Kayıp Kitaplar Kütüphanesi’nde İlk Türkçe Gotik Roman – ilk defa latin harfleriyle –
“Evvela benim deli olmadığıma emin olmalısınız. Akıl sağlığım tamamen yerindedir. Hiçbir hastalığım yok ama ihtiyarım. Ah gücünü tüketmenin en üstünde olan bir ihtiyar, bütün ihtiyarların ihtiyarlığından daha fazla ihtiyar... Kaç yaşındayım? Seksen? Yüz? Yüz yirmi yaşında mıyım? Bunun aslını bilmiyorum. Bu husustaki hissimi aydınlatmaya yarayabilecek hiçbir şey yok. Ne yazılı bir vesika, ne hatıra, ne şahit! Çünkü ancak birkaç günden beri ihtiyarım.”
Selim Nüzhet Gerçek’in Claude Farrère’in La Maison Des Hommes Vivants eserinden uyarladığı bu eser, edebiyatımızın neredeyse hiç anılmayan kayıp bir eseri. İleri gazetesinde tefrika edildikten sonra 1922 senesinde basılan Canvermezler Tekkesi, edebiyatımızda korku türünde yeni bir keşif. Bu eserin basımına değin bu olağandışılıkta ve bu kadar net biçimde gotik unsurlar içeren bir Türkçe roman olmamıştı.
Selim Nüzhet Gerçek (1891-1945), Türkiye bibliyografyasının kurucusu, yazar, gazeteci, çevirmen, tiyatro araştırmacısı ve matbaacı. Türkiye’de gazetecilik, matbaacılık ve kitap basımının tarihine ve geleneksel Türk tiyatrosuna dair ciddi araştırmalar yapan ilk kişidir. Basma Yazı ve Resimleri Derleme Müdürlüğü’ndeki çalışmaları ile tanınır. 1891'de, Mahmud Celâleddin Bey ile Emine Neyyir Hanım’ın oğullarından ikincisi olarak İstanbul’da, Rumelihisarı’nda doğdu. Babası Mahmud Celâleddin Bey, II. Abdülhamid devrinde Hazîne-i Evrâk, İnsâniyet ve Cerîde adlı dergileri yayımlamış bir aydındır. Annesi Emine Neyyir Hanım, Tepedelenli Ali Paşa’nın torunudur. Selim Nüzhet'in ağabeyi ise, Cumhuriyet dönemi romancısı Abdülhak Şinasi Hisar'dır. İsviçre'deki öğrenimini 1914'te tamamladı ancak I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine, savaş koşulları nedeniyle 1921’e kadar Türkiye'ye dönemedi. Bu süre içinde Fransa, İngiltere ve İtalya’dan sınır dışı edilerek İsviçre'ye gelen Cenevre, Lozan ve Neuchâtel kentlerindeki Türkler ile ilgilendi, aynı zamanda edebiyat ve tiyatro çevrelerine girdi. Türkiye'ye döndükten sonra Yarın mecmuası (1921-1922) ve İleri gazetesinde (1922) yazılar yazmaya başladı. Kısa bir süre Dârülbedâyi’de tarihî oyunları sahneye koydu (1923). Cumhuriyet’in ilânından sonra gazetecilikten ayrıldı ve öğretmenliğe başladı. Robert College’de on yıl Türkçe ve tarih öğretmenliği yaptı. Bu yıllarda öğretmenlik dışında tiyatro sanatı, matbaacılık, Türk el sanatları üzerine araştırmalar da yaptı ve çalışmalarını çeşitli yayın organlarında yayımladı. Örneğin 1928 yılında, Türk matbaacılığının 200. yıldönümü dolayısıyla, Tanzimat'a değin Türkiye'de açılan basımevleri üzerine bir sergi düzenledi ve Türk Matbaacılığı 200. Sene-i Devriyesi Münasebetiyle adlı kitabı yayınladı. 1938'de genişletilmiş ikinci baskısı yayınlanan bu kitap, Türkiye’de matbaacılığın tarihine ilişkin ilk eserdir. 