“ألك”، رسام كاريكاتير في منتصف العمر، و”إيف”، روائية حظيت بشهرة عابرة لروايتها التي حققت نجاحاً باهراً، وهما يعيشان فوق جزيرة صغيرة على ساحل المحيط الأطلسي.
لم يكن أحدهما يخالط الآخر حتى ذلك اليوم الذي أصاب فيه عطلٌ غير مفهوم جميع وسائل الاتصالات، ما أرغمهما على الخروج من العزلة التي يحرص كل منهما عليها أشدَّ الحرص.
ما سبب هذا الانقطاع في الاتصالات؟ هل تعرَّض الكوكب إلى كارثة أم إلى نزاع نووي؟ هل هما النّاجيان الوحيدان؟
نجح “ألك” في فكِّ اللغز شيئاً فشيئاً بفضل صديقه القديم “مورو”، الذي أصبح أحد المستشارين المقرَّبين لرئيس الولايات المتحدة الأميركية.
ولشدة غرابة اللقاء المحيِّر لمعاصرينا المرتبكين مع إخوة “غير متوقّعين”، لن يعود بإمكان التاريخ أبداً العودة إلى مجراه السابق.
Amin Maalouf (Arabic: أمين معلوف; alternate spelling Amin Maluf) is a Lebanese journalist and novelist. He writes and publishes primarily in French.
Most of Maalouf's books have a historical setting, and like Umberto Eco, Orhan Pamuk, and Arturo Pérez-Reverte, Maalouf mixes fascinating historical facts with fantasy and philosophical ideas. In an interview Maalouf has said that his role as a writer is to create "positive myths". Maalouf's works, written with the skill of a master storyteller, offer a sensitive view of the values and attitudes of different cultures in the Middle East, Africa and Mediterranean world.
Bazen bazı yazarlarla ilgili insan "keşke şöyle bir kitap yazsa" diye tuhaf dileklerde bulunur. Mesela Yaşar Kemal bilimkurgu yazsaydı ya da Dostoyevski fantastik yazsaydı acaba nasıl olurdu?
Amin Maalouf bu yepyeni kitabında bilimkurgu yazmak istemiş. Üstelik son zamanlarda popülerliği giderek artan distopik bir bilimkurgu. Tabi bu eser "burada ekmek var ben de yazayım, yolumu bulayım" sığlığında olursa çok eleştirimizi alırdı. Bence bu kitap öyle değil.
Kitap bizim dünyamızda yaşayan ama bizden çok daha ileri bir toplumla yaşadığımız teması konu ediyor. Bu tarz kitaplara bilimkurgu klasiklerinde denk geliriz. En büyük fark ise temas kurulan varlıkların dünya dışından geliyor olması olurdu. Kitabımızda aynı dünyada yaşıyoruz ama o toplum nerede bilmiyoruz. Hikayede ıssız sayılabilecek tenha bir ada da var. Bu ilginç fikirlerini ve birinci şahıs günlük tipi anlatımını başarılı buldum.
Böyle bir distopya fikrini hayata geçiriyorsanız daha fazla detay vermeniz gerekiyor yalnız. Finali dahil kitabın en büyük sorunu bu yüzeyselliği. Sanki biraz aceleye getirilmiş gibi. Her şey öyle hızlı olup bitiyor ki insanın çoğu olaya inanası gelmiyor. Söz gelimi, ev yakacak kadar gözü dönen bir topluluk birden ortaya çıkıp birden vazgeçebiliyor. Kitap kısa ve akıcı evet ama fazla kısa maalesef.
Yine de Amin Maalouf'un 2020 sonunda çıkarttığı bu kitap okunmaya değer bir eser olmuş diyebilirim. En azından benim gibi yazarı seven bir okuyucuysanız, onun kaleminden distopya okumak keyifli oluyor.
