Saat ikiyi on dört geçiyordu. Daha fazla beklemenin anlamı yoktu artık. Ayağa kalkmak için sandalyemi ittiğimde çıkan gıcırtı sınıfta yankılandı. Sami Hoca tahtaya dönmüş bir şeyler yazıyordu, bir tek o duymadı. Huzursuzca kıpırdananlar, öksürenler oldu. Arkamdakilerin gözlerini ensemde hissettim. Midemde ufak çapta bir fırtına kopuyordu. Neden bilmiyorum ama ceketimin önünü ilikledim. Kapıya vardığımda Sami Hoca bana dönüp, "Evladım, gelirken yan sınıftan tebeşir de ister misin sana zahmet," dedi. "Bu düdük kadar kalmış, parmağımdan kayıyor."
Öfke, kısa süreli bir delilik halidir derler ama bazen çok da kısa sürmez, insanın ömrünü ele geçirir. Atmaca, gitgide artan öfkesiyle boğuşan Ömer'in lisede başlayıp kırklı yaşlarına, 90’lardan bugüne uzanan öyküsü. Hayal kırıklıkları, kararsızlıklar, yarım kalan aşklar, çaresizlik, öfke ve sürekli bekleyiş: Gerçek hayat ne zaman başlayacak?
1971 yılında İstanbul'da doğdu. Robert Kolej'den, sonra Boğaziçi Üniversitesi Fizik ve ardından Koç Üniversitesi MBA bölümlerinden mezun oldu. Dokuz yıl boyunca çeşitli yatırım bankaları ve aracı kurumlarda analist ve üst düzey yönetici olarak çalıştı. 2004 yılında finans sektörünü terk ettiğinden beri zamanının büyük bir kısmını yazarak ve müzik yaparak geçiriyor.
kitabın bir noktasına kadar ortanca oğlu merkezde olan bir ailenin belirli aralıklarla 1995-2019 arasındaki dönemdeki hikayesini okuduğunuzu sanıyorsunuz ya. hah. oraya kadar olan hikayeyle ve o anlatımla, ve o anlatımın sonunda karşılaşacağımız sürpriz veya sürpriz olmayan sonla tamamdım ben. derdim tıkanıklık yaşadığım bu dönemde akıcı bir kitap okumaktı ve benden aşağı yukarı on sene önce doğmuş birilerinin hikayesini okumak neredeyse bizim neslin hikayesini okumak gibiydi, dolayısıyla yeterince keyifliydi. ama o an, kitabın sadece böyle bir kitap olmadığını, çok daha derinlikli bir anlatı olduğunu anladığım andan itibaren bayıldım kitaba. sonunu bilerek baştan okumak istedim.
bir de her ne kadar bir on yaş olsa da, malum belli bir yaştan sonra öyle beş on senelerin bir önemi kalmıyor; 2015 ve devamında bizim hikayemizi okumak çok iyi geldi be. hayli tatsız bir hikaye olsa da. twitter bağımlılığı ve karaköy geçtiğimiz beş senemin başrollerinde olduğu için ayrıca bağlandım kitaba. bu kadar güncel bir "biz" ile edebiyatta karşılaşmak da ayrı bir keyifmiş, teşekkür ederim hikmet beye.
harika bir anlatım, leziz bir kurgu. ömer çok gerçek bir karakter. üstelik aktüel denebilecek alanlardan geçmek gibi riskli bir işin altına girdiği halde h.h. bunun hakkından layıkıyla gelmiş bence. ben çok beğendim. bunun hikmet'i çok sevmemle de ilgisi yok. biri yazarın adını saklayıp metni bana verseydi de bu romanı çok beğenirdim.
Atmaca 90’lardan günümüze uzanan bir büyüme öyküsü. Büyüme öyküsü diyorum çünkü hikayenin sonunda iyi kötü kahramanımızın artık kendisini kabullendiğini ve değişim yoluna girdiğini görüyoruz.
Kitap 1995 yılında lisenin son yılını okuyan bir grup gencin bir iz bırakmak amacıyla okudukları lisenin dergisinin son sayısını çıkarmaya karar vermeleriyle başlıyor. Sonra sırasıyla, 2001, 2015 ve 2019 yıllarına gidiyoruz. Her bölüm başkarakterimiz Ömer’in hayatından bir kesit sunuyor ve kesitler çok sünmeden bitiyor, adeta bir film kurgusunda sahne atlar gibi bitirip sonraki kesite geçiyoruz. Böylece karakterin yaşamının 24 senesine tanıklık etmiş oluyoruz.
