Tepemizdeki Gölge, kendisiyle içten içe pek kıvanan, yazarlıkla kafayı bozmuş, farklı olduğunu zanneden son derece standart bir erkeğin, kahramanımız Mehmet Kunduracı’nın, “mükemmel” bir kadınla tanışması ve kendini yavaş yavaş baba mesleği ayakkabıcılığı yaparken bulmasının hikâyesidir.
İşler beklenmedik şekilde büyür, el işler alet övünür ve elbette Eskişehir, İstanbul, Avrupa yetmez; Yıldızlar Hedefimizdir!
Tepemizdeki Gölge, Haruki Murakami, Philip Roth, Italo Svevo ve Kurt Vonnegut’un gölgeleri üzerine düşen, Türkçede örneğine pek rastlanmayan, tuhaf, mizahi ve kıvrak bir gündelik yaşam bilimkurgusu.
1981, Çaycuma-Zonguldak doğumlu çevirmen, editör, yazar. Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını University of Missouri-Columbia’da “Amerikan kasabası ve grotesk” üzerine yazdığı tezle bitirdi. Philip Roth (Ölen Hayvan), Jack Kerouac (Yolda: Orijinal Rulo), Hubert Selby Jr. (Brooklyn’e Son Çıkış, Bir Düş İçin Ağıt), Nick Hornby (ed. Melekle Sohbet), Alan Moore (Watchmen, Olağanüstü Beyefendiler Cemiyeti), George Orwell (Hayvan Çiftliği) çevirisini yaptığı yazarlar arasında. Yazdığı ilk uzun metraj film senaryosundan çekilen Son Çıkış, dünya prömiyerini Tokyo Uluslararası Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde yaptı, yurtiçi ve yurtdışında festivallerde gösterildi. Yedi yıla yakındır bir sanat müzesinin tam zamanlı editörlüğünü yapıyor, çeviri yapmaya ve yazmaya devam ediyor.
Açıkça ilan etmekten çekinmeyeceğim: Tepemizdeki Gölge, uzun zamandır okuduğum en iyi yerli bilimkurgu romanı. Romanla ilgili anlatılacak şey çok ama dikkatimi çeken unsurları şöyle özetleyebilirim:
Öncelikle, yerli bilimkurgunun nasıl yazılması gerektiğine dair ders niteliğinde bir yapıt. Yerli bilimkurgu içinde karşılaştığım çoğu örnekler geleneksel bilimkurgunun batılı kalıplarıyla yazılmış ama karakterlerin Türk ismi taşıdığı yapıtlar. Oysa "yerli" denince anlaşılması gereken şey, bu coğrafyanın kendine has unsurlarını; yani insanlık hallerini, kültürünü, normlarını, vasıflarını damıtarak hikayeleştirebilmek. Yazar bunu çok iyi icra etmekle kalmıyor, bu yerliliğe mesafeli ve eleştirel bir perspektiften yaklaşmayı da başarıyor: Tepemizdeki Gölge, bir Türklük güzellemesi değil. İyi ki de olmamış. Zaten her yanımız hamaset, zaten dev aynasındayız, zaten her halimizi çok seviyoruz... Biraz dışarıdan bakmaya, yabancılaşmaya ve yadırgatmaya ihtiyacımız var. Kaldı ki bilimkurgunun işlevidir yadırgatma. Can Kantarcı'ya bunu bize anımsattığı için de kendi adıma müteşekkirim.
Tepemizdeki Gölge, içerdiği merak unsuru; gerilimi; muamması; titizlikle tasarlanmış olay örgüsü; soğan kabuğu misali giderek açılan ve zenginleşen hikayesi ve mizahıyla da göz dolduruyor. Ayrıca, akış içerisinde akıllara ziyan şeyler olurken bile gerçekliğinden bir şey kaybetmeyen bir roman. Karakterler adeta nefes alıyor. Diyaloglar hayatın içinden ve doğal. Yine yerli bilimkurguda sıkça gördüğümüz "çeviri dili ve edebiyatından" zerre nasiplenmemiş -ki bu da ilaç gibi geliyor. Romanın içerdiği popüler kültür referansları ve göndermeler de çok sayıda ve keyifli. Mizahı hele ki çok güçlü. Bu da okuma deneyimini çok daha renkli hale getiriyor.
