Galata Kulesi’nin akbabayı andıran gölgesi. Bıçak parıltıları, şarap kokuları, sarhoşların koynunda yattığı eğri büğrü sokaklar, bükülen kaytan bıyıklar, kadı neferlerinin ayak patırtıları, külhani topuk vurmalar, başlayan ve biten efsaneler, zorbaların kanunu, kanunun falakası…Sultan Süleyman Han’ın saltanatının son senelerinde, zorbazların ipinin ucunu çoktan kaçırmış Kara Şaban Ağa, zorbazlığa namzet Mansur, simyaya tövbeli meyhaneci Panayot, insan kaçkını ve daim karanlıkta yürüyen Ayı Osman Ağa, zorbazların rüzgârında savrulan Roza ve bir nice tılsımlı, efsunlu, ürpertili mekân ve mavra…Yedikuleli Mansur, Pangea Kitaplığı’na önceki baskılarda bulunmayan Kanlı Pençe adlı tamamlayıcı öyküsüyle beraber geçiyor. Kısmen korkulu, ziyadesiyle fantastik ve tarihi bir sergüzeşt…“Kurt âdem, oburu yere çökertip suratını parçalamaya hamle yaptığı sırada Panayot, yerine gelen şuurunun ve güven duygusunun tesiri ile bir şeyi fark etti. Obur’un boynunda iple asılı, ancak kendisinin görebileceği erguvan renkte şualar saçan bir bebek mumyası vardı. Uğursuz mumyadan cehennemî kükürt kokusundan ve insanı manen çökerten tuhaf bir ağırlık hissi yaratmasından bir tılsım olduğu üç günlük yoldan belli olmaktaydı. Bir anda ayağa fırlayıp bağırdı: ‘Osman Agamu! Öldürmeyesin vre! Bunun derdi baskadir! Boynundaki mumyanin iplerini kesin, efsun vardir!’”
19 Temmuz 1987’de doğdu. 2010’da Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede, Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı Tarih Anabilim Dalı’nda Genel Türk Tarihi alanında, “Moğolların Deşt-i Kıpçak Seferleri” teziyle yüksek lisansını tamamladı. Çeşitli internet sitesi ve fanzinlerde, araştırma yazıları ve hikâyeleri yayımlandı. FABİSAD’ın düzenlediği 2013 GİO Hikâye Yarışması’nda Kumarcı Bahattin adlı öykü ile dereceye girerek “Öykü Başarı Ödülü” ve Türkiye Bilişim Derneği’nin düzenlediği “TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması 2013’de Hekim Maliguri’nin Acayiplikleri adlı öykü ile mansiyon kazandı. 2017’de Yedikuleli Mansur romanıyla GİO Roman Ödülleri’nde dereceye girerek “Başarı Ödülü” aldı. 2019’da Istrancalı Abdülharis Paşa romanıyla “GİO En İyi Roman Ödülü”nü aldı. “Son Gulyabani’nin Yeri” adlı bloğunda öykülerini paylaşmaya devam ediyor. Devrim Kunter’in “Seyfettin Efendi” çizgi romanlarının bazı ciltlerinde danışmanlık yaptı.
