Lou Andreas-Salomé, kurgu yapıtlarında genç kadınları erkeklerle ilişkileri çerçevesinde, geleneğin dayattığı sınırlayıcı roller karşısında tamamlanmış ve bağımsız bir kadın kimliği oluşturma çabası içinde tasvir eder. Bugünün feminist söyleminin inşasının ilk adımları olarak görülebilecek bu yapıtlar, 20. yüzyıl başında geniş bir okur kitlesine ulaşmıştı. Yazar, kadınların hayatında hassas bir süreç olan çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemini de mercek altına almıştı. 1895 tarihli romanı Ruth’un büyük bir ilgiyle karşılanmasının ardından, yapıtlarında psikolojik ve felsefi boyutlarıyla ele aldığı kız çocuklarının ergenlik dönemi konusunda farkındalık oluşmasına katkıda bulundu. Volga, Lou Andreas-Salomé’nin 1902 yılında yayımlanan ve Eşikte: Yeniyetme Kızların İç Dünyasından Beş Öykü başlığı altında topladığı öykülerden biridir. Kozasından çıkıp dış dünyayla ve daha önce hiç hissetmediği duygularla tanışan masum Lyubov’un yüreklerimizi ısıtan öyküsü, yazıldığı dönemin ruhunu yansıtsa da büyüsünden hiçbir şey yitirmemiştir.
Lou Andreas-Salomé (née Louise von Salomé or Luíza Gustavovna Salomé) was born in St. Petersburg, Russia to parents of French Huguenot and northern German descent. Her diverse intellectual interests led to friendships with an astounding array of luminaries, including Nietzsche, Wagner, Freud, and Rilke.
Andreas-Salomé was a prolific author, writing several plays, essays and more than a dozen novels. It was Andreas-Salome who began calling Rilke "Rainer" instead of "René." Her Hymn to Life so deeply impressed Nietzsche that he was moved to set it to music. She was one of the first female psychoanalysts (a career she maintained until a year before her death) and also one of the first women to write on female sexuality. Her book, Lebensrückblick, written toward the end of her life, is based on her memories as a liberated woman.
yazarın diğer kitaplarını çok beğendiğim için almıştım ama bunu sevemedim. yer yer rahatsız edici yer yer de sıkıcıydı ve içinde olan hiçbir şeyi son sayfalara kadar umursayamadım. ilgimi çekmeye başladığında da kitap bitti.
Volga'da bir tekne ile yolculuk eden, ergenlik çağındaki bir genç kızın öyküsü. Çok sevdim diyemem, ancak çocukluk ile yetişkinlik arasında sıkışan genç bir kızın heyecanlarını, meraklarını, dalgalı ruh halini iyi anlatıyor.
Güçlü bir dili olan, güzel tasvirlerle dolu bir hikaye. Ancak yeterince olgunlaşmamış, sanki daha uzun ve derinlikli bir romanın taslağıymış hissi veriyor. Birçok olguya sadece kenarından dokunarak geçiyor. Kahramanın çocuksu ilgisi ve hayat enerjisi ile coğrafyanın ihtişamı hikaye boyunca ince ince işleniyor. Bu kısım güzel ama, insan bu kapsamda bir hikaye için bu kadar hazırlığa gerek var mıydı diye düşünüyor.
çok çok çok iyi ‘çünkü burada hiçbir şey değişmez, aynı kayalıklara, ormanlara veya steplere kavuşan aynı kıyılarda aynı dalgalar yuvarlanır, yalnızca taşıdıkları gemiler değişir yaşanan aşklar ve acılar silinip gittiğinde.’
başladığım gibi bitirdim. en üzücü kısmı kitabın en heyecanlı yerinde bitmesi oldu. yazarın kitaplarında en sevmediğim şey bu aslında, tam odaklanıyorsun ve seni meraklandıran bir noktaya geliyorsun, kitap bitiyor. devamını okumak istiyorsun hemen ama maalesef kitap bitmiş oluyor. bu yönden bir yıldız kırdım sadece. onun dışında fena değildi bence kitap. feniçka’ya göre daha akıcıydı.
