Mehmed Uzun (1953 – October 10, 2007) was a contemporary Zaza-Kurdish writer and novelist. He was born in Siverek, Şanlıurfa Province, Turkey. Although the Kurdish language was outlawed in Turkey from 1920 to 1990, he started to write in his mother tongue. As a writer, he achieved a great deal towards shaping a modern Kurdish literary language and reviving the Kurdish tradition of storytelling. From 1977 to 2005 he lived in exile in Sweden as a political refugee. During his time in Scandinavia, he became a prolific writer, author of a dozen Kurdish language novels and essays, which have made him a founding member of modern Kurdish literature in Kurmanji dialect. In June 2005 he returned to Istanbul, Turkey. He was a member of the PEN club and the Swedish writers association. On May 29, 2006, it was revealed that Uzun had been diagnosed with cancer.[1] Following treatment at the Karolinska University Hospital of Stockholm, in Sweden he returned to Diyarbakir, Turkey, where he died, aged 54. (Wikipedia)
"İnsan, insan sevmedikçe İster yatakta, ister kolda kelepçe."Büyük Ev Ablukada
"Alnın açık bir şekilde vatani görevini yerine getirmen dileğiyle..." notu düşülmüş bir ilk sayfa. Kitaba gözlerimi ilk olarak böyle açtım.
"Bu şehirde çelikten bir disiplinle eğitim gördü, kendini tanıdı, ruhunu o çelik disiplinin zincirlerine vurdu." 10. sayfa "Disiplinin olmadığı yerde kan ve gözyaşı vardır." tabelasının neredeyse her yerde karşınıza çıktığı askeriyede, askerlik ile ilgili bütün mekanlarda, savaş alanlarında disiplinin olmasıyla kan ve gözyaşı neden hiçbir zaman bitmezdi peki?
Sol apolet, sağ apolet, sol taraftaki melek, sağ taraftaki melek... Savaş suçları, günahların rütbesi mi yoktu bir tek acaba?
Acının, kanın, gözyaşının çevirmenliği nasıl kelimelere dökülebilirdi? Stranların, mıtırbların, dengbejlerin dilinden düşürmedikleri o şarkıların tınısında geçen kelimeleri gerçekten nasıl anlayabilirdik?
BÜTÜN BUNLAR NEDEN?
Birisi zenginlik içinde büyür, aydınlıkta uyuyordur. Diğeri savaşın ortasında büyür, karanlıkta uyanıktır. Savaşın belirsizliği öyle bir belirsizliktir ki, Heisenberg bile kıskanır bir süre sonra. Einstein, Zweig, Szilard savaştan kaçtığı sırada tam tersine savaşın içine sürüklenen onlarca hayatın içinde buluruz kendimizi.
Baktığımız, kafamızı çevirdiğimiz yıldızlar ne kadar süre daha gökteki değil omuzlardaki rütbelerin yıldızları olursa bir o kadar umutsuzuz, o kadar uzağız Küçük Prens'in hayallerinden. Kendi ülkemizde birbirimize yabancıyız.
Yin ile Yang bile içindeki aydınlık ve karanlığı dostluk ve düzen içinde tutarken nedir bu sürekli karanlıkta kalışımız, karanlığımızla barışamamamız?
Eee peki... Alnım bütün bu anlatılanlardan sonra nasıl aydınlık kalmaya devam edebilir ilk sayfaya o notu düşen arkadaşım? O kadar aşılanan korkudan, dökülen kandan ve susmayan silahtan, namus pompalamalarından sonra?
Sistem, bize kitaptaki gibi bir av-avcı rolü biçmiş. Besin zinciri hayvanlar için var derler ama bu dünyada esas besin zinciri savaşlardır. Bu askerlik ise olacakların sadece bir fragmanı, küçük bir kesiti. Sınırsız itaat, disiplin, sorgusuz sualsiz uygulanan emirler... Kan ve gözyaşı gerçekten de disiplinin olmadığı yerlerde mi vardır?