Kitabın tek sorunu uzunluğu: roman bence olması gerektiğinden daha uzun ve tamamen diyaloglarla taşınan bir hikayesi olduğu için diyaloglar uzadıkça hikaye yer yer odağını kaybediyor. Ama romanın dili o kadar keyifli ki konuşmalar uzayıp giderken bile lezzetinden bir şey yitirmiyor. Bu da az ustalık değil.
Yanlış bilmiyorsam Tepemizdeki Gölge yazarın ilk romanı. Bir ilk romandan beklenmeyecek kadar incelikli ve profesyonelce yazılmış. Yerli bilimkurguyu ileriye taşıyan, hatta çağ atlatan bir yapıt olmuş. Umarım devamı gelir.
Haruki Murakami, Philip Roth, Italo Svevo ve Kurt Vonnegut’un gölgeleri üzerine düşen, Türkçede örneğine pek rastlanmayan, tuhaf, mizahi ve kıvrak bir gündelik yaşam bilimkurgusu.
Şişirme mi örnek vermek mi bilemedim. Ama konuyu sevdim.
Batılı bilimkurgu edebiyatının ve Hollywood'un tema ve trüklerini, Türkiye gerçekliği ile harikulade bir şekilde harmanlamış, içerisinde yaşadığımız bilindik gölgenin tepemizdekinden farksız olduğunu bize hatırlatan bir roman bu. Yazarın kendi icadı olduğunu düşündüğüm "Gündelik Yaşam Bilimkurgusu" etiketinin altı, mizahla, bu toprakların acayiplikleri, erkek halleri, kültürel kodları ve davranış kalıpları ile lezzetle doldurulmuş. "Yerli Bilimkurgu" janrında okuduğum kitaplarda her zaman eksikliğini hissettiğim "worldbuilding", burada örümcek ağı gibi bizi sarıyor. İşte worldbuilding, işte feraset! demek istiyorum.
Bu roman, baş karakteri Mehmet Kunduracı'nın romanıdır. Yazamayan bir yazar, hem kahraman hem kurban hem de sonunda bir "hain", pasif-agresif, isyankar-uyumlu geçişken ruh hallerinin amsalak bir temsilcisi. İyi bir insan, her şeye rağmen kendi içerisinde tutarlı sevilebilir bir çocuk. Macera değil belki ama bir sevgi adamı.
Kierkegaard'ın da dediği gibi "Hayat çözülecek bir problem değil, yaşanacak bir hakikattir" veya "Hayat ileri doğru yaşanır ama ancak geriye doğru bakarak anlaşılır". Mehmet de bunu bilse, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Bilinmez.
700'e yakın sayfası ve 146 bölümüyle fünyesi uzun bir dinamit bu roman. Uzun olmasına uzun ama dinamit mi de dinamit. Dili, döneminin ilk sokak ağzı/gündelik konuşma kullananarak yazılan romanı Louis-Ferdinand Céline'in "Gecenin Sonuna Yolculuk"unu andırdı bana. Bu subjektif değerlendirmeme son verirken objektif olmak adına sözü Mehmet Kunduracı'ya bırakmak isterim:
"...tam tabii tam böyle istediğim gibi mükemmel bir şey çıkmıyordu ama edebiyat dediğin sürekli ve sürekli çalışmak. Umudunu kesmemek. Yeni projelerle gelme cesaretini göstermek. Bakış açıları geliştirmek. Yoksa herkes yapar be baba. Daha rahat olmanın tercih edilmemesi elzem o yüzden. O yüzden evet kusursuz bir metin değildi kalemimden dökülen ama bir metindi. Benim hayatımdı..." -sf. 551
Rahat okunan - yazarı Can Kantarcı’nın bir röportajında rahat okunur bir roman yazma amacıyla yola çıktığını söylediği düşünülünce amacına ulaşmış da denilebilecek - bence epey komik, tüm gerçekdışı ve absürd şeyler olurken gerçek de hissettiren, iyi kurgulanmış bir Türk işi bilimkurgu. Sarkastik, yer yer salak denebilecek, saf, bencil ve bence çok çocuksu Mehmet Kunduracı karakterini ise unutulmayacak roman karakterleri listeme aldım bile ✍🏻 karantina döneminde sanırım okumak istediğim şey tam olarak böyle bir şeydi; gerçek ama değil, absürd ama sürükleyici, ülkede yaşanan tüm saçmalıklarla paralel ve hepsini içlerinde eritmiş karakterler.. Bir ilk roman için epey iyi bir başlangıç diyor, ilgililere devamını beklediğimizi iletmek istiyorum 👏🏻
