Paperback. 12,50 / 19,50 cm. In Turkish. 304 p. "Osman Cemal'in Çingeneler'i muhakkak bir saheserdir. (…) Okudukça sasiriyorum. Sayfalari çevirdikçe içim hüzün, sevinçle dolu, karmakarisik bir âleme giriyor." - Sait Faik Abasiyanik Görmezden gelinenlerin, unutulanlarin yazari Osman Cemal Kaygili, kült romani Çingeneler'de gündelik hayatin önemli figürlerinden Çingenelerin kültürüne degdiriyor kalemini. Yazar, birlikte yasadigimiz ama haklarinda neredeyse hiçbir sey bilmedigimiz Istanbul Çingenelerinin günlük yasami, kültürü, müzigi, eglencelerini; müzige tutkun, arastirmaci bir gencin hikâyesiyle birlikte, ilginç bir kurguyla anlatiyor ve okuyucularini bir zamanlarin Istanbul'unda keyifli bir yolculuga çikariyor. Ben bu isi salt musiki meraki yüzünden takip ediyorum; onun için ne yapip yapip bizdeki su bohem hayatini, Çigan hayatini bes-on güne kadar yakindan inceleyecegim, bakalim bahtimiza neler çikacak! Zaten meshur sözdü Çingene'nin zurnasinda pesrev olmaz, ne çikarsa bahtina!
Askeri Kâtip Okulu'nu bitirdi. Şevket Paşa'ya yapılan suikastla ilgili olarak Sinop'a sürülmeden önce çeşitli yerlerde memurluk yaptı. 1918'de malulen emekliye ayrıldıktan sonra sütçülük, vapur biletçiliği ve pazarlarda manifaturacılık gibi işlerle geçimini sağladı. 1925-1945 yılları arasında İstanbul İmam Hatip Okulu, Çemberlitaş Ortaokulu ve Fener Rum Kız Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği yaptı. Cumhuriyet, Son Saat, Vakit, Haber gibi gazetelerde ve halkbilime duyduğu ilgiyi eserlerine yansıttı.
yine okumakta geç kaldığım bir Türk klasiği. osman cemal kaygılı adını hep duyduğum ama özellikle “çingeneler” romanını okumayı erteledigim biriydi. adını duymak derken tabii ki üniversitede değil. sait faik’in önsözüyle başlıyor. roman değil diyenler olmuş, sait faik çok kızmış, mis gibi de roman diyor. ben de evet gözlemlenmiş olaylara kişilere biraz gazeteci mantığıyla yaklaşsa da yine de romanı kotarmış diyorum. topçular’daki toskalın bağları denen yerde bir gece tepebaşı bahçesinden duyulan carmen operasıyla başlıyor roman. bu bağlarda çadır kurmuş çingenelerden bir kadının çadırdan çıkıp carmen’i dinlemesi ile bizim iki kafadar çingene hayatına dalıyor. romanın anlatıcısı hayri aklı başında biri, kendisini çabuk kurtarıyor ama arkadaşı irfan çingenelerle yaşamaya başlayıp sersefil oluyor. roman çoğunlukla irfan’ın tuttuğu günlüklerden oluşuyor. şimdi burada sosyolojik gözlemler, tespitler yapmak mümkün ama beni en çok romanda eski istanbul’u okumak ve çingenelerin kültürleri etkiledi. Bugün yerinden yurdundan edilen sulukuleli çingenelerle mevsimlik göçer işçi çingeneler arasındaki sınıf farkı, kavgaları, giyimleri kuşamları o kadar iyi verilmiş ki . yine çingenelerin jargonu, terimleri, dilleri, şarkıları müthiş bir zenginlikle yansıtılmış. bugün videolardan bildiğimiz düğünler aynen o gün de varmış. özellikle müzisyen çingenelerin feci paralar kazanması ve haydan gelenin huya gitmesi, yokluk içinde ölmeleri o gün de varmış.
çingenelerin niçin böyle yaşadığına, aralarındaki ilişkilere, çingene olmayanları nasıl gördüklerine, dillerine, tarihlerine ait müthiş bir roman . Hatta bizim son 20 yıldır tartıştığımız roman denmeli meselesi bile var. gavur etem romanın en canlı karakteri. namaz duasına kahkaha attım. şu günlerde severek okuduğum bir roman oldu çingeneler. bu hayatları merak ediyorsanız okuyun derim. iş bankası baskısı ve dipnotlar çok iyi.