TOKİ'ler dikilip yerel insanların taziye kültürlerini, türkülerini, ağıtlarını yerle bir eder ve rant mimarilerini översin. Bitmek bilmeyen savaşlardan soyları kırmaya devam edersin.
E iyi de, BÜTÜN BUNLAR NEDEN?
Topraklarında sudan çok kanın aktığı, kanın koyu renginin giderek karanlıklaştırdığı bu ülkeyi terk edenler aydınlık özlemi içinde yanıp tutuşanlardı. Aslında varlıklarından haberimizin bile olmadığı insanlar, amacı olduğunu sandığımız ama aslında çıkmaz yolda debelendiğini gördüğümüz başıboş savaş hikayelerinden ibaret şu kitaptaki karakterlerin hayatı.
Sürekli ölenler yine bizleriz, her gün ölüyoruz, hayatımız, ölümün karanlık-uyanık huzurundan daha beter.
Korkuyu diri tutmak, 1984, Cesur Yeni Dünya, Biz, Hayvan Çiftliği, Fahrenheit 451 gibi kitaplarda sürekli bahsedilen motto değil miydi?
Nereye ve ne zamana kadar devam edecek bu böyle? Ağıtların, stranların, türkülerin, onların dediğini anlamadan, savaşları anlatan, durmadan üretilen sayısız eserlerini susturabilecek miyiz kitabın baş karakterlerinden Baz'ın dediği gibi? Onları anlamaya çalışıyor muyuz? Ya da onlar bizi anlamaya çalışıyorlar mı? Dün öldürdük, bugün öldürüyoruz, yarın bir gün bile olsa birbirimizi, coğrafyamızın kaderini, kanla tıkalı bu hayat menfezlerini anlamak isteyecek miyiz?
"EĞİTİMDE MERHAMET, VATANA İHANET" dedirtirler askerlikte adama. Peki, senden hiçbir farkı olmayan bir dünya kardeşine ihanet, yaradılışa ihanet değil mi?
Muhtemelen askeri bir bilgisayar olan kafedeki bu bilgisayarın klavyelerinden herhangi birine ilk kez bu kelimeler için dokunuluyor, ama kimse sorgulamazsa, kimse neden demezse, herkes başarısızlıklarına, coğrafyaya kader deyip geçerse nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa?
Girmeyiz içtimalara göğe ve yıldızlara beraber bakmak için, Girmeyiz içtimalara, toplanmayız hep beraber tefekkür etmek, felsefe, edebiyat, sanat, müzik konuşmak için, Tutmayız nöbetleri, kafamızın içindeki kafesten kaçan olmasın diye, Yürümeyiz uygun adımda kırlara beraber piknik yapmaya, tabiatın sunduğu gündelik hayatın bütün mucizelerini konuşmaya Cibran'ın yaptığı gibi.
Mottomuzdur öldürmek, Arzumuzdur kan ve şiddet. Namus demişler silaha, kadına, milliyetçi kalması gereken bütün askeri düşüncelere,
Dostoyevski, tutku, en istisnai duygudur derken bu istisnanın Ortadoğu'da bitmek bilmeyen kan ve şiddet olacağını hiç ama hiç istemezdi.
"Türk Kürt kardeş falan değil ayan beyan sevgilidir Ayıran kalleş değil ancak hayatın tam da kendisidir." Hakan Vreskala
Biz onları anlamadan, onlar bizi anlamadan savaşın çıkmaz sokağında, etrafımızdaki sıvası kan, odaları şiddet, kapıları cehalet olan evlere bakıp duracağız. Bu yazılanlardan 100 yıl da geçse asırlar da devrilse yine alışmak, unutmak, sorgulamamak, denileni aynen kabul edip, ağzımızdan çıkanı kulağımızın duymaması hayat amacımız olacak.
BÜTÜN BUNLAR NEDEN?
Nedenini sorma, sana denilenleri harfiyen yap, geç. İtaat et, rahat et. Ama bil ki; aydınlık da karanlık da itaatle gelmiyor ve gelmeyecek.