Mükemmel kurgu ve boşluksuz bir olaylar örgüsü. Ne var ki çok çok ama çok uzun. Hasta geçirdiğim son 5 günü bu kitabı bitirmeye adayarak uzun bir solukta okuyabildim; normal hayatına devam eden birisi haftalarca sürebilecek bir okuma serüvenine girdiğini bilmeli. Bir kaç sezonluk distopik dizi tadında okunuyor, dili yer yer gerçekten komik, sesli kahkahalar attığım oldu. Tekrarlar vardı, gerçek hayatı ve gerçek zamanı yansıtma çabası da olabilir bilmiyorum ama bence edebi olarak daha az kelimeyle anlatılabilen hikayeler daha değerli, daha "başarılı" oluyor. Belki de bu sebeple daha kısa olmasını istemişimdir. Yoksa bencilce sebeplerle, hikayenin bitmesini istememek gibi, uzunluğundan da memnun olunabilir. Margaret Atwood veya Ursula Le Guin distopik üçlemelerinin uzunluklarıyla bir paralellik kurulabilir, onlar oluyor, bu neden olmasın denebilir. Her şekilde edebiyat dünyamızın bilimkurgu ve distopya alanında kazandığı harika bir ilk eser olduğunu düşünüyorum. Tepemizdeki Gölge ve İdük'ü yaratan beyinden daha neler çıkacağını merakla bekliyorum.
A witty sci-fi. While taking place in today's Turkey, the frustration it describes resonates anywhere in today's ever-connected world. Too bad it's only in Turkish yet.
Bilgi, kurgu, detay, gözlem, ilişkilendirme, dil, yöntem, akıcılık, sürprizler, gökten inen makine Tanrı, sürprizler ve “gerçeklerde özgürleşmek”… “Sahnenin dışına adım atan”, “yazılanlar ile yaşananlar arasındaki geçirgenliği” çok gerçekçi anlatan bir roman olmuş. “Bitmesini istemediğiniz metinlerin” 694. sayfasında ne yazık ki bitti kitap. Ekrem’in 396’da ortaya çıkışına kadar sakin sakin akan hayat, ansızın hızlanmaya başladı. O zamana dek Sude’den zerre kadar şüphe etmemiştim. “Kısıtlı bilinç” sınırlarını zorlayan güzelliklerle doldurulan anlatım, tam da güncel hayatın dili olmuş. “Yazmak için yaşamak mı gerekir?” diye not almıştım ki takip eden sayfada geldi cevabı, Tanımlamalarda hep bir tık üst detay var. “O bir büyük yudum aldıktan sonra fincanını aramızdaki sehpaya koydu.” Aranın açıklığını simgeleyen sehpaya bayıldım açıkçası. Bir başkası; “Tokat attığınızda ne hissettiniz? Atmadan önce mi, atarken mi, attıktan sonra mı?” Murathan Mungan’ın kitaplarını okurken şaşırırım, bu detayları nasıl bir göz işliyor zihne, bu mesleki terimleri nasıl bilebilir, diye. Bu kitapta da bu güzelliklere tanık olunuyor. Yazar’ın tanımında yazar: ”Malzemesi hakikat olan hayal işçisi.” Kısıtlı bilinç… sterilize edilmiş gerçeklik… yazarım, yazıyorum… ben öldüm, sesim içimden soprano çıktı… Hikmet Şimşek ile “Varlık ve Zaman”ın canlanması… Dinleme, anlama, ifade etme algoritması… Hatalı düşünce paternleri… Hayatta değişime karşı değişmeyen tek şey değişime direnmektir… Küçükken ruhunun iç cebine işlenen suçluluk duygusu… “Bilardo toplarının ardışık nedenselliği’nde, Uzayı bilemeyen bir hikayeci’yi :))), ya da “muhteşem mühendisliğin müsebbibi” yazarı kutlamak gerekiyor bu güzel eseri için.