Söze nereden başlayacağımı bilemiyorum. Son dönemde arka arkaya okuduğum iki kitap beni özellikle benzer dönem ama farklı tatlar barındıran lezzeti ile çok etkiledi. Hamit Çağlar Özdağ'ın "Bir Yeniçeri Masalı"nın ardından gelen, sabırsızlıkla beklenen "Yedikuleli Mansur", yazarının tarihçi kişiliği yanında öykücülüğü ile çok özel bir yere sahip. Mehmet Berk Yaltırık ve eseri beni yanıltmayarak haklı "çok iyi romancı" ünvanını da edindi. Roman boyunca resmi kaynaklardan yapılan alıntılar, farklı yörelerin dillerinin orijinal kullanımı, karakterlerin bir kısmının gerçeklerden esinlenmiş olması bizi alıyor ve sanki bir roman okumuyor Osmanlı tarihini bize aktaran bir Vakanuist'in hatırlarını okuyormuşuz havasına sokuyor. Tanıdığımı mekanlar birdenbire o zamanın sesleri, dokuları, insanlarıyla ve hatta korku unsurları ile kesişiyor. Böylesine bir duyguya, lezzete en son İhsan Oktay Anar okurken kapılmıştım. Haklı bir beş yıldız vermenin rahatlığını ve gururunu taşıyorum :)
2017'de şimdiye kadar okuduğum en keyifli kurguydu herhalde. Mayıs ayında bir seyahatte okumak üzere yanıma aldığım kitabı nasıl bir çırpıda bitirdim ben de anlamadım. Yaltırık'ın öykücülüğünün nelere kadir olduğunu zaten Kayıp Rıhtım vesilesiyle biliyordum, bir kez daha görmüş oldum. İyi oldu.
Tek bir eleştirim var bu güzel kitaba. Neden sayfa altlarında o notlar? Neden kitapta neyin "gerçekten öyle olduğunu" neyin "kurgu sebebiyle olduğunu" söyleme gereği? Her okuduğumda o alabildiğine sürükleyici kurgudan çıktım, tekrar o ahenki yakalamam her seferinde zaman aldı. Keşke o dipnotlar hiç olmayaydı da okuyucu olarak sürekli merak etseydim ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu diye.
şimdi herkes öncelikle İhsan Oktay Anar diyecek ama, bu yoldan giden yeni yazarların hepsinin handikapı bu kapıyı ilk aralayan İhsan Ustanın gölgesinde kalmak olacak. Olsun, bence kötü bir şey değil. Yazarın yazma serüvenine de az çok şahitlik edebildiğim için romanın bende uyandırdığı ilham kaynaklarını şöyle sıralayabilirim, bu aynı zamanda bu yazarlardan en az birisini seviyorsanız bu romandan zevk alabileceğinize delalettir, Evliya Çelebi, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Refi Cevat Ulusoy*, Reşad Ekrem Koçu, İhsan Oktay Anar, Sermet Muhtar Alus, Edgar Allen Poe, Howard Philips Lovecraft, Osman Cemal Kaygılı.. (biraz zorlarsam) Neil Gaiman, bolca sözlü türk edebiyatı, Hacivat-Karagöz, Meddah öyküleri...
Son zamanlarda bu minvalde romanlar yazılıp kaliteli eserler çıksa da, gerek yazarın tarihçi olması, gerek genç yaşı, gerek de üretkenliğini göz önünde bulundurarak kendi ekolünü yaratma potansiyelini buraya şerh düşüyorum.
*Ulusoy değil ulunay'mış Allah kahretmesin google marifeti olmadan ezberden bir kaç ismi sıralayamaz hale gelmişiz.Rahmetli de mezarında ters dönmediyse de hafif yana doğru eğilmiştir.
İthaki yayınları ve Kayıp Rıhtımdaki uzantılarının şişirmesiyle aldığım bir kitap. Çok farklı beklentiyle başladım ama hayal kırıklığıyla bitirdim. Ve artık bir karar verdim. İthakiden Asimov dışında sevdiğim bir yazardan kitap çıkmadığı sürece asla kitap almayacağım. Kayıp Rıhtım tayfasından da Gürkan dışında kimsenin yorumuna aldırış etmeyeceğim.