1931'de, Takvim-i Vekayi’nin çıkarılışının 100. yılı vesilesiyle, kişisel koleksiyonundan oluşan bir sergiyi Galatasaray Lisesi'nde açıp ilk 50 yıla ait gazetelerin tümü ile, ikinci 50 yıla ait gazetelerin bir kısmını sergiledi ve Türk Gazeteciliği 1831-1931 adlı bir kitap yayınladı. Galatasaray Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarından itibaren geleneksel tiyatro ile ilgilenmiş, 1930'lardan itibaren bu çalışmalarını yayılamıştır. Geleneksel Türk tiyatrosunu tanıtan Türk Temaşası (1930) isimli eseri bu alandaki ilk çalışmalardandır. 1933’te, Maarif Vekâleti tarafından Cumhuriyet’in onuncu yıldönümü için Ankara’da açılması planlanan Neşriyat Sergisi'ni düzenlemekle görevlendirildi. Ankara Lisesi'nde açılan bu sergide son beş yılda yeni Türk alfabesi ile basılan kitaplar sergilendi. Selim Nüzhat Bey, sergilenen eserlerin bibliyografyasını hazırlamak işiyle de görevlendirildi. Türkiye bibliyografyası, Türk harflerinin kabulünden Cumhuriyetin onuncu yılına kadar, 1928-1933 adlı eseri meydana getirdi ve Milli Eğitim Bakanlığı bu eseri İstanbul Devlet Matbaasında bastı. Soyadı Kanunu çıktığında, ağabeyinin soyadı olan Hisar soyadını almak yerine, İstanbul’da ilk itfaiye teşkilâtını kuran Gerçek Dâvud Ağa’ya sempati duyduğundan ve onun yaptığı gibi memlekette herhangi bir işin Gerçek Davud'u (ilk kurucusu) olmak idealini taşıdığından, "Gerçek" soyadını aldı. Derleme Müdürlüğü görevini sürdürmekteyken, kendisine İstanbul Belediyesi Şehir Müze ve Kitaplığını düzenleme ve yönetme görevi de verildi. Bu görev kapsamında, Atatürk'ten anılar taşıyan eşyaların depolandığı, Halaskargazi Caddesi'ndeki Atatürk Evi'ni İstanbul Şehri Atatürk Müzesi'ne dönüştürerek ziyarete açtı. 12 Aralık 1945’te Abdullah Cevdet’in Cağaloğlu’ndaki İçtihad Evi’nde beyin kanaması geçirdi. Kaldırıldığı Yerebatan Sağlık Yurdu’nda öldü. Cenazesi Topkapı semtindeki Merkezefendi Kabristanı’na defnedildi.
Merve Köken'in araştırmaları sırasında bulduğu, dilini Osmanlıcadan Türkçe'ye çevirip sadeleştirdiği eser "Canvermezler Tekkesi" 1900'lerin başında Selim Nüzhet Gerçek tarafından kaleme alınmış uyarlama bir kitap. Türkiye'de korku, Gotik üzerine çalışanların, üretenlerin, araştırma yapanların muhakkak göz atması gerektiğini düşünüyorum. Bu eseri bizlere kazandıran sevgili Merve'ye de ayrıca teşekkür ediyorum.
Güzel bir kitap. Böyle "kayıp" bir kitabın şans eseri denebilecek şekilde keşfedilip hayata döndürülmesi çok iyi olmuş. Esasen yabancı bir eserin Türkiyeye uyarlanması olan kitabı günümüz diline çeviren Merve Köken de çok başarılı bir iş çıkarmış.
Kitap fazla uzun değil, aslına bakarsanız daha da kısa yazılıp, uzunca bir öykü olarak da sunulabilirmiş en başta. Karmaşık olmayan, duru bir anlatı var. Pek üzerine durulabilecek bir korku boyutu yok, gizem ise eh işte. Daha çok edebiyat tarihimiz açısından, türün tarihi açısından önemli bir kitap. Ben severek okudum, yayınevini ve kitabı günümüze kazandıran Merve Köken hanımı kutlarım.
