What do you think?
Rate this book


300 pages, Paperback
First published October 25, 2011
“Kendinizi gerçekten bilebilir misiniz? Kadim filozoflar bilebileceğinize inanırdı. Peki, ya yanılıyorlarsa? Ya zihninizin, içine giremeyesiniz diye kapıları sürekli kilitli tutulan odalar gibi,
asla doğrudan erişemeyeceğiniz bazı kısımları varsa?
Görünüşler yanıltıcı olabilir. Sabahın erken saatlerinde güneşi izlediğinizde, ufkun ötesinden yükseliyor gibi görünür. Gün boyunca gökyüzünü boydan boya kat eder ve sonunda batar. Bu, bizi, güneşin dünyanın etrafında döndüğünü düşünmeye iter. Yüzyıllar boyunca insanlar bunun böyle olduğuna inandı. Ama öyle değildi. On altıncı yüzyılda gökbilimci Nicolaus Copernicus, diğer gökbilimcilerin daha önce bu konuda şüpheleri olmuş olsa da bunu fark eden ilk kişiydi. Kopernik Devrimi, yani dünyanın güneş sisteminin merkezinde olmadığı fikri şok etkisi yarattı.
On dokuzuncu yüzyılın ortalarında, daha önce gördüğümüz üzere (25. Bölüm) , bir sürprizle daha karşılaştık. O zamana kadar insanlar, hayvanlardan tamamen farklı ve Tanrı tarafından tasarlanmış gibi görünüyordu. Fakat Charles Darwin'in doğal seçilim yoluyla evrim
teorisi, insanların şempanzelerle ortak atalara sahip olduğunu ve Tanrı tarafından tasarlandığımızı varsaymaya gerek olmadığını gösterdi. Bu tasarımın sorumlusu gayrişahsi bir süreçti. Darwin'in teorisi, nasıl maymunumsu yaratıklardan geldiğimizi ve onlara ne kadar yakın olduğumuzu ortaya koyuyordu. Darwinci devrimin etkileri günümüzde hala hissedilir. Sigmund Freud'a göre (1856- 1 939) , insan düşüncesindeki üçüncü büyük devrim, kendi keşfiyle bilinçdışı gerçekleşmişti. Yaptığımız pek çok şeyin içimizde saklı arzular tarafından yönlendirildiğini fark etti. Onlara doğrudan erişemeyiz, ama bu onların yaptıklarımızı etkilemesini engellemez. Yapmak istediğimiz, fakat yapmak istediğimizin farkında olmadığ-ımız şeyler vardır. Bu bilinçdışı arzular, yaşamlarımız ve toplumu düzenleme biçimimiz üzderin bir etkiye sahiptir. Bunlar, insan uygarlığının en iyi ve en kötü yanlarının kaynağıdır. Benzer bir düşünce Friedrich Nietzsche'nin eserlerinde bulunur ancak bu keşfin sahibi Freud'dur. “(261-262)
“Felsefe tarihindeki tüm şüpheciler Pyrrhon kadar uç noktada değildi. Her zaman her şey kuşku altındaymış gibi yaşamak yerine, varsayımları sorgulayan ve inandığımız şeylere dair kanıtlara yakından bakan muazzam bir ılımlı şüphecilik geleneği de vardır. Bu çeşit bir şüpheci sorgulama, felsefenin özünde yatar. Aslında bu anlamda tüm büyük filozoflar şüphecidir. Bu dogmatikliğin karşıtıdır. Dogmatik olan biri gerçeği bildiğinden çok emindir. Filozoflar dogmaya meydan okurlar. İnsanların yaptıkları şeye neden inandıklarını, sonuçlarını desteklemek için ellerinde ne gibi kanıtlar olduğunu sorarlar. Sokrates ve Aristoteles'in yaptıkları buydu, günümüz filozofları da aynı şeyi yapar. Ama bunu sadece huzursuz etmek adına yapmazlar. Ilımlı felsefi şüpheciliğin amacı gerçeğe yaklaşmak, en azından ne kadar az bildiğimizi ya da bilebildiğimizi göstermektir. Bu tür bir şüpheci olduğunuz için uçurumun kenarından düşme tehlikesine girmeniz gerekmez. Ancak farklı sorular sormaya hazırlıklı olmanız ve insanların vereceği cevaplar hakkında eleştirel düşünmeniz gerekir. “(38-39)
Bir gün yürüyüş için dışarı çıktınız ve kontrolden çıkan bir trenin beş işçiye doğru süratle ilerlediğini gördünüz. Makinist, muhtemelen kalp krizinden dolayı, bilincini yitirmiş durumda. Eğer bir şey yapılmazsa, işçilerin hepsi ölecek. Tren tüm işçileri ezip geçecek. Tren o kadar hızlı geliyor ki, kaçmak için zamanları yok. Ama bir umut var. Tren beş kişiye gelmeden önce raylar çatallanıyor ve diğer ray üzerinde yalnızca bir işçi bulunuyor. Trenin makas değiştirip beş işçinin bulunduğu yönden sapmasını ve diğer raydaki tek işçiyi öldürmesini sağlayacak kola yeterince yakınsınız. Bu masum adamı öldürmek sizce doğru olanı yapmak mıdır? Sayılar göz önünde bulundurulursa doğrudur: Bir kişiyi öldürerek beş kişinin hayatını kurtarmış olurdunuz. Bu da mutluluğu en büyük seviyeye çıkarmalıdır. Birçok insana bu yapılması doğru olan şey gibi gelir.
Gerçek hayatta treni diğer raya geçirmek ve bunun sonucu olarak bir kişinin ölümünü izlemek oldukça zordur. Ne var ki, tereddüt edip beş kişinin ölümünü izlemek bundan çok daha kötü olacaktır.(322)
Düşünce deneyi, belirli bir konudaki hislerimizi ya da filozofların dediği gibi, "sezgilerimizi" ortaya çıkarmak için tasarlanan hayali bir durumdur. Filozoflar bunu çok kullanır. Düşünce deneyleri, bize, söz konusu edilene daha yakından odaklanmamıza izin verir. Buradaki felsefi soru şudur: "Daha fazla kişiyi kurtarmak için bir kişinin feda edilmesi ne zaman kabul edilebilir?" Kontrolden çıkan tren hikayesi, bu soru hakkında düşünmemize olanak sağlar. Düşünce deneyi, temel unsurları yalıtır ve bize, böyle bir eylemin yanlış olduğunu hissedip hissetmediğimizi gösterir. (324)
Bununla ilişkili bir örnek hayal edelim. Amerikalı filozof Judith Jarvis Thomson, orijinal problemin bir başka versiyonunu tasarlamıştır. Kontrolden çıkan tren bu sefer düz bir hat üzerinde, eğer bir şey yapmazsanız kesinlikle ölecek olan talihsiz beş işçiye doğru ilerlemektedir. Bir köprünün üzerindesiniz ve yanınızda çok iri bir adam var. Yeterince ağır olan bu adamı köprüden aşağı atarsanız, beş işçiye çarpmadan önce treni yavaşlatacak ve durduracaktır. Diyelim ki bu adamı trenin önüne itecek kadar güçlüsünüz, bunu yapmalı mısınız? (324-325)