Harem-i Hümayun’dan taht oyunlarına açılan ve erk istencinin karanlık dehlizlerinde kaybolup insanı, insan doğasının en aşağılık yönleriyle yüzleştirirken bir umut ışığı yakmayı da ihmal etmeyen büyülü bir anlatı. Efendi – köle ilişkisine psikolojik bir bakış.
Türk Edebiyatı’nın usta kalemi Zülfü Livaneli’nin “istediğimi yapmaya en çok yaklaştığım kitap” dediği 1997 Balkan Edebiyat Ödüllü ilk romanı Engereğin Gözü, küçük yaşta hadım edilip Haremağası yapılmış zenci bir kölenin, Habeş Süleyman’ın gözünden iktidar – birey ilişkisini anlatıyor. Süleyman, “biricik” efendisinin tahtla ölüm arasında gidip gelen kaderinin ellerinde bocalarken yeni sultana “Padişahım çok yaşa!” diye haykırmaktan da geri duramıyor.
25. yıl baskısıyla yeniden okurlarıyla buluşan Engereğin Gözü, bir dönem romanı olmanın ötesinde, insan psikolojisinin derinliklerine; dün, bugün ve yarının saraylarına, en gizli sırları bile aydınlatacak gerçeklikte ışık tutan bir Zülfü Livaneli klasiği.
“Benzersiz bir kitap bu! Daha önce bu romana benzeyen, aynı değere sahip olan ve sürekli, beklenmeyen sürprizler taşıyan bir kitap okumadığımı belirtiyorum. Yeni bir okura demek isterdim ki; evet, oku ve şaşır!” --Elia Kazan
“Bu roman hem karanlığın hem de aydınlığın, umudun romanıdır.” --Yaşar Kemal
Tam adı Ömer Zülfü Livaneli’dir. 1946 yılında Konya-Ilgın’da doğan Livaneli, yazarlık kimliğinin yanında saygın bir müzisyendir. Müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül almış ve eserleri John Baez, Maria Farandouri gibi sanatçılar tarafından yorumlanmıştır. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300’e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.
Bugüne kadar üç uzun metrajlı film yönetti; "Yer Demir Gök Bakır", "Sis" ve "Şahmeran". Valencia Film Festivali'nde "Altın Palmiye" ve 1989'da Montpelier Film Festivali'nde "Altın Antigone" ödülüne layık görüldü. "Sis", "En iyi Avrupa Film Ödülü"ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre, ve Japonya'da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi bir çok televizyon şirketine satıldı.
Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan Issyk - Kul Forumu'nda yer aldı.
Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.
1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, orjinali ilk kez 1978’de çıkan "Nazım Türküsü"adlı albümde Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.
Sabah Gazetesi'nde köşe yazarlığına yaptı. Bir dönem CHP'den Milletvekili olarak aktif siyaset hayatına da katıldı.
Kısmen kurgu kısmen gerçek olan bu kitap aylarca başucumda durdu. Uzun kitapları kısalara tercih ettiğim için sırası bir bayram günü evde okuyacak başka birşey yokken geldi. Kurgu olan kısmını bilemem ama gerçek olan kısmının hala bugünün Türkiye'sini yansıtması biraz içimi acıttı. Osmanlı'nın eninde sonunda neden yıkılmaya mahkum bir devlet olduğunu hatırlattı.
Mesela kahvenin dinen caiz olup olmadığının tartışılması ve caiz değildir kararı ile tüm kahve taşıyan gemilerin yüklerinin denize dökülmesi, kahvehanelerin kapatılması ve kahve içen insanların idam edilmesi.
Mesela padişahın kadın görmek istememesi üzerine zilli terlikler giyerek geçtiği yerlerde kadınların saklanması.
Mesela alkol ve tütün tüketenleri saptamak için insanların damda dolaşıp bacayı koklaması ve şüphesi üzerine bile evi basıp evin erkeğini çıkararak kellesini kesmesi, koltuğunun altına koyması ve bir şekilde duvara dikmesi. (Kelle koltukta deyimi)
Mesela "Birkaç gündür İstanbul'un değişik bölgelerinde muhalif sesler yükselmeye başlamış ve halk Padişahlarının neden hapsedildiğini sorar olmuştu. Anlaşılan çocuk Padişahın tahta çıkışı şerefine dağıtılan ulufe az bulunmuş ve kimseyi hoşnut etmemişti. (Her seçim kömür, makarna dağıtımı).