Baz ile Kevok, kitabın iki baş karakteri, coğrafyanın eline aldığı devasa bir kader küreği. Kevok, güvercin demek. Güvercinler oluklara konmak için vardır, oluk oluk kan akıtmak için değil. Baz, şahin demek. Şahinler, arabayla drift yapmak için değil, yaşamak için varlar. Özgürlük için, yaşama hakkı için varlar. Sev(-EBİL!)mek, sevilebilmek için varlar...
"Kanın devleti yok, hepsi kafalarda Tek yürektik hani öğretmenim Aynı kürekle gömülmeyecek miyim" Büyük Ev Ablukada
Di dest pêka romanê de Uzun şexsiyatên novelê bi nav nake'' anonîm '' in, herwiha cih û mekan jî mechûl in tenê navê welatê ciya û dewleta biyanî bi kar tîne
Roman dre bara zabitek bi navê baz e dema ku osmanî dest bi qirrkirina gelê kurd dikin di riya koçberiyê de
Savayek bi tenê difilite û ji şikeftê ber bi zabitek osmanî ve dimeşe û paşê yek ji wan hêzên leşkeran ew xwedî dike di êtîmxanê de
Di paşerojê de dibe zabitek mezin di dewleta biyaniyan de biyê ku bizanibe ew kurd e
Di hêla din de keçikek bi navê kevok di wagona trênê de di riya koçberiyê de ji dayik dibe dema ku Baz zêrevanî dike di artêşa biyaniyan de di unîversîta edebiyat beşê fransî de dixwend û paşê dide riya hevalê xwe bi çekdarên çiya re dibe endama hêzên çiya
Hevdîtina baz û kevok di zindana dewleta biyaniyan de dema kevok birîndar dibe û paşê baz dibe mala xwe û biryar dide ku bi kevok re biçe dema dinase ku ew kurd e
Û piştî qonaxa donzdan tîrêjên royê mîna lehiyekê herikîn Egîd jî, rênas jî ,mîna heyvê ne Pêşî ew mezin, fireh dibin dibiriqin, şewq didin Paşê winda dibin û derin
Derin devlet ile gerillayı şiir gibi anlatan bir roman olmuş. Nefretle yoğrulmuş "olmayan ülkede" geçenleri objektif biçimde anlatan dilini çok sevdiğim bir kitap oldu.
"Ve tam kapıdan çıkacakken seslendi annem: - "Yüreğini ört, insanlar soğuk Üşürsün!"
Mehmed Uzun ilk olarak bir facebook sayfasında paylaşılan bu alıntı ile dikkatimi çekmişti bir kaç sene önce. Daha sonra da Cereyanlar'da Tanıl Bora'nın yazar için yazdığı "folklorik bir 'mazlumlar edebiyatının' ötesine geçmeyi hedeflemesi onu ayırt eder" sözlerinden dolayı Uzun’a ilgim artmış ve okunacaklar arasına dahil etmiştim. Önce "Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık" isimli romanını okumayı tercih ettim, bu romandan dolayı yargılandığını okumuştum çünkü.
Sadece roman değil, Kürt dili ve genel olarak edebiyat üzerine yaptığı çalışmaları falan da düşününce yazarın adını kullanılarak hayranları tarafından oluşturulmuş facebook sayfalarının ne kadar sığ olduğunu düşündüm. Yazarın hayatı, eserleri ve edebiyata katkısını inceleyen paylaşımlar neden yapılmıyor anlamıyorum. Ama neyse ki meraklı bir okurun ihtiyaç duyduğu bazı bilgilere youtube’dan ulaşması mümkün. Mehmed Uzun adı ile araştırma yapın ve önünüze çıkan videoları seyredin. O zaman kitabın başındaki tanıtım yazısında yer alan "roman sanatına ilişkin belirleyici katkılar" ifadesinin anlamı üzerine bazı ip uçları yakalarsınız.