Yağ gibi akan çok lezzetli bir dille yazılmış, çok komik bir roman. Roman da değil de, sanki etnografik çalışma mübarek! Okuduğum birkaç gün boyunca bambaşka bir alemde yaşattı beni. Hep piizlenmek istediğim ve feci karnımın acıktığı şarkılı türkülü bir alem.. :)
#20 Roman diyorum ama Çingeneler, bence, büyük bir röportaj, mükemmel bir röportaj... Çingeneler'in mükemmel röportaj parçalarıyla dolu olduğunu, bu parçaları birçok romandan alamadığım bir hazla okuduğumu da belirtiyorum.
رواية خفيفة وجميلة عن دخول أروستقراطي في حياة الغجر .. وعشق الغجريات له .. وما آل إليه في نهاية المطاف .. النهاية حزينة جداً .. كدت أن أبكي معها .. لا تعليق أكثر من ذلك ..
Ahhh 'Çingeneler'in bu eğlenceli, neşeli, hafif dokunduran tınısına o kadar bayıldım ki fıstıki makamında okudum. Yağ gibi akmasına rağmen tadını çıkara çıkara, güle güle okudum.
- Bir hoca Ali'm var! - Her kime? - Topçularlı İrfan Beyimize! - Ala ala hey
:) ah o İrfan Bey...Benim eli nimetlim, kendi devletlim, sözleri şekerden lezzetlim, gövdesi balıketlim ille velakin bazı bazı cihetlerde benden daha dirayetlim, İrfan Efendim!
Bu kitapta bir dönemin sosyolojik panoraması da var ya—çingenelerin yaşam tarzı, kadınları, düğünleri, mahalleyle ilişkileri, hatta dedikodular bile öyle sıcak, öyle gerçek. Ama o dil... o dil bir harika. Argo ama sevgi dolu, kıvrak ama hiç sarkmayan bir anlatım.
Çingenelerin kavga etmesi bile adeta bir sahne sanatı.
Yani öyle “bağır çağır” değil; her şeyin bir ritmi, bir rolü, bir hiyerarşisi, hatta bir beklentisi var—“önce kadınlar çıkar, sonra kaynana bağırır, bir yandan komşular dengeye gelir, en son erkekler sahneye girer...” gibi bir şey! Resmen seremonik bir halk tiyatrosu! Hem samimi hem incelikli.
Ben 'çingeneler gibi kavga etmek' deyimini hep dağınık, kontrolsüz bir patlama sanırdım oysa ki tam tersi gayet yapılandırılmış bir sahne sanatı gibi.
Keşke o meşhur çingene ninnisini de duyabilseydim, yeme de yanında yat kıvamında olurdu benim için.
'Abe Allahım, duyarsın ahım! Çoktur günahım! Ayakta pabuç, başta külahım! Açtım elimi, kırdım belimi, tuttum dilimi! Ziytin tanesi, ekmek dilimi! Yüreğim sızlar, kulağım vızlar, okur hafızlar! Bayılır buna çadırda kızlar! Kusurum çoktur, mangizim yoktur! Halim bom...tur! Ben aç gezerim, İrfan Bey toktur! Çektim çok acı, sen bana acı! Etem duacı, olmuştur şinci mübarek hacı! Amin, amin amin, Veledi Ali amin!
Kurgunun zayıflığı ve bilgilerin doğrudan sunumu yer yer “ben kurgudışı, belgesel bir metin mi okuyorum acaba” hissini uyandırsa da çok akıcı ve çok özgün bir eserdi. Bunca yıl bu kadar gölgede kalmış olmasına bir miktar şaşırdım. Ama hakettiğini düşündüğüm ilgiyi yavaş yavaş topluyor sanırım. En azından ülkenin edebiyat tarihine meraklı olanlara tavsiye olunur.
okuma grubumuzun türk klasiği olarak seçilmesi sebebiyle okuduğum eser beni şaşırttı açıkçası. zira yazarın ismini hiç duymamıştım ve çingenelerle ilgili bir eserin de bu kadar beni saracağını düşünmezdim. sanırım bu toplumu anlamamız için seçilen dil, çingenelerin kullandığı dil olunca; eser hem daha etkileyici hem de eğlenceli olmuş. litrosun esenler, cibalinin fatihte bir semt olduğunu öğrenmeme vesile olan kitap şarkılarla manilerler aktı gitti. iki çingene arasında kalan kahramanımızın eş olarak kimi seçeceğini düşünürken, sonu da bu aleme yakışır şekilde mapusta bitti:)
This entire review has been hidden because of spoilers.
