Çoğumuz çocukluğa dair tek bir anıya sarılırız bazen. Bir gün, bir kişi, bir olay… Bütün çocukluğumuzu onun çevresinde öreriz. Hani çocukken bir yerimiz yara olduğunda tentürdiyot sürerlerdi üstüne, sonra da yanmasın diye üflerlerdi. Hayatımız boyunca birileri yaralarımıza iyi gelecek bir şeyler sürsün, sonra da acımızı almak için üflesin diye bekliyoruz.
Yekta Kopan’ın yeni öykü kitabında çocuklar var. Gerçekle gerçek ötesinin sınır çizgisinde yürürken dengesini bulmaya çalışan çocuklar. Yetişkinlerin sıkıcı ve yoz dünyasına sığamayan, hayata taptaze gözlerle bakan, yaralı olmasına karşın sorgulamaktan asla geri durmayan çocuklar. Cesaretlerini ceplerinde taşıyan çocuklar.
Kimi alabildiğine gerçekçi kimi cesurca yaratıcı ve oyunbaz kimi de distopyanın sınırlarında gezinen öyküleri bir araya getiriyor Bana Kuşlar Söyledi. Ele aldığı çetin meselelere karşın kendine özgü mizahından, derin ironisinden ve yaşam sevincinden asla ödün vermiyor Yekta Kopan. Her şeye rağmen hayatın yanında olmamız hatta elden geldiğince “dans etmemiz” gerektiğini vurguluyor.
Çocukların dünyasından bakınca hâlâ umut var. Çocuklar varsa umut var.
Yekta Kopan (d. 1968, Ankara), Türk yazar, seslendirme sanatçısı ve televizyon sunucusudur. Sesi Jim Carrey, Michael J. Fox, çizgi film karakteri Sylvester ve Buz Devri (film) animasyon karakteri Sid ile özdeşlemiş bir seslendirmecidir. Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri adlı öykü kitabı 2002 Sait Faik Hikaye Armağanı'na, Bir de Baktım Yoksun adlı öykü kitabi ise 2010'da hem Haldun Taner Öykü Ödülü’ne, hem de Yunus Nadi Öykü Ödülü'ne değer görülmüş bir öykücüdür. NTV televizyon kanalında her gün yayınlanan “Gece Gündüz” adlı kültür-sanat programının sunuculuğunu yapmaktadır.
Eğer tümüyle kilitlendiğini düşünüyorsan, çocukluğuna doğru bir yolculuğa çık. Çocukluk, çitlerle çevrilmemiş bir özgürlük bahçesidir.
Her zamanki gibi kitabın ne olduğunu, ne anlattığını öğrenmeden satın aldığım için Yekta Kopan'ın çocukluk anılarını beklerken ilk hikaye "Şarkısı Çocukluğunun" ile Cormac McCarthy'nin Yol'unu buldum adeta. Hem fantastik, hem gerçek ama hepsi de biraz karanlık ve ağır olan genç yetişkin hikayeleri oldukça keyifliydi. Yalnız sanki ilk hikayeden son hikayeye doğru sayfa sayısı da, hikayelerin kaliteleri de biraz düştü.
Bence kitabın kaybedeni Can Yayınları'ydı. Alt tarafı 128 sayfalık kitabı açtığım gibi bu cilt kopar dedim ve öyle de oldu.
Yalnız normalde "bana 750 sayfa Vedat Türkali verin ama 50 sayfalık kısa öykü vermeyin" diyen bir insan olsam da sadece 8-9 sayfalık kısa öyküler bile oldukça hoşuma gitti. Bu tamamen Yekta Kopan'ın kaleminden olmasından kaynaklanıyor bence.
Neden bilmiyorum Yekta Kopan'ın Sarmaşık harici hiçbir kitabının ortalaması 4 puanın üzerinde değil. Sizin favoriniz olan Yekta Kopan kitabı hangisi? Sizce hangi kitabını ilk olarak okumalıyım?
Bazı öykü kitaplarında öyküleri genel olarak çok sevmesem de 1-2 öykü çıkıyor ve çok beğeniyorum. Bana Kuşlar Söyledi de bu kitaplardan biri. Çocuk bakış açısıyla anlatılan her şeyi çok sevsem de bu kitapta çocuk bakış açısını çok beğenmedim, anlatıcı çocuktan çok yetişkinmiş gibi geldi. Bu türde başarılı bir örnek okumak isteyenlere Şeyma Ünal- O Zaman Gerçeği Nasıl Öğreneceğiz'i tavsiye ederim. Ayrıca güncel konularda yazılmış öyküleri çok sevmiyorum. O nedenle distopik öykülerini beğenmedim yazarın.Onun dışında kitaptaki Dancing Queen ve Sabit Bey'in Spor Ayakkabıları öyküleri beni çok etkiledi. Yazarın daha eski öykü kitaplarını okumak isterim.