Çevirmen her ne kadar romanın konusunun geçtiği dönem ve yerlerin tamamen tesadüf olduğunu belirtse de bana pek öyle gelmedi. Bilinçli değilse bile romanda geçen yer, dönem hatta bazı karakterlerin yazarın bilinçaltındaki gerçekliklerin tezahürleri olduğunu düşünüyorum. Büyük Ülke, Dağlar Ülkesi gibi yer isimlerinin verildiği, ileri geri gidişlerle zaman akışının belirgin tarihlerle değil dolaylı olarak aktarıldığı romanda hemen hemen her yerin her zaman diliminin hatta bazı karakterlerin gerçek hayatta karşılığı vardı benim için. Romanı okurken “orası” diye bahsedilen yerin bendeki adı Dağlar Ülkesi değildi. Bu adın geçtiği her cümlede aklımdan geçen yer Güneydoğu Anadolu oldu. Başkalarına da öyle gelmiş olmalı ki yazar bu romandan dolayı yargılanmış. Yargılanacak ne var diye düşününce bu romanda da öne çıkan duygu olan korku aklıma geldi. Yazar yer ve zamandaki bu belirsizliği acaba yargılama ihtimaline karşı tedbir olarak özellikle mi yaratmıştır diye merak ettim ama öyle olmadığını düşündüm. Bence insanın içindeki aydınlık ve karanlığın evrenselliğini bu şekilde yansıtabileceğini düşünmüş olmalı diye geçirdim içimden. Yani bunlar bunlar oldu ama şu şu özellikteki her yerde ve her zaman diliminde olan ya da olabilecek şeylerdir bunlar demeye getirmiş sanırım.
Yazarın üslubu da bana biraz değişik geldi ve hoşuma gitti. Romanın esin kaynağını, yazılma sürecini de konuya yedirerek kendisini de bir karakter olarak dahil etmesi hatta olayları anlatırken okura da zaman zaman bir yazar olarak doğrudan seslenmesi romana farklı bir güzellik katmış bence. Yazarın ana karakterlerden Kevok’u edebiyat öğrencisi olarak kurgulaması edebiyatın işlevi hakkında da bir tartışma geliştirme amacıyla yapılmış sanırım. Genel olarak edebiyat üzerine yapılmış bu tartışmalar hoşuma gitti. Yazarın Kürt dili ve edebiyatı üzerine yaptığı incelemelerini de oldukça merak ettim ve bu konuda yazmış olabileceği kitapları araştırmaya karar verdim. Ama önce resmi tarih Kürt dili ile ilgili olarak neler uydurmuş, onları okumak gerekecek sanırım.
Romanda karakter isimlerinin değiştirilmeden Kürtçe olarak bırakılması da çok yerinde geldi bana. Hem bu sayede en az 10 adet Kürtçe kelime öğrenmiş oldum. Kevok ve Baz’ın Türkçe karşılığını unutmam zor bundan sonra. Kevok, asimilasyon sürecinde erken yaşlarında uyanış yaşamış bir Fransız Dili ve Edebiyatı öğrencisi, Baz ise, bu uyanışı 40’lı yaşlarda ancak tecrübe edebilmiş bir ordu komutanı. Tam da kitabın arka kapağında belirtildiği gibi yalancı bir geçmişle beslenmiş bir komutanın sevgisiz ve yalnızlıkla örülü ömrü ve sevgisizliğin nasıl öfke ve nefrete dönüştüğü çok sade ve yalın bir dille anlatılmış. En büyüleyici cümleler ise, gökyüzü, ay ve yıldızlar üzerine yazılanalar olmuş. Betimlemeleri okurken eğer gerçekten gözünüzde canlandırmaya çalışırsanız o anları hiç bir şekilde yaşamamanız çok zor. Bir de dağlar var ki, örneğin benim hiçbir zaman çıkamadığım bu saatten sonra da çıkamayacağım doruklarında en karlı, fırtınalı zamanlarında vakit geçirdim. Elbette gerçekten doruklara tırmanmakla bunu yapanların yaşadıklarını okumak arasında büyük fark vardır ama yine de bana oralarda olmayı az çok bir şekilde hissettirdiği için minnet duydum yazara. Kan, ter ve sidik kokusu öne çıkan kokulardı romanda. Buna rağmen dağlardaki mağaralarda bulunmak istememe çok şaşırdım. Onca korku, yoksunluk ve acının hüküm sürdüğü dağlarda gökyüzünün güzelliğinin çok daha fazla duyumsanabileceğini düşünerek direnişçileri kıskandığımı fark ettim. Bilmiyorum, aslında belki de tersi daha geçerlidir gerçek hayatta. Nehirlerin ay ve güneş ışığıyla şavkıyan yüzeyleri de sık sık gözümde canlanan görüntülerdi.