Rağduk kele kana, beşe kana Oropa dana dana Tospa dana dana!
Bir ninninin peşinde deli divane dolanan bir genç ve onun hayatınla giren Romaneslerin hikayesi Çingeneler müthiş bir roman. Gavur Ethem, tirşe gözlü Gülizar, eserekli mangaptut Nazlı, Çakır Emine, harmanci todiler ve Sulukuleliler hepsi bir bir canlanıp, kitaptan çıkıp evin orta yerine geldiler. Oyunlarını oynadılar ve gittiler. Öyle gerçekti her şey.
Etnografik roman diye bir şey yoksa bile Çingeneler kesinlikle bir alan çalışması. Romanlara dair şahane bir kitap. Sait Faik, Çingeneler'i çok sevmiş ve hakkında yazdığı yazıda mis gibi roman tanımlaması yapmış ve "hakiki bir örf ve adet romanı" demiş. Ne haklı!
Şehirleşmiş ve musiki yetenekleriyle herkesi kendilerine hayran bırakan Sulukuleliler ve karşısında kırlarda, bayırlarda, su başlarında, harman yerlerinde yaşayan sepetçi, kalaycı, ayı oynatıcı göçebe harmancıların bütün yaşamı bu kitapta. Bütün Romanları bir çuvala doldurmuş olan hepimiz için ters köşe şahane bilgiler var kitapta.
Bir alıntıyla bitireyim:
-Kız, onlar size ne yaptı ki bu kadar kızıyorsun? Siz hep bir soydan gelme, hep bir babanın evladı değil misiniz?
-Affedersin sen onu, Reha Bey, biz cetbecet İstanbulluyuz. Onlar birer yabani göçebe...
Nedense bu kitabı okurken ‘İstanbul’un orta yeri sinema’ lafı geldi aklıma. Çünkü öykümüz, İstanbul’un her biri birbirinden ayrı ve kendine has güzelliklerle dolu renklerinden birinin mekanlarında geçiyordu. Hali vakti yerinde, boyu posu endamı da ona keza, annesinin tek oğlu ve bana göre hafif uçuk kaçık İrfan Bey’in, arkadaşıyla gezerken bir tesadüf eseri çingene müziğini keşfetmesi ile başladı macera. Müziği mi, söyleyeni mi? Orası da birbirine girdi ya öykü ilerledikçe. Gizlice dinlediği ninni nedeniyle peşine düştüğü dul Nazlı’nın izinden giderken, İstanbul’un çeşitli yerlerindeki çingenelerle tanıştırıyor, Çingene toplumu hakkında (adetleri, dilleri, yaşam şekilleri, inançları ve benzeri) pek çok şeyi öğretiyordu kendisiyle birlikte okura da. Bu arayışa öyle bir tutunuyordu ki, arkadaşlarını bile gözü görmüyordu İrfan Bey’in. Arka planda çingenelerle ilgili yeni şeyler öğrenirken, İrfan’ın merakla başlayan, zamanla da arkadaşlarını bile gözden çıkaracak kadar tutkuya dönüşen arayışının sonunda nasıl bir dramaya evrildiğini okuduk asıl öyküde. Hem öykünün içindeki çingene kültürü ile ilgili bilgiler, hem de İrfan’ın macerası güzeldi bence. Gavur Etem, Nazlı, Gülizar, Emine kültürlerini oldukça güzel temsil eden karakterlerdi ve bu nedenle onları okumak da hoşuma gitti. Dökümanter bir romandı kısacası. Hatta kitabın sonunda kitapta bahsedilen kişi ve yerlerle ilgili daha önce yayınlanmış fotoğraflar bile vardı. Bir de öykünün içinde çingene karakterler tarafından yazılan mektuplar vardı ki, her ne kadar niyetler farklı olsa da kullanılan dil, ifade şekilleri de hoşuma gitti şahsen.