Bu 24 senede ülkeyle birlikte pek çok şey değişiyor -Ömer’in etrafındakiler, hayatta kalmayı başarabilenler, işler güçler, ilişkiler… Değişmeyen tek şey ise Ömer’in bir türlü sahiplenip de başlayamadığı beklemedeki hayatı. Ömer hayal ettiği hayata doğru adım atmakta isteksiz, karar almayı sürekli ileriye, belirsiz bir geleceğe ertelerken pasif-agresif kişiliğinden de kaynaklanan otoriteyle kaçak dövüşünün yarattığı sorunlarla da boğuşmak zorunda kalıyor. Aslında kitabın Ömer’in ergenliğine gelen ilk kısmı hariç Ömer’i hareket halinde göremiyoruz, orada da otoriteye doğrudan başkaldırışı korktuğu gibi aşağılanmayla sonuçlanınca kitabın kalanında mücadeleyi zihninde sürdüren, çoğumuz gibi twitter muhalifi -çok konuşma, bol beğeni, sıfır eylem- birine dönüşüyor. Kitabı bu açılardan gerçekçi ve başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Çoğumuzun içinde bulunduğu ruh hali, eyleme geçmedeki isteksizlik ancak tam anlamıyla boş verememek, bir şeyler yapmak isteyip de yapamamak, yarı korkmuş yarı bezmiş şekilde hayatına devam etmek gerçek olayların arka plan yapılmasıyla çok güzel aktarılmış. Atmaca’nın bu açıdan ileride Türkiye’nin özellikle son on yılını çok iyi anlatan romanlar arasında sayılacağını düşünüyorum.
Atmaca’nın beğendiğim diğer yanı ise Hükümenoğlu’nun bir önceki romanı Körburun’a göre tekniğini geliştirmiş olması, üstüne koyarak ilerlemesi. Körburun’u sevmekle ve ortak geçmişimize, acılarımıza, toplumsal travmalarımıza şahitlik etme çabasını değerli bulmakla birlikte yazarın bu olayları aktarırken seçtiği tekrarlar, abartılar ve her şeyi bir romana tıkıştırma çabası beni çok yormuş, kitabın yer yer tirada kaçan diyaloglarını da başarısız bulmuştum. Atmaca’da bu sorun büyük ölçüde ortadan kalkmış: Diyaloglar yerli yerinde, aniden tirat atmaya başlayan karakterler yok, karakterlerin hepsi birbirinden farklı ve kendilerine ait bir sesleri var ve çoğu da oldukça gerçekçi çizilmiş, kimisine her an sokakta/markette/apartmanda/okulda/işte rastlayabileceğimiz, kimini yakından tanıdığımız kişiler gibi. Yazarın ele aldığı konular Körburun kadar geniş olmakla birlikte kitabın içine her şeyi tıkıştırmaktan kendini alıkoyabilmesini de takdir ettim, çok fazla malzeme olmasına rağmen elemeyi ve kitabı derli toplu tutmayı başarmış.
Kitabın en sevdiğim yanı ise 1995 yılından kesit sunan ilk bölümü. Hem umudumuzu henüz kaybetmediğimiz ilkgençlik yıllarımızı anımsattığı için hem de ilkgençliğini 1990’lar-2000’lerin başında yaşamışlar için iyi hissettiren, bununla birlikte gerçekçi olmayı başaran bir atmosfer yarattığı için bu bölüme bayıldım.
Peki Atmaca’nın sevmediğim ya da eksik bulduğum yönleri yok mu? Yukarıda saydığım sevdiğim kısımlara ek olarak sürükleyici olması, karakterle empati kurdurabilmesi yine artı özellikler olmakla birlikte kitabın arka kapağını, adını ve temelini inşa ettiği “öfke” duygusuyla olan bağını açıkçası ben çok zayıf buldum. Kitabı okurken de bitirdikten sonra da bana kalan duygu, hissettiğim duygu öfke olmadı. Ömer’i tanımlayacak olsam yakıcı bir öfkeye sahip biri olarak da tanımlamazdım, bu kitabı anlat deseler maksimum yukarıda da kullandığım “pasif-agresif” tanımını kullanırdım. Gidişatla birlikte hepimizin bezginleştiğini, eylemden beklemeye, harekete geçmekten boş vermişliğe sürüklendiğimizi, Ömer’in de yıllar içinde yakıcı öfkedense pasif bir öfkeye sahip olabileceğini kabul ediyorum. Ancak Ömer’in o yakıcı öfkesini biz en başlarda da, duygularımızın üzerinde çok az kontrolümüzün olduğu ergenlik-ilk yetişkinlik yıllarında da görmüyoruz. Geçmişe dönük olarak anlatıcı duyguları yaşandıkları gibi anlatmadı, şu an içinde bulunduğu ruh haliyle anlattı aslında Ömer öfkeden gözü kararan biriydi desek, Ömer’in geçmişinin o yıllardaki şahidi olan Derya’nın sonradan olaylara tepkisini açıklayamıyoruz. Çocukluğundaki olayları hatırlamaması, travmasını bastırması, savunma mekanizmaları kurgusu kitabın sonunda açıklandığı şekliyle inandırıcı olmakla birlikte burada biz yazarın anlatımına şahit oluyoruz, Ömer’in yaşamına değil. Ömer’in hayatının aktarıldığı kısımlarda öfke gösterilemiyor, yaşanamıyor maalesef, sadece sözcüklerde kalıyor.