Yekta Kopan'ı Kediler Güzel Uyanır kitabıyla tanımış ve öykülerle aram çok iyi olmasada beğenerek okumuştum. Bu kitaptaki 12 öyküden üç-dördü'nü beğendim, özelliklede ilk öykü Şarkısı Çoçukluğun çok başarılıydı, keşke daha uzun olsaymış. Onun dışında Dancıng Quenn- Abba şarkıları hoştu, Sabit Bey'in spor ayakkabıları- esprili, Sır Bir Masal- çiçek bakan adam tabiiki güzel görür; -"Bak evlat, şu çiçekteki sabrı görüyor musun, her bir sürgününe nasıl da özen gösteriyor. Zamanla yarışmıyor. Biri yanlış yöne gitse, ertesi gün dikkatini o yaramaza veriyor, bütün çocukları aynı güzellikte olsun diye uzun uzun ilgileniyor onunla. *Bundandır bu çiçeğe düşkünlüğüm, bundandır kendimi eksik hissettiğim her anda bu çiçekte doğruyu bulma çabam.*"
Herkese keyifli okumalar.
"Göçük. Öyle dediler. Fısıldadılar. Başka şeyleri bağırarak söylerler. Ama bunu... Fısıldadılar. Başımızı öne eğdik. Annem, ablam, ben. Üçümüz. Ben onlardan öyle gördüğüm için eğdim başımı."
"Belki de bir canlının yüreği sadece çocuklukta dilediğince atıyor. Korkmadan, hesaplamadan, bütün mümkünlere inanarak. Büyüdükçe sadece kan pompalıyor kalp. Kendini bildiğin gün korkuyu da biliyorsun belki. Seninle ben... Biz ikimiz... Kendimizi bilmediğimiz zamanlarda kaybetmişiz o parçaları. Eksik kalmışız."
"Bütün bunları sana niye anlattım bilmiyorum. İçimden öyle geldi. Belki de giderayak o dans eden kadını hatırlamak istedim. Böyle yaşlanmayı hayal etmiyordum. Şu halime baksana, bana ait olmayan bir ev bu sanki. Herkesin eskisini tıkıştırdığı bir yer. Beni anlatmayan eşya, beni anlamayan dünya. Böyle olmamalıydı. Gitmeden seninle paylaşmak istedim. Çünkü sen bana benziyorsun biraz. Belki senin de kendine bir ABBA bulmanı istedim. Ben ölünce sevdiğin bir şarkıyı açıp baygın düşene kadar dans ettiğini düşünmek iyi geliyor. Kimseyi dinlemeden, kimsenin uydusu olmadan..." "Uydu... Şey yani..." Odayı kaplayan mavi ışığı elinin tersiyle savuşturup "Uydu işte," dedi. "Büyük bir gezegenin çekim etkisine girip sonra da onun çevresinde dönüp duran cisimler. Ben dedenin zekâsından falan o kadar etkilendim ki, uydusu oluverdim. Aptallık! ABBA bana neyi hatırlattı biliyor musun? Benim de kocaman bir gezegen olduğumu. Madem gezegendim, gezmeliydim." "Dünya kendi çevresinde de dönüyor," dedim. Okulda öğrendiğim bir şeyi söylersem sevinir diye düşündüm o anda. "Aferin benim kızıma," dedi, "sen de hep kendi çevrende dön. Hangi şarkıyla istiyorsan. Nerede istiyorsan. Sen de kendi ABBA'nı bul. Aç kollarını, dön çevrende. Düşmekten korkma. Bir şekilde kalkarsın yine. Ama o sevdiğin şarkının bir notasını bile kaçırma. İçinden geldiği gibi dans et."
"Açıklamam yasak olmasaydı eğer yaşadığım zindanın sırlarını, öyle şeyler anlatırdım ki sana, tek kelimesi aklını başından alır, kaynayan kanını donduruverirdi. Silerim de bütün boş anıları, bütün kitaplarda yazılan, çizilenleri, genç-liğimden, öğrenciliğimden kalanları, yalnız senin buyruğun kalır, beynimin defterinde, yapraklarında, ıvır zıvır bütün bildiklerimin üstünde," der miyim ona?