Yazarın işlediği konulara dair bilgisi, heyecanı ve anlatma isteği okura fazlasıyla geçiyor. Akademik çalışmalarını tarihi-fantastik bir romanda kullanmak da takdire şayan bir çaba. Açılış ve kapanış bölümlerini ve Mansur’ un abisinden ayrılıp tek başına Galata’yı keşfe çıktığı dördüncü bölüm çok başarılıydı. Ama geriye kalan bölümlerde sürekli bir yön değiştirme, başka konulara odaklanma söz konusu olduğundan bütünlüklü bir eser tadını alamadım maalesef. Gulyabani istilasının yarattığı korkuyu hissetmek isterken bir anda kabadayılar arası çekişmeler içine buluyoruz kendimizi. Tam Şaban’ı, Mansur’u ve İstanbul’daki sokak düzenini daha iyi tanıyacakken karşımıza çıkan kurt adamlar, cadılar konuyu bir hayli dağıtıyor. Ecinnilerin peşinde koştukları bölümlerde her şey çok kolay çözülüyor. Ekibin rastgele sorguladığı ya da kulak misafiri olduğu ilk kişi hemencecik gerekli bilgileri sağlıyor. 4-5 kişiyle konuşarak bütün bir ecinni istilasını çözmeyi başarıyorlar. Bu bölümler keşke daha detaylı ve iyi kurgulanmış olsaydı. Buralarda anlatım dili de sıradanlaşıyor maalesef. Bir an önce bölümü bitirip tekrar İstanbul kabadayılarının hikayesine dönme telaşı var sanki. Romanın sonuna eklenen Kanlı Pençe hikayesinin üçüncü bölümünü (ve gizli dördüncü) bu sebeplerle çok beğendim. Kabadayılarla ilgili olan bölümlerde ise tam tersi. Hem anlatım dili oldukça doyurucu hem de detaylarla zenginleştirilmiş. Yazar bilgilerini de okuru yormadan başarıyla aktarabiliyor. Bu iki tema iyi bir anlatım dili ile bütünleşebilse ortaya kusursuz bir roman çıkabilirmiş. Belki yazarın diğer kitaplarında çıkmıştır bile ya da ilerde çıkacaktır. Son olarak, her halk şarkısı geçtiğinde dipnotta kurgu icabı zikredildi denmesi okuma zevkini biraz kaybettiriyor. Önsöze eklenecek birkaç cümleyle halledilebilecekken yazarın her bölümde okurun karşısına çıkıp bunu şu şu sebeplerden şöyle yazdım demesi bana gereksiz geldi.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bu kitaba büyük, gerçekten büyük beklentilerle başladım ve neredeyse emindim seveceğimden zira kitap üzerine yorum yapan neredeyse herkes tadının fazlasıyla İhsan Oktay Anar'a benzediğini iddia ediyordu, Anar ise gerçekten en sevdiğim yazarlardan biri. Fakat gerçekten bu kitabı nasıl Anar'a benzetebildiniz? Geçmiş zamanlarda geçen ve fantastik ögeler içeren her kitap "İhsan Oktay Anar tarzı"ysa halimiz vahim, çoğu genç yetişkin kitabı uyuyor bu tanıma. Kastedilen şey eğer hikayenin geçmiş zamanda geçmesi, fantastik ögelerin ve ağdalı bir üslubun kullanılması ve tüm bunların felsefi bir altyapıyla harmanlanması ise yine tamam, fakat ben ne ağdalı üslup görüyorum ne de felsefi bir altyapı. Gerçi tamam Anar felsefe okumuş Yaltırık da tarih, biri felsefeyi kullanıyor diğeri de tarihi doğal olarak. Fakat yine de romanı okurken -ROMANı- sürekli dipnotlarla bölünüp tarihi sürecin hakikati hakkında bilgi gösterişine maruz kalmamıza gerek var mıydı bilmiyorum, bundan kısmen rahatsız oldum. Sonuç olarak kitabı sevmememin başlıca nedeni herkesin eğer Anar'ın tüm kitaplarını okuduysam ve benzer bir şey arıyorsam mutlaka ama mutlaka Yedikuleli Mansur okumamın gerekliliği üzerine uzun tavsiyelerde bulunması fakat kitabın tüm bu laf kalabalıklarını yalancı çıkartması. Ha eğer böyle bir beklenti olmadan başlasam sever miydim kitabı? Yeterli miktarda edebi haz alamadım ve "tarih kitabı mı okuyorum ben yoksa kurgusal bir roman mı" diye çok defalar sinirlendim, o yüzden hayır, muhtemelen sevdiğim bir kitap olamazdı Yedikuleli Mansur.