Bu kitaba amma haksızlık edilmiş ya. Geçen seneden beri hakkında bir dolu olumsuz yorum okudum; hiç katılmıyorum. Bir kere “Maalouf distopya/bilim kurgu denemeseymiş keşke” yorumları garip zira bu ilk denemesi değil, 92’de yazdığı Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl da var, atlanmasın. Evet tarihi romanlarında başka bir lezzet var şüphesiz ama bu da basbayağı iyi bir roman. Bence bu kitabı yazarın çok sevdiğim denemesi Uygarlıklarımızın Batışı’nın devam kitabı gibi düşünmek ve beraber okumak lazım. Maalouf sanki “durun belki bu şekilde anlamamışsınızdır, ben size derdimi bir de kurguyla anlatayım” demiş ve yazmış Empedokles’in Dostları’nı. Bu kitap distopya diye kategorize ediliyor ama doğru mu emin değilim, zira asla karamsar değil hatta epeyce umutlu bir roman. Uygarlığımıza gelen bir başka medeniyetin insanlarının çözülmez gözüken sorunlarımızı çözüşünü okuyoruz kitapta, bir Deus ex machina hikayesi. Bir bilim kurgu olarak tatmin edici olmayabilir, evet bazı şeyler biraz muğlak bırakılmış, yazar bu diğer medeniyeti ve onların mekaniklerini yeterince detaylandırmamış, bu eleştirilere kısmen katılıyorum ama o muğlaklık anlatmak istediği meseleyi güçlendiriyor bile, çünkü sanki şunu demiş oluyor: “Empedokles’ten gelenler veya başkaları veya bizzat kendimiz; bu yöntemle veya bir başkasıyla, bu gidişatı durdurmak zorundayız; gerisi teferruat.” Maalouf’un dili her zamanki gibi yalın, duru ve şiirli. Onun tabiriyle “zamanaşımına uğramış uygarlığımız”ın gittiği yere dair çok yerinde uyarılar yapan bu akıcı romandan bir temenniyle bitireyim sözlerimi: “Nereden çıktığı belli olmayan bir güç, insanların yetersiz olduklarını ilan etsin ve onları vesayet altına alsın; bombalarına, füzelerine, askeri üslerine, saraylarına, cezaevlerine, silah üreten fabrikalarına, laboratuvarlarına, mezbahalarına el koysun.” Koysun!
Tam da Amin Maalouf'tan bekleyeceğim türden bir bilimkurgu, bir gelecek tasavvuru, insanın zihnine kapılar açan soru işaretleri ile dolu bir roman. Açık konuşmak gerekirse diğer romanlarına hatta incelemelerine oranla basit kaldığını düşündüm ana Maalouf'u yapmak istediği de bu, bunu arzu edip yazabilecek kadar yetkin bir yazar. İnsandan insanlığa, insanlığın bir gün yok olmak istemiyorsa muhakkak yapmak zorunda olduğu o "Vites atıp küçüklüklerinden vazgeçme" aşaması için fikrini beyan etmiş: "Dışardan müdahale!" Roman boyunca felsefi anlamdaki hassasiyeti, siyasi çevrelerin "insanlık" dediğimiz öze nasıl virüs gibi yapıştığı, aslında insanlığın mı yoksa tıynetindeki yasallaşmış her fena şeyin mi korunması gerektiğini sorgulatıyor. Evet, Maalouf'un diğer insanın özüne inen metinleri gibi değil çünkü bu sefer hedefi toptan insanlık!
بالنسبة لكاتب ك أمين معلوف، فإن هذه الرواية تعتبر خيبة أمل كبيرة ، رواية أقل ما يقال عنها أنها تائهة ضائعة مغرقة في التأملات الكثيرة التي أفسدت أجواء الرواية وحرضت على الملل، شخصيات تظهر وتختفي، تبهت ويعلو شأنها من دون تفسير، أحداث كبرى تضمحل ولا كأن الشيء قد حصل فعلاً ، تراكمات من الحشو والمبالغة في تصوير أحداث مستقبلية وتفخيم أشياء على حساب أخرى وغياب المعنى النهائي للرواية ..
الرواية عبارة عن عدة أفكار كبرى لم يستطع معلوف أن يجمعها في رواية واحدة، لا الأحداث مغرية ولا الشخصيات عميقة وتتفاعل معها، الرواية جاءت باهتة جداً على عكس رواياته الأخرى..