Peki bugün farklı mı? Bir sayfa beğenilmez, "tiz Wikipedia kapatılaaa!" diye ferman verilir. Bir avuç taksici milletine yaranmak için "Uber bizim lugatımızda yoktur, tiz yasadışı ilan edilee!" denir ve "emek hırsızlığı" ile itham edilen daha yenilikçi ve medeni emekçilerin gaspına davetiye çıkarılır. Peki fahiş fiyatlarla vatandaşını kazıklama hedefi güden otelciler. "Padişahım, işimizi bozuyorlar, otelleri ucuz fiyatlarla, kaliteli bir şekilde karşılaştırıyorlar ve bizi işimizden ediyor bu madrabazlar. Lütfen taleplerimizle birlikte şu hediyemizi de kabul edin". "Neeeey, tiz Booking.com'u yasaklayın! Ne demek kendi insanımızın ucuz tatil yapması?! Yurtdışındakiler Booking.com'u kullanarak Türkiye'de tatil yapsın, ancak üç kuruşa tatil yapabilmeye çabalayan kendi halkımız kazıkçıların eline düşsün!"
Bu örnekler yüzlerce kez çoğaltılabilir ancak sonucu değiştirmez. Türk halkı tek adam ister. 700 yıllık tek adamlık iliklerine, adeta DNA'sına işlemiştir. Fikri sorulsun istemez, bağırılmayı, aşağılanmayı modern ve kültürlü bir yaşama tercih eder. Son 300 yılını cehalet, gericiliği tercih etme ve yeni buluşları getirememe yüzünden yıkılmakla geçen bir devlete hayranlık duyar. Osmanlı'nın bir hanedan, bir aile olduğunu, kendisinin ise halk olduğunu ve dolayısıyla gücün onda olması gerektiğini düşünmez. Cehalet mutluluktur.
Gelelim kitaba. Gerçekten çok beğendim. Tabi Zülfü Livaneli'nin her zamanki öğretici üslubu inceden inceden bu kitapta da yer etmiş ve dolayısıyla bilmediğim pek çok şey öğrendim.
Örneğin hanedanın kanı akıtılamayacağı için boğdurduklarını bilmiyordum. Ne kadar da düşünceliler. Saray'dan Habeş Ağa "Hiçbir hanedan mensubunun kanı dökülmez, ancak boğularak öldürülürdü. Bu neden böyleydi acaba? Kanları başka renkte miydi, yoksa öyle olduğunu sanmamızı mı istiyorlardı? Kanlarının biz zenciler gibi kırmızı olduğunun görünmesinden mi korkuyorlardı?" diyor Habeş Ağa.
Şunu da gerçekten bilmiyordum: "Yahudi ve Hristiyan milletinin "Eski Ahit" ve "Yeni Ahit" adını verdikleri kutsal kitaplar bile bu işle ilgilidir. Çünkü, çocukluğumda Venedikli hocanın ter döktürerek öğretmiş olduğu Latince lügatinde "ahit" kelimesi testamentum olarak yer alır. Testamentum kelimesi, kadim bir geleneğe dayanarak erkek husyesinin adı olan "testis" kelimesinden türetilmiştir. Kadim çağlarda, Kudüs yöresinde yaşayan erkekler savaşa gidecekleri zaman bir daire olurlar ve birbirlerinin husyelerini tutarak yemin ederlermiş. İnsan bedeninin en duyarlı organı üzerine edilen yemin herhalde akıldan çıkmayacağı için bu gelenekten testament, yani testis üzerine edilen yemin" kelimesi türemiş. Hmm.
Ayrıca Haremin gerçek yüzünü de gösteriyor büyük üstad Livaneli.
Engereğin Gözü(ndeki Kamaşma) kesinlikle tavsiye edeceğim, kısa ve öğretici bir hikaye oldu benim için.
داستان بدون آوردن نام پادشاه و وزیر و وکیل قصد داره یک داستان تمثیلی نمادین در زمان عثمانی از زبان یک خواجه سیاه پوست ارائه بده که چه وجه تمثیلی اون و چه شکل روایت برای من اصلا جذابیت نداشت.داستان 150 صفحه است و خداروشکر میشه در یک زمان سریع خوندش...برای من ارتباط با اثر دشوار بود علی رغم اینکه موضوعی که داشت روایت میشد از موضوعاتی است که دوست دارم.
"Gece ve gündüz birbirinin yardımcısıdır Hünkarım, onlar birbirine zıt değildir. Göster bakalım dünyada hangi şey kötüdür ki onda iyilik olmasın ve hangi şey iyidir ki onda kötülük bulunmasın?"
Bu kitabi degerlendirirken cok zorlandim. Akici ve zengin bir anlatim. O kadar guzel kullanmis ki dilimizi Zulfu Livaneli, insan hayran kaliyor. Ancak gerek hikaye gerekse de karakterlerin ruh dunyasina inemeden gecistirilmis bolumleri pek begenmedim. Bu hikaye mesela Zweig tarzi ruhsal cozumlemelerle ve daha guclu bir olay orgusu ile hali hazirdaki uslup ve anlatim ile efsane bir kitap haline gelebilirsi. Talihsizlik..