Kitapçıda dolaşırken tesadüfen karşıma çıktı Tepemizdeki Gölge. Sonra yazarın adı aklıma takıldı. Çok uzun senelerdir görmediğim eski bir lise arkadaşımın adaşı zannettim önce, ta kendisi çıktı:) Kitabı merak edip hemen aldım.
Yollarda, trende, metroda, kalabalıklar içinde okurken gülmemek için kendimi zor tuttuğum eğlenceli, fazlasıyla Türk bir bilimkurgu Tepemizdeki Gölge. Yazamayan yazarın çilesinin vücut bulmuş hali Mehmet Kunduracı’nın hikayesi.. Kalemine sağlık Can! Yıldızlar hedefin olsun, yazmaya devam 👏👏
Kendine has üslubu ve yarattığı karakterleriyle, Can Kantarcı, Türkçe bilim kurgu türü için çok farklı ve yeni bir alan açmış gibi geliyor. Özellikle Mehmet Kunduracı kendi içinde ne kadar dürüst ise, okuyucu karşısına da o kadar dürüst bir tavırla çıkıyor. Bu tavır da, Mehmet Kunduracı hakkında ne düşünürseniz düşünün, ne hissederseniz hissedin, artısıyla eksisiyle, onunla bir bağ kurmanızı sağlıyor. Üstüne bilim kurgu olarak tasarlanmış olay ağı da girince gayet keyifli ve eğlenceli bir roman ortaya çıkmış. Salinger bilim kurgu yazsa böyle yazardı herhalde : ) .
Zeki bir yazar. İyi gözlemci. Mizah duygusu ortalamanın epey uzerinde. Kitabın henüz 120.sayfasindayim. Şimdiden yazma geregi duydum. Oldukça işlek bir kalemi var kendisinin. Kurgu oldukça farklı. Tabii biçim de. Monologlar şeklinde ilerleyen bir metinle karşı karşıyayız. Bu devirde 700 sayfalik roman yazmak cesaret işi Tüm bunlara karşın kitabin edebi değerinin çok yüksek olmadığı kanısındayım. Özgün, yazınsal bir üslup olmadığı gibi, bu yönde bir çaba da gözlemlemedim. Kolay okunan, akıcı bir metin yaratmak hedeflenmiş gibi. Başarıya da ulaşılmış diyebilirim. Sonrasında ne olur bilemiyorum ama okudugum kısma kadar neredeyse yalnız Mehmet adlı karakteri dinliyoruz. Çok konuskan, esprituel ve iğneleyici bir üslubu var. Karısıyla nasıl tanıştığını evliliklerini anlatıyor da anlatıyor. Bu anlatinin nereye bağlanacağı, bulunduğum sayfa itibarıyla belirsiz. Kendisi başarısız ama muhteris bir yazar adayı olarak betimleniyor. Biraz da tembel ve seksist bir karakter. Karısını bir övüyor, bir yeriyor, sıklıkla küfür ediyor ve konuyu ikide bir karısıyla yaptığı sekse getiriyor. Tüm bunları bir psikiyatriste seans sırasında anlatıyor, karısı da seans sırasında yanında bulunuyor. Bir uzayli istilasına dönük sinyaller veriliyor ama belli belirsiz. Karısi Sude, gizemli, geçmişi belirsiz, çok güzel ve başarıli bir kadın baş karakterimizin. Bütün bunlar nereye bağlanacak diye merak ediyor okur. Gidişata göre yıldız sayisini artirabilirim. Yalnız Mehmet adlı baş karakter bir süre sonra sohbetine, monologuna katlanılmasi güç, anlaşılmaz, itici, ukala, mızmız, dengesiz, soğuk sakalar yapan bir karakter haline geliyor ve okuru metinden soğutmaya başlıyor. Diğer karakterler şimdilik son derece silik. Edilgen ve gölgeden farksız. Şu ana kadar bilimkurgu denecek bir gidişat yok. Bu tek boyutlu ve ozneli monolog uzamaya devam ederse okumayı kesebilirim de. Yazarın senaryosunu yazdığı filmi izlediğimi ve vasat buldugumu ekleyeyim.
Başlamadan önce şu kısa tespitimi söylemek isterim. Karşımızda gerçekten ne istediğini bilen ve o isteğini mükemmel kalemiyle bizlere sunan bir yazar var.