Bu kitabın aslı Farrere'nin Le maison des hommes vivants kitabıymış. Gerçek bize göre uyarlamış. Adı bence şahane, aslının adından da güzel. Yaşayan İnsanlar /Ölüler yerine Canvermezler kelimesini kullanmak bence muazzam buluş. Kitabı kendi içinde değerlendirmek gerekir, günümüzden yüz sene önce yazıldığı için konu son derece basit kaçıyor çünkü. Ancak hikaye iyi kurulmuş, bizim kültürle de güzel harmanlanmış bir gotik öykü. Sıkmadan okutuyor kendisini, bilim mi büyü mü ne olduğu belirsiz bir beden ve ruh çalma, onun enerjisini emme konusu işlenmiş. Kitap aslında epeydir Osmanlıca arşivlerinde kayıpmış. Kendisine tesadüfen rast gelen ve onu günümüz Türkçesine Latin harfleriyle kazandıran Merve Köken'e de buradan teşekkür etmek isterim. Köken'le yapılmış lezzetli bir söyleşinin bağlantısını da aşağıya bırakıyorum:
Gotik ve korku edebiyatını seven her okura öneririm.
Akıcı, sürükleyici, keyifli bir eser.
"İlk önce birbirimizi bir sonsuzluk için istiyorduk. Halbuki altı ay sonra birbirimizi aldatır, birbirimizden intikam alır, nefret eder, unuturuz. Bütün bunları biliyorum. Ama ne zarar var? Birbirimize sonsuzluğu vadettiğimiz zamanlarda herhalde samimiyiz. Birbirimizin yalnız bir "bütün" teşkil ettiğimizi düşündüğümüz zamanlarda samimi, özü doğru adamlarız. Insan bu zamanlar hayatının yarısını oluşturan öteki bölümü kaybetmektense ölümü kendisi kabule razı olur. Sevdiğini kurtarmak için ölümden çekinmez. " sf 46
Fransız edebiyatından uyarlama, Türk edebiyatının ilk gotik eseri. Delüzyonel ve manipülatör erkekler birbirini öldürmeye çalışıyor. Okuması keyifliydi.
Yazıldığı dönem itibariyle çok değerli bir eser. Türkçe korku yazınına da aynı oranda değerli bir katkı. Açıkçası uyarlandığı orijinal eseri de merak ettirdi bana.
Geçen yüzyıl başının insanları , mekanları arasında bir gizem hikayesi. Selim Nüzhet Gerçek , Claude Farrere’den uyarlamış olsa da , arada geçen mekanlar ve insanlar sayesinde tanıdık bir hale geliyor. Dönemi için muhtemelen alanında ilklerden kısa bir roman denebilir. Bu arada hikayeden bağımsız bir yerlerde ne için yaşam, nereye kadar yaşam , neye karşılık yaşam sorularını da hafiften akla getiriyor.
Okumuş olmaktan mutluluk duyduğum, Merve Köken'in Osmanlıca dan Türkçe ye çevirdiği bu Gotik roman, zaman zaman Bram Stoker'ın kaleminden çıkan Dracula yı anımsattı. Anlatı ve anlatıcı açısından, Jonathan Harker'ın, Kont Dracula'nın şatosunda (himayesinde ve aslında hipnotik tesiri altında) yazdığı güncelerini andırıyor. Her iki romanda da anakarakterler oldukça naif ve kırılgan erkekler ancak, Gerçek'in romanında, iç dünyasını daha yakından öğrendiğimiz bir anlatıcı-karakter aracılığı ile gizemli olaylara dahil oluyoruz ve bu özelliği ile hikaye daha da inandırıcı bir haş alıyor.
Okurken, kendinizi bu sır perdesinin cazibeli akışına bırakın ve Ali Nail Bey'in bu içten anlatısının tadını çıkarın.
Türkçe ilk gotik roman olması ve yazıldığı dönem itibariyle oldukça başarılı buldum,yazar Abdülhak Şinasi Hisar'ın kardeşi.Roman Sarıyerin hemen tüm semtlerinden bahsetmesi ile kalbimde yer etti,o kadar nahif bir dili var ki okurken çok keyif alacağınıza eminim.
