Arabalarımız Salacak İskelesi’ne doğru iniyordu. Başımı kaldırdım. Müsadif-i nazarım olan dehşetli bir köprü tüylerimi ürpertti çünkü ömrümde bu kadar azametli, bu derece dehşetli bir şey görmemiştim. Bu köprü üç kat olarak inşa edilmiş. En üst katında insanlar karıncalar gibi kaynaşıyorlardı. Şimendifer, araba, otomobil gibi vesait-i nakliye köprünün birinci ve ikinci katından gelip gidiyorlardı.
“Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rüyet tahayyül ettiği ideal toplumu ince ve hayli ilginç ayrıntılarla betimleyen, bugünden o güne nasıl ulaşıldığını/ulaşılacağını açıklama çabası gösteren, yazıldığı dönemde görülmemiş kimi uygulamaları ayrıntılandıran ve okurlarında böyle bir toplum yaratma yönünde arzu uyandırma kaygısı güden bir eser ve bu yönleriyle döneminde yazılan benzer eserler arasında ‘en ütopik’ anlatılardan biri olarak nitelendirilebilir.” --Engin Kılıç
Yüzyıllar sonrası… Köprülerle, fabrikalarla, geniş bulvarlarla, dev binalarla dolmuş, on milyon nüfuslu bir İstanbul… Herkesin sadece daha verimli olmaya çalıştığı, tembelliğin, olumsuz düşüncelerin tamamen ortadan kalktığı bir cennet hayali. İlk olarak 1913’te basılan Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyeyi Rüyet, edebiyatımızın ilk ütopyalarından biri.
Balkan savaşlarında verilen kayıplarla ulusça morallerin düştüğü, umutların yok olduğu, çok boyutlu toplumsal travmaların oluştuğu, bugünün konforu ve koşullarıyla asla tahayyül edilemeyecek zor koşulların yaşandığı bir dönemde, her şeyi tersine çevirmek istercesine Nazım efendinin muhayyilesinden çıkmış, iyi niyetle kaleme alınmış naif bir ütopik eser.
Ütopya öğelerinde parlayan bir kaç pratik detay dikkat çekici olsa da ilmi ve beşeri konularda kitapta tasvir edilen tüm ilerlemenin salt dini saiklere indirgenmesi sanırım yazarın ulema sınıfından atalarının kendisine bıraktığı mirastan kaynaklanıyor. Zira hemen tüm ilerleme unsurunda, tekelinde olmamasına karşın, din bağlamında bir bakış hakim. Yine de kitabın 1913’te basıldığını belirtmek gerek.
Ne bağlamda olursa olsun bu kitabı eleştirmek haksızlık olacaktır. Çünkü maksadı içeriğinde saklı, yarı ciddi yarı eğitsel bir yarı da eğlenceli bir kitap. Ayrıca, bu türün mimarı Thomas More’un açtığı yolda, edebiyat külliyatımızdaki bilinen ilk eserlerden de biri. Az bilinen ancak daha fazla ilgiyi hakeden bir eser.
Eser ileri islam medeniyeti kurgusunda yer verilen bilimsel tahmin ve hayallerle erken dönem bilim kurgu işlerindeki eğlenceli tınıyı başarıyla verirken, Balkan Savaşları'nın sonunda doğan ağır travmatik ruh halinin de gayet net okunabildiği bir arka plan sunuyor.
Bu eserin iki ayrı yayını oldu, bu yayınevi ve edisyonun tercih edilmesini ısrarla öneririm. Diğeri düz çevrimyazı, okunması inanılmaz zor...
Osmanlı Devleti'nin son yıllarında yazılmış olan bir ütopyadan çok biz nasıl bu hale geldik, keşke şöylesi müreffeh yaşasaydık hissiyatı ile yazılmış bir kitap. En azından bende yarattığı izlenim bu yönde. Genellikle saf, nadiren bu kadar da olmaz dedirten yorumlar ve temenniler ile bezeli bir eser. Türünün ilk örneklerinden olması dışında dikkat değer bir eser değil.
İslami felsefe üzerine kurulmuş bir terakki rüyası. Bu rüyada; her ne kadar sanatta, edebiyatta ilerleme kaydedildiğinden bahsedilse de birçok ütopyada olduğu gibi insanın ve toplumsal işleyişin standartlaştırılması (tekdüzelik) kendine yine yer bulmuş.
“…insanın olgunlaşması hüzünle gerçekleşir.”. . Oldukça enteresan bir kitaptı Rüyada Terakki. Türk edebiyatında ilk ütopyalardan biri olarak kabul ediliyormuş. Habname örneği yani baş karakterin rüyaya dalmasıyla gördüklerini aktarıyor. Ama nasıl bir uykuysa adamın 200 sayfa boyunca yapmadığı kalmadı! Rüyasında büyük büyük dedesiyle karşılaşıyor ve gelecekteki İstanbul’u dolaşıyorlar. Bütün gezi boyunca kuşaklar arasındaki farka değinirken bir yandan da geleceğin ‘ütopik’ tasvirini yapıyor. Yazar katı bir İslami görüşte olduğundan toplum fikri de bunun etrafında şekillemiş gerçi şaşırtıcı derecede kadınlara özgür bir alan bile tanımış. Mustafa Nazım Erzurumi 14 sene laboratuvarında icatları üzerinde çalışmış o yüzden bu kitabın icatlarının gerçekleştiği düşüncesiyle dünyaya bırakmak istediği iz olarak yorumladım. Günümüz teknolojisinden okuyunca bahsettiği icatlar (projeksiyon, çek defteri, dron, şofben, radyo, mikrofon 😄) bir şekilde hayata geçirilmiş. Ancak şimdiki toplumu muhtemelen katı görüşlerinden dolayı hiç tasvip etmezdi. Enteresan olanı ise hayal edilen her şeyin tekdüze bir sisteme dayanması ve düşündüğü devletin aslında oldukça baskıcı hatta faşist olması (boş duran insanlar polis tarafından direkt götürülüyor vb.) çünkü farklı ve yeni şeylere tamamen karşı çıkılıyor. Yazar başka kitap yazmamış gördüğüm kadarıyla. Benden bir yüzyıl önce doğmuş bir insanın gelecek düşüncelerini okumak enteresandı ama muhtemelen şimdi karşımda olsa benimle iletişim bile kurmazdı. Son olarak Osmanlı’nın son zamanlarındaki savaş zamanlarında yazıldığından kitabın o hüzünlü döneme rağmen ümitli bir bakışa sahip olduğunu söylemeliyim.