Kitapta zayıf bulduğum bir yan daha vardı aslında, o da Ömer’in kardeşi Önder ile yaşamaya başladıktan sonra gerçekleşen diyaloglarıydı. Önder’i hiç gerçekçi bulmadım ve söylediği her şeye hayret ettim. Ancak sonra Ömer’in de aslında kardeşi Önder’i tanımadığı, onun da benim gibi şaşırdığını, Önder’in ikimiz için de bir yabancı olduğunu fark ettim ve karakterin yazarın dilinden, bakışından sıyrılmasına, Hükümenoğlu’nun da tanrı anlatıcı tuzağına düşmeyip Önder’i Ömer’in gözünden aktarmayı başarabilmesine bayıldım.
Özetle, Atmaca bir derdi olan ve bunu da bence iyi aktaran bir roman. Bugünleri ve bugünlerde kendimizi anlamak ve bir yandan da yazarın teknik gelişimini görmek benim için oldukça keyifliydi. 4/5
bir önceki roman körburun'un arka kapak yazısında "hikmet hükümenoğlu büyük romanı deniyor" gibi bir ifade vardı ve roman tam olarak buydu: günümüzün kolay okunan, hızlı akan, anlaşılır-empati kurulabilen karakterler barındıran popüler romancılığıyla yakın tarihimizin romanlaştırılması gibi günümüz yazarlarının girmediği ya da giremediği zor bir alanda kayda değer bir çaba. körburun'u, körburun'daki bu yolu ve çabayı türk edebiyatı için, belki gereğinden fazla, önemsemiştim. yazarının daha iyisini yazabileceğini de düşünüyordum. ama şimdi atmaca'nın körburun'dan iyi olduğunu söyleyemiyorum maalesef.
aslında körburun gibi atmaca da potansiyeli olan bir roman. 1995'ten 2019'a bir büyüme-bir gençlik hikayesi, arka planda dönemin siyasal-toplumsal gelişmeleri. hükümenoğlu bir denge kuruyor, nostalji tuzağına düşmemek için bir ölçü gözetiyor, körburun'daki gibi edebiyat merkezini korumayı kısmen başarıyor. en önemlisi kahramanın hikayesiyle toplumsal arka planı öfke gibi bir kavram üzerinden birbirine bağlamak-bütünleştirmek gibi harika bir buluşu var. ama bu buluşu işlemeye gelince aynı başarıyı gösteremiyor.
ciddi içerik-büyük mesele ile güncel-kolay-hızlı roman dilinin birleşimi atmaca'da çalışmıyor. atmaca'da hem romanın dili basit hem mesele basitleştirilmiş, basite indirgenmiş durumda. basit bir dil ve üslupla derin bir mesele işlenebilir ya da mesele derinleştirilebilir, özüne doğru gidilebilir. ama tersi zor, basitleşmiş meseleyi kurtarmak zor. atmaca'nın hem ön planındaki kahraman hikayesinde hem de o kahramanı ve hikayesini çevreleyen dış dünyada hissediliyor o basitlik ve hafiflik. haliyle atmaca'yı önemsemek zor. romanın kişilerinde ya da dünyasında beliren kırılma anlarında-dönüm noktalarında şöyle olan bir şey böyle olsaydı, diyelim tam tersi olsaydı ne olurdu diye düşündüğümüzde cevap şu şekilde: fark etmezdi, özünde değişmezdi, değişmesi hiçbir şey ifade etmezdi.
atmaca'da romancılığın zanaat-işçilik tarafından kaynaklı sorunlar da göze batıyor. sıradan okur olarak aslında görmememiz gereken bir şeyi görüyoruz: metnin tamamı üzerinde çalışılmaya muhtaç. düzeltmelerle, geliştirmelerle bu metnin biraz daha toparlanabileceğini görüyoruz. ama olmuyor, bu imkan da kullanılmıyor. sonuç olarak atmaca olabileceken olmayan bir roman olarak kalıyor.