Bu romanı ilk kez üniversitedeyken okumuştum, o zamanki aklımda kalanlarla şu anki hislerim çok farklı ama kitap hakkındaki düşüncelerim aynı ⭐️⭐️⭐️⭐️⭐️..kitabı Zülfü Livaneli çok güzel tanımlıyor aslında “iktidar alevinin çevresinde dönen pervaneler”. Kitap, Osmanlı’nın bir döneminde (Kanuni’den sonra olduğunu anlıyoruz ama zaman yine de kesin değil) zenci bir harem ağasının padişaha olan hayranlığını ve nefretini anlatıyor. Tarihsel bir roman değil kesinlikle, romanın arka planı günümüzde bir yerde geçse yine aynı ilişkileri gözlemleme fırsatımız olurdu.
زاویهی دید کتاب خیلی جالب بود؛ اینکه نامی از کسی نیاورده بود و داستان از دید یک برده نوشته شده بود. نشون میده که یک جا شاه در دید برده در جایگاه خدا بود و مورد پرستش و جای دیگه موجود پستی که سزاوار مرگ بود، یک جا بخشنده و مهربان و یک جا ظالم و پست. به خصوص برای من که به تاریخ عثمانی علاقه دارم کتاب جذابی بود. یه مورد دیگه هم این بود که دربارهی مولانا زیاد داخل کتاب نوشته شده بود، برام جالب بود. آخرین کتاب چالش.
نویسنده در یک گفتگو در مورد کتاب می گوید: داستان "پروانه ها/هوادارانی که به دور شعله قدرت می چرخند" است. کتاب بر اساس رابطه بین یک خواجه و پادشاه است. راوی خواجه و داستان بر اساس نگاه او به پادشاه بیان میشود. گاه پادشاه در نظرش همپایه با خدا و گاه یک موجود فانی و گناهکار و گاه نیز یک انسان است. کتاب با اینکه به بخشی از تاریخ و دربار عثمانی و طبیعتاً دسیسه ها اشاره دارد ولی فراتر از روایات قصر و حرمسرا است. تحول یک و حتی دو انسان با دو جایگاه متفاوت است.
Ο Zülfü Livaneli, όπως αναφέραμε και σε άλλη ανάρτηση λίγες μέρες νωρίτερα, είναι ένας Τούρκος συγγραφέας που χαίρει παγκόσμιας αναγνώρισης και που τα έργα του, στην πλειοψηφία τους, χαρακτηρίζονται από το ιστορικό στοιχείο, που είναι κυρίαρχο, και που χρησιμοποιείται ως βασικός άξονας μιας όχι και τόσο, τελικά, μυθιστορηματικής αφήγησης, αλλά της αφήγησης μιας ιστορίας που φαντάζει, ή και που θα μπορούσε να είναι, αληθινή. Μια τέτοια ιστορία είναι και αυτή του "Μεγάλου ευνούχου της Κωνσταντινούπολης", η οποία μου προκάλεσε ποικίλα και ανάμεικτα συναισθήματα, αφήνοντάς με να παλεύω με μια εσωτερική σύγκρουση για αρκετή ώρα αφότου είχα κλείσει το βιβλίο.
Η ιστορία μας μεταφέρει στην οχταετία μεταξύ 1640 και 1648, τότε που ο Ιμπραήμ ήταν κυρίαρχος και μεγάλος Σουλτάνος της Οθωμανικής Αυτοκρατορίας, η οποία καταδυνάστευσε ανθρώπους και έθνη, σκορπώντας το φόβο και το θάνατο. Μια εποχή σκληρή και αδυσώπητη που η έννοιες όπως ελευθερία και προσωπικές επιλογές δεν είχα θέση στις ζωές των ανθρώπων. Μια εποχή που, ειδικά για εμάς τους Έλληνες, νομίζω, πέραν από το ευρύτερο ενδιαφέρον που παρουσιάζει, έχει μία ακόμα βαθύτερη σημασία, δεδομένου ότι ως λαός και ως έθνος ζήσαμε υπό τον ζυγό της φέροντας κατάλοιπα μέχρι και σήμερα. Ο Livaneli, λοιπόν, αποφασίζει να μας ταξιδέψει στο χρόνο και στο χώρο, αλλά και στις αλήθειες που κρύβουν αυτοί, όχι ως αφηγητής, αλλά ως παρατηρητής του ευνούχου του, που ναι μεν ο ίδιος έπλασε, αλλά φαντάζει σαν να μην το καθοδηγεί παρά να πορεύεται μόνος του.