(Lanetlendim sanırım, eskiden okuduğum her kitabı severdim, çok kötü bir şey bir kitabı okuyup da sevememek ve bunun art arda okuduğun her kitapta başına gelmesi. YKS gerçeği tadımı tuzumu mu kaçırdı acaba?)
Mehmet'in dilini, metinlerinin akıcılığını bilen biliyor zaten. Kısa öykülerinden sonra bir Yaltırık romanı okumak ayrı bir keyif verdi bana. Karakterleri, kurgusu, atmosferiyle çok hoşuma giden bi roman oldu Yedikuleli Mansur. Dilin, dönemi yansıtması açısından işlenişi (atmosferi çok güzel veriyor ve okuyucuyu yormuyor), bölgelere ait farklılığı çok güzel bir şekilde verilmiş. Tarihin içine serpiştirilen fantastik unsurlar tam yerinde. E daha ne olsun, ben devamını bekliyorum Yaltırık'a duyurulur. :)
Tarihi kurgu, korku ve fantazyanın ustalıkla harmanlandığı, son derece akıcı ve sürükleyici bir roman. Karanlık ve tekinsiz Galata sokaklarından, Kırım' a, Silistre'ye kadar uzanan heyecanlı, hüzünlü ve gülümseten bir sergüzeşt.
uzun zamandır bu kadar hoş vakit geçirdiğim bir kitap okumadım. enden önce de birçok kişi hemfikir olmuş, ben de ihsan oktay anar tadı aldım kitaptan. bu tarzda yazılan kitapları da kendi içimde ayrı bir yere koyuyorum. o yüzden anlatımı olsun, karakterlerin kendi konuşma dili olsun, barındırdığı fantastik ögeler olsun kitap benden tam puan aldı :) bir gulyabani hikayesi gibi başlayıp, olayların farklı yaratıklara yöneldiği, nereden kurt adam nereden cadı çıkacağı belli olmayan garip bir hikaye :) bu sene okumaktan en çok keyif aldığım kitap oldu. sanırım yıllar sonra yine okurum bu kitabı ^^
Muadillerinden ayrılan ilaç gibi bir roman. Yaltırık, enfes dili bir yana; yazarın okurla eser arasına girmemesi mevhumuna dair ders niteliğinde bir eser ortaya koymuş. Bu konuda tarihçi kimliğinin etkisine teşekkür etmemiz gerekiyor sanıyorum. Bu kurgusal romanda sıkça tekrar eden "Kurgu icabı yer verilmiştir" hatırlatmaları dahi kitaba ayrı bir ağırbaşlılık havası katmış. Kendini değil, eserini ön plana koyan yazarlarımızı seviyoruz. Edit: Gözler de doluyor kimi kimi :)
Basılı kitap mevcut olmasına rağmen storytelde dinlediğim, Emre Melemez'in muhteşem seslendirmesi ile keyif aldığım bir eserdi.
Yedikuleli Mansur'un etrafında Kara Şaban, Ayı Osman, Panayot, Roza, Zincir Süleyman gibi her biri nev-i şahsına münhasır karakterlerin hikayesini bir solukta okuyabilir, ya da benim gibi storytenden dinleyebilirsiniz.
Keyifli zaman geçirmek, sürükleyici bir hikayenin içinde Konstantiniyye sokaklarında heyecanla yaratık kovalamak isterseniz bu hikaye tam size göre.