Hiç kalkmadan 4.5 saatte okuyup bitirdim Atmaca'yı. O denli kendime yakın buldum ki Ömeri'i. İçinde kaynayan öfkesi, 90'larda lise hayatı ve Şibumi, (çünkü öyleydi, Şibumi kulaktan kulağa duyup okunan esrarlı bir kitaptı) ,2000'ler, 2010'lar, twitter bağımlılığı, kitap sevgisi derken yakın tarihte bütün yaşadıklarımızla hayatımıza ayna tutmuş yazarımız. Hikmet Hükümenoğlu, önceki kitaplarından minik bahseder romanlarında, Atmaca'da Körburun (zaten adlı adınca geçiyor) ve 04:00'ı yakaladım.
Kar Kuyusu ile tanıştığım yazarın diğer romanlarını da çok severek okudum. 47 Numaralı Kamara, Küçük Yalanlar Kitabı, 04:00 ve Körburun. Hepsini çok tavsiye ediyorum. Atmaca ise biz nasıl bir dönemden geçtik, 25 yıldır ne olup bittiğini unutmayalım diye çekilmiş bir fotoğraf sanki. Saklanacak ve yıllar sonra unutmadım aklımda demek için yeniden okunacak bir roman.
Başıma bir şey gelmeyecekse çok beğendim! Yazarın 4 ya da 5 kitabını okudum, her okuduğumla yazara olan ilgim, sempatim ve beklentim yerle bir oldu. Hatta kendimce, iflah olmaz bir şans veren okur olduğumu düşünüyordum. Bence kendisinin ustalık eseri olmuş.. Özellikle ülkemiz özelinde yaşanan devasa ve korkutucu değişim ve dönüşümün öfke hissi merkezinde ele alınması çok akıllıca ve merak uyandırıcı. Ömer karakterinin lise son sınıftan mezun oluşuyla başlayan bir yirmi yıllık süreci okumak yer yer hüzünlü yer yer komikti. Ömer' i bi temiz dövmek ile ah be Ömer deyip göğsünüze yatırmak arasında sürekli kalıyorsunuz. Yazara kendimce yaptığım eleştiriyi kendisi kitabın içinde Murakami için yapmış. Ben hep lafı uzattığını ve hatta bi ekiple falan çalıştığına inanıyordum kendimce Hükümenoğlu için o da Murakami 'nin son dönemdeki eserlerini bu minvalde eleştirmiş kitaptaki karakterleri inin ağzından. İlk defa bu kitabınsa lafı dolandırmadığını, gereksiz detaylarla boğuşmadığını ve dozunda bıraktığını söyleyebilirim. Hiç yazardan okuma yapmadıysanız bunla başlamanızı tavsiye ederim. Ben de Körburun eserini yeniden okumayı düşünmeye başladım. Küçük dünyamızda aslında öfkenin ne kadar yaşatan bir duygu olduğunu yeniden farketmek adına güzel bir okuma oldu. Keyifli okumalar diliyorum.
Hikmet Hükümenoğlu ile tanışmam Körburun romanı ile olmuştu. Beklentilerimin çok üzerinde bir romandı ve beni iyi manada şaşırtmıştı. Haliyle insan bir yazardan çok iyi bir roman okuyunca beklentileri yüksek oluyor. Bir yazar için tatmin edici olduğu kadar da tehlikeli bir durum aslında iyi roman yazmak. Biliyoruz ki pek az yazar çıtayı en üst seviyede tutmayı başarabiliyor ve onlar da genelde bütün dünyada biliniyorlar.
Atmaca okuması keyifli, yormayan ve elimden bırakmak istemediğim bir romandı. Ama bir Körburun değildi maalesef. Romanın merkezini bulmakta zorlandım. Tam olarak ne anlatmak istediğinden emin değilim yazarın. Bazı siyasi ve insani meselelerin kıyısında dolaşmış ama merkezine tam olarak aldığı net bir mevzu yok bana kalırsa. Dolayısıyla romanı bir büyüme ve karakter gelişim romanı olarak okumak en güzeli sanırım.