Η επιλογή του Livaneli να ορίσει ως πρωταγωνιστή του τον αρχιευνούχο του παλατιού, διόλου τυχαία δεν είναι και πιστεύω πως αξίζει βαθύτερης προσοχής και ανάλυσης. Ευνούχος είναι ο άνθρωπος εκείνος που του έχεις στερήσει ένα κομμάτι του σώματός του προκειμένου να μπορείς να αισθάνεσαι ασφαλής δίπλα του. Έτσι, ο πρωταγωνιστής μας, εξαιτίας του ακρωτηριασμού του αυτού, φαντάζει ακίνδυνος και μπορεί να μετακινείται ελεύθερα μέσα στο παλάτι, χωρίς έλεγχο, χωρίς περιορισμούς και έτσι, έχει την μοναδική ικανότητα να είναι σιωπηλός μάρτυρας των πάντων. Όμως, ο ευνουχισμός του, είναι μόνο σωματικός. Ποτέ δεν θα γίνει πνευματικός, ούτε συναισθηματικός. Όπως χαρακτηριστικά αναφέρεται και στο κείμενο, ο ευνούχος χάνει ένα μέρος του σώματός του, όχι το πάθος που συνοδεύει αυτό. Απλά, δεν μπορεί να το εκφράσει, παρά μονάχα να το βιώνει εσωτερικά με όλο του το είναι. Και το πάθος μπορεί να έχει χίλια πρόσωπα και χίλιες ερμηνείες.
Το μυθιστόρημα αυτό, αν και δεν είναι για όλους, αν και δεν το περιμένεις όταν ξεκινάς να το διαβάζεις, καταλήγει να σου κλέψει την ανάσα και μάλιστα, όχι μόνο μία φορά. Σε ταξιδεύει σε έναν κόσμο σκληρό και άγριο, που η βιαιότητα βασιλεύει κάτω από χρυσοποίκιλτα υφάσματα και αστραφτερά κοσμήματα, πίσω από συγκαταβατικά χαμόγελα και τον φαινομενικό πλούτο μιας Αυτοκρατορίας που δεν υπολογίζει τίποτα και ενός Σουλτάνου που στα μάτια του, μια ανθρώπινη ζωή, είναι ίση με ένα μηδενικό. Και όμως, ο Livaneli, χάρη στον ευνούχο του, καταφέρνει να αποτυπώσει με οξυδέρκεια όλες εκείνες τις μικρές λεπτομέρειες που καθιστούν την παραστατικότητα και την περιγραφικότητα της αφήγησης ιδιαίτερη, αλλά και να εμβαθύνει στον εσωτερικό κόσμο των χαρακτήρων του, εκεί που η αποφασιστικότητα συγκρούεται με τον φόβο, και εκεί που το σκοτάδι συναντά το φως για βνα γεννηθεί η ελπίδα.
Ξεκινάω την κριτική μου λέγοντας ότι για να είμαι ειλικρινής αν διάβαζα το συγκεκριμένο βιβλίο θα το βαθμολογούσα μάλλον χαμηλότερα αλλά επειδή τελικάστο διάβασμα το ταιμινγκ που λέμε έχει τεράστια σημασία εξού και η ψηλή βαθμολογία μου. Αφορμή αυτής ότι εντελώς συμπτωματικά πριν ξεκινήσω το βιβλίο λες και το ξερω είχα ακριβως αυτή την κουβέντα με μια αγαπημένη μου φίλη. Λόγω μιας τηλεοπτικής σειράς που εκτυλισσεται στα χρόνια της οθωμανικης αυτοκρατορίας είχαμε στήσει ολόκληρη κουβέντα για τη ζωή στο παλάτι, για τις γυναίκες και το βίο και την πολιτεία τους ως μέλη του χαρεμιού του σουλτάνου. Μάλιστα είχε ανάψει τόσο η κουβέντα έστω και σε φιλολογικό επίπεδο που αντιπαραθεται η μία στη άλλη πληροφοριες που βρίσκαμε στο διαδίκτυο. Όταν λοιπόν έπεσε στα χέρια μου το βιβλίο και συνειδητοποίησα τη θεματολογία λέω εντάξει εδώ είμαστε. Ουτε παραγγελία να το είχα πραγματικά. Ο μεγάλος ευνούχος της Κωνσταντινούπολης αναφέρεται στην οθωμανική αυτοκρατορία τον 17ο αιώνα. Σουλτάνος τότε ήταν ο Ιμπραήμ παρόλο που ο Λιβανελλί αποφεύγει καθόλη τη διάρκεια του έργου του να χρησιμοποιήσει ονόματα μάλλον θελοντας να περιπλέξει στην ιστορία του το ιστορικό με το μυθολογικό κομμάτι. Για αφηγητή της ζωής στο παλάτι επιλέγει τον ευνούχο του παλατιού. Ευνούχος= άντρας που είχε υποστεί ευνουχισμό και χρησιμοποιούνταν ως φύλακας του χαρεμιού, Ευνουχισμός< Η αφαίρεση της ορμής, της ζωτικής δύναμης, η αφαίερη των γεννητικών οργάνων. Επιλέγει δηλαδή ουσιαστικά την πιο ακίνδυνη κατά κάποιο τρόπο φιγούρα για να εξιστορήσει τι συμβαίνει πίσω από τις κλειστές πόρτες ενός παλατιού. Ένα ταξίδι στο Τοπ Καπί, στο οθωμανικό παρελθόν που για αιώνες διοικήθηκε από την ίδια οθωμανική αυτοκρατορία μέσα από τα μάτια ενός άντρα ο οποίος εχει στον έλεγχο του το χαρέμι, ενός άντρα που έχει διατηρήσει τη φλόγα του πάθους μέσα του δε μπορεί όμως να κρύψει την πικρία τουκαθώς δεν εχει το μέσο μάλλον το όργανο να απολαύσει τις χαρές της ζωής παρά τα καταφανέστατα πλεονεκτήματα που του προσφέρει η θέση του. Ίντριγκες, δολοπλοκίες, πολιτικές συνωμοσίες σε ένα απίστευτο παιχνίδι εξουσίας και σχέσης του ανθρώπου με αυτή, ιστορίες γυναικών μέσα από το χαρέμι, γυναικών θυμάτων ουσιαστικά της απαράμιλλης ομορφιάς τους. Ένα μυθιστόρημα που μπορεί να διαδραματίζεται σε μια ιστορική περίοδο του παρελθόντος αλλά που κατά βάση είναι πάντα επίκαιρη ειδικά εκει που βρίσκεται το ανθρώπινο πάθος για εξουσία και δύναμη.
