Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsü. Kuşlar kadar özgürdü, açlığa mahkûmdu. Her şey için vakti vardı, hiçbir şeyin sırası değildi. Adı G idi, tam olarak bir adı yoktu. Eşi ve kızı vardı, hiç kimsesi yoktu. Meslek sahibiydi, şimdi vasıfsızdı. Arkadaşı yoktu, “ve sahneye K girer.”
Toplumların en eşitlikçi olanıydı, toplumların en adaletsizi. Ütopyaların vatanıydı, gerçeklerin ülkesi. Var oluşun anlamıydı, yok oluşun mekânı. Grero’nun devletiydi, Vozdi’nin nefreti. Değişimin planıydı, dönüşümün unutulmuşluğu. Adı reformdu, sanı devrim. Denetmenler cumhuriyetiydi, bir gizli örgütün karşı devrim düşüydü.
İnsan, türlerin en iyisiydi; toplum, türlerin en kötüsüydü. Hayatın en güzel günüydü, hayatın en kötü günüydü. Her şey devir saatinde hiçbir şeye dönüşürdü. Belki de Varlık ile Oluş arasındaki fark sadece bir Devir Saati meselesiydi.
Gültekin Karakuş kurgusu ve meseleleriyle ilk romanını aratmayan yeni bir romanla karşımızda. Soluksuz okuyup bitirdim yine. Dilerim bir sonraki kitabı için bu kadar beklemek zorunda kalmayız :)
Bizi biz yapan nedir? Kim olduğumuzu, yaşam tarzımızı neler belirliyor? Neden yaptığımız işi yapıyoruz? Statümüz nedir, neye göre belirlenir? Ve en önemlisi, başka bir dünya mümkün mü?
Bunlar, Devir Saati’nin sorduğu, daha doğrusu kendimize sormamızı istediği sorulardan sadece birkaçı.
İşin güzel tarafı ise, Karakuş’un bunları ağır ilerleyen, zor akan bir metinle değil, polisiye denebilecek bir kurgu içinde gerçekleştirmesi. Kitabı heyecanla okurken, yazarın kurduğu sıra dışı dünyayı merakla anlamaya çalışırken, sorular aklımızda kendiliğinden, doğal olarak beliriyor.
Devir Saati, Gültekin Karakuş'un ilk eseri Algı Kalesi’nden çok daha farklı gözükse de yine üzerine düşünmediğimiz bazı hayati meseleleri ele alması ve sorgulamasıyla aslında aynı çizgide bir kitap. Algı Kalesi birey ve bireyin hayatının anlamı üzerine odaklanmışken, Devir Saati’nde mercek toplum ve toplumsal işleyişin üzerine çeviriliyor.
Kabullendiğimiz ve değiş(e)mez olduğunu varsaydığımız kavramları ve kalıpları sorgulamaya davet ediyor bizi Devir Saati.
Ezber bozan bir kitap okumak isterseniz, Devir Saati’ni öneririm.
Bu distopik roman, felsefi metinle bütünleşip polisiyeye evriliyor. Çok ilginç, değerli okur arkadaşlarım. Mevzu şu, doktor hastanede görevli temizlikçi ile yer değiştiriyor, çoban iş adamıyla veya evsiz heykeltraşla. 4 senede bir devrediyolar işlerini. Böyle bir toplum düşünün; avukat çöpçü olabiliyor ya da evsiz, zengin. Bir hayli enteresan. Kavram, iddia, karşı iddia, gerekçe, açıklama, problem, eleştiri öğeleri arasında pinpon topu gibi sekti aklım. Okuyunca görürsünüz. Yazarın bu kitabını bir önceki kitabı kadar sevdim, çok sevdim.
"Ezcümle mantığın çıkmaz sokağındayız. Daha fazla düşünmek işe yaramaz ama eylemsel olarak bu kargaşadan kurtulabiliriz. Az önce size gerçek niyet önemli dediğimde beni anlamış olmalısınız."