Mehmed Uzun’a kanım çok ısındı benim. Bundan sonra da okumaya devam ederim. Aramızdan çok erken ayrılmış olmasına da üzüldüm.
Bu romanı, Kürt ve Türk toplumları arasında kurulmak istenen barışa özellikle şüphe ile yaklaşanların okumasını çok isterim. Gerçek barış öyle siyasi stratejilerle falan değil her iki toplumun birbirini, her insanın kendisi ve ötekilerinin aydınlık ve karanlığını yürekten anlama isteği ile mümkün bence. Resmi tarihin bize nasıl bir kötülük yaptığını en çok Kevok ve Jîr’in sevişme anlarını anlatan satırları okurken düşündüm ve derin bir nefes almak zorunda kaldım. Kürtler sanki bu dünyaya sadece mücadele etmek için gelmiş gibi bu sevişmelere şaşırdım. Anne ve babamın sevişmesi gerçekliğini fark ettiğim ilk anda hissettiklerime benzer şeyler hissettim utançla ki Kevok ve Jîr’in sevişmeleri şimdiye kadar okuduğum en güzel şevişme anlatılarındandı.
Kitabı okumaya başlarken kapağını incelemiş ve üzerinde düşünmüştüm okuduktan sonra tekrar incelediğimde romanı bundan daha güzel yansıtanı olamazdı dedim.
Mehmed Uzun okunmalı, okutulmalı. Tanıl Bora’ya tekrar tekrar teşekkürler!
Okunacaklar :
Güneş Dil Teorisi, Çeşitli Kaynaklar Türk Tarih Tezi “Güneş-Dil Teorisi” ve Kürd Sorunu, Bilim Yöntemi Türkiye’deki Uygulama-II Küllerinden Doğan Dil ve Roman, Mehmed Uzun Bir Dil Yaratmak, Mehmed Uzun Kürt Edebiyatına Giriş, Mehmed Uzun Mehmed Uzun’un Tüm Romanları
Mehmed Uzun kürt edebiyatının en önemli yazarlarından biri. Gılgamış destanı üzerinden yola çıkarak karanlık ve aydınlık üzerine, ülkenin ikiye ayrılan toplumlarını ele almış. Bu ülkenin adı Büyük Ülke, bir general tarafından yönetiliyor. Haliyle çok da sevimli bir tablo yok. Oldukça rahatsız edici, zaman zaman tiksindirici hikayeler anlatılıyor.
Çünkü aşk, umutsuz ve çaresizlerin düşüdür. Çünkü aşk, güçlüklerle yüz yüze yaşayan insanların düşüdür.
Anlatıcımız bir yazar; yolunun kesiştiği Dağlar Ülkesi'nden bir kızla başlayıp o karakterin başından geçenleri ve Büyük Ülke'nin üst rütbeli bir askerinin kızın hayatına girişini, ikisinin geçmişleri ve geleceklerini, yaşadıkları Büyük Ülke'nin siyasi sorunlarını, Dağlar Ülkesi insanlarının gördükleri zorbalığı ve nihayetinde ortaya çıkan iç savaşı ve bu iç savaşa kurban edilen canları anlatıyor. Çok uzak bir hikaye değil. Tam yanıbaşımızda. Yıllardır içimizi yakan bir konuya parmak basmış. Ama herkesin objektif bakıp bu kitabı o şekilde değerlendirebilmesi zor. Çünkü her anlamda yer yer rahatsız edici.
Konunun rahatsız edici ve üzücü kısmını bir kenara bırakırsak yazarın şiir gibi bir anlatımı var ve çevirmen de bunu dilimize çok güzel aktarmış.