Sanat eserinin niteliğini belirleyen elementlerden biri de hayata dair ne yansıtabildiği sorusuna verdiği cevaptır. Volga, aslında tam olarak bu soruya kaliteli bir cevap verebildiği için değerli. Aslında hepimizin genç yaşlarında(günümüzde tanım geniş olmakla beraber) yaşadığı heyecanları yansıtıyor, olay örgüsü olarak zeigarnik bir şekilde bitmesi de kitabın aslında hangi çağda okunursa okunsun okuyucusunu düşüncelere itmesini sağlıyor. Çevirisi de uzun zamandır okuduğum en iyilerden, kitapla ve sanatla kalın!
Öncelikle yazarın dilini çok beğendiğimi söylemeliyim. Kitabın psikolojik bir kitap olduğu zaten gayet belli, çok keskin belirli bir olay zinciri yok. Bu yüzden de karakterler sanki birey değil de bilinç durumları gibi. Yani kitabın psikolojik derinliği dramatik bir olayın önüne geçiyor. Bu kitabı okurken sıkılmamın en büyük nedenleri; karakterler bana okurken tutunacak bir dal vermedi, onlarla özdeşleşmem zorlaştı, kitabın dili soğuk ve mesafeliydi. Duygu da net bir şekilde anlatılmıyor sanki etrafında dolaşılıyor. yani okurken ortada bir şey var ama sanki ben anlayamıyorum ya da verilmemiş diyorsunuz kendi kendinize. Romanda elbet felsefi yönler olabilir fakat sanki okur bilinçli olarak yalnız bırakılıyor. Bu da zihinsel bir yorgunluk yaratıyor. Genel olarak benim okuma zevkime ters düştü. demek ki bilinç akışı tarzı romanları sevmiyorum. Fakat şu anlamda önemli bir kitap olduğunu düşünüyorum ki, kadın iç dünyasını erkek merkezli anlatıdan kurtarmıştır. Yani pek de keyif için değil de anlamak için okumak lazım.
Hevesli, meraklı bir genç kızın uzun sürecek gemi yolculuğunun başlarına tanık oluyoruz. Kısacık bir öykü bu ancak sanki kızı yıllardır tanıyorum hissiyatına kapılıyorum çünkü bu kız tüm genç kızların bir temsili sanki. Gezme, görme, tanıma merakı bana ait duygular. Sahil kasabalarını anlatırkenki dinamiklik içimi açtı. Doktor her ne kadar güven verse ve haklı bir insan olsa da aşk benim için hala bir lüks. Ayrıca doktor gemiden indikten sonra kızın tüm yolculuğunun onu özleyerek geçmesi, başlarda bu yerleri tekrar göreceği için sevinç duyarken doktor indikten sonra bu duygunun "zaten sonra tekrar göreceğim"e dönmesi çok korkutucu. Doktorun kızı korumaya çalıştığını söylemesi ve kızın hevesine gölge düşmesine sebep olması birbiriyle çelişen şeyler. Aşk değil bu. İnsan aşıkken hayat daha kolay olmalı. İnsan aşıkken kendini gerçekleştirmek konusunda daha cüretkar davranmalı. Bu savlar pratikte tutuyor mu bir fikrim yok.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Arka kapak yazıs: Lou Andreas-Salomé, kurgu yapıtlarında genç kadınları erkeklerle ilişkileri çerçevesinde, geleneğin dayattığı sınırlayıcı roller karşısında tamamlanmış ve bağımsız bir kadın kimliği oluşturma çabası içinde tasvir eder. (...) Kozasından çıkıp dış dünyayla ve daha önce hiç hissetmediği duygularla tanışan masum Lyubov’un yüreklerimizi ısıtan öyküsü, yazıldığı dönemin ruhunu yansıtsa da büyüsünden hiçbir şey yitirmemiştir.
