Albert Camus’nün incelikle örülmüş başkaldırı felsefesi, Kierkegaard, Nietzsche ve Dostoyevski gibi on dokuzuncu yüzyılın önemli varoluşçu filozofları ile birlikte yirminci yüzyılın bir yanıyla kaotik, bir yanıyla yaratıcı sayılan “absürd” atmosferinin belirgin izlerini taşır. Camus, trajik kahraman Sisifos’u, “absürd insan” olarak bizim çağımıza bağışlar.
Yıkıcı bir savaşın tam ortasında, babasız ve yoksul geçen çocukluk yılları, sonrasında yaşadığı ağır hastalıklar, büyük kırılmalar ve vazgeçişler...
Bütün bunlar Camus’nün yaşama, yaratıma ve felsefeye karşı beslediği büyük arzusunu ve inancını yok edememişti. Sadece bir felsefi öğüt olarak değil kendi yaşam ilkesinde de “ille de yaşamak” düşüncesine bağlıydı. Onun saygınlığı ve samimiyeti, sadece felsefesinden değil, yaşamöyküsünden de ileri gelir.
1991 senesinde Konya’da yeryüzüne gelen Hamza Celâleddin, ilk ve orta öğrenimini de burada tamamladı. Daha sonra üniversite eğitimi için Isparta’ya gitti ve burada Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe bölümünü tamamladı. 2013 yılındaki mezuniyetin ardından Konya Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimine başladı. 2012 senesinde ilk kitabı Ağaçlar Yürürse Tanrı Koşar yayımlandıktan sonra sırasıyla Yeraltında Dejavu, Kerhanede Anarşi, Kaos Kanos ve Hippiler, Çıldırmanın Âmentüsü ve Koşkun Küsüye Doğru isimli beş kitabı daha okurla buluştu. Kitaplarının yanısıra yazıları Düşünbil Felsefe Dergisi, Sancı Kültür-Sanat Dergisi, Mukavemet, Müntehâ, Yazarkafa gibi çeşitli dergilerde ve fanzinlerde yayınladı. Şu anda hayatına bir yersiz-yurtsuz olarak devam eden Hamza Celâleddin, Kâtil Nietzsche Asker Kant ile tarihsel-ironik bir üçlemeye başlıyor.
Bana sadece 15 dakikada internetten şöyle iki üç siteye bakarak, hiçbir Albert Camus kitabı okumadan, onu anlamadan hazırlanmış hissiyatı veren kitapçık. Kopyala yapıştır ile kopuk kopuk bilgileri çoğu kez de aynı şeyleri defalarca aktaran, Camus'nün bir iki eserinin bölümlerini de eklemiş ama bir yere varamamış bir kitapçık ortaya koymuş Hamza Celaleddin. Okunmasına gerek olmayan kitapçık..
özellikle camus öncesinde (net bilmiyorum ama bu kitap öyle olduğunu söylüyor) intihar'ın toplumsal bir olgu olarak değerlendirildiğine hiç dikkat etmemiştim daha önce. bana göre bu demek oluyor ki insan ırkı olarak 20. yüzyıl ortalarına kadar o kadar kolektifmişiz ki aramızdan birinin kendi isteğiyle ayrılmasının yükünü/sorumluluğunu kendi omuzlarımıza alıyormuşuz. şimdiyse o kadar bireyseliz ki yükü kişinin kendisine yüklüyor, üzerine bir de ayplıyor suçluyoruz.
"düşünmeye başlamak için için yenmeye başlamaktır. bu başlangıçlarda toplumun fazla bir etkisi yoktur. kurt, insanın yüreğindedir, yürekte aramak gerekir onu." düşünce yapısı buraya evrilen camus'yü oluşturan toplum o kolektif bilinci kaybetmeye başlamış olsa gerek. tabii neyseki absürd'ü aştı ve sisifos'un aslında inadına mutlu bir imgelem olduğuna ulaştı.
adam gelmiş, çözülmesi gerekeni kısacık hayatında çözmüş (kendinden önceki ve aynı zamanlı birçoklarıyla fikir alışverişleri ve işbirliği halinde doğal olarak ama onun ulaştığı sonuç!), bunu mükemmel bir edebiyata dönüştürmüş ve erkencikten gidivermiş. çok acayip. absürd.
