Devrimin etkilerinin sıcağı sıcağına hissedildiği Rusya'da gazetelerde ve dergilerde yayımladığı anlatılarda Bulgakov, bazen anekdotlardan, bazen güncel haberlerden, bazense kendi hayal gücünden yola çıkarak değişmekte olan yoksul toplumun günlük yaşamını, sıkıntılarıyla ve mutluluklarıyla gözlemlemişti. Hayatımızın Bir Günü'nde derlediğimiz yazılar, bir modern ustanın kaleminden yazılmış bir dönem tanıklığı olmasının yanı sıra kasvetli yaşamları dahi çekilir kılan mizahın da enfes bir örneği.
Mikhail Afanasyevich Bulgakov (Russian: Михаил Булгаков) was a Russian writer, medical doctor, and playwright. His novel The Master and Margarita, published posthumously, has been called one of the masterpieces of the 20th century.
He also wrote the novel The White Guard and the plays Ivan Vasilievich, Flight (also called The Run), and The Days of the Turbins. He wrote mostly about the horrors of the Russian Civil War and about the fate of Russian intellectuals and officers of the Tsarist Army caught up in revolution and Civil War.
Some of his works (Flight, all his works between the years 1922 and 1926, and others) were banned by the Soviet government, and personally by Joseph Stalin, after it was decided by them that they "glorified emigration and White generals". On the other hand, Stalin loved The Days of the Turbins (also called The Turbin Brothers) very much and reportedly saw it at least 15 times.
‘Evet, canlıyım ama yalnızım da. Sizde ölen çok... Her biri için koşturacak olursam ben de nalları dikerim. Üstelik, gördüğün gibi, işim başımdan aşkın. Adieu.’
İtiraf etmeliyim ki kitabı bitirmek için gözlerim kelimelerin üstünde sadece ama sadece zıpladı. Kitaba merakla başladım, yeni bir Bulgakov kitabı okuyacağım için hevesliydim ama “Ölüler Yürüyor” öyküsü ve birkaç cümle dışında hiç beğenmedim. Hayatım boyunca okuduğum en kötü birkaç kitap arasına uğurluyorum seni ne yazık ki, üzülerek…
Yine de aşağıdaki alıntıların hakkını vermek isterim:
“Mantığı yardımcı olmayana duanın da yardımı olmaz.”
“Hemen yanında, yangın yerinde, üstü başı yırtık yoksul bir Ukraynalı vardı, kırık dökük bir Rusçayla şöyle diyordu: “Ben almadım önlem yangın için. Evimi Tanrı’ya emanet etmiştim, hiç acımadı bana Tanrım, evim yandı.””
Bulgakov usta bir yazar, ancak Hayatımızın Bir Günü kitabını anlamak, anlamlandırmak, anlatılanı anlamak zor. Hem göndermelerini anlayabilmenin sıradan okur için pek mümkün olmaması yüzünden, hem de Bulgakov'un kitaptaki üslubunun zaman zaman gerçek üstü özellikler taşıyor olmasından... Hayaller, rüyalar, işitilen konuşmalar, sanrılar, arzular iç içe kimi zaman sayıklar gibi birbiri ardına aktarılmış sayfalara... Bu da okuyucu için kitabı güç bir metin haline getiriyor.
Son zamanlar çok fazla Rus edebiyatı okuduğumdan mıdır bilemiyorum, çok karmaşık geldi bana bu anlatı. Yani elbette okurken devrim, savaş, çatışmalar, yoksulluk gibi imgeler beliriyor insanın zihninde. Ancak daha sade metinlerle karşılaşmayı bekliyordum. Aklımda kitaba dair en net düşünce; “Rus edebiyatında hep bir kan kokusu var” oldu.
“Ama insanlar bile olsa Beni çamura batıran, Gülerek haykırırım ben...” (syf. 26)
“Uzun süre kıyıma uğramış karanlık uzaklar nihayet güçsüz, güçsüzlüğü içinde zavallı insanın yardımına gelmişti.” (syf. 60)
Mihail bulgakov'u seviyorum başta bunu söyleyeyim burada 8 adet öyküden sadece ilk öyküyü sevdim geri kalanı zaman kaybıydı
Hele burada bir alicengiz oyunu yapılmış ki başlayayım anlatmaya
Ey Can Yayınları Ayın Üçüncü Gecesindeyi hem lacivert klasikte hem de kısa modern serinde basmışsın ok bunu yapacağına BASIMI OLMAYAN NADIRDE UCUK FIYATA SATILAN KITAPLARINI BASSAN DA OKUYABILSEK HANI
BU LACIVERT KLASIKLERI BITIRDIM BU YAZ O DA BIRKAC TANESI HARIC FASA FISOYDU. TICARI YANI
Bulgakov diye bir heyecanla başladım da sanki ayık kafayla kafası güzel biriyle konuşuyormuş ekşiliği bıraktı. Yarım kalmış da sanki ya da karalamalarından toparlanmış gibi. Bulgakov’a haşa tövbe bir şey diyemem, benim henüz erişemediğim bir seviye diyeyim şimdilik. Ne anladım şimdi ben? Vallahi bir şey anlamadım.