16. yüzyıl Osmanlı atmosferi, mekanlar ve karakter tanımlamaları harikaydı. Şiveli konuşmalar da bence yerinde ve dozunda. Racon kesen kabadayılar, cadılar, oburlar, kurt adamlar, vampirler, büyücüler.. her şey var. Korku ve fantastik türünü çok sevdiğim için, ekstra keyif alarak okudum. Edirne'nin tekinsiz sokaklarında karşılaşırsak, bir imzanı alacağım Trakya'nın "Son Gulyabanisi" 👍
Sultan Süleyman dönemi İstanbul... Kurtadamlar, cadılar, efsunlu kolyeler, zombiler, gulyabaniler, vampirler... Yeniçeriler, bıçkınlar, kabadayılar, Besa kanunu, kesilen raconlar... Mehmet Berk Yaltırık bizi yine bambaşka bir dünyaya, bambaşka bir zamana götürüyor. Özlemişim... =)
Mansur’un hikâyesi 1500’lü yılların ortasında, zorbazlar, kabadayılar, kulağı kesikler bıçkın delikanlılar, itler, kopuklar, aşufteler ve daha pek çokları arasında geçiyor. Elbetteki insanlar dünyasına ait bu karakterlere, yazarlık uzmanlık alanı olan yeraltı dünyasının canavarları, ecinnileri, urdalakları, hortlakları eşlik ediyor.
İşte tüm bu ahval dâhilinde, bir tas sıcak çorbaya hasret ama zorbazlığa namzet, şahsına Yedikuleli mahlasını münasip bulup yakıştıran Mansur, İstanbul gecelerinin heyulası Ases Ahmet’in, ne idüğü belirsiz bir gulyabani tarafından katledilmesini üzerine yollara düşer. Gayesi, bileğinin kuvveti, gölgesinin heybeti ile İstanbul’un tüm tekmil kabadayılarının birden karşısında susta durdukları Kara Şaban’ın çırağı olup, racon, besa ve yiğitlik adına öğrenmek, sokaklarda göğsünü gere gere, topuk vura vura, nara ata ata yürümektir.
korku, vampir, edebiyat Lakin elbetteki işler bu kadar basit değildir. Mansur Kara Şaban’a kapulandığı daha ilk günden hem öte dünyanın mahlûklarını, hem de bu dünyanın bil cümle cadılara taş çıkartacak kadar acımasız insanlarını karşısında bulur.
Canavarlı, kurt adamlı fantastik korku öyküleri benim için geride kalsa da İstanbul kabadayı alemleriyle ilgili anlatımları çok güzel.
Şaban Ağa, aman vermez Ases Ahmet, yeniçeri raconları, Pera, Yedikule, zorbazlar, eski İstanbul kopuklarını okudukça, eskiden okuduğum İhsan Oktay Anar kitaplarının tadını aldım. Kitap oldukça sürükleyici, üstelik son sayfaya kadar gizemini korumayı beceriyor.
Son not, kitapta yer almayan ancak kitaba başlanmadan önce okunması tavsiye edilen giriş bölümü de yazarın kişisel sitesinden mutlaka okunmalı.
Öykülerinden diline aşina olduğum Berk'in Yedikuleli Mansur'da anlatımının akıcılığını ne kadar geliştirdiğini görmek çok hoşuma gitti. Tüm eski kelime kullanımları ve farklı ağız canlandırmalarına rağmen en yavaş okuyucunun bile 2-3 gün içinde rahatça okuyabileceği bir hikaye olmuş. 1001 Gece'nin tarzını 16. yy. İstanbul'unda, kabadayılar ve fantastik korku canavarları ile harmanlamış okuyucunun merakını keyifli dil kullanımı sayesinde körükleyen bir masal okumak isteyenler kaçırmasın.
Yedikuleli Mansur sürükleyici bir kitap. Yazarının da pek çok defa üzerini çizerek belirtmiş olduğu "gece okunması" hususundaki telkinlere uyduğunuz takdirde, kitap tam bir uyku katili. Elbette bu pek çok okur için arzulanılan bir durum. Hangimiz gece uykularımızı kaçıracak kadar sürükleyici bir kitap okumak istemediğini iddia edebilir ki?
