenin ilk cildini bitiyorum.
Beklentim çok yüksek olmasına rağmen Oktay Rifat ile yıldızımız barışmadı. Şiirlerini seveceğimi düşünüyordum ama çoğunu okurken sıkıldım. Sevdiğim şiirleri, altını çizdiğim satırları oldu. Şiirlerin yanı sıra tekerlemeler, çeviriler ve destanlar olması zenginlik katmış. Çeviri şiirler de tek tek şiirlerin açıklaması vardı. Bu detayı sevdim, başarılı bir baskı olmuş.
-Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter Yalnızlık gittiğin yoldan gelir
-Nedir ki bu mavilik deme Pencereden görebildiğin kadar Göğün kıymetini bil …. Güneş yalnız dirileri ısıtır Güneşin kıymetini bil
-Öylesine çoktunuz ki bunaldım yalnızlıktan Öylesine yoktunuz ki ağladım deliye döndüm Uzandım yerden usulca aldım gökyüzünü Siz atmıştınız
-Neden gözlerimiz kurudur, yavuklum İçten içe mi erir, biteriz yoksa?
-Susmak rüzgar çığlığı gibiydi bende; Konuştukça bir yaprak dökümü sende.
-Dönen, sizsiniz eksenimde, dünya değil. Bir yüzüm gündüzünüz, bir yüzüm geceniz.
-Denize bakmaktan gözleri mavi.
-Gökyüzü bir değirmen gibidir Umut, sevinç, aydınlık özlemi Dişine ne düşerse öğütür.
*10 kitabın birleşimi: Bütün Şiirleri-1 Bu bütünleşme olayını pek sevemiyorum. Bazı şiirlere haksızlık oluyor, bütünün içinde kayboluyor. 3 iyi arkadaş: Orhan Veli’de ironi, Melih Cevdet’te mantık, Oktay Rifat’tın şiirlerinde duygusallık ağır basıyorsa, Oktay Rifat’ı okurum pek tabi diye başladım. Yaşama sevinci ile etekleri zil çalan bir dilin en afacan şairi imiş kendileri, lisede edebiyat öğretmeni Tanpınar. Emek vermiş. Düşünmüş. İzlemiş saatlerce. Kalemi elinde yazmış dünyayı gören kalbiyle. Bulut, yıldız, gökyüzü ve mavi fetişisi var ben gibi. Zaman’ı özel isim gibi geçtiği her satırda büyük harfle yazması Tanpınar’ın mı etkisi? Epigrammalar ayrıca okunası. Agamennon 2 ezberlenesi. Çoğu yerde bağlantı kopsa da zihnim ile satırlar arasında şiir sanatını sevdiğiminden hızlı toparladım. Bir Leyla yahut Aslı değilim pek tabi, Oktay Rifat’ın mutluluğu bastığı yerde bitiveren Türkan’ı hiç değilim. Velakin güzel seveni, güzel göreni, güzel yazanı okumayı seviyorum sade’ce imrenerek.
Bir şairin bütün şiirlerini bu şekilde okumaya başlamak harika bir fikirdi... Böylece şairleri sağda solda dolaşan üç-beş şiiriyle değil çok daha iyileri ile tanımış oluyorsun...
Oktay Rifat, hep merak ettiğim bir ozandı. Söylemek lazım üretken bir şairmiş. 600 sayfalık iki cilt halinde basılmış eserleri. Birinci kitapta ilk şiirleri var. Kronolojik basılmış yani. Anladım ki bir şairi biliyorum demek için sadece bayrak şiirlerini okumak yetmezmiş. Örneğin; bu kitap sayesinde; Oktay Rifat'ın Yunan ve Latin ozanlarına düşkünlüğünü öğrendim. Epey şiir ve epigram çevirmiş bu dillerden. Zevkli de bir adammış vesselam hep güzelleri çevirmiş (Fransızca'dan. Yetmemiş "Elleri var Özgürlüğün" kitabında Agamemnon I-II-III diye şiirler yazmış. Bu bana ilginç geldi. Düz yazı şiirleri var ki oldukça hoş. Elleri var Özgürlüğün şiiri zaten Oktay Rifat'la tanışmama vesile olan şiir. Onun haricinde şu dizeler var ki adama oha çektirir:
... sayısız gitmiştiniz ne yazık evvel zaman içinde gibiydiniz uzandım yerden usulca aldım gökyüzünü siz atmıştınız
"Bakıyorum, ne yeteri kadar ağacım, Ne çakılım, ne insanım yeteri kadar. Türlü giysilerle çıplağım, üşüyorum. Bakıyorum yalnızım, bir türkü sadece! Ondan, ondan işte bu türkü gece gündüz."