Devletlerarası siyasette düşen bir devlet başka bir devletin acıma duygusunu değil iştahını kabartır, insan insanın kurdu olduğu gibi devlet te devletin kurdudur. “Osmanlı Devletinin Dağılma Devri” azametli görkemli bir imparatorluğun çağın gereksinimlerine ayak uyduramayarak sömürgeci ülkelerin nasıl hedefleri haline geldiği ve içeride çıkan ayaklanma, isyanlarla birlikte merkezi otoritenin nasıl zayıfladığını gözler önüne sermesi açısından oldukça çarpıcı bir eserdir.
Yeni çeri Ocağının asli görevini unutarak ne gibi işlerle ilgilendiğini ve bir devletin bozulmuş ordusunun nasıl iktidarının üzerine çıktığını açıkça gözler önüne serer. İktidarın, ayanlar ve çıkarlarını yeniçeriliğin bekası üzerine kurmuş olan paşalar karşısında nasıl gölge fenomene dönüştüğünü en ince ayrıntılarıyla anlatır. “Osmanlı Devletinin Dağılma Devri” denge politikasıyla birlikte stratejik yönetim geleneğinin iç ve dış tehditlere karşı verdiği var olma yok olma savaşının adıdır. Sultan Selim’in giriştiği ıslahat faaliyetlerinin iç ve dış dengeleri nasıl değiştirdiğini, çıkar guruplarının ve dış devletlerin emellerine ne gibi ketler vurduğunu betimleyerek anlatan bu eser kaynakça açısından dönemin en büyük tarihçilerinden beslenir ve Büyük bir tarihçinin, Yusuf Akçura’nın ruhuyla can bulur.
Tarihin tekerrürden ibaret olduğu düşünülürse Osmanlı Devletinin Dağılma Devri, devlet olabilmenin gerekliliklerinin neler olduğunu ve devlet kültürünün var olma yok olma adına karşılaştığı sıkıntıları gözler önüne sermesi ve bu sorunları günümüze kadar ulaştırarak içinden geçtiğimiz döneme ve geleceğe ışık tutması açısından oldukça önemlidir.
YUSUF AKÇURA; 2 Aralık 1876’da Moskova’nın doğusundaki Ulyanovsk’ta (eski adıyla Simbir) dünyaya geldi. Kazan’a göç etmiş Kırım Türkleri’nden aristokrat bir ailenin mensubu idi. Babası çuha fabrikası sahibi fabrikatör Hasan Bey, annesi Yunusoğulları’ndan Bibi Kamer Banu Hanım idi. 2 yaşında iken babasını kaybetti ve annesi ile birlikte yedi yaşına gelmeden İstanbul’a göç ettiler. Annesi, İstanbul’da Dağıstanlı Osman Bey ile evlendi. Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenim gördükten sonra 1895 yılında Harbiye Mektebi’ne girdi. Okulun 2. sınıfında iken Türkçülük hareketlerine katılmaktan dolayı 45 gün ceza aldı. Erkân-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan sonra askeri mahkeme tarafından müebbet olarak Fizan’a sürgün edildi ve askerlikten uzaklaştırıldı. Fizan’a sürgün edilen diğer 83 kişi ile beraber 1899’da Trablusgarp’a ulaştı. Onları Fizan’a gönderecek yol parası bulunamadığından Trablusgarp’ta hapsedildiler. İttihat ve Terakki Partisi’nin girişimleri sonucu bir süre sonra şehir içinde serbest dolaşma izni aldı ve kendisine bazı resmi görevler verildi. Aynı yıl, kendisiyle birlikte sürgün edilmiş olan Ahmet Ferit Bey (Tek) ile Fransa’ya kaçtı. Paris’te üç yıl Siyasal Bilgiler Okulu’na devam etti. Türkçülük fikirleri hayatının bu döneminde olgunlaştı. Akçura, Essai sur l’histoire des institutions du Sultanat ottoman (Osmanlı Saltanatı Kurumları Tarihi Üzerine Deneme) adlı tezini vererek okuldan, üçüncülükle mezun oldu. 1903 yılında, İstanbul’a dönmesi yasak olduğu için amcasının yanına Kazan’a gitti ve dört yıl kaldı. Tarih, coğrafya ve Osmanlı Türk Edebiyatı öğretmenliği yaptı. Ahmet Rıza’nın çıkardığı Şuray-ı Ümmet ve Meşveret gazetelerinde imzasız yazıları yayımlandı. Kazan’da iken yazdığı ve onu Türk siyasî hayatında meşhur eden Üç Tarzı Siyaset isimli dizi makalesi 1904 yılında Mısır’da yayımlanan “Türk” adlı