Salomé okumayı tecrübe ettiğim ilk kitaptı. Kesinlikle devamı gelsin istiyorum. Tasvirindeki sade ama akıcı havayı çok sevdim. Hatta modern klasiklerden şu ana kadar okuduğum en akıcı eserdi diyebilirim. Salomé bir dahi fikrimce, farklı kültürleri anlatırken hiç zorlanmamış, ayrıca farklı dinlerden bahsettiği kısacık bir bölümde açıkgörüşlülüğü, saygısı ve gözlem yeteneğine hayran kaldım diyebilirim. Bir sonraki kitabım 'Arayışlar' olacak.
1902 yılında yayımlanmış. Olgun yaşta bir doktorun “çocuğum, çocuğum” dediği hayat hakkında tecrübesiz 16 yaşındaki bir kızı etki altına alması sürecini anlatan bir öykü. Genç kız ne yaşadığını anlayamaz ve sonunda da belki bütün hayatı boyunca yaşama, aşka ve erkeklere bakışını etkileyecek bir sonla karşılaşır. Bir psikanalistin elinden çıktığını yapılan tasvirler ve benzetmelerde fark ediyorsunuz.
Çeviri iyi. Yerelleştirme var.
Lyubov Vasilyevna Kaptan Matuşka Valdevenen
“…saniyeler içinde taşkın bir sabırsızlıktan edilgin ve hayalci bir teslimiyete doğru…” (32)
“…söylediği her şeyin söylemediği şeylerle ağırlaştığını…” (43)
“‘Bir kez ortaya bir sorun çıkmışsa zihin pek soru sormadan kendiliğinden çalışmaya devam eder.’”(49)
“…sonsuz bir paylaşma isteği içindeki beş altı kızın yankıları olmadan…” (63)
yazar ile "arayışlar" kitabı sayesinde tanışmış ve hemen ardından daha fazla okumam gerektiğine karar vermiştim. bu kitaba da o yüzden fazla büyük bir beklenti ile başlamak hatasına düştüm ve maalesef arayışlar kadar etkilenip sevemedim.
kitap kurgu itibariyle arayışlar kadar beni içine çekecek ve aklımda yer edecek bir akışta değildi. ana karakter kızımız çok fazla ilgimi çekemedi. yine de bu kadar kısa bir kitapta alt metnin güzelce işlenmesi ve kusursuza yakın betimlemelerle tüm manzaranın gözlerimizde canlandırılması büyük bir başarıydı.
yazar ile hala bir yakınlık hissediyorum bu yüzden başka kitaplarına kesinlikle şans vereceğim ama volga, arayışlar okumadan önce okunup değerlendirilmesi gereken bir kitapmış. yazarın eserlerine yorumları inceleyerek doğru bir sırayla devam etmeyi planlıyorum.
gerçekten çok güçlü bir dili olan kitap bir sürü betimlemelerle süslenmiş. bu kadar güçlü bir dilin kullanılması bence okumayı zorlaştırmış. Onun dışında verdiği mesajları beğendim. ''Erkek olmak isterdim! Kız olmaktan çok daha iyi, o zaman insan bir yere çakılıp kalmıyor, canının istediğini yapıyor; o kadar çok şey yapabiliyor ki.'' ''Mesela evlilik, kadın olmak, annelik denince ne hayal eder? İnsan benim gibi hayat hakkında yanılsamalara pek açık değilse, o zaman az önce hayranlıkla baktığınız kıyıdaki evler gibi bir evi asla kurmamaya, -hiçbir yerde kendi evinde olmamaya- karar vermesi pek de zor olmuyor.'' ''Gücünü kanıtlamak, tehlikelere kafa tutmak, erkeklere kafa tutmak, erkekle denk olduğunu göstermek, bazen arzuladığı gibi dürüst, cesur bir genç insan olmak, yaşamla kendi bileğinin gücüyle baş etmek, hiçbir şeyden korkmamak...''