Aman yarabbim aman! Öfke üzerine bu kadar iyi bir şey hiç okumamıştım ellerim terledi huzursuzluktan resmen! Ömer'in blackout anlarında, onun çok normalmiş gibi anlattığı diyaloglarda gerçekte nasıl kızgın olduğunu anlamaya çalışırken ve gerçekleri ters yüz eden aklında öyle tedirgin oldum ki kitabı elimden atasım geldi ama gözümü sayfadan ayıramadım. Kardeşine davranışları beni çıldırttı, başlarda Ömer'e kanıp da can sıkıcı bir ispiyoncu sandığım Önder'in kendi hikayesini ayrıca bir kitapta okumak istedim. Çok iyi hikaye gerçekten müthiş. Hiç bu kadar iyi olmasını beklememiştim.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Atmaca 1995’ten 2019’a uzanan zaman cetvelinde, ablası, kardeşi ve babasıyla yaşayan Ömer adlı bir gencin Türkiye’nin yakın tarihindeki savrulmalar eşliğinde büyüyüp bir yetişkin olmasını anlatıyor. Elbette şu yaşadığımız baskılı ve zorlu dönem içinde edindiğimiz hayal kırıklıkları, çaresizlikler ve öfkeden o da nasibini alıyor her fırsatta. Türkiye’nin yakın tarihini arka doku olarak kuran romanlarda iki şey beni biraz itiyor: Birincisi; O kadar çok şey var ki kızacak ve isyan edecek, hepsini bir şekilde olay örgüsüne, arka fona yükleme telaşı yazarı ele geçirebiliyor. (Aynı hisse “Ağaçtaki Kız” romanında da kapılmıştım) Elbette hepimizi çok etkileyen yoğun gündemlerle yaşamaya alıştırılmış bir halkız. Birçok olay (ki bizde sürüsüne bereket) fonda ya da karakterin başına gelen durumlarda işlenebilir ancak bunu basit bir hikaye kurgusu ve popüler bir anlatımla ele aldığınızda kalıcı olmak zorlaşıyor, sanki bir şekilde edebiyat lezzetinden ödün veriliyor gibi hissettiriyor. “Atmaca”da karakterler çok fazla konuşuyorlar bence. Özellikle Ömer’in lise son yılını anlatan ilk kısım elbette karakterin ergen zamanını kapsıyor, fazla basit bir dil tercih edildiği için de en hızlı okunan sayfaları oluşturuyor. Anlatıcının yaşıyla birlikte giderek olgunlaşan bir üslup var romanda diyebiliriz. Ancak çağdaş romanlardaki fazla diyalog kullanımının edebiyatı zedelediğini düşünüyorum ben hep ister istemez. İkincisi de özellikle 90’larda geçen hikayelerde metnin göndermelere, referanslara boğulması. Kitaplar, filmler, şarkılar insan hayatında var ve bahsedilmesi de çok doğru ancak neredeyse her sayfaya iki referans düşmesi kadar bir bolluk biraz fazla geliyor sanki. 2. kısım 2001 yılında Türkiye’nin çok sorunlu bir zamanında Ömer’in hiç parlak geçmeyen bir senesine (aslında o senenin çok sıcak yaz aylarına) odaklanıyor. Bence son kısımla birlikte kitabın en başarılı olduğu kısım da burası. Kitaba adını veren ve güzel bir metafor olarak kullanılan ‘atmaca’nın da kahramanımızın hayatına girişi burada gerçekleşiyor. Ömer'in yakıcı bir sıcak altında hayallerinden uzağa düşüşünü hissediyoruz ve sonra yıllarca bizimle yaşayacak o öfkenin onun da içine yerleşmesine şahit oluyoruz. 3. kısım 2015 yılında geçiyor ve burada bir nevi Vedat Türkali’nin “Bir Gün Tek Başına” adlı dev eseri bize hatırlatılıyor. Maalesef bu durum bir dezavantaj oluşturuyor, o romanı da okumuş okuyucular için özellikle. Çünkü o roman ele aldığı meselenin zirvesini oluşturmakta. Ömer’in iki kadın arasında yaşadığı ve çok fazla derinleşemeyen ikilem bence bu romanın maalesef en zayıf karnını oluşturmuş. Ve son perde 2019’da gerçekleşiyor ki bu kısımda da Ömer’in hep aşağıladığı küçük kardeşi Önder hikayede daha önem kazanıyor ve romana renkli bir katkı sağlıyor. Önder’in Ömer’den daha renkli ve ilgi çekici bir karakter olduğunu düşündüm ben bazı sayfalarda.. “Atmaca” çok rahat ve bir çırpıda okunabilen, yakın tarihimizi hatırlatan, üstümüzde yarattığı tahribatları irdeleyen, “haksızlık” ve “öfke” üzerine bir roman.
Tıpkı Körburun gibi Atmaca’da bir dönem romanı. 1995-2019 arası yaşanan politik olayların Ömer’in özel hayatına yansımaları, aile ilişkileri, aşk hayatı sade bir dille anlatılmış. Ben elimden bırakamadım. Ömer ile birlikte üzüldüm öfkelendim. Aynı kuşağın mensubu olarak nasıl ürkek büyüdüğümüzü, hayal kırıklıklarımızı, hep bişeylerin düzeleceğini bekleyerek geçen yıllarımızı tekrar tekrar düşünerek yüreğime oturan bir taşla bitirdim bu güzel kitabı. Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim kitap kapağı dizaynı da çok hoşuma gitti. Can Yayınları bu konuda çok iyi.