Distopik bilimkurgu, yazarın konu seçimi ve kurgusu güzel, bir ileri uygarlıkla, günümüz uygarlığı (ABD tarafından temsil edilen) arasında geçen bilek güreşi. Ölümsüzlük peşindeki ileri uygarlığın bu idealinin günümüzde yaratacağı kargaşalar ve sonuçlar anlatılıyor. Araya küçük bir aşk hikayesi de sıkıştırılmış. Rahat bir okuma sağlayan çevirisi var. Yoğun bir okumadan bıkanlara kafa dinlendirici bir okuma seçeneği olabilir.
هل يمكن الحديث عن الغريب الذي يشبهني؟؟؟ عمل قدم فيه أمين معلوف نظرته للحضارة الانسانية المحتضرة الباحثة عن عملية إنقاذ سريعة عبر لقاء مع اخر ما تبقى من المعجزة الإغريقية(؟؟؟؟): مجموعة إنسانية تقدمت على مستوى الكم و الكيف و شكلت تيارا حضاريا راقيا و مميزا عن حضارتنا ، هذا اللقاء الذي سيطرح سؤالا أساسيا : هل هذا اللقاء سيكون نعمة او نقمة على الجنس البشري؟ بعيدا عن التاريخ الذي برع فيه أمين معلوف نحن أمام عمل سردي يطل على أدب الخيال العلمي و يحافظ في نفس الوقت على البعد الفلسفي بطرح الأسئلة الوجودية حول الشخص و الغير . كنت أريد أن أعرف أكثر عن هؤلاء الغرباء/ الاخوة لكن كاتبنا ترك فراغات حولهم لم أجد لها مبررا رغم ان حضورهم أساسي في العمل كمقابل لحضورنا؟
A flickering bulb, a faltering radio, and the sense that something irreparable has occurred... On the Isle of Antioch begins like a technical glitch and mutates, with eerie calm, into a philosophical exile.
Alexandre, a Canadian cartoonist with ancestral ties to a French island once bought by his father on a soldier’s whim, senses the rupture first not through explosion but through absence.
“The bastards! The madmen! They dared do such a thing!” he mutters to no one, holding a dead phone and listening to every station sing the same ghostly whistle. Yet no one comes, nothing burns, and the seagull still scolds him from the rocks.
This is disaster rendered in slow disbelief. Civilization may have collapsed, but it continues to wear its bathrobe and offer drinks. The story hums with misdirection, mimicking our own age’s peculiar ability to destroy without fanfare.
But beneath the fog and cracked frequencies lies a deeper signal. Maalouf, who left Lebanon during its own slow cataclysm, translates exile into metaphor with the calm, dry clarity of someone who has long since stopped expecting rescue.
Antioch, for all its remoteness, carries centuries of ruined splendor in its name. A ghost town of empires, now reduced to a bureaucratic footnote on a French nautical map. Alexandre's father viewed it as a return to origins. Alexandre lives it as a paradox: “All on my own, I changed the status of the island. From uninhabited to inhabited. Population: one.”
That joke, carved in ink and melancholy, could just as well describe Maalouf’s own literary project. His characters often occupy cultural borderlands, armed with multiple languages and no homeland.
Alexandre draws cartoons while the world may be dying, attends to the mundane with devotion, and searches for connection in the one other soul marooned on the island: Ève Saint-Gilles, a novelist whose single book, The Future Doesn’t Live Here Anymore, once made her famous for saying what others feared to admit.
She greets annihilation with mascara and mockery. “Mankind has gotten what it deserves,” she says, swirling whisky. “It’s better to end your life on a friendly note. Even if it is a sham.” The two drink, argue, half-flirt, and wait ... for what, neither can say, though both suspect they already know.
The novel is both parable and confessional, a metaphor for Maalouf’s own exile from Lebanon, where history collapsed with factions, fatigue, and attrition. The silence Alexandre records is the same silence left when home becomes abstract, when memory remains articulate but place stops replying. Maalouf gives us catastrophe as a state of mind. He builds suspense through weather, through candlelight, through what remains eerily functional when everything else appears broken.
When a polite unknown force disables the global networks and leaves the President murmuring vague reassurances, the reader feels recognition. We too live in that silence, talking around the source, lighting fires against the long digital dusk. Alexandre listens to static, cycles through fog, and draws the Earth as a hand grenade with latitudes and meridians for grooves. Then he lets his little cartoon self cover its ears.
