Keyfekader Kahvesi, genc yazar Aykut Ertugrul'un ilk oyku kitabi. "Omer Seyfettin Hikaye Odulu"ne de layik gorulmus kitap oyku sanatinin teknik imknlarini sonuna kadar kullanan oykulerden olusuyor. Rahat yazilmis hissi uyandiran, zeka yuklu oykuler bunlar. Ote yandan yazarin beslendigi koklere dair ipuclari veren, duyarliligiyla kafa karistiran, kalp burkan oykuler. (Tanitim Bulteninden)
1981 doğumlu. 2009-2011 yılları arasında arkadaşlarıyla Yumuşak Ge dergisini çıkardı. 2008’den bu yana çeşitli dergilerde öykü ve yazıları yayımlanıyor. Hâlen Post Öykü dergisinin yayın yönetmenliğini yürütüyor. Keyfekader Kahvesi isimli ilk öykü kitabı, 2011 yılı Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’nü aldı. Mümkün Öykülerin En İyisi isimli ikinci öykü kitabı, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2013 yılının en iyi hikâye kitabı seçildi. 2016 yılında Korkut Ata Ne Söyledi (Güray Süngü ile birlikte), 2018 yılında Acâibü'l Mahlûkât isimli kolektif öykü kitaplarını yayına hazırladı. 2018 yılında Necip Fazıl Hikâye-Roman Ödülü’nü aldı.
Geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan “Keyfekader Kahvesi” modern Türk öykücülüğünün başarılı bir temsili olmanın yanısıra konu ve tema seçimlerinin çeşitliliğinin yanında biçimsel zenginliği ve içtutarlılığı ile göz dolduruyor.
Borges ‘Yolları Çatallanan Bahçe’de “Varoluşun, rüya görmenin ve oyun oynamanın temelde aynı şeyler olması ona nice unutulmuş mısralar esinlemiştir” der. Öykü çerçevesinde düşündüğümüzde de, bu temel üçlünün hikayenin de temel kurucu kaynaklarından olduğu da söylenebilir. Varoluşun gerçekçi yaklaşıma, rüyanın sembolist ve hatta fantastik tavra ve oyun oynamanın da postmodernist kurgu oyunlarına tekabül ettiğini de düşünebiliriz böylece. Aykut Ertuğrul’un öykülerini de zihnimizde kategorilendirmeye çalıştığımızda bu üçlünün işe yaracağını söylemek yerinde olacaktır. Varoluştan kastımız insanlık hallerine tekabüliyet olarak algılandığında Ertuğrul’un öykülerinde insanın en temel hissiyatlarından olan yalnızlık, ölümsüzlük tutkusu, aşk, içindeki şeytanla yahut kötücül cinle mücadele, kendine emin bir yer arayışı ve kıskançlık gibi temalara rastlıyoruz. Bunlardan bahsederken de yazar basite kaçmayarak ve olabildiğince özgün yaklaşım ve kurgulardan faydalanıyor. Örnek vermek gerekirse, “Açlık” adlı öyküsünde karakterin zihninin içinde yaşayan ve ona sürekli bencilce telkinlerde bulunan bir bitle karşılaşıyoruz. Karaktere aç olduğunu, çok aç olduğunu hatırlatan ve onu ikna eden bu bit, onu modern bir Raskolnikov’a dönüştürüyor. Ya da, ordudan kopamamış bir emekli albayın hazin hikayesini Borçlar Kanunu’nun bir maddesi üzerinden okuyoruz. Rüya görmeninse, Ertuğrul’un öykülerinde fantastik yahut büyülü gerçekçi bir dünyaya açıldığını rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Kitabın en güçlü öyküleri de bu tarzdaki “Karanlık Derenin Laneti” ve “Keyfekader Kahvesi” bize göre. Örneğin kitaba adını veren “Keyfekader Kahvesi” fal imini icra eden bir kahvecinin yanına aldığı çırağa sanatını öğretmesi, bu sanatla baktıkları fallarla insanların kaderlerini değiştirmeleri ve fakat kendilerinin de belli bir kadere yazgılanmış olduklarını görüyoruz. Trajik olan da burada başlıyor. Zaten fantastik öykülerin mitlerden ve masallardan beslendiğini göz önünde bulundurduğumuzda, karşımıza trajik kahramanlar çıkar: Esrarengiz ve Anadolu efsanelerine benzeyen “Karanlık Derenin Laneti”nden alıntılayacağımız şu cümleler meramımızı daha iyi anlatmamızı sağlayacaktır: “Ben: Kâtip ile Kara Köpeğin can düşmanı, talebesi, muhafızı, yareni; tekrar edile edile değersizleşmiş bir fedakârlığın biçare kahramanı, ne katili ne maktulü hayatta olan bir kan davasının son kurbanı... İşte hamlemi yapıyorum!” Böylesi ikircikli bir yazgıya mahkum olan baş kahramanlar yalnızca kitaptaki fantastik öykülerde değil, diğer öykülerde de görebileceğimiz genel bir karakteristik. Oyun oynamaktan kastımızsa öykülerin bir diğer karakteristiği olan postmodern anlatım tekniklerinden ve yine bu tekniğin getirdiği oyunlu kurgulardan, metinlerarasılıktan, göndermelerden ve alıntılardan faydalanıyor oluş. Metnin kendi üzerine kapanması, kendi anlam dünyasını yaratması yahut birbirinin kuyruğunu yakalamış yılanlar gibi döngüselleştiği kurgular sıkça karşımıza çıkıyor bu tavırda. Ertuğrul da öykülerinde sıkça başvuruyor bu oyunlara, “Ay”, “Kusursuz Sessizlik”, “On Emir” gibi öyküler tam da bu kıstasları bünyesinde barındırıyor. Postmodernizmle gelen kadim bir konu var, neredeyse tüm öykücüler ve romancılar bir şekilde bu konuyu yazıyorlar: Yazarın yazdığı karakterin canlanması, karekterin yazarın onu yazmasını beklemesi. Hatta filmi bile çekildi bunun: “Stranger than Fiction”. “Kusursuz Sessizlik”i bu bahiste örnek verebiliriz sanıyorum. Kusursuz Sessizlik” de böyle bir öykü. Özgün katkı ise sanıyorum öyküde kimin kimi yazdığının öykünün sonunda belirleniyor oluşu. Yine de, Ertuğrul’un bu klişe temadan nasibini aldığını söyleyebiliriz. Özgün ve yetkin ürünlerinin yanında “Kusursuz Sessizlik”in vasat bir postmodernist öykü olduğu kanısındayız. Ancak Hz. Yusuf kıssasına göndermelerde bulunan “Ay”, kıssayı yeniden yazıyormuş gibi görünürken sonunda herkes Hz. Yusuf değildir mesajı vererek hem okuru şaşırtan bir oyun yapıyor, hem de insanlık durumuna dair keskin bir gözlemde bulunuyor. Yine “On Emir” adından da anlaşılabileceği gibi on emire atıfta bulunurken Musa ve Hızır göndermeleriyle aslında bir akıl hastasının hikayesini anlatıyor. Yine, “Çekiç” adlı öykü Sartre’dan “Bir çekici, bir sandığı çakmakta ya da komşunu gebertmekte kullanabilirsin” alıntısıyla açılıyor ve burdan hareketle duvara bir resim asmak, karşısına geçip Bach dinleyip cigara tellendirmek isteyen adamın gürültüden dolayı kapıya gelen komşularını çekiçle öldürdüğü bir kurguya dönüşüyor. Aykut Ertuğrul’un öykülerinin de Borges’ten alıntıladığımız cümleyle paralellik arz ettiğini göstermeye çalıştık. Varoluş, rüya ve oyun oynama Ertuğrul’a da nice öyküler esinlemiştir diyebiliriz. Ancak bunların unutulmuş öyküler olmayacağından eminiz zira anlatımdaki ustalığı, içtutarlılığı olan incelikli metinler ortaya çıkarması, biçimsel ve tematik zenginliğiyle “Keyfekader Kahvesi” ilk kitap olmanın çok ötesinde bir eser.
Sanki aynı öyküyü defalarca okuyormuşsun gibi geçiyor tüm kitap. Tek bir kahraman yaşayabilir tüm öyküleri. Benzer konseptlere, benzer kahramanlar... kimi öyküler ilginç ama genele yansımıyor bu ilginçlik. Akılda kalacak bir kaç cümle dışında unutulası bir kitap.
Kitapta kendim yazsam bir kitabıma dahil etmeyeceğim öyküler var. Çok kolay ve merakla okunuyor, neredeyse dün ve bugünkü boşluklarım sırasında, ki buna mesela namazın sünnetiyle farzı arasındaki süre de dahil okudum. Kitaptaki en iyi öykü Ariyet'ti, gerçek bir trajediye değindiği için. Kitapta diğerlerinden daha iyi olarak işaretlediğim öyküler ise şöyle: "On Emir, Açlık, Sır, Hep aynı bank, Kusursuz sessizlik" Diğerleri kaale dahi alınacak öyküler değil. O sebeple eleştirileri bu öykülere yöneltmeliyim.