Bu kitap için “bir döneme ayna tutmuş”, “toplumsal olayları hikayeye yedirmiş” gibi yorumlar okumak beni çok şaşırttı. 95-2019 arası ana karakterin hikayesinin geçtiği arka planda acemice, eğreti, “bakın ben o yıllardaki siyasi iklimi de şu satırlara sıkıştırıverdim dercesine Nuh Köklü cinayetine, Ankara Garı saldırısına, kadına şiddete, twitter silahşörlüğüne olabildiğine yapay bir şekilde “değinmek” olmuş bu. Diğer yandan çok akıcı ve kolay bir dili olması, post-truth çağın geldiği noktayı, inanmayı seçtiğimiz hikayelerin hakikatın yerine geçmesi üzerine koca bir hayatın ziyan edilebileceğini göstermesi başarılıydı. Atmaca ve öfke nöbetleri üzerinden kurulan metafor ise kurguya sağlam oturmamıştı ve maalesef çok sallandı.
Kitap bitmeye yakın insan üzülüyor, yeni kitabını ne zaman okuyacağız diye. Hikmet Hükümenoğlu, kitaplarda bu kadar kısır bir dönem yaşadığımız bu zaman için bir şanstır.
Uzun bir süre Türk yazarlardan uzak kalmıştım , bu sıralar da arayı kapatıyorum ve çok memnunum. Bu kitaplarda edebi tad almanın ötesinde kendi hayatıma dair bir şeylerle yüzleşmek de çok güzel.
Atmaca’da da muhtemelen benimle yaşıt bir kahramanı olması ve dünyadaki & ülkedeki gelişmelere benzer bakışımız çok etkili oldu , bu romanı çok sevdim ve elimden bırakamadan okudum. 70’lerde 80’lerde doğanların kendilerinden bir şeyler bulacakları , yüreklerine dokunacak bir kitap olduğuna inanıyorum. En kısa zamanda Onur Hoca’nın hikayesini bulmayı umduğum Körburun’u da alıp okuyacağım.
Atmaca’nın en sevdiğim yönlerinden biri, yazarın kitabın ritmini hiç düşürmemesi oldu sanırım. Bu yüzden de biraz da olsa reading slump’tan muzdarip olan benim gibi biri için biçilmiş kaftan oldu. Benim kitapla alakalı esas sorunum ise baş karakter olan Ömer’in hayatında ve özellikle de öfke patlamaları yaşamasında büyük rol oynayan yan karakterlerin, olayların yeterince derinleştirilmemesiydi. Bu karakterlerin veya olayların hikayenin parçası olmaktansa, aksesuarı olarak kaldığını hissettim.
90'larda gençlik yaşadıysanız, anneniz-babanız "elalem 'bak kendi çocuğunu kayırıyor' demesin diye" başka çocukları daha çok koruyup kolladıysa, 2000'li yıllarda ne yapacağınızı bilemeyip kendinizi aradığınız ve sonunda sadece para kazanmak için bir iş bulup çalıştınız ve fakat hala yapmak istediğiniz işin, yaşamak istediğiniz hayatın bu olduğundan emin değilseniz, kısacası 70'li yıllarda doğmuş bir X kuşağı iseniz bu kitabı çok seveceksiniz. Ana karakter belki siz değilsiniz, belki de sizden parçalar taşıyor. Yan karakterler belki sizin aileniz, belki sizin akrabanız, komşunuz... belki okulda öyle bir öğretmeniniz vardı, belki sizin liseniz de tam kitapta anlatıldığı gibiydi... belki de değildi ama şehirde öyle okullar olduğunu biliyordunuz... Her halükarda kitapta size tanıdık gelen, geçmişinizden bir parça bulacaksınız. Bu kadar akıcı, bu kadar su gibi okunan ve kendime yakın hissettiğim kitap okumamıştım bir süredir.
'Atmaca' 1995 yılında 'Körburun'un' bittiği yıllarda başlıyor. İki kitabın ortak bir karakteri de var. Onur Hoca. Ancak 'Atmaca' bir devam romanı değil. 🪶 'Atmaca' Ömer'in ÖYS'ye girmesine 130 gün kala başlıyor. Ömer 'gerçek' hayatın başlaması için oturdukları aile apartmanından, çok soğuk bulduğu babasından kurtulması gerektiğini düşünüyor. Biz Ömer'in ağzından onun 40lı yaşlara gelene kadar hikayesini okuyoruz. Geri planda 90lardan günümüze Türkiye'nin yakın tarihini ve önemli olaylarını da okuyoruz. 🪶 Gerçek hayat bir türlü başlayamıyor... Okudukça Ömer'e ve ailesine bakışımız çok değişiyor. Babasının kendisine karşı neden patlamaya hazır bir bomba olduğunu, kardeşinin sevecenliğini, ablasının bir anne gibi kendisini koruyup kolladığını anlaması için yıllar geçmesi, birçok olay yaşanması gerekiyor. Bunları anlaması da kendi gerçeğini anlamasını sağlıyor.