Sözün özü, okuru farklı ve renkli bir dünyaya sokan bu kitabı Türk Edebiyatı ve Çingene kültürü okumak isteyenlerin seveceğini düşünüyor, keyifli okumalar diliyorum hepinize. Kitaplarla kalın.
Çingeneler, Osman Cemal Kaygılı'nın bizzat çingeneler arasında yaşayarak elde ettiği tecrübeleri kurmaca metne dönüştürmesi sonucu ortaya çıkmış bir kitap. 1935'te gazetede tefrika edilip 1938 yılında yayımlanmış.
Yazarın araştırmaya epey emek verdiği İş Bankası Kültür Yayınları baskısında kitabın sonunda yer alan fotoğraf albümünden belli oluyor. Kitaptaki karakterlerin gerçek hayattaki karşılığı olan insanları görmek mümkün burada.
Yazar kitaplaştırırken metnin üzerinden geçti mi bilmiyorum ama tefrika edilmiş romanların olumsuz özellikleri okumamı yavaşlattı. Yazar metni uzatmak için tekrara düşmüş. Anlatıcı değişiyor, hikayeleştirme ile başlanmışken işin içine bir günlük giriyor. Romanda olması gereken bütünlük biraz göz ardı edilmiş.
Tüm olumsuzluklarına rağmen beğendim Çingeneleri. Her ne kadar kurmaca bir metin olsa da müthiş bir kültür tarihi çalışması aynı zamanda. Kitap Roman halklarıyla ilgili cahilliğimi gösterdi. Kendi içlerinde bu kadar ayrılmış olmaları enteresan. Her iyi kitap gibi beni daha fazla araştırma yapmaya, yeni eserler okumaya itti.
Anlatım dilini takip etmek ayrı bir keyifti. Bugün kullandığımız bazı kalıpların bozulmamış hallerini gördüm. Yazar çok canlı, akıcı, güzel bir dil kullanmış.
Can Yayınları edisyonu ile kitabı yarısına kadar okuyup İş Bankası Yayınları baskısı ile devam ettim. Dipnotlar Can Yayınları edisyonunda daha iyiydi.
Yazarın 1935 yılında böyle bir işe kalkışması hayranlık uyandırıcı. Bence herkesin okuması gereken kitaplardan.
sait faik ile kafayı bozduğum yıllarda sadece kendi külliyatını okumamış bir de onun sevdiği başka yazarlara da salça olmuştum. kenan hulusi'nin "osmanoflar"ı, osman cemal'in "çingeneleri" bu denk geldiğim eserlerden ikisi oldu. o zamanlar -bence- bu iki yazarda yayın sektörümüzün yüz çevirdiği, günümüz okurunun yüzlerine bakmadığı demode yazarlardı. iki kitabı da dükkan dükkan aramış bulamamış, internette yenilenen hiçbir baskısı kalmamıştı. şimdilerde bu kulvar eserlere, yerli edebiyata bir dönüş mü söz konusu ne sanırım. kocaeli kitap fuarına gittim de gördüm ki 3-4 yayınevi "osmanoflar"ı basmış. herkesler erken cumhuriyetin yerli yazarlarına dönüş yapmış gibi gözüküyor. gerçi belki okurda yeni bir eğilim peyda olmaktan ziyade ilgili eserlerin telif süresi dolduysa diye de düşünmedim değil. her neyse ben durumdan gayet memnunum. "çingeneler"i okumak sonunda mümkün olduğu diye çok mutluyum. umarım bu furya sürer. btw kitap olay.
kıyıda köşede kalmış kalmasına ama edebiyatımızın en mükemmel romanlarından biri çingeneler. sait faik kendisine "beğendiğiniz romancı?" diye sorulduğunda boşuna "osman cemal'den başkasını tanımıyorum." dememiş. olağanüstü bir gözlem yeteneğine sahip osman cemal. bir yaşantıyı böylesine gerçekçi bir şekilde anlatışı romanı biricik kılıyor. çingene kültürü ve çingene dili bir bakıma romanın omurgası haline geliyor. arka plandaki olaylar silsilesi de bayağılıktan uzak, uzun ve kesintisiz bir macera sunuyor okuyucuya. anlatıcıların mektuplarıyla, günlükleriyle ve günlük diyaloglarıyla bağlanan roman, sonuyla da buruk bir haz veriyor. mutlaka okunmalı!