Engereğin Gözü kitabında padişah (efendi) ve köle arasında geçen konuyu işleyen tarihsel bir roman. Kitapta ikisinin arasındaki ilişki üç aşamalı şekilde ilerliyor. İlk başlarda padişaha sonuna kadar bağlılık, sonra padişahın kötülüklerini anlamak ve padişahın çöküşü, en sonunda da ikisinin eşitlenmesi.
Olaylar genellikle sarayda geçiyor. Dönemin atmosferini, ruhunu, saray atmosferini çok güzel bir dille anlatıyor. Sarayda yapılan törenler ve entrikalar hakkında detaylı bilgiler veriyor. Erkek çocukların boğularak öldürülmesi durumuna sürekli değiniyor.
Daha uzun olabilir miydi diye düşünüyorum, tabi ki olabilirdi ama bu ruh kaybolurdu gibi geliyor. Kitap o kadar güzel bir şekilde başlıyor ki beş yüz sayfa olsa olurum gözüyle bakıyorsunuz ama bir süre sonra kitap hemen bitiyor. İki türlüsü de güzel olabilirdi.
Livaneli ve tarih sevenlerin mutlaka okuması gereken kitap.
Γενικά δεν συμπαθώ ιδιαίτερα τα βιβλία με τις δολοπλοκίες και τις βαρβαρότητες των σουλτάνων. Στην προκειμένη περίπτωση όμως ο συγγραφέας ήταν ο Livaneli. Και ο Livaneli κάνει πάντα τις ιστορίες του ενδιαφέρουσες.
65 yaşındaki Afrikalı Haremin bas ağası Süleyman’ın gözünden Osmanlı İmparatorluğunda saraydan bir doneme ait bir kesit.
Çocuk yasta saraya gelen Süleyman Sultanına yapılan komployla karşı karşıya kalacaktır. Taht entrikaları sonucunda sultan bir şekilde daha sonradan tanımayacağı cariyesi ile birlikte zindana atılır. Süleyman hadim edilmiş olmasına rağmen padişahla birlikte zindana atılan cariyesi Gulbeden`e içten derin duygularda beslemektedir. Padişahin düştüğü bu durum Süleyman’ın hiç hoşuna gitmez ve isin aslını öğrenmeye karar verir. Komplonun yaratıcısı sultanin annesi Valide Sultan çıkacaktır. Valide Sultan genç yasta saraya Harem odalarından giren Venedikli bir güzeldir. Zamanla yükselmiş ve Valide Sultan olmuştur, bu gücü ve iktidarı kaybetmemek için her şeyi göze almış durumdadır, bu sebeple tahta gecen ilk oğlunu sırf kadınlardan etkilenmesin, onların dediklerini yapıp annesine karşı gelmesin diye kadınlardan uzak tutacaktır, onu oğlanlarla beraber olmaya teşvik edecektir. Zindandaki sultanin abisi saltanatı sırasında bu şekilde kadınsız yasayıp ölecek, öldükten sonra tahta gecen Sultana da Valide sultan ayni şekilde davranacaktır. Bu plan bir sure başarılı şekilde gidecektir, ama sultan bir anda karar değiştirerek kadınlara ilgi duyacak ve kadınlarla birlikte olmaya başlayacaktır. Bunu duyan Valide Sultan, iktidar gücünü kaybetme korkusundan zindana kapayıp, 7 yaşındaki torununu, Sultanin oğlunu tahta çıkaracaktır. Acı ve sefalet içinde gecen zindan günlerinde Harem ağası Süleyman Sultana yemek götürüp onunla dertleşecek, onun zor anlarında onun yanında olacaktır. Sonunda Süleyman Sultana kurtulması için kafasında tasarladığı planı aktaracaktır. Sultana tahta çıkan 7 yaşındaki öz oğlunu öldürmesini teklif edecek, böylelikle Osmanlı yasaları gereği tahta çıkacak başka erkek varis olmayacağından Sultan zindandan çıkarılacaktır. Sultana atalarınızın tamamı zaten böyle yaptı, büyük kardeşler küçükleri öldürdüler, bu olağan bir durumdur Sarayda diyecek ve muhtemel vereceği olumlu cevabi beklemeye başlayacaktır, Sultan ona düşünüp yarın gelmesini söyleyecektir. Süleyman bu isin olacağından emin bir şekilde ayrılıp, bir günde zehirlerim diye kendi kendine düşünecektir, ertesi gün Sultanin yanına gidecektir. Sultan onu şaşırtacaktır, çocuğunu öldürtmeyi ret edecektir. Kendisi çocuk yasta kardeşlerinin öldürüldüğüne tanık olmuştur, bunun nasıl canice bir duygu olduğunu bilir ve kendini ölüme terk edecektir.