Yazarın neden bir konu üstünden olay kurgusu yapmak yerine -üstelik birbiriyle hiç bir yerde çakışmayan- iki ana konu üstünden kurgu yaptığını anlayamadım. İki ayrı hikayeyi yaşayan aynı karakterler beni hem yordu hem de hiç sarmadı. Dili akıcı ama olaylar aynı ritimle dümdüz akıp gidiyor. Ne bir yükselme ne bir kırılma noktası var. Bitse de gitsek diye okudum, benim için ciddi bir hayal kırıklığı oldu.
Açık ara okuduğum en iyi tarihi kurgulardan biri. Dil çok akıcı kullanılmış. Öykünün geçtiği dönem hakkında verilen ayrıntılar kitabın akıcı dilini bozmadan okuyucuya yansımış. Bir çok kez Mansur'u ya bir surun üzerinden, ya da sokağın köşesinden izler gibi hissettim okurken. Yazarın akademik kişiliğinin ve korku meddahlığının birleşiminin meyvesi olmuş.
ilk sayfalarından itibaren karakterlerin arasına karışıp osmanlı istanbulunun tekinsiz sokaklarında gezindiğim ve kurt adamından ecinnisine cadısına en sevdiğim türlerin kol gezdiği enfes bir kurguydu.
"Yedikuleli Mansur" presents an intriguing combination of storytelling, complemented by the bonus short story "Kanlı Pençe". Initially, I grappled with the book's language, finding it a bit challenging to immerse myself in the narrative. However, as the tale unfolded, I discovered a newfound appreciation for the various dialects and accents woven into the fabric of the story, even though I found some character portrayals to be a touch overly caricatured.
The characters, while a tad shallow, surprisingly didn't detract from the overall experience, adding depth and complexity to the intertwined plots. The intersection of two distinct storylines was a lovely literary choice, yet I yearned for a more intricate exploration of the fantastical narrative, wishing for a more detailed and dimensional portrayal.
As the book reached its conclusion, I found myself torn about the ending, unsure if it left me entirely satisfied. Nevertheless, "Yedikuleli Mansur" stands as a unique narrative in Turkish literature, offering a novel experience despite areas that could benefit from further refinement. While there's room for improvement, I extend my congratulations to the author for crafting a narrative that boldly ventures into uncharted territories within Turkish literature.
Kanunî dönemi İstanbul'unun tekinsiz sokakları ve karanlık dehlizlerinde doğaüstü bir macera. Kitabın iki temasından birisi nam ve bilek sahibi 'Zorbaz'ların, kabadayıların İstanbul'da racon dolu güç savaşları. Zorbaz olmak isteyen genç delikanlı kardeşimiz Yedikuleli Mansur, kendisini 'İstanbul'un hükümdarı' olarak konumlandırmış geçkin Zorbaz, eski Çorbacı Yeniçeri Ağası Kara Şaban'ın kapısına çırak olarak girer. Yedikuleli Mansur'un el alma öyküsü, İstanbul'daki diğer kabadayıların birbirinin organizasyonunun sınırını kollayan iç hesaplaşmalarına kadar uzanır. Fakat olay burada bitmiyor. Yetmezmiş gibi bir de İstanbul'a ecinniler, gulyabaniler dadanmıştır. Şehrin bu mahluklardan temizlenmesi de yine Kara Şaban'a ve kahramanımıza düşer. Cadu karıları, büyülü gemileri, deniz kızları, vampirleri, kurt adamları, hortlakları, büyücüleri, gulyabanileri, ecinnileriyle gerçek bir korku şöleni. Zaten çok zevkle okunan bir roman, hele bir de Emre Melemez'in tek kişilik dev kadro seslendirmesiyle Storytel'den dinleyince tadından yenmedi. Radyo tiyatrosu gibiydi.
