What do you think?
Rate this book


Audiobook
First published February 1, 2015
"...Annemle babam gençken çocuk sahibi olduklarından beraber büyüyen ekiplerdeniz biz..."
"...İnsan sevmeyen, çocuk sevmeyen bir ülke olmuş burası...Mümkünse bir şey rica ediyorum: Sevgisiz olanlarınız içinden yaşlansın, sahillerden ve çocuklardan uzak durun..."
"...Bu “Şeycim”ler vardır ya, onlardan biri paşanın hanımı. “Çocuğum adın neydi senin?” Hüseyin’miş adı. “Hüseyin, çocuğum, tuvaletler rezalet, yerler pislik içinde, ama bunları halledin artık, yani bütün bir yaz katlandık ama şimdi boş da kaldınız, olacak şey mi?” Hüseyin, tek kaldığını, herkesin memlekete gittiğini anlatıyor. Albayın hanımı paşanın hanımından laf sırasını alıp, “Sen okuyor musun?” diyor Hüseyin’e. Hüseyin, “Okuyorum efendim” diyor. “Peki nerde?” “Van Yüzüncü Yıl Üni versitesi” diyor Hüseyin. Hüseyin içtimada, sorular arka arkaya geliyor. “Hangi bölüm?” “Sanat tarihi efendim” diyor Hüseyin. Hem Van’da, hem de sanat tarihi? Allah Allah! Çok şaşırıyor güvenliğimizin teminatı askerlerimizin hanımları. Çünkü bu hanımların, paşaların filmlerinde Hüseyinler hep yan hikâye. Hüseyin sanat tarihini ne yapacak? Hüseyin emir eri olmalı, orduevinde patates soymalı, Hüseyin’in annesi üçüncü sayfada sırtında bıçak durmalı, babası birinci sayfada çakılan asansörün içinde olmalı, kardeşi çöken üst geçitte ölmeli. Hüseyin üçüncü sayfadan kültür sanata geçmemeli. Bu finali sevmiyor asker hanımları. Hayatının özeti emir kiplerinde saklı apoletsiz hanım, “Çocuğum” diyor, “sen şimdi hepimize gözleme getir, yanında da kapalı ayran, bir de acele et, ben açken çok sinirli oluyorum!..."
"...Bir zamanlar kalbin pansiyondu, gelene kahvaltı, gidene çorba; şimdi 1+1, anca sana yetiyor. Çok acımasız gelmesin ama hani o “Ben salonda yatıyorum zaten, hep televizyonun karşısında uyukluyorum” deyip de yatağını verdiklerin var ya, onlar gidecek, yatağına yatmayıp da senin karşında salonda karşına kıvrılıveren kalacak...."
"...Tam kapatacakken, “Abla,” dedi, “sen niye ilgilendin bununla bu kadar? Yoksa tanıyor musun?” “Yok,” dedim, “vallahi billahi değil. Köprüde kimse yoktu, bir ben gördüm. Durduramadım onu.” “Abla,” dedi, “atlamayacak adam trafik varken gelir köprüye, atlayacak gibi yapar, başına insanlar üşüşür, ikna ederler o da atlamaz, bu işi kafasına koymuş adam senin o geçtiğin saatte gider köprüye atlar da, sen içini ferah tut!” Elimde adı, soyadı, doğum tarihi, defin tarihi, mezarlığının adı ve ilçesi, ada ve mezarlık numarası kaldı. O ceketini ilikleyerek atlayan genç adamı bir ben gördüm. Türk medyasının görmediği bir intihar olayı olarak kayıtlara geçti. İstanbul’a şahit olmaya gelmiştim değil mi?..."
"....Sen Dresden misin? Kaç kişi öldü içinde bir say, kaç binan yıkıldı? Yapma etme gözünü seveyim, kendi iç savaşın bu, galibi de sensin mağlubu da. Kalbinin yıkıntılarını temizlemezsen, başkalarını sevecek, başkalarına bakacak bir kent yapamazsın. İstediğin testi çöz, cevap onlarda değil: Ülke olsan neresisin, bir türkü olsan hangi yöredensin, topuklu musun lastik pabuç musun, annen misin baban mısın? N’aparsan yap, bir bayramda ya da bir düğünde, ananın tarafı sana bakıp “Aynı babası kılıklı”, babanın tarafı gözlerini devirip “Aynı anası” diyecek. Sen kırıkları tamir et, affet, bekleme yapma, devam et. Bak ne güzel demiş Müslüm Gürses, “Affet beni akşamüstü, gölgem uzarken...”