Gün, olağan bir gün değil. Gün mahşer günü; yüklenip göçme günü. Gün, sürgün günü, yabancı diyarlara doğru bir sürgün.
Anadili Kürtçe olan biri olarak Kürtçe okuyamıyorum, bu nedenle çeviri alıp okumak zorunda kaldım ama buna hiç pişman olmadım. Yer yer dil farklılıkları nedeniyle birbirini tekrarlayan cümleler olmasa belki de hiçbir kusuru yok kitabın. O da dediğim gibi dil farklılıklarından kaynaklanıyor.
"...En kötü düşman tâbiat değil, insandır unutma. İnsanın en zorlu düşmanı yine insandır.''
Gılgamış Destanı'nın karanlık-aydınlık çatışmasını bu topraklardaki sömürü-sömüren problemi üzerinden irdelemiş ve bu çatışmadan bir aşk hikayesi doğurmuştur bizlere Mehmed Uzun. Üstelik az biraz Kürtçe dağarcığımıza kelime kazandırır. Lakin ben sinemada ve edebiyatta Kürt halkının yaşadığı ızdıraplara, acılara ve işkencelere bu denli duygusal perspektifte bakılmasından sıkılmış biriyim. Mesela Kevok'un dağ arzusu Jîr üzerinden çok fazla ilerliyor. Olmasın. Kevok bir Amargi olsun, Jîyan olsun, hatta Jin olsun öyle gitsin. Ben o baskınlığı atamadım. Baz'ın içindeki çatışma güzel. Hareketi tanıyan birçok insanın başta yaşadığı çatışmaya benziyor: "ya haklılarsa? ya bize öğretilen kutsallar yalansa?" Fakat bunun çok iyi yedirilmesini isterdim. Gılgamış'ın o ünlü çatışması salt aşktan alevlenmesin Baz'da isterdim. Modern Kürt edebiyatının en iyi örneklerinden biri olduğunu unutmayalım. Çok iyi kullanılan bir dil, edebi zevk, kelime oyunları... Seveceksiniz.
Seyahatler, hastalıklar derken istemeden uzun aralar vererek okumak zorunda kaldım ama aslında bir gecede okuyup bitirmek istedim. Çok etkileyici bir kitaptı. Su gibi akıp giden, destansı bir anlatımı var Mehmed Uzun'un. Daha önce Yaşlı Rind'in Ölümü kitabını okumuş, dilini çok kasvetli bulmuştum. Ama bu başka... Aydınlıkla karanlığın, iyilikle kötülüğün, sevgiyle nefretin mücadelesini Baz ve Kevok'un kişisel hikayelerini temel alarak duru bir dille anlatmış. Okurken, kimbilir Kürtçe'si ne kadar güzeldir diye düşündüm ve tabii yine, neden memleketin dillerini öğrenmedim zamanında diye hayıflandım. Benim okuduğum kitap İthaki Yayınları'nın 20. basımı ve çevirisi Selim Temo'ya ait.
Mehmet Uzun'un bu kitabini tavsiye uzerine okumusdum ama yazim stilini cok begendigimi soyleyemiycem. Baz ve Kevok'un hikayesini, bir halkin kotu talihini anlatiyor. Anlatim sekli okurken beni yordu, bir paragrafta ayni cumle farkli bicimlerde tekrarlamis kendini ama bu kitabin Kurtce yazilmis ve Turkceye cevrilmis olmasindan, dillerdeki farkliliklardan kaynaklanmis olabilir.
Savaslar insanlari insan olma vasiflarindan uzaklastirir ve insanlar dusuncelerinden dolayi suclanmamalidirlar..
Bir kitaba devam etmek için sanırım ruh halimiz çok ama çok önemli. Birkaç yıl önce okumaya başladığımda çok sıkılarak yarım bırakmıştım. Şimdi en başından yeniden okumaya başladım ve şu an neden bitti diye üzülecek kadar tadı damağımda kaldı. Ve ilk kez burada bir kitaba yorum yazacak kadar beni etkiledi.