Mehmet Berk Yaltırık'a youtube'da Hüseyin Rahmi'nin Gulyabani romanını övmesine sürekli rast gelip ne zamandır kendi yazdığı romanını okumak istiyordum. İlk romanı Yedikuleli Mansur'la başlamak iyi bir fikirdi gibi gözüküyor. Puslu Kıtalar Atlası'nı andırdığı söylenebilir ama ikisinin de Osmanlı döneminde geçen tarihi fantastik romanlar olmalarından öte bir benzerlik yok. Kitabı merak ederek sonuna kadar okudum ve bunu önemsiyorum ama yazarın tarihçi kimliği ve akademisyen okarak bolca araştırmasını yaptığı kabadayılık kavramının didaktik anlatımı ile roman oluşu arasında bir ikilem olduğunu düşünüyorum. Yazar araştırmasını yaptığı birçok bilgiyi kurguya dahil etmiş ve bu da hikayenin akışında bana biraz fazla geldi. Bir de Mansur'un hikaye içindeki dönüşümünü pek inandırıcı bulamadım, hikaye aslında Şaban'ı anlatırken Mansur nasıl sondaki haline dönüştü, biraz garipsedim. Ama bunca olumsuz denebilecek yorumuma rağmen bütünlüklü buldum, zaten bir romanı sonuna kadar merak ederek okuyorsam beğendiğimi düşünüyorum. Yazarın diğer yazılarını da takip etmek isterim.
Kitabı çok hızlı okudum ki bu benim hızımda akıcı olduğu anlamına gelir. Yorumları görmeden bir İhsan Oktay Anar havası ben de sezdim, ama doğal olarak (yazarın yaşı ve tecrübesi gereği) onun kadar masalsı ve etkileyici değildi. Yine de hem eski İstanbul, hem macera, hem de fantazyanın bir araya gelişi fikrini sevdim, hayata geçmiş haliyle de başarılı buldum. İstanbul’un bildiğimiz semtlerinin bilmediğimiz potansiyel hikaye rolleri, kadim şehrin içinden, yakınından, yöresinden geçen fantastik hikayeler, tüm bunları oldukça insani ve evrensel hislerle bir hayal uğrunda takip eden bir gencin gözünden okumak, uzun zamandır almadığım bir lezzet sundu. Tek olumsuz yön olarak olay örgüsündeki dağınık odağı söyleyebilirim, bir yandan yaratık peşinde koşarken bir anda zorbazların çekişmesine geçiş çok hızlı oldu, epik bir son beklerken soru işareti ve kaymış bir odak (aslında göz önünde olmayan karakterlerin final sahnesinde yer alması) hissiyatıyla kapattım kapağı. (bana game of thrones’un son sezonunu hatırlattı)
This entire review has been hidden because of spoilers.
Vasat bir "Konstantiniyye" romanı "Yedikuleli Mansur". Mehmet Berk Yaltırık, fantastik bir roman yazdığını iddia etmekle birlikte, şehr-i İstanbul'un cinler, periler, umacılar, gulyabaniler vd. ile bezeli anlatısı klasik bir postmodern metinden fazlasını vaat etmiyor. Önsözde belirtmiş Yaltırık; kabadayılık, racon kesme, besa gibi gelenekler 19. yy.'dan itibaren gözlemlenmeye başlıyor Osmanlı'da. Öte yandan Kanuni döneminde geçen bir romana bunları dahil etmekten herhangi bir beis görmüyor yazar, "kurmaca" gereği. Oysa yaşamdan beslenmeyen, onu kavramaya çalışmayan, tarihsel süreci anlamlandırmayan herhangi bir anlatının iyiyi, güzeli ve doğruyu verme şansı olanaksız. Böylelikle 1500'lerin Galata'sı Galata olmaktan çıkarken, metni de İhsan Oktay Anar'ın son dönem metinlerinin bir parodisi haline geliyor.
Bu kitabı okumadan önce, kitabın başındaki tavsiyeye uyarak "Kanlı Pençe"yi okudum. Bu sebeple kitabı okurken karşılaştığım karakterlerin çoğuna bu hikayeden aşinaydım.