Güzel bir hikâye, kitabin içindeki örneklerden hangi zaman ve hangi padişaha ait olduğu çıkacaktır.
Zülfü Livaneli’nin basılan ilk romanı. Tarihsel algoritmanın yoğun işlendiği hissiyle akıyor cümleler, ama aslında sadece bir arka plan tarihin rolü burada. İnsanoğlunun yüzyıllar geçse bile değişmeyeceği gerçeği vurgulanmış çokça. Bir yerdeyiz bir gökte, ipin ucundayız bir an sonra umut ışığıyla tazeleniyor çehremiz. Mayamız Osmanlı, kültürümüz tabiatımız köklü dönemlerine dayanıyor kuşkusuz. Eserin içine girdikçe tarihe yolculuk yaptığımızı sanıyoruz, halbuki kendimize yaptığımız yolculuk, acaba biliyor muyuz? Ben naçizane bu farkındalığa vararak bir çırpıda okudum ve çok çok beğendim. Günümüz dünyasında etrafınızda anlam veremediğiniz olaylara, geçmişin perspektifiyle bakmanızı sağlıyor. Anlıyorsunuz ki, akan zamana karşılık biz insanoğlu asla iflah olmuyoruz.
Tarih karakterlerini, temel tarihsel sürece uygun bir şekilde öyküleştirerek vermek istediği mesajı net bir şekilde bizlere aktarmış Livaneli. Başı çeken kimse, onun çevresinde pervane olma gafletine düşen ‘budala’ kalabalığa müthiş bir atıf şekli. O dönemin dilini kullanarak bir Haremağasından dinliyoruz bu süreci. Ki kendisi de bir pervanedir… * Bir kısım sonra I.İbrahim döneminden bahsettiği oldukça net kendini belli ediyor. Livaneli’nin söyleşisinde belirttiği gibi tarihi bir roman değil, karakterleri de zaten açıkça isimleriyle belirtmiyor.(Sokollu Mehmet Paşa’yı tarih severler harici pek bilinmeyen gerçek ismi ile ‘Bayo Sokoloviç’ olarak bizlere sunması gibi) I.İbrahim döneminden oğlu IV.Mehmet(Avcı) dönemine geçişi ve Kösem Sultan’ın bu süreçteki rolünü temel alarak, Topkapı arka planı ile güzel bir gezinti sunuyor. Oldukça doyurucu ve ustaca! İyi okumalar!
Tarihi romanları seven biri olarak kitabın ilk kısımlarını büyük bir keyifle okudum. Zülfü Livaneli kullandığı dil ile etkili bir atmosfer yaratmış. Fakat, kitapta hep olaylar ön plandaydı. Karakterlerin iç dünyasına dair biraz bilgi alabilsek ben daha çok memnun olurdum. Harem ağası dışındaki karakterler çok yüzeyseldi. Bir de final kısmı çok hoşuma gitmedi. Biraz zorlama hissettim. Yine de okunabilir bir kitap.