Kitabın hikayesi, olay örgüsü ve kurgusundan başlayalım. Elimizdeki kitap, yazarın da tabiriyle bir “gündelik yaşam bilim-kurgusu”. Bu bağlamda ele aldığımızda gerçekten tanımının karşılığını layığıyla sunuyor. Hikaye oldukça sıradan ilerliyor. İnsan böyle bir metni okurken normal şartlarda oldukça sıkılacakken, yazar bize oldukça büyük kıyak geçiyor ve metni aklındaki inanılmaz hiciv ve absürdizmle süslüyor. Kitabı okurken bir an bile sıkılmıyorsunuz. Zaten yazar da bu dilin güzelliğinden ve kendinden o kadar emin, özgüvenli ki bize hiçbir zaman bir şeyleri aceleyle önümüze atıp kafa karıştırmıyor. Oldukça çizgisel, hiçkimsenin kafasını karıştırmadan bir olay örgüsü işliyor. Kitabın yarısına kadarki konumlar ve değinilen konular, bana biraz Three Body Problem kitabınının kurgusunu hatırlatsa da şunu demekten asla çekinmiyorum: Can Kantarcı, birçok bilim-kurgu kitabına taş çıkartacak sağlamlıkta bir bilim-kurgu yaratmış ve bu bağlamda TBP kitabına benzettiğim kısımları da daha iyi işlemiş. Neredeyse 24 saattir üstüne düşünüyorum, hikayede bir tane boşluk bulamadım. Bu da oldukça başarılı olduğunun bir kanıtı.
Karakterlere değineyim. Her biri harika. Her birinin başı ortası sonu muazzam. İnanılmaz düşünülmüş kilit olaylar, o anlara kadarki gelişimleri, bunların (kitabı okuyanlar için ironik gelecek ancak) organik olması, hiçbir zaman onların yapmayacağı hareketleri yapmamaları, bunun kurguya ve hikayeye müthiş hizmet etmesi… Gerçekten müthiş. Protagonist zaten oldukça detaylı işlense de, yazar diğer karakterleri sallama çay misali kısa sürede, hap olarak vermeyip kitap bittiğinde garip bir şekilde her birini özleyeceğiniz bir tablo yaratmış. Bana da yazarımızın ellerine sağlık demek düşer.
Geldim en yükseldiğim kısma. Metinlerarasılık. Yazar burada bana ve birçok tabiri caizse Sci-Fi geeklerine bayağı bir malzeme sunup hikayeyi o denli zenginleştirmiş ki. Aklım almıyor. Türkiye’den bir bilim-kurgu çıkıyor ve bu denli göndermeler barındırıyor… Gerçekten bu yüzyılda doğduğum için şanslı hissettiren bir kitap.
Metinlerarasılığı iyi yapmasını çok takdir ediyorum. Çünkü birçok acemi yazar bunun suyunu çıkarıyor ve copycat olmaktan kaçamıyor ama yazar hem orijinal hikaye hem de bu denli gönderme sunup bizleri bayağı bir şımartıyor doğrusu. Özellikle de bu göndermelerin birçoğunu yakalayabildiğimi düşünüyorum ve her birini anladığımda o kadar heyecanlandım ve okuduğum eserin nasıl bir kafadan çıktığını anlayıp mutlu oldum ki. Hiçbir şekilde sizi boğmuyor ve bunları da sadece hikayesine ek olarak, birçoğunu pastanın üstündeki sos misali sunuyor. Gerçekten bu denli gönderme barındırıp, yine de müthiş ve orijinal bir sunum/hikaye yazabildiği için yazarı tekrar tebrik ederim.
Vonnegut ve Terry Pratchett’ın absürdizm perdesi ardından insan eleştirisi, Dostoyevski ve Murakami gibi derin karakter analizleri ve insan üzerine derin düşünceler silsilesi, Philip K. Dick gibi gerçeği sorgulatması, Marry Shelley’nin yaratıcı-yaratık ilişkisi, Alfred Bester’ın yükselen tempolu kurgusu ve daha niceleri. Bu kitap gerçekten nasıl bizim topraklarımızdan çıktı hayretler içerisindeyim hala. Times, zamanında Vonnegut’un insan ve yaşam üzerine attığı tokatlar için bir yorum yapmıştı. “Ben de güle oynaya onlardan araklayıp (Vonnegut)” yazarımıza atfediyorum çünkü Can Kantarcı da bunu layığıyla yapıyor: Kral çıplak demekten çekinmeyen, ahlaklı bir soytarı.