Kitabı övenlerin ve yerenlerin sıklıkla değindiği bir nokta, yazarın dilinin, üslubunun ve seçtiği konuların İhsan Oktay Anar'ın tarzına benzemesi ya da benzememesi. Bir kitaba, o kitabı başka -ve çok başarılı- kitaplarla kıyaslayarak ve o kitaplara ne kadar benzediği kararlaştırılarak layığıyla değer biçilebileceğine inanmıyorum. Ayrıca böyle bir durum bir noktada yazara da haksızlık edilmesine sebebiyet verebiliyor zira o türde ilk kez yazan kişinin gölgesi altında kalma riskini ortaya çıkarıyor. Elbette tüm yazarlar birbirinden etkilenebilir, ancak bu etki altındayken bile özgün şeyler yazmayı da başarabilirler. Ben Mehmet Berk Yaltırık'ın bunu Yedikuleli Mansur'la başardığını düşünüyorum - eğer etki altında kaldıysa tabii, bir okur olarak bundan emin olmak elbette mümkün değil. Kitabın dilini gayet akıcı, konusunu ilgi çekici buldum. Yazarın ara ara düştüğü dipnotlar da, işini ciddiye alan bir tarihçi titizliğiyle çalıştığının göstergesi.
Hem mekanların hem de karakterlerin tamamen yerli olması; bununla birlikte inandırıcılıktan ve sürükleyicilikten hiçbir şey yitirilmemesi çok da kolay bir iş değil (türünün tarih/korku olması sebebiyle). Yedikuleli Mansur'da bu iş gayet iyi kotarılmış. Bu kitabı okuduktan sonra yazarın diğer yazdıklarını da okuma konusunda isteğim arttı.
Bu arada, kitabın sonunda devamının da gelebileceğine dair bir izlenim oluştu bende. Umarım gelir!
Bayıldım :) Mükemmel bir şehir fantastiği, harika bir tarihi kurgu. Mehmet Berk Yaltırık'ın konuya ne kadar hakim olduğunu zaten biliyoruz. Çok ilginç bir setting başarıyla işlenmiş. Her karakterin, mekanın, detayın çok ilginç bir hikayesi var ve bunlar başarıyla aktarılmış. Ayrıca yazarın ince mizahına bayıldım. Satır aralarına saklanmış espriler kültürümüzdeki gizli alaycılığı yansıtıyor ve bu Yedikuleli Mansur gibi bir kurgu için olmazsa olmaz.
Dipnotlardan ben de rahatsız oldum. İçinde gulyabaniler, cinler, kurt adamlar olan bir kitaba zaten kimse tarih kaynağı gözüyle bakmayacak. Akışı bölüp neyin ne kadarının kurgu olduğunu söylemek yerine o büyülü gerçekliğe dalmamıza izin verilmeliydi.
Kitabı storytel'den dinledim. Beğenmemde bence en büyük etken seslendirme idi. Kalabalık bir kadro ile radyo tiyatrosu mu dinliyorum yoksa kitap mı dinliyorum bilemedim. Emre Melemez öyle bi muhteşem seslendirmiş. Her karakter için ayrı bir ses tonu, konuşma tarzı yaratmış. Kitap da açıkçası buna çok elverişliydi. Kitabın konusu ile ilgili olarak, daha önce hiç okumadığım şeyler vardı. Osmanlı zamanında geçen hortlaklar, oburlar, vampirler ve de pek tabii zorbazlarla ilgili değişim bir hikaye idi. M.Berk Yaltırık çok değişik ve hem merak uyandırıcı hem mizahi yönü olan ama aynı zamanda hareketi heyecanı bol bir kitap yazmış. Edebî yönden değil ama konu ve karakter yaratımı yönünden değişik bir okuma yapmak isteyenlere öneririm. Hatta mümkünse dinleyiniz;)