Karakarga Yayınları'nın güzel bir serisi var. Kayıp Kitaplar Kütüphanesi ismini verdikleri bu seride tarihin tozlu raflarında kaybolmaya yüz tutmuş bilimkurgu,fantastik,korku,polisiye tarzlarındaki kitapları Türkçe'ye çevirip dilimize kazandırıyorlar. Bu tarz kitapların unutulmaya yakınken bu şekilde dillere kazandırılması bence çok kıymetli. Bu tarz eserlerin daha da gün yüzüne çıkması gerekir. Bu seriden daha önce Yeni Kristal Dünya adlı 1600lü yılların sonunda yazılmış bir ütopya kurgusu okumuştum ve o yıla göre oldukça yenilikçi bulduğum bir çok şey vardı eserde. Bu tarz eserlerin de zamanında yazılmış olduğunu bu şekilde öğrenmek güzel oluyor. Canvermezler Tekkesi ise bu seriden okuduğum ikinci kitap oldu. Bu kitap ise Yeni Kristal Dünya'dan tarz olarak da yazım olarak da farklı. Fransa'da yazılmış bir eserin Türkçe'ye uyarlanmış versiyonuyla gazetelerden tefrika edilmiş ve tarihe karışmadan Karakarga bu eseri dilimizde tutmayı başarmış.
Canvermezler Tekkesi, içeriğinden dolayı Türk Edebiyatı'nın ilk gotik eseri kabul ediliyor. Gerçekten de gotik edebiyat dünyayı 1800lü yıllarda inanılmaz sarmışken Türkiye'de bu tarz eserlerin Hüseyin Rahmi Gürpınar ile geldiğini düşünen insanlara bu kitap güzel bir örnek olmuş. Bir uyarlama eser olan Canvermezler Tekkesi'nde balıkçılık yapan arkadaşlarına yardıma giden bir baş karakterimiz var. Bu karakterin adı Ali Nail Bey ve çok sevdiği bir aşkı var Meliha adında. Bir gün Meliha'dan haber alamıyor ve Meliha adada bir yere gittiğini ama neden gittiğini hatırlamadığını söylüyor ve daha sonraki günler Nail Bey, Meliha'yı göremiyor. Bu balıkçı işine giderken atıyla yoldan sapıyor ve çok tekinsiz, inin cinin top oynadığı bir tepeye geliyor. Öyle ki at bile daha sonra kaza yapıyor ve ölüyor. Ali Nail Bey bu tekinsiz yerde Meliha'yı görüyor akşamın karanlığında ama o Meliha kendi Meliha'sı mı acaba? Çünkü ruhsuz ve duygusuz bir kadın var karşısında tıpkı hayalet gibi. Bunlarla kafası allak bullak olan Ali Nail Bey'i yaşlı bir adam buluyor ve geceyi geçirmesi için oğlu ve babasıyla yaşadıkları bir tekkeye getiriyor. Adam oldukça yaşlıyken bir de bu adamın babasının hayatta olması çok tuhaf geliyor adama. Aslında bura sıradan bir tekke mi, burada neler dönüyor; bu tekinsiz yerin olayı ne; bunları anlatıyor kitap.
Gerçekten tekinsizliği güzel yansıtmışlar eserde, orijinalini pek bilmiyorum ama Türkiye'ye göre uyarlamaları da hoş olmuş, daha doğrusu o sıralar Osmanlı Devleti'yken... Bu haliyle başarılı bir aktarım olduğunu söyleyebilirim. Okurken o tekkenin karanlığını, iç gıcıklayıcılığını ve kasvetini hissettiriyor yazar size. Bu yönüyle gotik bir eser denebilir zaten. Bunun yanı sıra az sayfa sayısı ve kolay okunabilirliği sebebiyle kısa sürede bitecek bir eser. Ben bu esere geçtiğimiz aylarda başlayıp yarılamıştım fakat sonra kendimi tam veremediğim için tekrar en baştan başlayarak bitirdim. Bu sefer benim için verimli bir okuma oldu ve bu topraklarımızda geçen gotik eseri okumak dönem şartlarına ve yansıttığı şeylere göre oldukça güzeldi. İç bunaltıcılığını yansıtması başarılıydı. Bunun dışında kurgusunda eksikler vardı bence, orijinali nasıl bilemiyorum ama bir yerleri eksik gibiydi ve bu hissi ben başından beri hissettim. Sonuna doğru tabii ki akıl dışı şeyler oldu ama bunlar eserin türüne göre normal şeyler çünkü gotikte fantastik ögeler de oldukça fazladır ama burada biraz daha fantastiğe kaçılmış gibi geldi. Paranormalden spiritüellikten çok fantastik gibiydi. Beni pek rahatsız etmedi bu durum ama farklı bir son isteyebilirdim sanırım. Yine de bu haliyle okumamdan keyif aldığımı söylemeliyim.