Bu serinin en önemli özelliği söz konusu düşünürlerin tüm eserlerini göz önünde bulundurup genel yargılara ulaşması ve yine söz konusu düşünürleri anlamak için kendilerini okumaya sevk etmesi.
Varoluşçuluğun edebiyat uzantılarından biri olan Camus, felsefenin özündeki asıl sorunun ve temel problemin hayatın yaşanılır olup olmadığını tartışmak ve bu kantarda yaşamanın daha ağır basması diyebiliriz. Her ne kadar intiharı anlatsa da intiharın değil ve her şeye rağmen değil her şeyiyle bu yaşamı yaşamanın gerekliliğini söyler Camus.
Baş kaldırmak işte burada devreye giriyor, hayata rağmen hayatı istemek.
İntiharın toplumsal değil bireysel dayanakları olduğunu vurgular. Zaten karanlık olan bir dünyanın da sanatla ayakta kalabileceğini hatırlatır.
Tıpkı Sisifos gibi her bir insan kendi yükünü kendi arar, kendi bulur ve o yükten kendi çabalarıyla kurtulur/en azından çabalar.
Keyifli, sürükleyici ve düşündürücü felsefe serisinden bir kitap daha bitti. Albert Camus henüz okumadığım ve hayatını da bilmediğim bir yazardı. Bu kitap sayesinde hem kendisini tanımış hem de eserleri hakkında biraz ön bilgi edinmiş oldum.
"Tanrılar, Sisifos’u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkûm etmişlerdi; Sisifos kayayı tepeye kadar getirecek, Kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep. Yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız da sayılmazlardı."
"Nihayet Albert Camus bize her şeyin ötesinde illede yaşam illaki yaşam diyerek her ne kadar absürt, her ne kadar rastgele, her ne kadar düzensiz, her ne kadar nafile, her ne kadar anlamsız olursa olsun; yaşamın kendisine rağmen sevilmesi ve deneyimlenmesi gerektiğini söylemiş ve bizi sıkı sıkıya tembihlemişti"
Bu kitaptan çok destek yayınlarının bu serisini sevmeyenlere yorum yapmak istiyorum. Bu seriden beklentiniz ne ansiklopedik bilgi mi? Peki bu seri size böyle bir vaatte mi bulunuyor? Açıkçası ben bu seriyi seviyorum önemli kişilerin hayatları, hayata bakışları ve eserleri kısaca anlatılıp özetleniyor. Genel kültürünü genişletmek isteyen okusun. Sizin için x kişisinin ne zaman ne şartlarda yaşadığı, ailesi, ilişkileri sizin için önemli değilse ben kitaplarını olur geçerim diyorsanız bu seriden uzak durun. Benim için bunlar önemli çünkü okuduğum kitabın yazıldığı günün şartlarını yazarın geçmişini ve ilişkilerini öğrendiğimde okuduğum kitabın anlamı artıyor. Sizde böyle düşünüyorsanız okuyun.
Kısacık bir kitapta Albert Camus'un hayatı,yaşadığı acılar ve evli olmasına rağmen 10 yıl süren ispanyol bir kadına aşkı.. yaşadıklarına rağmen varoluş akımına dair felsefe akımını savunmuştur. Yaşamdaki tüm absürtlüklere karşı kabul et yaşa ve üreti kabul etmiştir. Mitolojik kahraman Sisifos üzerine sisifos söyleni deneme kitabını yazmış ben sadece Yabancı'yı okuştum ki hala unutamam.
Anatomy of a rebellion... Among the most important currents of thought of the last century, we can say that the idea of existentialism is the most influential. We see this effect in almost every field, including today. Likewise, literature is the place where the most intense effects are seen in these areas. Because literature, like existentialism, is a field that embodies the introverted life of people and shapes it like sculptural lines. Therefore, existentialism can be thought of as a literary movement as well as a philosophical one. One of the most valuable names of existential literature, Albert Camus is one of the thinkers who made it very influential.
The period in which Camus lived; Since it is an age in which destructions and wars are experienced most intensely, man has felt the effects of the age he lived in in his inner world, and his characteristic features have been shaped depending on the outside in that existential universe. This is actually a trauma.