I read turkish translation of the book. It was really impressive, It sometimes takes you to dark sometimes to light. It is mostly about nature of love in a war and love between two side in a war. It shows a war is not just a pure waging, but also involves loves and it is not absolute but also hesitant.
Tam nizanim çi bêjim. Di destpêkê de xweş hatim xapandin, bi wê hêsta çîyanan, bîranîna rewîtîyên xelkên me yên berê lê piştre nizanim nivîskar çilo bikêr hat ku bûyêrê bikişînê rexekî vilo. Yanî heke nêhta wî go dilê me bi Bazo bişewitê, şanî bike go dijmin her çiqas dijm jî bê me fêhm dike ti talîyê de an jî heke xwestibê go em kesên lawaz wek Kevokê bibînin... heke nêht ev bê Mehmed Uzun na wela, bo min bikêr nehat.
Kevok di serî de kesek e serbixwe bû, karîbû biryaran bide, rast û şaşîyên wê ji hev cûda bûn. Wek karakter "pêş diket" digûherî lê niza çima vê talîyê perapaş divegerîya. Min serî de zanîbû go Kevok ne yeke wilo bi aqil û bi îstîkrar bû lê ev a go hevalan da kuştin hişt go ez romanê bi zorê xilas bikim.
Pîrê Baz, ji xwe ji bînî naxwazim behsa wî bikim. Îda rast e go ev 25 sala ye nikarîbû li paşeroja xwe bipirsê? Ka bila herê îşekî xwe lo. Sifir empatî, mêjîyê wî tenê bo kuştin û sexê dişoxilê. Mader dixwest nîşan bide go evîna Kevokê Bazo guherandiye, mala minêê.
Na wela. Poşman nebûm go min xwend, ji ber go xwendina wê hesan û herikbar bû. Xwedî ferhengek gelekî bi dewlemend e ev roman. Ji ber wê 3 stêrk didim.
⭐ Bo dîroka ku tê de xwedî kiriye. ⭐ Bo çîya, zozan, çem, dar û berf û roja tê de derbas dibe. ⭐ Ev jî bo forma pirtûkê. Ya min ne av a kesk e, ji weşanên SEL ê ye. Girtina wê û xwendina wê gelekî xweş bû.
Karanlık ile aydınlığın bitmeyen savaşı... . Dağların ardında bir yaşam, Aydınlık içinde kalan karanlığın, karanlık içindeki o bir parça aydınlığın çırpınması, Bir güvercin ile bir şahinin önce çarpışması, sonra yan yana uçmaya çabalaması... Ölüm... Çokça, zalimce, iç acıtarak gelen ölüm... Ölüme adanmış gencecik hayatlar... . . Bitmeyen, sonu gelmeyen, ve malesef kardeşçe yaşamak varken boşuna yaşanan kavganın kitabı. Ve Mehmed Uzun'un doyumsuz anlatımı... . . Etkileyici bir kitaptı. Tavsiyemdir 🙏 .
Geen boek wat gemakkelijk leest omdat er steeds gesprongen wordt in de tijd. Maakte grote indruk op me en vind het jammer dat dit boek in Turkije werd verboden. Waar het zich afspeelt... dat wordt niet echt vermeld. De plaatsen zijn fictief als ook de namen van de hoofdpersonen. Het laatste hoofdstuk is zijn weerwoord op de tenlastelegging
sevgili mehmed uzun'un daha önce okumadığım kitaplarından birisi. politik bir kitap, bir destan gibi, bir dengbej anlatısı gibi yazmış. çok olağanüstü bir yapıt değil belki ama bir romanda olması gereken hemen her şey var. akıcı, kolay okunuyor ve anlaşılıyor. üst kurmaca ve yazarın romanı yazış süreci gibi kimi post-modern roman unsurlarının içinde yer alması, kimi tarihsel olayları çağrıştıran ayrıntıları dile getirmesi, slogana, propagandaya kaçmadan bir savaşı anlatması, yer yer eleştirel bir bakış getirmesi olumlu yanları.