Bu seriyi takip etmeye devam etmek istiyorum. Benim için ortalama sayılabilecek bir kitaptı ama okuduğum için memnunum çünkü topraklarımızda geçen böyle tekinsiz öyküleri okumak da bana keyif veriyor ki normalde de gotik edebiyatı ve korku edebiyatını oldukça seven birisiyimdir. Bu tarz kitapları sevenler bence bu kitaba da bakabilir. İlk gotik Türk romanı olduğu için bir önceliği vardır her zaman.
Osmanlıca yazılıp bir araştırma sırasında keşfeden Merve Köken tarafından Türkçeleştirilen gotik roman. İsmi çok iyi düşünülmüş, tam bize uygun. Konu artık 100 yıl sonra klişe gibi gelse de zamanı için “ruhun hayat enerjisini çalan” kişiler çok iyi bir seçim. Zamanımızı düşünmeden okuyunca o zamanın içine alan, sürükleyici bir roman.
Uyarlama bir eser olan Canvermezler Tekkesi'nde gotik edebiyata dair pek çarpıcı bir yan ortaya çıkmıyor olsa da, Gotik tema içerisinde sıkça ele alınan ölümsüzlük fikrinin ele alınışı (ya da uyarlanışı) dikkat çekici. Bir dede, oğul ve torun üçlüsü, neredeyse kökhücre teknolojine benzer simya ögeleriyle süslü bir teknolojiyi kullanarak, bedenlerini diğer insanlardan aldıkları genç hücrelerle yeniliyorlar; yüzlerce yıl yaşıyorlar.
Diğer Gotik eserlerde ele alınan "genç ve ölümsüz" fikrinin karşısında sunulan "yaşlı ve ölümsüz" fikri, bu eser için belki bir ayırt edici vasıf olabilir. Ölümsüzlüğü ancak yaşlı bir kişiliğin kaldırabilmesi, ölümsüz birinin uyması gereken yaşam tarzı değişikliklerini bir gencin sürdürememesi mesela Dorian Gray'de de ele alınan bir konudur. Dorian Gray genç ve tanınma arzusunda biri iken çevresini değiştirmemesi ile deşifre olmuş, toplumun hakkındaki görüşlerinden etkilenir hale gelmişti. Canvermezler tekkesininin canvermezleri yavaş ve küçük şeylerden zevk alabilen yaşam tarzları ile uzun ömüre uygun bir hale gelmişler. Her ne kadar ana karakter için bu halleri faydalı olmasa da...
Yalan yok. Elime aldığım ilk an cinli minli bir hikaye sanmıştım. Çok şaşırtıcı, makul bir zemine oturan ölümsüzlük hikayesi ile beni şaşırtmayı başardı. Elbette ki bu ölümsüzlüğün içerisinde varoluş felsefesinin dalgalandığı bir deniz yok. Yazarın böyle bir kaygısı yok zaten. Claude Farrere'in kitabını okuduğunda aklına gelen bu hikâyeyi kaleme almış. Çok zorlayacak olursak kimseye zarar vermek istemeyen Hasan Baki ve tekke üyelerinin ölmemek için gençlerden hayat unsuru sömürmeye ihtiyaç duymalarının -her ne kadar yazar değinmese de- onlara hissettirdiği kötü hislerden bahsedebiliriz. Çünkü onlara göre bir ölümlü yaşamında "dakika dakika yaklaşan" ölüm fikri varken hiçbir şeyden zevk alamaz. Gün batımının o güzel manzarası onlarda ölüme bir gün daha yaklaştık hissinden daha fazlasını veremez. Bundan zevk alabilmeleri için ölümsüz olmaları gerek, ölümsüz olmaları için de gençlerden hayat çalmaları gerek. Hikâyeyi okuduğunuzda mutlaka beğeneceğinizi tahmin ediyorum. Yazarın hayatı, esinlendiği kitabın yazarının ülkemizle ilişkisi ve kitabın detaylı incelemesini kanalımızda paylaştım. Linki bırakıyorum. İyi okumalar
Öncelikle 'Kayıp Kitaplar Kütüphanesi' fikri çok güzel, serinin geri kalanını da vakit geçirmeden okumak istiyorum.