Although Camus and other thinkers influenced by existential philosophy are thought of as depressed characters, on the contrary, they have an inner world that is full of struggle to live. Camus is one of these names. This compilation book deals with the struggle for life and determination of existential thought through Camus.
He thinks that the struggle to be waged is only a useful way to create a new person, by offering a new way to the person who is tired of the meaninglessness of life through the phenomenon of rebellion, to the person who committed suicide in a philosophical sense by living in an imaginary world. Likewise, the subject comes to Nietzsche, as will be noticed here.
Camus, who paved the way for the construction of a just and more livable society with rebellion, aims to create a person who takes the burden of life on his shoulders. In this context, the book has been prepared by following a very correct compilation method.
There have been some very nice collections coming out lately. This is one of them.
Destek Yayınları'nın filozoflar serisine kitapçılarda sergilenme biçimleri, kapaklarındaki estetik kaygı ve kitapların inceliğinden dolayı ön yargılı yaklaşıyordum. Zaman zaman gelen "Camus" krizlerimin sonuncusunda yazarın günlüklerinin "Defterler" ismiyle 3 cilt olarak Türkçe yayımlandıklarından haberdar oldum. Bunlardan sadece ikinci cildi bulduktan sonra daha fazla "Camus" alma isteğiyle bu kitabı da satın aldım. Yabancı romanını okuduktan sonra son derece umursamaz ve yaşamı saçma bulan tavırlarımın başka insanlarda da var olduğunu öğrenmek beni çok etkilemişti. Neredeyse tüm kitaplarını okuduktan sonra yaşam pratiklerim konusunda referans alabileceğim birisi olarak Camus benim için çok önemli bir yere sahip oldu. Bu kitapta yeni bir şey bulmayı beklemiyordum. Yeni bir şey bulmadım fakat, yazarın bu kısa ve öz metini ortaya çıkarmak için gerçekten Camus'yü ayrıntısıyla incelediğini ve bu ayrıntılardan çok sade bir içerik ortaya koyduğunu söyleyebilirim. Bu sadeleştirmede Camus'nün hayatın yaşanmaya değer olup olmadığı sorusu beklendiği gibi metnin merkezinde. Camus ile ilgili olarak yapılan kendi yaşamında uygulamadığı hiç bir şeyi öğütlememe ilkesi aslında Camus'yle aramda kurduğum bağın temel sebebi. Ayrıca yaşamaya devam etmeyi bir başkaldırı olarak gören felsefesi de yine benim açımdan takip edilecek bir ilke. Yazarın cinayetle ilgili görüşleri hakkında biraz daha ayrıntı görmek isterdim. Bu konuya yaklaşımını Yabancı romanında kurmaca karakter üzerinden verse de gerçek görüşlerine ulaşmak güzel olurdu. Sonuç olarak, Camus'yü kısa yoldan anlamak ve felsefesinin özüne inmek için başarılı bir kitap diyebilirim.
En basta Camus'nun hayati, sonra onun felsefesi, en sonda da Camus'nun mirasinin anlatilmasi kitap formatinda bir Vikipedi makalesi hissi veriyor. Konsept ilginc olabilirdi aslinda ama maalesef Camus'nun felsefesinin anlatildigi kisim oldukca sulandirilmis. Arada sirada pekistirme amacli fakat oldukca gereksiz miktarda kelime tekrari yapildigi gibi fikirler de kendilerini cok fazla tekrar ediyor. Buna ragmen Camus'nun sadece intihar ve sanat uzerindeki dusuncelerinden bahsedilmis. Absurt kelimesi havada ucustugu halde tanimi verilmemis ve ne oldugu ustunkoru bir sekilde aciklanmis. Camus'nun felsefesinin bu kadar merkezinde bir konseptin bu kadar havada kalmasi beni sasirtti.
Camus ve varoluşçuluk okumalarıma yeni bir bilgi kırıntısı ekler umuduyla... Ama oldukça basit ve eksik bir okuma oldu. Başkaldırıyorum, o halde yokluğa da baş kaldırıyorum gibi bir anlam çıkmış nedense Nietzsche'ye göndermelerle de tabii ama çok havada kalmış, sanki Camus değil, bir ergenin anlam arayışı yahu... Çok hafif kalmış.... Camus'yü kapsamak isterken, herşeyin dışında kalmış....