yaz tatili için oldukça ideal. beklentinizi yüksek tutmazsanız kitabı beğenebilirsiniz. travmalarını aşamaması sebebiyle olağan hayata entegre olamayan, aynı zamanda çevresine duyarlı ama bu entegrasyon problemi yüzünden etkin olamayan bir nevi tutunamayan ömer, seni hiç sevmedim ve bu iyi bir şey.
Çok iyi bir roman okudum. Böyle biraz Bir Gün Tek Başına gibi ama daha farklı, daha güncel hem de... Bu sıkışmışlığı, ataleti, artık her neyse onu yakından tanıdığımız için mi bu kadar etkilendim? Belki. Ama çok iyiydi.
Hükümenoğlu torpili bol, kredisi çok çok yüksek bir yazar gönlümde. Hoş Atmaca okuduğum ikinci kitabı ama Körburun ile yaktı geçti beni ( bu arada Körburun'u bir kere daha okumaya karar verdim) , fakat Atmaca beni çok heyecanlandıran bir kitap olmadı , tam sonbahar kitabı ama melankolik uyuz bi tip var kitapta ara ara kafasını duvara çarpasın geliyor, zaten de sıyrık kafadan onu okuyoruz.1995’ten başlıyor 2019’a kadar , fakat sonra bi şey oluyor kitapta herifin tüm olayı çıkıyor çıkmasına ama oturmuyor taşlar , şöyle oluyor hüzün hüzün hüzün bıkkınlık bıkkınlık ulan diyorum herifi kapattılar hastaneye olay bambaşka çıkıyor bu arada favori karakterim Ayfer idi ; en uyuz olduğum ise Derya Ama Ömer gibi birine Derya gibi biri müstahak
Çok sevdim.. Yazarın dilini, samimiyetini, olayların akışını, zaman zaman gülümsetip, sonra bi anda içimi cız edişini.. Hikaye çok tanıdık ama çok farklı, başlangıcı, bitişi, eski zamanları hatırlatması ve her bir karakteri ile tadı damağımda kalan bir kitap oldu..
Dahil oldugum 80 ortasi kusagin, pek sancili modernlesen Turkiye topraklarında büyürken yaşadığı dönüşümü, masumiyeti, aptallığı, kafa karışıklığı ve çokça kalabalıklar içinde yalnızlığını okudum ben kitapta. Ama nasıl umutlanmisiz Gezi ile ve nasıl çare arıyoruz twitterin derinliklerinde...
Her kuşak kendisinin en zorlu zamanlardan geçtiğini iddia edip sonrakileri kofti bulur ya bizim böyle bir lüksümüz bile yok sanki yahu! İnternet çağı ile "karanlık çağ" arasındaki araf-kusagiz sanki!
Velhasil kelam Roberto Bolaño'ya caktigi selamla kalbime taht kuran Hukumenoglu'nun diğer eserlerini okumak için sabırsızlanıyorum.
Atmaca özellikle gençliğini 90’larda yaşayanlar için anlamlı olacak bir kitap. İlk bölümde lise günleri ve o yılların genel atmosferini çok sevdim. İlerleyen bölümlerde hayatın akışına kapılıp okulu bitirmek, ne istediğini bilmeden belki de düşünmeden sınav ve para kaygısı ile bir işe girmek, sevmediği için tutunamamak ve hala hayatın başlamasını beklemek bizim kuşak için çok tanıdık ve mutlaka bir noktada benzerlerini duymuş olduğumuz hisler. Zamanda ilerledikçe Ömer’in içinde büyüyen öfkeye paralel olarak arka planda Türkiye’nin yakın tarihi sığdırılmış. Ülkede sürekli isyan edecek olaylar yaşadığımız kesin fakat bir romanda neredeyse hepsine birden yer verilmeye çalışılması bence romana edebi açıdan bir katkı yapmıyor ve yüzeysel kalıyor. Bunun yerine yazarın Ömer’in öfkesini ve çocukluk travmalarını derinleştirmesini tercih edebilirdim. Yine de kendi kuşağımın gençlik günlerini anımsatması ve bu yönüyle iyi hissettirmesi sebebiyle okumaktan keyif aldım.