gazetede çıktı. Türkçülük akımının manifestosu olarak kabul edilen bu 32 sayfalık makalesinde Akçura, Osmanlı İmparatorluğu’nun tekrar eski gücüne kavuşabilmesi için devletin resmî olarak benimseyebileceği muhtemel üç ana düşünceyi (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) tetkik etti. Akçura, İstanbul’a geldiği 1908’e kadar Kazan’da siyasî ve kültürel faaliyetlerde bulundu. Türkçülük fikrini yaymak üzere “Kazan Muhbiri” adlı bir gazete çıkardı. Gaspıralı İsmail Bey, Alimerdan Bey, Abdürreşit Kadı İbrahimof gibi Türkçülerle birlikte 1905’te “Rusya Müslümanları İttifakı” adında bir parti kurdu. Kuzey Türkleri bu parti sayesinde ilk kez Rus meclisi Duma’ya temsilci gönderdi. Akçura, seçimler bitene kadar siyasî propaganda yapmaması için hapiste tutuldu. 1907’de bu meclisin dağıtılması, Rusya’daki kaotik ortamı daha da belirsizleştirmiş ve Türklerin faaliyetleri ciddî anlamda sekteye uğramıştır. Tutuklanmak için arandığı sırada, Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet ilan edilmiş ve Akçura Rusya’daki işlerini tasfiye edip 1908 Ekim’inde İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’a geldikten sonra Darülfünun’da ve Mülkiye Mektebi’nde tarih dersleri verdi. Bütün ısrarlara rağmen İttihat ve Terakki Partisi’ne girmedi. 25 Aralık 1908’de İstanbul’da, Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit (Tek) ile birlikte Türk Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Bu derneğin kapatılmasından sonra, 18 Ağustos 1911’de Türk Yurdu Derneği kuruldu. Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali Bey, Doktor Akil Muhtar Bey ile birlikte Yusuf Akçura da kurucular arasında yer aldı ve derneğin yayın organı olan Türk Yurdu dergisini 17 yıl boyunca idare etti. Ayrıca 1912’de faaliyete başlayan Türk Ocağı’nın kuruluşunda da aktif rol aldı. Yusuf Akçura, Rusya’daki Türklerin haklarını korumak için de siyasî organizasyonlar tertipledi. “Rusya Mahkûmu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti” adlı örgüt, 1916’da kuruldu. Çeşitli Avrupa ülkelerinde Rusya’daki Türklerin haklarını dile getiren konferanslar verdi. 1918 yılında Rusya’daki Türk esirleri kurtarmak için Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Kızılay
Kitabı incelemeden evvel öncelikle kitabın müellifini tanımanın önemli olacağını düşünüyorum. Yusuf Akçura, Türk düşünce tarihinin en önemli isimlerinden birisi olmakla birlikte Türkçülük akımının önemli savunucularındandır. Görüşleri, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere ardıllarınca benimsenmiş ve tatbik edilmiştir. Akçura, Çarlık Rusya'sının Kazan kentinde doğmuştur. Aslında yaşamı ilginçliklerle dolu bir zat. Ailenin hayatta kalan tek çocuğu olan Akçura, babasının ölümü üzerine annesi ile Kazan’dan ayrılıp İstanbul’a göç etmek zorunda kalır. Daha sonra eğitimini yarıda bırakıp Kazan'a gider. İstanbul'daki Harbiye okulunda eğitimini tamamladıktan sonra fikirlerini çıkardığı dergiler aracılığı ile aktarır. Bu dönemlerde ayrılıkçı birtakım hareketlere de katılması yüzünden tutuklanır. Trablusgarp Savaşından sonra Fransa'da Siyasal Bilgiler Fakültesinde eğitim alır. 1917'deki Ekim Devrimini de yakından incelemiş, bu noktada yeni kurulan Sovyetler Birliğindeki Müslüman Türklerin haklarını savunmak için örgüt dahi kurmuştur. Milli Mücadele döneminde aktif olduğu bilinen Akçura, Cumhuriyet kurulduktan sonra mebus olarak görev yapmış, 1932‘den itibaren Atatürk'ün talebi doğrultusunda Türk Tarih Kurumuna başkanlık etmiştir. 1935 yılında da vefat eder.