Kendimden biliyorum, edebiyat taliplerinin hiçbiri kelimenin tam manasıyla deli olmadığı için, deliler üzerine yazmak yazara gereğinden fazla bir özgürlük sağlıyor. Ama piyasada çok olduğundan kotarılması zor. On emir şöyle böyle kotarmış durumu. Gülme diyince güldüm ben, sanırım hedeflenen de buydu :)
Açlığın içeriği Suç ve Ceza'dan, başlığı Hamsun'dan, özgün yanı hafif bir şizofrenik çeşni.
Sır bir sarmal kuruyor. Hafif Borgesvari. Yılan acaba Gılgamış'tan mı alınmış bilmiyorum.
Hep aynı bank okuduğum yerin Karanfil sokak yakınlarında olmasının da bir etkisiyle beraber çok keyifli bir öyküydü. Ama Ankara'ya hiç uğramayanlar için fazlasıyla muğlak.
Kusursuz sessizlik, yine Borgesvari bir birbirini yazan iki yazar döngüsü üzere. Genel olarak vasat bir öykü, hatası da yok parladığı nokta da. Ama kapısından kilidi açmaya uğraşan birinin sesini duyan karakterin kendi kendine "Evimi bilen arkadaşım da yok ki" demesi fena halde amatörceydi.
Kitabın iki yerinde belden aşağısı felçlilik, iki sefer de bir köpek tarafından kovalanmaya rastladım. Bu elbette bir şey ifade etmiyor, ama Aykut abi'yi bir daha görürsem soracağım, büyük ihtimal bu ölçekteki kitapta bu sıklık dahi tesadüf değildir.
Kitaptaki öykülerin en büyük yanılgısı, gizem unsurunu okuyucunun karakterin kim olduğunu anlayamaması, karakterin ne yapıyor olduğunu anlayamaması üzerine kurması. Bu gibi öykülerin ikinci sefer okunması için hiçbir sebep kalmıyor ortada. Daha kaliteli öykülerde karakter de içinde bulunulan gizemin bir parçası olmalıdır, biz onun kim olduğu yerine, onun merak ettikleriyle ilgilenmeliyiz, özdeşleşebilmeliyiz. Gizemin daha profesyoneli bu şekilde inşa edilir. Aksi halde sadece okuyucuyu konuya yabancılaştırma elde edilir, bu da öykülerin en fazla beş sayfa olmasını açığa çıkarır, çünkü bu gibi bir mesafeyle daha fazlasına katlanma mümkün olmaz. Kendim de bu tip gizemler denedim ve bir süre doğru olanın bu olduğunu sandım, o sebeple söylüyorum.
Takdir edilir ki, Aykut Ertuğrul'un başarısı genelde verili olarak alınan bir şey. Beğenmeyerek ukalalık ettiğim zannedilebilir diye söylüyorum: Beğendim. Ama amaç düşünülmeli. Buradaki Albay karakterinden başka herhangi bir karakteri meselâ beş ay sonra hatırlayabileceğime kâni değilim.
Bu arada kitabın ismi, Keyfekader kahvesi, ilk öykünün de adı ve ilk öyküyü çok iyi özetliyor. Bunun dışındaki öykü ismi seçimlerini çok başarılı bulmadım. Kitabın en iyi öyküsü olarak nitelediğim Ariyet'de bile, öykünün isminin içeriğe yamanması başarılı değil.
daha önce yazdığım görüşün beni rahatsız etmesi neden diye düşünüyorum. Çünkü okurken çok keyif aldım. Çünkü ben Kader filmini izlediğim gece rastgele elime aldım bu kitabı, film bitmedi gibi geldi. Kahve falına bakılan öyküdeki mistik hava, zihnimdeki imgelem kahve tadındaydı, acı ve haz. şu yazarın karakterini aradığı hikayede çok etkilendim. hatta üçüncü boyut olarak seni de bir yazan var yazar dedim kendi kendime. eğlendim anlayacağınız. öykü bu. deneme ve makaleler arasından öyküye geçince kolaylık hissediyorum. kitabın sürüklemesi değil aslında yormaması bu bana göre. ha bu arada on emir öyküsü de hayli sağlamdı. teknik bilmeyen bir okur olarak, bu kitabı okurken mutlu ve rahattım. raflardan ara ara alıp bakacağım bir kitap.
Reis ne yazsa okurum ama şimdilik tek bu kitabını okudum ve bitirince gelen o tuhaf bir eğlenmiş ve yaşanmışlık hissinden dolayı tüm kitaplarını da aldım. Bence kendine ait bir üsluba kavuşmuş bir öykücümüz.