Kitabın sonu için de bir şey söyleyip kaçacağım. Adam kalemi kırmış yazarken. Ben böyle bir çözüm/sonuç evresi çok az gördüm. Bir düello var ki aşırı epikti ve düştüm o olaya. Destan yaratmış. İnanılmaz. Hala aklım almıyor.
Buraya kadar okuyup ilginizi çektiyse hemen edinip okuyun. Ben bir eksisinin olduğunu ne okurken ne de okuduktan sonra hissetmedim. Türkiye’den çıkan açık ara en nitelikli ve sağlam bilim-kurgu eseri.
Bilimkurgunun gündelik hayata ve ülke şartlarına göze batmayan doğallıkla uyarlandığı sürükleyici bir kitap!
Türk okuyucunun kendinden ve ülkesinden pek çok öğe bulacağı, yakın hissedeceği bir “bilimkurgu” ve bu anlamda da oldukça kendine özgü.
Kitabın ana kahramanı Kunduracı'nın bitmek bilmez yazar olma isteği, kendisinde bu cevheri (!) sorgusuz sualsiz bulması, bu uğurda yaşadıklarını ne yapıp edip kendi dışında gelişen olaylara, dış etkenlere ve ülkenin durumuna havale etmekteki kıvraklığı, bunları doktor seanslarında bize aktarırken kullandığı anlatım tarzı ve nihayet kitabın süregiden hikayesine ve diğer karakterlere bağlantısı son derece zevkli bir okuma tecrübesi yaşatıyor.
Kitap ilerledikçe hikayenin olgunlaştığı, karakterlerin ve bilimkurgu öğelerinin ilgi çekici ama doğal biçimde sarmala dahil oldukları "tatlı” bir anlatımla karşılaşıyoruz.
N. Can Kantarcı ilk kitabı "Tepemizdeki Gölge" ile bizleri sonraki kitaplarının beklentisine sokuyor. 🙂
Her detayıyla bütünlük sahibi muhteşem bir eser. Dili çok akıcı, doğal. Anlatı içine çekiyor, sıkmıyor. Kitabın orta bölümlerini gereğinden uzun bulanlar olmuş fakat bence olması gerektiği gibiydi her kısmı. Bilinç akış kadar içine alan bir dili var fakat konuşma tonunda yazıldığı için çok daha rahat takip edilebilen bir üslup oluşturabilmiş yazar. Bildiğimiz güncel bilim-kurgu ögelerini çok güzel bir şekilde dilimize ve kültürümüze uyarlayabilmiş yazar ayrıca. Bu arada eser bana kalırsa bilim-kurgudan ziyade çok çeşitli türlerin başarılı bir harmanı. Eser temelde evliliklerini kurtarmaya çalışan bir çifti anlatıyor bu arada fakat çok katmanlı bir eser, istediğiniz uzantısını merkeze oturtabilirsiniz. Yazarın anlatısı bir Oğuz Atay anlatısının günümüz versiyonu da diyebilirim; okurken Oğuz Atay okurkenki kadar yorulmuyorsunuz da, yazarın kafası o kadar karışık değil. Ana karakteri sevmeyebilirsiniz bu arada fakat zevzekliği sizi her halükarda eğlendirecektir. Saygılarımla, iyi okumalar dilerim. Yazara da teşekkürler ve tebrikler
Kitabın en çok anlatımını ve yazım dilini beğendiğimi söyleyebilirim. Ana karakter çok keyifliydi, sık sık gülümsememe arada bir iki sefer de sesli gülmeme sebep oldu diyebilirim. Hikayenin meraklandırması ve akabinde yavaş yavaş açılması, çeşitli tahminlerde bulunmamı sağlaması (bunların doğru veya yanlış çıkması), bazı konularda çok detaya girip boğulmaması ve sonunun tadında olması da olumlu yanlarından. Zekice yapılmış göndermeleri, kişi ve eserlere saygı duruşlarını da takdir ettim şahsen. Bilimkurgu sevenlerin okurken sıkılmayacağını düşünüyorum.