"Bak evlat, şu çiçekteki sabrı görüyor musun, her bir sürgününe nasıl da özen gösteriyor. Zamanla yarışmıyor. Biri yanlış yöne gitse, ertesi gün dikka-tini o yaramaza veriyor, bütün çocukları aynı güzellikte olsun diye uzun uzun ilgileniyor onunla. Bundandır bu çiçeğe düşkünlüğüm, bundandır kendimi eksik hissettiğim her anda bu çiçekte doğruyu bulma çabam. Ola ki bir gün sen de hayatın acımasızlığıyla yüz yüze gelirsen, sürgünlerinin aynı güzellikte, aynı yönde uzayıp uzamadığına bak. Bu dediklerim kulağına küpe olsun, şu çiçeğe her baktığında aklına gelsin."
"Sadakat, bilgi, rehavet. Se, be, re. Sabır. Üç çömleğin bir araya geldiğinde diyeceklerini duymak zaman ister, tecrübe ister, sevgi ister demişti ustası. İşte artık duyuyordu: Sabır.
O kadar mutluydu ki ne esen yel ne kavuran fer umurundaydı artık. Sabretmeliydi. Ustasının gerçeğini gördüğünü cümle aleme bildirmeliydi. Mağaranın duvarları yarılıyor, dört yanında büyük çatlaklar oluşuyor-du. Derken yer sallanmaya başladı, yıkılmamak için yere daha bir sağlam bastı, daha bir güçlü hissetti kendini. Mağara yıkılıyordu, Sadık ayaktaydı."
Bir çoğu çocuk olan ana karakterlerin - ve bir kedi - ağzından yazılan sımsıcak, samimi öyküler. Kediler güzel uyanır’a küçük bir atıf da beni gülümsetmeye yetti. Peki, ana karakterlerin tamamının erkek olması acaba bir tesadüf müydü?
"O zaman on yaşındaydım, böyle düşüncesizce sorabilirdim bir şeyleri. Pat diye."
Keyifle okudum… Kitapta çocukların gözünden aileye, sokağa, dünyaya bakan on iki öykü var. Gerçekle masal arasında gezinen öykülerin samimi ve ironiyle örülü havasını sevdim, beni çocukluğun bilinmezlerle dolu, "bütün mümkünlere inanan" bir yandan büyülü diğer yandan sancılı dünyasına götürdüler…
“Rüzgarlı Ada” nın öyküsünden başlı başına bir distopik evren çıkar. Birisi veya Yekta Bey’in kendisi ayrıca romanını yazsa okurum, filmi çekilse heyecanla gider izlerim. Hatta üstüme vazife olmadan “filmini Can Evrenol çeksin lütfen” derim.
Tüm hikayeler çok güzeldi. Ben biraz daha aynı konseptte başka başka hikayeler okuyup aralarda birbirine selam gönderen sürprizler bulmayı seviyorum böyle kitaplarda . O yüzden bir bütün kitap olarak içime çok işlemedi. Hikayeler sıralanırken çocukların büyümesi hoşuma gitti mesela. Ama başka bir bütünlük hissedemedim. Derleme hikayelerden oluşan bir kitabın amacı tabi ki bu olmamalı, sadece ben kendi tecrübemi aktarıyorum.
Ayrı ayrı hepsi çok güzel diyecek bir şey yok. Bu yüzden kitap olarak değil ama hikaye hikaye hatırlarım bir çoğunu sanırım. Hatta bir iki yıl sonra içinden bir hikaye aklıma geldiğinde; “nerde okumuştum ya? benzeri bir şeyi anlatıyordu bir kitapta” diye dilim ucuna gelir de söyleyemem ...
Yekta Kopan okumayı özlemişim. Öykülerini bitirdiğimde içimde derin bir şeyler hissediyorum. Birkaç karakterinde kendimi bulduğum bazı kısımlar oldu. Çocukluk işte, hep güzelliklerle dolu olmuyor. Kitabın ismi içindeki öykülerden biri değil fakat 2 öykü içinde geçiyor. Çocuklara sıklıkla söylediğimiz sevecen bir cümle... Bana kuşlar söyledi, güzel bir öyküydü.
Yekta Kopan'ın okumadığım hiçbir kitabı kalmadı, yeni çıkan kitabı da hemen alıp 2 gün içerisinde tükettim. Her defasında biraz daha şaşırtıyor yazar. Kitabın ismiyle müsemma olmayan fantastik öykülerin, fablların bulunduğu, kahramanların genelinin çocuk olduğu ilginç bir kitap çıkarmış. Kitabın ismini beğenmedim. Kahraman Tazeoğlu ya da Ahmet Batman gibi bir yazardan çıkmış gibi geldi. Aynı şekilde Kediler Güzel Uyanır kitabı da aynı nahiflikte ilerleyen bir kitaptı ve en beğenmediğim kitabı da o olmuştu. Sanırım ben sertliğin daha yükseğe taşındığı, baba-oğul çekişmelerine yönelen hikayelerini daha çok seviyorum. "Şarkısı Çocukluğun" öyküsü novella olabilecek seviyedeydi. En fazla "Uyku Koyunu" hikayesini beğendim.