Kapağın tasarımı çok hoş, beni oku diyor, tabi ki 'İlk Türkçe Gotik Roman' ibaresi de sizi kendisine çekiyor. Kitap boyutu normal kitaplardan biraz küçük ama cep boylardan büyük. Puntosu da göz yormayan şekilde, keşke tüm kitaplar bu boyda basılsa, okuması çok rahat.
Kitaba gelirsek, yabancı bir eserden uyarlama olarak gazetede tefrika edilmiş. Sonrasında kitaplaşmış, latin harflerine de ilk defa aktarılmış.
İlk sayfalarındaki şu sözler okuyanı hemen etkisi altına alıverecek cinsten: "Ey yazdığım bu defteri okuyacak ve 'vaka'nın hikâyesini duyacak olanlar! Sakın ciddiyetimden şüphe etmeyiniz. Bahsedeceğim şey sizin hepiniz için de geçerli olan büyük bir tehlikedir. Okuyun anlayın ve inanın."
Hayat Ameleleri'ni, Canvermezler'in sırlarını merak ediyorsanız kesinlikle okumalısınız. :)
"Ve gittiği yer büsbütün karanlık, girdiği nokta mutlak bir karanlıktı."
osmanlıca aslını zamanında latin harflerine aktarmaya başlamıştım. 11inci bölüme kadar gelmiştim. dili asla zor değildi. sadeleştirmeyi de bu nedenle yersiz buldum. anlaşılması zor olmayan bir kitabı orijinal uslubundan yersizce uzaklaştırmak gibi geldi bana. üstüne üstlük (2.) baskıda birçok imla hatası vardı. bu anlamda kusurları bırakırsak bence olağanüstü bir kitap. türkçe edebiyat içinde kendine has, biricik, kulvarındaki sayılı eserden biri gerçekten. yabancı bir eserden uyarlamaymış. türkçe edebiyat için bu kadar yeni bir şey yapıp bu kadar iyi başarabilmesi belki eserin uyarlama oluşuna da bağlanabilir ama negatif bi eleştiri mahiyetinde söylemiyorum bunu.
Canvermezler Tekkesi’ni sabah ve gece olmak üzere iki seansta okuyup bitrdim. Arada Ad Vitam adlı diziye bakmam da ilginç bir tesadüf oldu 😉 Bu eseri günümüze kazandırdıkları için Merve Köken ve Kara Karga Yayınlarına teşekkür ederim.
Bu uyarlama eser yazıldığı dönemin oldukça ötesinde hissiyatı veriyor. Konusu ve işleyiş tarzının naifliği ise ayrıca hoşuma gitti. Orjinal eser ne kadar uzun bilmiyorum ama uyarlama daha kısa olabilirdi ama dönemin tasvir yoğun yazımını düşününce normal karşıladım. Uzun lafın kısası farklı ve döneminin ilerisinde bir hikaye okumak isterseniz tavsiye ederim.
Tarihi roman ve puslu hava seven okuyucuların bu romanı da seveceğini düşünüyorum. Selim Nüzhet Gerçek'in kurgusu bir yana, yağmur altında bata çıka yürüyor ve ormanın soğuk keskin havasıyla ciğerlerim yanıyor gibi hissettim okurken. Elimden de bırakamadım ve işi gücü bıraktım, yarım günde bitirdim kitabı. Edebi zevki değil de merakı tatmin eden, akıcı bir roman olduğunu söyleyebilirim.
Severek takip ettiğim tarihçi Ceren Sungur, Haziran ayı içerisinde nasipse Merve Köken'i konuk edecekmiş. E bunu duyunca ben de ödevimi yapmaya başladım :) Bir Hatıra-i Pejmürde ve Canvermezler Tekkesi bitti. Sırada var Sergüzeşt-i Kalyopi.
Kitabın ismini görünce daha farklı bir içerik sanmıştım. Biraz bilmeden aldım yani ama iyi ki almışım, çok güzel ve farklı bir kitap. Selim Nüzhet daha fazla okumalıyım diye düşündürttü bana. Merve Köken de çok güzel bir çeviri ve sadeleştirme yapmış.
Edebiyatımızın ilk gotik romanı. Tek solukta okunabilecek bir kitap, gayet akıcı ve heyecanlı. Kendi alanında güzel bir kapıyı aralamış ama edebiyatımız bu yolda aynı güzel adımlarla yürüyememiş.