Don't be intimidated by the 700 pages read; the book does not bore you for a second. The analogy of eveyday women's struggle to juggle job, family and expected beauty standards which can only achieved by a super-human (or an alien in this case) is very on point. The homour is nuanced but some chapters of the book feels like wet dream of a teenage boy. The protagonist is such a loser, sometimes the story loses the reality (even though you may have met a number of men like him). Nevertheless it is very fun and very easy to read as a modern satire rather than a sci-fi novel.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Severek ve elimden bırakmadan okuduğum bir kitap oldu, özellikle bölümlerin kısa olması sebebiyle bir bölüm daha, bir bölüm daha diyerek 50'şer 50'şer sayfaları ilerlettim. Uzun olmasına rağmen beni sıkmadı, akıcılığı sayesinde uzun hissi de bırakmadı. Yazar, kitabın kahramanının nasıl bir insan olduğunu açıkça söylemeden anlatma işini çok iyi yapmış. Devamını bekliyoruz.
Uzun süredir ara verdiğim okuma eylemine 2 ince ısınma kitabından sonra dalmayı seçtiğim tuğla. Nasıl geçireceğimi bilemediğim son kapanmanın 1 haftasını kolay geçirmemi sağladı. Meslek icabı 14 aydır eve hapis geçen, bunalımdan kendimi yemek üzere olduğum şu devirde beni dertten koparıp zamanı su gibi geçirten eğlenceli bir eser. Yazarına diyeceğim tek şey
Tepemizdeki Gölge son zamanlarda okuduğum en güzel bilimkurgu romanlarından bir tanesi. Bu kitabın en sevdiğim yönü okurken beni 2-3 defa şaşırtan bir kurguya sahip olması oldu. Kahramanın gözünden olayları yaşarken akışa kendinizi kaptırıp bir çırpıda okuyacağınız bir roman olmuş. Sevgili Can Kantarcı'yı bu güzel eser için tebrik ederim.
Tepemizdeki Gölge son zamanlarda okuduğum en sürükleyici metin. Bu kadar sürükleyici olmasının en önemli sebeplerinden biri ise hikayesini dinlediğimiz Mehmet Kunduracı’nın komik ve acıklı dünyası. Kunduracı bazen en kritik anlarda şehvetine yenik düşecek kadar yüzeysel, kendisine acımamızı sağlayacak kadar saf fakat en önemlisi tüm yaptıklarını büyük bir içtenlikle yaptığına bizleri inandıracak kadar doğal yazılmış bir karakter. Onunla ister istemez kurduğumuz bağ, müthiş kelime şakalarıyla örülerek heyecanımızı kitabın sonuna kadar ayakta tutuyor. Can Kantarcı’nın absürd bilimkurgu olarak niteleyebileceğim bu harika kitabı, yazarın kelimelerle ve edebiyatla kurduğu derin ve sevgi dolu ilişkiyi de metin boyunca farklı ipuçlarıyla ortaya koyuyor. Yenilikçi ve akıcı bir dil ile zekice bir mizahı bir araya getiren bu kitabı mutlaka okumalısınız!
Dilimizde böyle kitaplar bulmak kolay değil. Uzun ama akıcı. Bence kitap olduğunun yarısı kadar da tasarlanabilirdi ama kahraman o kadar lafı etmeden rahat duramazdı. Bir şeyler eksik olurdu.
Çok çok uzun zamandır okuduğum en ilginç, en sürükleyici, en öngörülmez roman. Hep biraz sonra ne olacak diye heyecanla okuyorsunuz, mutlaka tavsiye edilir. ♡
Kapağındaki bilim kurgu yazısı ve N. Can Kantarcı ismini görmem sayesinde bu kitapla tanıştım. Yazarı tanıyordum ama nereden derken, hafızamda derin bir arama yaptım ve eski PC oyuncularının iyi bileceği kült dergi Gameshow'a ulaştım. Sonra emin olamayıp bir platformdan yazarla iletişim kurup teyit ettim. Ta kendisiydi! Hep bir Gameshow yazarının hayat boyu yapabileceği en iyi şeyin Gameshow olduğunu dile getirmiş olsam da, Can Kantarcı artık başka bir müthiş yazılı eserle adından söz ettiriyor.