*hafif spoilerlar var, belki de bol bol spoiler o da size kalmis*
hem guzel hem rahatsiz edici, hem heyecanverici hem de sıkıcı...
tarihi olaylardan hangisi gercek hangisi yalan tarihle.cok alakasi olmayan biri olarak biraz kafa karisiyor. bahsedilen siddet olaylarinin tarihse hangileri bizzat var hangileri kurgu bilemiyorum. kurguysa korkunc gercekse daha korkunc.
ama konu olarak bence cok hostu, livanelinin okudugum ikinci kitabi ve balikci ve oglu kitabina bin basar. kendisi de "oldu bu" demeye en yakin olan kitabim diyor zaten. ogretmen arkadaslarla okuduk da cogu sevmez muhtemelen icinde cinsellik tasviri var diye.
fakat livaneli isim vermedigi icin mahzendeki padisah gercekte var mi yok mu bilemedim. kitabin sonundaki sonsozde ibrahim ismi geciyor, bilenler bilir o padisahi tarzi cumleler kuruyor. ----
ya hadimaganin padisah hakkinda once taparcasina sonra nefret edercesine sonra acircasina sonra tekrar onu severken padisah öldü yeni padisahim cok yasasinnn dusuncesi cok dusundurucu.
---
hadimaga o kadar cariyeyi hadimken nasil tatmin ediyo ya kafa karistiriyo livaneli kitabin okurunu cahil hissettiren bi yapisi var ara ara boyle garip bilgiler sıkıyor araya.
میان تختوگور داستان قدرته. در مورد اینکه چطور قدرت آدمها رو عوض میکنه.طوریکه مادری فرمان قتل جگرگوشههاش رو صادر میکنه فقط برای اینکه در رأس حکومت و قدرت بمونه. اونم زمانیکه برای نجات فرزندش از مرگ توسط برادرش در کودکی همهکار کرده. داستان از زبان یک خواجه سیاهپوست روایت میشه عینا مثل سریال این کتاب. اگر سریال ماهپیکر (Muhteşem Yüzyıl: Kösem) رو دیده باشید از همون صفحات اول کتاب متوجه میشید که داستان مربوط به اون پادشاه عثمانی هستش. اما از اونجایی که اسم پادشاه یا وزیری تو داستان ذکر نشده و مطالعات تاریخی خوبی در زمینه پادشاهان عثمانی نداشتم، هنوز شک دارم. اما داستان بشدت گیرا و جذابه. نویسنده خودش معتقده این کتاب یک رمان تاریخی نیست. اما من اتفاق افتادنش در زمان امپراتوری عثمانی رو بجز تاریخی بودن چیز دیگه نمیبینم.😅
Αν και είχα δει κάποια επεισόδια της τηλεοπτικής σειράς Σουλεϊμάν και γνώριζα για τις ίντριγκες και τις δολοπλοκίες που γινόταν στο σεράι και μέσα στα χαρέμια, το βιβλίο αυτό με την γλαφυρή του αφήγηση, με παρέσυρε άλλη μια φορά στο κόσμο του. Το δεύτερο βιβλίο του συγγραφέα που διαβάζω και λατρεύω τις ολοζώντανες εικόνες, τα αρώματα, τον φόβο και την αγωνία, τα ποικίλα συναισθήματα που σου δημιουργεί η γραφή του. Αν και ολιγοσέλιδο αρκετά περιεκτικό και άμεσο. Ένα μικρό λογοτεχνικό διαμαντάκι.
."Çocukluktan beri bize öğretilen itaat ve kendi benliğini silmek eğitiminin gereğini yerine getirememiş ve bir anlık gafletle, kendimi onlar gibi bir insan olarak görme suçunu işlemiştim. ".
"Haremin kalın duvarları, nice faciayı, ölümü , suçu saklamaktan ve dışarıda kalanların haremle ilgili çılgın ve dünya dışı hayaller kurmasından başka bir işe yaramazdı. ". Zülfü Livaneli 'nin tarihi fon olarak kullandığı masal tadında bir kitap Engereğin Gözü .
Bir haremağasının gözünden ve dilinden okuyoruz olanları. Saraydaki oyunları, ananın evlatlarını , kardeşlerin gözünü kırpmadan birbirini harcadığı iktidar savaşları... Bir sabah saraydan çıkan minik tabutlar !!
İnsanların kendilerini unutup sadece yönetime sahip olanın dediklerini kabul ettikleri bir sistem . Yöneticiyi insan üstü bir yaratık olarak görme eğilimi. Üstün bir varlık olarak görülen padişahın sonrasında insani zaaflarını fark edince şaşırma ve onu insan olarak kabul etme süreci .... Yer olarak Osmanlı sarayının seçildiği tarihten bir bölüm gibi algılanabilecek roman iktidar mücadelelerini , iktidar için savaşanları anlattığı gibi sıradan halkın da yöneticilere ne gözle baktığı , onları nasıl yüceleştirdiğini okuyoruz.