Eser, 18.yüzyıl geneli ve 19.yüzyıl başlarındaki Osmanlı Devletinin duraksama ve gerileme dönemlerine odaklanmış. Bu noktada özellikle 3.Selim devri üzerinde durulmuş. 3.Selim'den önce gelen 18.yüzyıl padişahları 3.Ahmed, 1.Mahmud, 3.Osman, 3.Mustafa ve 1.Abdülhamid'in sadece isimlerine değinilmiş. 3.Selim dönemi, Fransız İhtilalinin yaşandığı, terör döneminden sonra Napolyon Bonaparte'ın İmparator olarak tahta çıkıp Avrupa'yı toz duman ettiği bir dönem. Aynı zamanda Fransız İhtilalinden yayılan milliyetçilik akımları da ilk elden deneyimlenmiş. 19.yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkacak Balkan milliyetçiliği sonrası Yunanistan ve Sırbistan bağımsızlıklarını kazanacaklardı. Bu devir, duraksamanın artık alenen kabul edildiği bir dönem olmakla beraber, süratli değişimlerin de yaşandığı bir zaman dilimidir. Eser genel olarak 3 kısma ayrılmış;
1) Türk Olmayan Müslüman Kavimlerin Ayrılıkçı Hareketleri Bu kısımda, Arabistan yarımadasındaki kavimler üzerinde durulmuş. Benim belirtmek istediğim kişi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dır. Aslen Arnavut olan Mehmet Ali Paşa, ilk önce Mısır'daki gücünü Kölemenlerle paylaşmış, ancak daha sonra yavaş yavaş gücünü arttırarak başa geçmiştir. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devletinin Napolyon Bonaparte'ın Mısır'ı işgali sonrasında yaşadığı askeri ve ekonomik sorunları bilerek ülkesinde modernleşme atılımında bulunmuş, ordusu ile birlikte Kütahya'ya kadar gelmiştir. Muhtemelen Fransızlar ve İngilizler araya girmeseydi, Mehmet Ali Paşa İstanbul'u işgal edip Osmanlı Devletine son verebilirdi.
2) Türk ve Müslüman Olmayan Kavimlerin Ayrılıkçı Hareketleri Bu bölümde Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ'ın, Rusya'nın Balkanlarda etkin rol oynaması ile birlikte ayrılıkçı hareketlerine yer verilmiş. İlaveten cılız da olsa Ermeniler de çatışmacı faaliyetlerde bulunmuşlar fakat Ermenilerin ayrılması, 1.Dünya Savaşından sonra gerçekleşecektir. Bilindiği üzere 2.Katerina döneminden beri, Ruslar Kırım'ı işgal etmiş, İstanbul limanlarına kadar gelmiş, Balkanlardaki Ortodoksluk temsilini çeşitli vesilelerle kullanmaktan çekinmemiştir. Akçura'nın, Rus toplumunu ve siyasetini yakından tanıması, burada orijinal tespitlerde bulunmasına yardımcı olmuş.
3) Fransız İhtilalinin Osmanlı Devletindeki Tesiri ve Napolyon'un Osmanlı Aleyhindeki Şark Politikası Fransız İhtilali, diğer iki bölümün bir nedeni olarak görülebilir. Napolyon Bonaparte'ın Şark'a doğru yayılmacı politikası, en başta Osmanlı ve İngilizlerin aleyhinde olmuştur. Napolyon'un Şark politikası, Mısır üzerinden Osmanlı Devletinin Doğu vilayetlerini zapt ederek Hindistan'ı ele geçirmekti. Böylelikle İngiliz sömürgelerine ağır darbe vurabilecekti. Bizim tarih yapıtlarımızdaki Napolyon algısı, biraz Büyük Petro'ya benzer. Bize göre, Napolyon hesap kitap bilmeyen, çılgın ve tuhaf bir kişilikti. Ancak Akçura'nın bu eserinde bunun doğru olmadığı görülüyor. Rusya'ya saldırana kadar Napolyon'un diplomasiyi oldukça doğru kullandığı anlaşılıyor. O zamana kadar daha çok Britanya İmparatorluğu ile yakın olan Osmanlı Devleti, Napolyon'un akıllı politikaları sayesinde hem İngilizlerden hem de Ruslardan kopmuştur. Napolyon'un Mısır seferinde kendisini müslüman olarak tanıttığı da bilinir. Hatta şu sözleri de kendisi aktarmış;
“Mısıra vürudunda Dini İslama muhabbet, Nebiyi zişana hürmet ve her gün Kur'anı kerim tilavet eylediğini ve Mısır'da binazir bir camii şerif bina ederek Dini İslam'a dahil olmak niyetinde olduğunu bize bildirdi."
Osmanlı Devleti'nin gerilemesinin nasıl ve ne şekilde başladığını merak edenlere önerebileceğim usta işi bir eser. Tek sorun, bazen eski Türkçe kelimelerin metnin anlaşılmasını güçleştirmesi olmuş. Zaten 1 yıldızı sırf bu yüzden kırdım. Ama Türk Tarih Kurumu belli ki eserin aslına dokunmak istememiş.
İncelememi vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.
Bu kitabı okuyup anlamaya çalışmak, 1950 öncesi eserler ile haşır neşir olmamış kişiler için tam bir Osmanlıca eğitimi olabilir. Yüzlerce eski kelime mevcut, buna rağmen yazım dili ve yazıldığı dönem itibariyle olaylara yakın olması, çok çok akıcı bir üslup ortaya çıkarmış. Özellikle Fransız ihtilalinin etkisini anlamak isteyenler için tam isabetli bir eser... Kabaca çağdaşlaşma çabalarının yeni başladığı 1780-1810 arası 30 yıllık dönemi siyasi ve askeri açıdan anlamak isteyenlere şiddetle tavsiye ederim...