Anlatımını çok beğendim. Ana karaktere bazen üzüldüm, bazen sinir oldum, çoğu kez omuzlarından tutup sarsmak istedim :) Ömer, Önder, Ayfer, Derya, Mine... En çok Önder'in yalnızlığından ve affediciliğinden etkilendim, Hikayenin içine girebildiğim, ne olacak diye merak ettiğim ama sakin kitapları seviyorum.
Öfke üzerine çok iyi düşünceler var ama ben biraz karanşık buldum. Körburun'u çok daha fazla beğendiğimi söyleyebilirim. Gerek kurgu, gerek karakterler açısından
Çok iyiydi. Yaşadığımız günlerin ve bize hissettirdiklerinin bir aynası gibi. Sadece kendimize özgü olduğunu düşündüğümüz her durumun/hissedişin bu zamanların ruhu olduğunu yüzümüze çarpıyor. Okurken kendimizi izlettiren bir roman. Kurgu çok iyi, Türkçe mükemmel. Iyi ki yazmış H.H.
Yazarın okuduğum ilk kitabıydı. Yazarla ilgili daha önce okuduklarımdan mıdır bilmiyorum, yazarlığından çok şey bekledim sanırım. Dolayısıyla beklentilerimin oldukça altında kaldı. Kelimeleri ve paragrafları çok uzaktan izlediğinizde aslında son derece yalın, hatta fazlasıyla yalın -basit bile denilebilir- bir roman var elinizde. Olaylar çok sade, anlatım biçimi genel olarak diyaloglara dayalı, kimi alt metinler fazlasıyla kör göze parmak, bazı karakterler (örneğin Önder) çok silik. Ancak kelimenin tam anlamıyla derli toplu bir kitap var elinizde. Okurken zorlamaz, çok sabırsız da değilseniz sıkmaz. Maalesef bir “masterpiece” değil.
Ve H. Hükümenoğlu- Atmaca bitti. Kelimelerim yetmeyecek ama en alelade tabirle diyeyim: Müthiş bir roman. Öyle çok duyguyu bir arada yaşattı ki. Sadece kişisel bir öykü değil anlatılan, aynı zamanda bir o kadar da toplumsal.
Unuttuklarımızı hatırlatan, unutamadıklarımızı da tekrar yüzümüze çarpan bir anlatı. Okurken sayfalarından birinde aniden bir yaranın kabuğu yeniden soyuluyor, satırlar okuru da kanatıyor. Ben de böyle oldu en azından.
Neler yoktu ki hatırlattıkları arasında? Nuh Köklü cinayeti, KHK ile ihraç edilen, vatan haini damgası vurulan akademisyenler, Suruç katliamı, Ankara Gar katliamı ve bu toplumsal tarihimizde yer alan nicesi. Ve tüm bunların etrafında, içinde dönen, yaşanan bir kişisel öykü.
Her bir sayfasından büyük keyif aldım. Her bir karakterini tarttım kafamda. Hak verdim, bazen öfkelendim, bazen "acaba ben de böyle miyim?" diye düşünüp kendimi ölçtüm. Çok teşekkürler Hikmet Hükümenoğlu, beni bu gerçekliğin içinden alıp başka bir gerçekliğe sürüklediğin için.
Kitabın özellikle ilk 100 sayfası harika. Hikmet hükümenoğlu çağdaşı diğer yazarlar gibi arabesk batağına saplanmadan güzel bir kitap yazmış diye düşündürdü ama ilerleyen sayfalarda özellikle atmaca metaforunun hikayeye yeterince yedirilmediğini ve genel edebiyat tekniği açısından sıradanlığa düştüğünü gördüm. başlıca verdiği eserlerden verdiği örneklerin fazlalığıyla roman kendi dünyasını yaratmakta kendi ayağına sıkmış. "Bir döneme ayna tutmak", evet ama böyle plastik bir şekilde değil. Kitap kolay okunuyor ve akıcı ama size geçirdiği duygu ne? Hikmet Hükemenoğlu arkasında gerçekten de böyle bir edebiyat mı bırakmak istiyor. Ve umarım kolay okunabilirliği genel okuyucu tarafından fark edilir ve romanı çok satar.
Bir süredir unuttuğum okuma alışkanlığımı bana tekrar hatırlatan (umarım) kitap olarak hatırlayacağım bu kitabı. Çok ilginç şeyler anlatmadan bu kadar sürükleyici bir roman yazabilmek büyük bir marifet bence, muhtemelen kitabın en büyük gücü de bu. "Sonunda ne oldu şimdi, ne okudum ben bu kadar sayfa?" dedirtmeden okuyan kişide tatmin sağlayabilmesi de ayrı bir güzellik. Haddini bilen, didaktik olmayan, büyük laflar peşinde olmayan bir kitap okumak hoşuma gitti.