Gündelik yaşam bilim kurgusu olarak tanımlanan Tepemizdeki Gölge'de, yazar olma çabası içinde, hayattan beklediğini bulamamış baş karakterimiz Mehmet Metin Kunduracı'nın sıradan hayatının Sude Camihaksen ile kesişmesiyle başlayan değişimini okuyoruz. Baş karakterimizin terapi seanslarında anlattığı hikaye, Sude'nin iş girişimiyle devam ederken detaylara yavaş yavaş katılan bilim kurgusal öğelerle beraber tempo da artıyor.
Hayatın içinden karakterleri, hafif meşrep dili ve özgün anlatımıyla ilerledikçe gizemi artan sürükleyici bir roman sizi bekliyor. Karakterlerin haleti ruhiyesi ve yaşanan olayların absürdlüğü Douglas Adams kurgularındaki gibi keyifli bir tat bırakıyor. Kitabın başlarında Kunduracı'nın, hikayeyi detaylarıyla anlatma isteğine, kitabın sonuna geldiğinizde hak veriyorsunuz. Bu hikaye gerçekten daha özet anlatılamazmış.
2020 yılında okumaktan en çok keyif aldığım nevi şahsına munhasır eserlerden biriydi. Tepemizdeki Gölge, yerli bilim kurguya Can kattı. Şiddetle tavsiye ederim.
Cumartesi ve pazarımı bu kitapla geçirdim( şarapla çok iyi gittiğini de belirtmek isterim) Kitapla biraz cima etmiş olabilirim :)Çoğu zaman kahkahalarla güldüğüm, zaman zaman ilk defa gördüğüm kelimelerle kelime haznemi genişletiğim, hayal gücüne ve kurgusuna bayıldığım, yemek isitirken bile elimden birakamadigim, bence Turkiye' de bilim kurgu roman konusunda yazılmış en iyi ve akılda çok güzel bir tat bırakan eser olmuş. Can Kantarcı' nin hayal ve kaleminin gücüne zeval gelmesin ve bir an evvel yeni bir roman yazsin!! Hatta ben İdük' ü okuyana kadar bastırsın yeni romani sonuçta talep etmek bedava :)
Harika bir kurgu ve hikaye. Anlatinin uzun olmasi nedeniyle zaman zaman tekrarlarin yasanilmasi kacinilmaz ama beni rahatsiz etmedi. Insanlik hallerimiz cok guzel anlatilmis. Olayda sehir, mekan isimleri gecmesi bizi hikaye ile daha yakin kiliyor sanirim. Komik, dusundurucu, insani saran bir kitap. Kahramanimiz ile oyle iyi arkadas oluyorsunuz ki, kitap bitince bir kac gun eksikligini hissetmeniz kacinilmaz. Kitabin uzun olmasi bir eksi degil, bilakis hikaye bitmesin istedigim icin bana iyi geldi. Her yerde ve her zaman okunabilecek bir kitap, kesinlikle tavsiye ediyorum🌻
Çok rahat okunan, akıcı bir dille yazılmış, merak uyandırıcı bir kitap. Kurgusu başlangıçta ilgi çekse de ortasından itibaren kitabın yarısından itibaren hikaye zorlamalarla ilerlemeye başlıyor. İlk yarısı için dört yıldız, ikinci yarısı için iki yıldız düşünerek üç yıldızda karar kıldım. Yazarın ilk kitabı sanıyorum. Bundan sonraki kitaplarında daha iyi olacağını düşünerek yeni romanlarını okuyacağım.
Kitabın başındaki alıntıları okumayı sakın atlamayın, size bir sürü ipucu verecekler neyle karşılaşacağınızla ilgili ;) Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük dangalağı Mehmet Kunduracı olabilir mi, bence kesinlikle ta kendisi! Sinirinizi bozacak güzellikte ve de uzunlukta (!) bir ilk roman, kalemine sağlık Can Kantarcı.
Gündelik dili yerel bilimkurguya çok güzel aktaran bir kitap. Ana sorunu biraz anlattığı şey için uzun olması fakat hızlı okuyabilen insanlar için sorun olmayacaktır.
İşlerin yavaş yavaş nasıl sarpa sardığını görmek çok eğlenceli.