This is Maalouf's gesture. He does not flee the noise. He hears it, maps it, gives it form. And through that act, the exile becomes cartographer.
A man, on an island, still drawing. The lights flicker back. The tape recorder hums. And in the great interruption of modern noise, Maalouf chooses to remain present, armed with pen, firewood, and a silence he understands.
Uzun zamandır okumadığım distopya türüne Amin Maalouf ile geri dönmüş oldum. Kitabın akıcı bir kurgusu ve ilginç bir konusu vardı. Kendi adıma beğendiğimi söyleyebilirim. Özellikle şifa tüneli fikri çok hoşuma gitti. Yazarın insanlığın tek ve en büyük düşmanı ölümü Atina mucizesi ile birleştirmesi çok hoşuma gitti. Mitoloji okumalarını derinleştirmek gerek.
Amin Maalouf'un dünya ile olan derdi çok anlamlı. Uygarlığın Batışı'nın ardından bu kitabı ile onun derdine ortak olmak çok güzel.
3.5/5 Maalouf'un bilim kurgu düşmanı fanları kızmış ama bence gayet güzel bir beyin fırtınası ve hikaye olmuş. Sonundaki muğlaklık tadımı kaçırsa da böyle bir hikayeye nihai bir son yazsa çok acemice olurdu orası doğru.
Ne olursa olsun tarihsel romanları ile bilinen bir yazarın uzun kariyerinde böyle bir risk almasını takdir ettim.
Bana göre, eğer "Dünyaca ünlü" bir yazarsanız böylesine vasat ve sığ bir kitabı okuyucunuzun önüne koymak gibi bir lükse asla sahip değilsiniz. Empedokles’in Dostları gerek olay örgüsü, gerek yazım tekniği gerekse yüzeyselliği ve kurgusal temelde bir çok eksiği ile vasat bir kitap. Bilim kurgu üzerine çok fazla bilgim yok ancak, Amin Maalouf'un bu tarzın altından kalkabildiğini düşünmüyorum.
Kitaba bayıldım ama şunu söylemeliyim ki bana göre bu kitabı sevme derecesi beklentiye göre değişecektir. Maalouf'la on beş yıl kadar önce üniversiteye yıllarında tanışmama rağmen, hafızamda güçlü bir tarihçi olarak yer etmiş. Güçlü bir kalem olduğunu derinlerde bir yerlerde hatırlayarak başladım kitaba. İyi bir bilimkurguya başlıyorum diye değil. Bence Maalouf'un derdi bilimkurguya geçiş yapmak da değil. Derdi dünyanın, insanlık tarihinin kendisiyle. Durmaksızın bunu anlatmanın ifade biçimlerini arayıp duruyor. Tarihle, kurguyla ya da bilimkurguyla...Bu seferki ifade aracını da bilimkurgu olarak seçmiş. Zihnine sağlık! Mükemmel bir bilimkurgu eser beklemek bu noktada pek doğru olmayacaktır. Bu yüzden okurken arka plandaki türü pek de önemsemeden insanlık trajedisi anlatısına yöneldim. Ve bu trajedinin ardından umut saçan Empedokles'in dostlarından çok etkilendim. "Başka bir dünya mümkün" demenin yolunu bu meçhul halkın sesiyle yaratmış. Bu yaratı, edebi başarıdır kanımca. Sevgiyle ve Empedokles'lerin ruhuyla...