Lyubov, 16 yaşında genç bir kızdır. Babasının yanına giderken yaptığı bir gemi yolculugunda bir adamla tanışır. Adamın yaşı oldukca geçkin olsa da, adam Lyubov'a hayranlık duyar. Buu genç kızın, artık kadınlığa geçişi olan yolculuğu kitaptaki konumuz olur 🤔
✓ daha önce Ruth ile tanıdığım Salome'un bu eseri de bir kadın üzerine, ancak bu sefer bu genç kızın kadın olma aşamasi bir metafor yoluyla anlatılıyor. Bir gemi yolculugu ve yolculukta varılaacak yer. Bir rüya ve sonuçları gibi. Farklı metaforlar kullanmış Salome bu hikayeyi anlatırken lakin, duygudan yoksun okuyucuyu tam çektiği anda biten bir kitap. Bana çok hitap etmedi fazla. Okurken sıkılmadım, lakin çok kısa bir eser. Ama yine de pek bir duygu ile de tatmin olamadım.
Çok güzel bir kitaptı ama Salome'un okuduğum ilk kitabı olduğu için diğerleriyle kıyaslayamayacağım. Kendi içinde ele alırsak konusu genç ve masum bir kız ile orta yaşlı hayat deneyimi açısından donanımlı bir doktorun birbirlerinin çekimine girmesi diyebiliriz. Akıcı ve sade bir anlatımı var. Benim en çok beğendiğim şey doktor beyin, genç kızımızın çocuksu ve yer yer iddialı lafları karşısında kendine hakim olamayıp hayatın olumsuz yönlerinden bahsetmeye başlayıp, sonra bunu fark edip kendini dizginlediği yerler oldu. Hikayenin başında doktor bey, kendisini kıza yakıştırmazken sonrasında duygularına yenik düşüyor. Ama en güzeli hikayenin sonunda aslında ne olduğunu bilmiyoruz bize tatlı bir söz bırakılıyor.
salomé'nin bir kitabıno tam anlamıyla beğenmemek beni inanılmaz üzdü şu anda. ama arayışlar ve feniçka'yı okumuş birisi olarak bu kitapta beklediğimi ne yazık ki bulamadım. 16 yaşındaki lyubov bir deniz yolcuğuna çıkar ve bu yolda karşılaştığı şeylere verdiği büyük tepkiler, o içten hisleri, beklemediği hisler konu aslında. beklenmedik hisler kısmında da elbette salomé'nin yazmayı sevdiği bir konu olan aşk var. buradaki aşkı, o hisleri ben tam anlamıyla hissedemedim maalesef. kitabı bitirdiğim zaman da bu yüzden doymamış hissettim kendimi
"Kuyu senin içinde. Bir başkasının sana yapacağı her şeye sen kendi içinde hazır olmalısın onu uzaklaştırıp kendin içine dalmalısın ve ne yaptığını sormamalısın. Batmalısın, ancak o zaman yeniden doğarsın."
Akıcı olan klasiklerden. Okurken hiç sıkılmadım. Lyubov isimli genç kızın volga nehri üzerine yaptığı yolculuk da yaşadıklarını ve hissettiklerini okuyoruz. Ben o kadar etkilenmedim fakat genç kızın dünyaya bakış açısını, keşfetme isteğini ve hayallerini okumak güzeldi.
Cok kisa bir kitap, bir gunde okunabilir. Lou Andreas-Salomé zamanin en etkileyici kadinlarindan biriymis, feminist kisiligi ile yazdigi bu kitapta genc bir kizin yolculugu ve duygulari anlatiliyor. Hayati yeni kefsetmeye baslamis genc bir kizin aklindan gecenleri cok fazla betimleme kullanarak anlatmis.
Salomé lise yıllarındaki kendimi dışarıdan bir göz olarak izliyormuşum hissiyatı uyandırmasıyla beni bitirdiğim her kitaptan sonra seneler önceki kendimden bir parça daha bulmak hevesiyle bir başka kitabını okumaya aç bırakıyor. O yıllarda yürümeyi tercih etmediğim, başka bir yoldan gittiğim için yaşanmamış (ve artık yaşanmayacak olan) olasılıkları da yaşatıyor bana.
Bu yazarın kalemini çok seviyorum. 68 sayfalık bir öykü için gayet yeterli konular işlemişti ve baş karakterin kendi dünyasından düşünce akışını okumak beni mutlu etti. abartı olaylara yer vermemesi de iyi olmuş. tam hoş vakit geçirmelik kitap.