Yoğun tavsiye üzerine başladım, haliyle beklentim büyüktü. Beklentimi karşıladığını söyleyemem, ama yine de ortalamanın üstünde bir kitap. Tavsiye ederim.
Başlangıcı Sakarya fırattaki başrollerin aşkının edebileştirilmiş hali(şaka)12.sınıfta zorla yatağa gönderildiğim için telefon ışığında gizlice okuduğum kitap
Genel olarak akıcı, güzel bir kitap. Yalnız değinmek istediğim birkaç nokta var. Cemal Süreya; yazarın kendisi romanın içine sokmasını hoş karşılamıyor. Bence de romanın içine yazar girince sanki kurguyla kurduğumuz bağlantı kopuyor ve gerçek dünyaya dönüyoruz. Sonra akıcılıkta kopma oluyor.
Kevok'un isyana katılması bence biraz geçiştirilmiş. Sadece sevgilisinin isyana gitmesi onu da isyana sürüklüyor. Fakat Kevok'un da bir şeyler yaşaması, siyasi politik düzlemde bir şeylere tanık olması gerekiyor.
Roman pek nesnel değil. Yani isyancılar süper insanlar gibiyken askerler psikopat manyaklar oysa isyancıların da karıştığı kötücül olaylar anlatılsaymış bence daha nesnel olurmuş. Sonuçta elinde silah tutan adamlar pek de masum olmuyor. Tabi bu bir tarih romanı değil o yüzden belki de oraya pek takılmamak lazım.
Son olarak; en çok merak ettiğim şey bir insan ilk kez karşısında kanlı canlı bir insan varken tetiği ezerken ne hisseder? Öfke, neşe, korku, acıma, sevinç vs. vs. Bu benim normal hayatta deneyimleyemeyeceğim bir şey ve bence yazarın en çok buna odaklanması gerekirdi.
http://ucalisan.blogspot.com.tr/2014/... kitabın özüne yöneldiğinizde aslında kurgusu sağlam bir macera var. (Her ne kadar başlangıcı Tarkan'ı kurtaran kurt hikayesinden araklanmış olsa da) Mantık hatası yok, ince detaylar güzel. Hatta benim özellikle takdir ettiğim işin, sonunu baştan anlattığı halde okuyucu kitabın sonuna kadar merakla bekleten bir kitap. Çoğu yerde kafanızda tahminler yürütürken, ha sahi böyle olmuştu dedirtip yanıltıyor. Ancak, bitmek bilmeyen tasvirler, birbirini tekrar eden, olmasa da olur kelimeler insanı yıldırıyor.
Gerçeklerden, aşktan, savaştan, anlayıştan ve anlayışsızlıktan bahsediyordu bu kitap. Güçten, inançtan ve beyin yıkamadan bahsediyordu. Harcanan hayatlardan ve sıkışmış insanlardan, sıkışmış askerlerden... Kurgu çok güzel. Sonunu bildiğin halde baştan sona okuyorsun, yine de moralin bozuluyor. Anlamak için okumak lazım.
Sonunda bitirdim :) Biraz uzun sürdü çünkü çok akıcı gelmedi anlatım tarzı. Acaba çeviri olması mi bu kadar fark ettirdi bilmiyorum. Benzetmelerle teşbihlerle okuyucuya rehber olmaya çalışıyor ama bunu biraz tehlikeli buldum. Paralellik kurmaya çalışmış ama bana göre bu şekilde yorumlanamayacak şeyler yaşananlar...
Mehmet Uzun'un şiir tadında anlatımı çok hoş. Baz ve Kevok' un hikayesini anlatıyor, Aşklarını, tutkularını, savaşlarını... Ancak ikisi arasında gidip gelirken bazen anlayamadığım yerler oldu. Yine de severek okudum.
Sürükleyici ve yalın. Okurken film izler gibi her an gözümde canlandı. Karakterlerin ruh hali çok iyi betimlenmiş ve olay örgüsü okuru hep canlı tutuyor. Kesinlikle tavsiye ederim.