Cei care au în minte romanele pe fond istoric a le lui Amin Maalouf: "Periplul lui Baldassare" sau "Leon Africanul", vor fi puțin surprinși de noul roman al scriitorului francez de origine levantină, care în "Frații noștri neașteptați" folosește elemente ale romanului de anticipație. Ca formulă avem jurnalul și perspectiva pictorului Alec Zander retras pe o insulă pustie al cărei singură altă locuitoare este Ève o scriitoare mizantropă care cunoaște succesul cu o singură carte și nu mai reușește să mai scrie un alt volum. Romanul debutează cu o pană generalizată de curent și întreruperea oricăror forme de comunicare. Personajele cred că este vorba de o serie de atacuri nucleare care vor aduce lumea în beznă. Ulterior aflăm că amenințarea era reală și doar apariția "prietenilor lui Empedocle", o societate desprinsă din Grecia Antică care au evoluat în paralel cu restul omenirii, neutralizează catastrofrofa de la nivel planetar și care, abandonandu-și politică de neutralitate și non-intervenție, cer curățarea planetei de arme nucleare, chimice sau biologice care ar putea pune în pericol viața pe pământ. Pe acest fond au loc o serie de discuții despre relațiile de putere, morală, etică, identitate, umanitate și nu în ultimul rând imagine. De altfel, cititorul va regăsi, dincolo de decorul futurist, aceleași teme obișnuite ale lui Amin Maalouf legate de ciocnirea și naufragiul civilizațiilor.
Amin Maalouf’tan çok farklı, çok güzel kurgulanmış ve dünyanın içinde bulunduğu vahim gerçeği tüm açıklığıyla gözler önüne seren bir roman.
Açgözlülük ve kinin cirit attığı dünyada (sf; 204), uygarlığımız zamanaşımına uğramıştır(sf; 157).
Tek düşmanımızın ölüm olması ve sadece onunla savaşmamız gerektir (sf; 208), rakip güçler, başka halklar, başka ırklar değil (sf; 208).
Dünyanın, maalesef bu düzeye ulaşması imkansız görünen insanoğlundan kurtarılması gerektiğini düşünenlerdenim.
Akıcı, merak uyandırıcı, düşündürücü. Çok beğendim.
“…henüz tarihöncesinden bile çıkamadığımız anlaşılıyor…”, sf; 62,
“…Ölümsüzlük arzumuz bizi köleliğe götüren yola dönüştü…”, sf; 154,
“… Ölümle düelloya tutuşmayınca, yaşam trajik boyutunu yitiriyor ve artık aynı tadı olmuyor. Ölümlü olma duygusu, özgürlük arzusunun temeli, hem felsefenin hem de sanatın varoluş nedenidir…”, sf; 164.
Le talent dans l’écriture de Maalouf c’est bien sa faculté à poser la réflexion dans la narration, il est autant penseur que romancier. Ses livres ont souvent plusieurs axes d’interprétation, parfois subtils ou complexes, qui requièrent plusieurs lectures, tout en gardant un langage simple.
Ici il se sert de la trame narrative comme outil de réflexion (sur le monde, l’humanité, la civilisation) et on peut dire qu’il est aussi fin observateur que penseur.
Il me semble qu’il y a depuis un certain temps une inquiétude dans sa lecture du monde et une vision moins optimiste de l’avenir, pour ne pas dire pessimiste. On sent, dans ce livre comme dans ses essais récents, la déception d’un humaniste convaincu.
Je le vois surtout dans ses personnages tempérés, rationnels, des gens curieux, sincères, avec qui on peut toujours discuter malgré les désaccords. Ils sont peut être inspirés par des gens qu’il a connu, ou bien ils sont l’expression de son désir de les trouver.
Ceci n’est pas pour dire que le lire n’est pas un vrai plaisir, bien au contraire.