Zülfü Livaneli’nin bir çok kitabında olduğu gibi, bu kitabında da araştırarak okuyorsunuz. Osmanlı dönemini konu alan kitapta net isimleri yazmamış yazar. Habeşistan’dan küçük yaşta alınarak hadım edilen Süleyman’ın yaşadıkları ve Padişahına bağlılığı anlatılıyor. Aynı zamanda, kendi hırsı için oğlunu zindana kapattıran, torununu öldürmek isteyen Valide Sultan ve 19 kardeşini öldürten Padişah. Kim olduğunu az da olsa tarih bilgisi olan çoğu kişi tahmin edebilir aslında, çok tanıdık değil mi? Ben söylemiyim siz okuyarak tahmin edin. Kitabı hangi ara açtım ve hangi ara bitirdim anlamadım. Aslında çok duygusal bir kitap. Hadım olan Süleyman’a mı üzülsem, halkın çektiği eziyete mi üzülsem bilemedim. Padişahın, kendi hırsı ve vicdanı arasındaki savaşı da anlatıyor aslında kitap. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
Kitaba başladıktan sonra daha önceden okuduğumu hatırlasam da bırakmak istemeyip tekrar okudum. İki kez okumaya değer bir kitap. Zülfü Livaneli'nin diğer kitaplarından oldukça farklı bir üsluba sahip. Hem konu hem anlatım olarak bana İhsan Oktay Anar kitaplarını hatırlattı. Osmanlı zamanına dair kitaplar benim için hep iki uçta olmuştur. Ya severim, ya hiç sevmem. Bu kitap sadece "Osmanlı"dan ibaret olmadığı için sevdim. Yabancı yazarlardansa Türk yazarlardan o dönemi okumak daha doğru geliyor bana (her yazar için aynısını söyleyemem tabii). Bu kitapta sevdiğim şey olayların bir harem ağası, sarayda çalışan alt sınıftan birisi tarafından anlatılması oldu. Kahramanın imparatorluğa karşı duyduğu hayranlık ve kızgınlık, kendi içinde yaşadığı çelişkiler, duyguları arasındaki geçişler olay örgüsünü desteklemiş, hikayeyi insanileştirmiş. Merakla okudum.
Bir Zülfi Livaneli aşiqliyidir, aldı başını gedir. Bu dəfə daha uzaqlara, Osmanlı dönəminə, ata-oğul fəlsəfəsinin başqa bir nümunəsinə doğru aparır sizi. İqtidar deyilən ağır xəstəliyin hər kəsin ağlını necə çəldiyini, divarlar arasına qapadılmış keçmiş hökmdarın dəliliyinə qalib gəlmək üçün tək çarəsi olan atalıq duyğusundan danışır. Yaxşılıq və pisliuin bir - birindəki yansımasına, bir birinə olan yardımına qapı açacaqsınız bu dəfə. Livaneli çox istedadlı bir insandı. Deyiləcək başqa söz də yoxdu.
Gün kavuşurken köye bir adam geldi ve peygamber olduğunu söyledi. Köylülere adama inanmadılar, "İspat et!" dediler. Adam karşılarındaki eski suru gösterdi ve "Eğer bu duvar konuşur ve benim peygamber olduğumu söylerse inanır mısınız?" diye sordu. Köylüler, "Elhak, inanırız!" dediler. Adam duvara döndü ve elini uzatarak, "Konuş ya duvar!" buyurdu. Bunun üzerine duvar dile geldi ve şöyle söyledi: "Bu adam peygamber değildir. Sizi kandırıyor. Peygamber değildir."
Kitabın yazarını hiç tanımasam, bir Türk yazar olduğunu bilmesem, oryantalist bir yazarın güzellemesi olarak tanımlardım bu kitabı. Sanki Livaneli hadi bu konuda (batılı gözüyle oryantalizm) da bi kitap yazayım olsun bitsin demiş gibi. Kitapta Livaneli’nin kaleminin gücü hissediliyor ama maalesef hikaye yada kurgu için bunu söylemek çok zor. Benim için hayal kırıklığı oldu.
Zülfü Livaneli en sevdiğim yazarlardan biri. Bir harem ağasının gözünden iktidar-kölelik ilişkileri, itaat etme-nefret etme, hırs, güce göre degişen tutumlar anlatılmış. Ayrıca hadım edilmenin psikolojik etkisi sıkı sık hissediliyor. Dili çok akıcı. Ayrıca, kitap Osmanlı dönemini anlatmakla beraber hiçbir isim vermeden olaylar anlatılmış. Bu da romanı zamansız kılan özelliklerinden biri.
1996 yılında Milliyet gazetesinde tefrika edilirken okudum Engereğin Gözündeki Kamaşma'yı, hala da en net hatırladığım öykülerden biridir. Okurken içimi acıtmıştı, daha o yaşımda bile tarihi romana merakımı arttırmıştı.
Osmanlı tarihi ve haremini hadım bir haremağası gözünden görmek, kolay okunur,bilgilendirici ve keyifli bir kitaptı, karakter ısimleri verilmese de Kösem Sultan dönemini anlattığı aşikar,haremi ve saltanatın iç yüzünü merak eden varsa gönül rahatlığıyla okuyabilir