Açıkçası güleryüzlü, enerji dolu Yekta Kopan'dan bu kadar karanlık ve ağır öyküler okumak insanı şaşırtıyor. Yekta Kopan'ın dili oldukça akıcı. Kitap su gibi okunuyor. Öykülerin tonu Ersin Karabulut'un Yeraltı Öyküleri'ni andırıyor. Black Mirror'ın bilim kurgusuz daha gerçekçi hali olarak bile düşünülebilir. Bir tek hikayelerin çok kısa olması okuyanın kitabın karanlık atmosferine girmesini engelliyor. Tam kendinizi bu ağır ortama hazırlamışken öykü bitiveriyor. Dilerim kitap içerisinden güçlü öykülerden birkaç tanesi (mesela ilk öykü) derinleştirilip roman olarak ya da farklı bir mecraya uyarlanarak genişletilip derinleştirilir. 5/5
Çok uzak bir geçmişe, çocukluğa şöyle bir kapı araladım. Hani çocukken bir yaranın üzerine sürülen tetürdiyotun yanmasını önlemek için üflenirdi ve kabuk tutan yaranın altında neler olduğunu görme çabamız olurdu. Özgürlük, cesaret ve hayal gücü, çocukluğun olmazsa olmazlarındandır.
Belki biraz hüzün var ama umut da hikayelerde. Çocukluğu ve çocuksuluğu hatırlamak güzel oldu. "Hayatta her şeyin demlenmesini beklemek gerekiyor." Adı Sadakat, bilgi ve rehavet olan üç çömleğin bir araya geldiklerinde dediklerini duymak, zaman, tecrübe ve sevgi ister, işte onun adı sabırdır. Sabrın sonu selamettir.
Yekta Kopan ilk hayatıma Oscar izleme serüvenlerimde girdi. Sonradan sonradan hayata karşı duruşunu da sevdim. En çok da sürekli gülümsemesini ve hayata pozitif bakışını... Bir gün tesadüf eseri "Aile Çay Bahçesi" geçti elime ve okuyunca aşık oldum diline...
Eskiden hikaye okumayı sevmezdim, okuyamazdım.... Isınma turlarımda Yekta Kopan hikayelerinin desteği çoktur...
Yine bir hikaye kitabı... Çocuk kahramanları tek tek dile geliyor, anlatıyorlar... Kimi kırgın, kimi kızgın, kimi arayışta, kimi sevginin peşinde... Bir gecede bitiriverdim, bırakmak istemedim... Çok kırılan hikayeler... Hele birkaç tanesi içime mıh gibi saplandı...
Yekta Kopan'ın okuduğum ilk kitabı oldu. Okurken bazen kendi çocukluğumdan bir anıya, bazen tanıdığım birinin çocukluk anısına, bazen de yaşanmışlığından emin olduğum ama hiç tanımadığım insanların anılarına yolculuk etmiş gibi hissettim. Yetişkin birinin, bir çocuk gözünden böyle incelikli anlatımını ve duygulara hakimiyetini okumak oldukça keyifliydi.
"Gidiyorum. Çünkü uyumadan önce sizinle aynı koyunları saymıyorum"
Yekta Kopan'dan kimi sürreal kimi ayağı gerçekliğe basan, çocukluğa dair öyküler. Hüzün, umut, çocuksu bir mutluluk ve çocukluğun derin kuyularına dair samimi öyküler.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Okuduğum ilk Yekta Kopan kitabıydı. Mutluluktan gözyaşlarımı kitabın sayfalarına bıraktım. Çok da yakıştılar. Hep son paragrafta yaptığı numaralarla, çok saygımı kazandı. Kitabı da hatırlattıklarını da çok sevdim. Gönül ferahlığı ile tavsiye ederim.
Yekta Kopan favori yazarlarımdan. Yazdıkları gibi bir insan. Samimi, sevimli, sıcak. Yazarken ayrı insanken ayrı değil. Bu kitabı diğer öykü kitaplarından farklı olsa da sevimliydi. Dancing Queen ve Destur kısa film gibi öyküler. Okuduğum için mutluyum. Ne kadar yazsa o kadar okurum.
Olaylar gerçek ve gerçek dışılık arasında gelip giderken çocukluğa dair tüm duygular gerçek...Akıp gitti su gibi. Yekta Kopan'la tanışmakta bu kadar geciktigime çok üzüldüm.
Kitapta bir çırpıda okunan ve çocukluk üzerinden tekrar insan sıcaklığını hatırlatan öyküler var. Bittiğinde kendi çocukluğunuzla da tatlı bir muhasebe yapıyorsunuz..