"Herkesin eğitimli olması hiçbir şeyi değiştirmez. Ben zihin yapısından bahsediyorum, muhakeme kuvvetinden, yaratıcılıktan. Senin dediğin eğitim bir alt seviye belirler ama üstteki sınırı aşmaya yetmez. Üst sınırı insanın ancak kendisi aşar."
Bir toplum düşünün ki bu toplumdaki bireylerin her biri dört yıllık zaman dilimlerinde iyi, kötü, vasat ve sanat devirlerini yaşıyor. Bu devirlere göre meslek sahibi oluyorlar ve toplumdaki eşitlik ve adaletin bu şekilde sağlanacağına olan sarsılmaz bir inanç var.
Sarsılmaz bir inanç mı var dedik az önce? Sarsılır, elbet sarsılır; çünkü "karşıt devrim"e inanan birtakım insanlar bu devirlere isyan etmek için ağır ve sessizce dört bir koldan ilerliyor.
Kaderinizi elinizde tuttuğunuzu ve her şeyin sizin iradeniz dışında geliştiğini düşünün ve eşitliğin aslında sadece tembellere yaradığını. Bu durumda ne yapmanız gerekir? Buyurun, cevaplar kitabın içinde gizli.
" Herkesin eğitimli olması hiçbir şeyi değiştirmez. Ben zihin yapısından bahsediyorum, muhakeme kuvvetinden, yaratıcılıktan, diğerlerinden her daim daha üstün olma durumundan, doğuştan gelen eşitlenemez farklılıktan. Senin dediğin eğitim bir alt seviye belirler ama üstteki sınırı aşmaya yetmez. Üst sınırı insanın ancak kendisi aşar. "
Okuduğum en iyi Türkçe yazılmış distopya diyebilirim. Enfes göndermeler var kitapta. Şu anki sosyoekonomik durumumuza yıllar yıllar sonra baksak ne deriz hakikaten diye çok düşündüm bu kitabı okurken. Yaşadığımız ya da yaşadığımızı sandığımız her anı bir kez daha düşünmemizi sağlıyor sanki kitap.
Eğer bir kişisel manifesto yazmak istersem bir gün bu kitaptan alıntılar mutlaka olur. Mesela şöyle; "Ben sadece bugünü yaşarım ve bugüne hükmederim. Gelecek için şimdinin yoksunluğunu asla kabul etmem. Ben cennet yanılgısıyla yaşamayan ve şimdinin cehenneminden çıkmak isteyen bir adamım."
Mutlaka okuyun, okutun, tavsiye edin, hediye edin. Tek kelimeyle kusursuz bir kitap.
Bir dis-ütopya evreninde geçen hayat döngüleri ve kurulu düzenin karşıtlarının pek de adil olmayan bir sonuca ulaşan mücadelesini anlatan bir kurgusu var kitabın.
Yazarın ilk kitabı olan Algı Kalesi'ni de büyük bir keyifle okumuştum. Bu kitabını da severek ve ilgiyle okuyup bitirdim. Kitabın sonunda yazarın eserini 8 yılda tamamladığını görüyoruz. Keşke daha üretken olabilse. Belli ki yazar şu an yazarlık rotasyonunda değil. Bir sonraki rotasyonunun yazarlık olmasını diliyorum.
Güzel bir konudan öteye geçemeyen bir eser oldu benim için. Karakter veya mekan isimlerini kitaplarda tek bir harf ile tanımlamak bana nedense gereksiz geliyor. Bunun dışında kitap ilgi çekici bir konu yakalayabilmiş fakat polisiye ögeleri kitaba uymadığını düşünüyorum. Sıkıcı bir okumaydı benim adıma.
It was a work that could not go beyond a beautiful subject for me. For some reason, it seems unnecessary to me to define the names of characters or places with a single letter in the books. Apart from that, the book was able to capture an interesting subject, but I think the detective elements do not fit the book. It was a boring read for me.