Kıyıda köşede kalmış türk klasiklerini okumak dönem hakkında öyle güzel bilgiler sunuyor ki ben her seferinde şaşırıyorum.
Röportaj gibi, bir belgesel gibi ama aynı zamanda bir roman gibi de akan müthiş bir dile sahip. Dönemin İstanbulunda dolaşıp durmak ve o zamanları hayal etmek kitabı okumanın büyük de bir artısı. Özetle çingeneler hakkında gayet detaylı bir derleme.
Bana her sene en az bir türk klasiği okumak iyi geliyor. Çingenelerin hayatını, özelliklerini de ne yapayım falan diyenler geçebilirler
Sait Faik'in ifadesiyle "mis gibi bir şaheser, bir hakiki roman. Okudukça şaşırıyorum, sayfaları çevirdikçe içim hüzün, sevinç ile dolu karmakarışık bir âleme giriyor. Gavur Etem kitaptan fırlıyor, karşımda Apokor Çorbacı'nın kim olduğunu izah ediyor: Akman Aba'yı arabasını sürerken, yaz yağmurlarını, çadırı, böğürtlen dolu sepeti, ayaklarını köpekler dalamış tirşe gözlü Gülüzar'ı, Büyükdere köylerine giden musiki ve avantür delisi delikanlıyı, yılanları, Nazlı'yı görüyorum, duyuyorum.
Özellikle bir şekilde onlarla aynı ortamı paylaşmışlığınız varsa muhakkak ilginizi çekmişlerdir. Işte o zaman bu kitabı okurken anılarınızı canlanmış bulursunuz. Akıcı dili, sürükleyici konusu okumanızı kolaylaştırıyor.
Her ne kadar Sait Faik’in iddia ettiği gibi “yakın bir istikbalde Osman Cemal’in bu kitabının yüzüncü tabı” yapılmamış olsa da farklı bir tarz eser ortaya koyuyor Osman Cemal Kaygılı. Hep dışlanan, ötekileştirilen çingenelerin hayatlarına konuk oluyoruz.
İstanbul Çingenelerinin günlük yaşamı, kültürü, müziği, eğlencelerini; müziğe tutkun, araştırmacı bir gencin hikâyesiyle birlikte, ilginç bir kurguyla anlatıyor ve okuyucularını bir zamanların İstanbul’unda keyifli bir yolculuğa çıkarıyor.
Osman Cemal Kaygılı’nın romanı (1939) • Musiki meraklısı İrfan bir temmuz gecesi Topçular semtinde (İstanbul’da Eyüp ilçesinde) harmancı Çingenelerin çadırları yanında dolaşırken, Nazlı adında, bir Çingene kadmm söylediği ninniyi duyar, kadına âşık olur, her gün oraya gitmeye başlar. Bir ara Nazlı’yı evine getirse de, kırları ve başıboş hayatı seven kadın, kısa bir süre sonra yine kendi çevresine döner. İrfan bir süre de Sulukule (Topkapı’yı Edimekapı’ya bağlayan surdışı caddeye paralel ve sur içinde kalan caddenin adı) ve Ayvansaray’daki çalgıcı, şarkıcı ve oyuncu Çingene’ler arasında vakit geçirir. Sulukule’li Çakır Emine, İrfan’a tutulur, İrfan bu sefer de onu evine getirir. Fakat Emine’nin başka bir âşıkı ile ettiği kavgada adamı öldürünce, on iki buçuk yıl hapis yatar; bu arada annesi ölür, evi barkı satılır, yeryüzünde hiçbir dayanağı kalmaz, hapisten çıkınca Sulukule arkasındaki kale kovuklannda oturmaya başlar, arasıra Çingene’lerle birlikte ufak tefek eğlentilere gidip keman çalar, beş on para alır. Hayatını bir hâtıra defterine yazmıştır; "Sultanahmet’te hapishane yanındaki kahvede" tesadüf kemanmı dinleyen eski bir dostuna bu defteri bırakır, gene kayıplara karışır. Dostu, onun bir gece polisler tarafından sokakta ölü bulunduğunu neden sonra öğrenir. •Yazarın en ünlü eseri olan Çingeneler 1942 Cumhuriyet Halk Partisi Roman Yanşması’nda derece almıştı.