إخوتنا الغرباء رواية أمين معلوف ترجمة نهلة بيضون طباعة دار الفارابي للنشر والتوزيع عدد الصفحات 325 التقييم 3 🌟 . . مقدمـة : . انها جزيرة يعيش عليها رسام يدُعى إليكسندر (إليك) وتعيش ايضاً في اطرافها أمراة تُدعى حواء (إيڤ) ولكنهم كانوا لا يقتربان من بعضهم البعض وخصوصاً بعد ان زار إليكسندر إيڤ عند قدومها اول مره ليرحب بها ولم تكن فكرة موفقة حينها!! . . تحدث حالة انقطاع لموجات الراديو والكهرباء فجاة ويتعطل معها كل جهاز! يرى إليكسندر انه من الرجولة ان يتوجه هذه المرة ويطمئن على إيڤ ! فمها يكن فهو جارها الوحيد!! . تتصاعد الاحداث ويعتقد كل من إليكسندر وإيڤ ان هناك سبباً ما وراء ما يحدث لا سيما مع اشتعال الفتيل بين الولايات المتحدة الامريكية والدول الحائزة على الاسلحة النووية بعد فرض الاول ان سحب الاسلحة من الثاني ورفض الثاني لذلك وقبل لحظات من بدء القتال تحدث أمور غريبة جداً لا تفسير منطقي لها!! فما هي تلك الأمور ومن تدخل وأحدثها يا ترى؟! . لما اختلف مفهوم حقيقة هؤلاء الغرباء؟! ولما كانت الظواهر الغريبة التي تحدث لا يجد لها إليكسندر اي تفسير وتزعجه بشدة لكنها تُفرح إيڤ!! مثل ظاهرة الشلل اللامنطقي ومعبر الشفاء وسفن الاستشفاء وغيرها مما زاد الامر حيرة فهل هم أعداءنا الغرباء ام هم إخوتنا الغرباء!! هل يرغبون برحيلهم ام انهم سيتمنون بقاءهم؟! ولماذا اراد إليكسندر كتابة مذكراته في ذلك الوقت تحديداً؟!
التقييم : . الجميل في الفكرة مقاربة الحاضر بالماضي من حيث ظهور الأمراض الفيروسية الخطيرة واحتدام التوتر الدولي بين دول الاسلحة النووية والولايات المتحدة الامريكية وفرض القوانين الدولية من جانب وبين عصر الفيلسوف اليوناني إمبيدوقليس والظواهر الغريبة التي تسبب بها !! ولكن لماذا تحديداً هذا الفيلسوف اليوناني دون غيره؟! للتعرف على ذلك قد يكون مؤلفه ( تطهيرات ) تجيب عن ذلك! انظر اخر اقتباس في الصفحة. .
. لكن للاسف لم تشدني الرواية كثيراً ووجدتها ثقيلة السرد والاحداث كان يود بها حصر عدد كبير من الافكار ودمج الواقعية بالمُتخيل وتسليط الضوء على احداث معاصرة والكثير !! وهذا ما افسد الطبخة بالنسبة لي!! . . هل سبق لك وقرات هذه الرواية او اي رواية اخرى من اعمال المؤلف؟! وان كان جوابك بنعم فما اقرب اعماله الى قلبك؟! شاركنا برايك👇🏻 . #إخوتنا_الغرباء #أمين_معلوف المراجعة على الانستقرام والاقتباسات
Okuduğum kitaplardan duyduğum hayal kırıklıklarına bir yenisi daha. Modumla mı ilgili acaba?
Tarihsel romanlarına meftun olduğumuz Maalouf'tan geleceğe dair distopik roman. Distopya ve bilimkurgu zaten aramın çok hoş olmadığı iki alan, tüm kitap boyunca da kendimi hiçbir zaman veremedim. Bir sonraki Ortadoğu hikayesinde buluşalım mümkünse.
“Ütopyalar imkansızdır ama yazılabilirler.” demiş Ursula K. Le Guin. Evet, yazılabilir ancak varoluşumuz gerçekleşmelerine müsaade etmez. Ama distopik yarınlar yaratmak pekâlâ mümkün. Hatta bu konuda emin adımlarla ilerlediğimizi söyleyebiliriz. Amin Maalouf’un Empedokles’in Dostları kitabı da bu düşünceden hareketle, günün birinde ne denli aciz kalacağımızın sinyallerini veriyor.
Yazarın ülkemizde en son yayımlanan kitabı ütopya ve anti-ütopya (distopya) düşünceleri üzerine inşa edilmiş. Tarihî romanlarına aşina olduğumuz Amin Maalouf, bu defa geleceğe yönelik bir vizyon ortaya koyarak, bir dizi distopik endişenin eşliğinde modern dünyanın çöküşünü kaleme almış. Ütopyaların makus talihi olan yaşanamayacak olma hâlinin, modern dünyamız üzerinden en net gösterimlerinden birini sunmuş.
Çok farklı bir Amin Maalouf kitabıydı. Hep geçmişte yürüyen yazar, bu defa geçmişten şimdiki zamana bir köprü kurmuş ve kurgusunu da misler gibi bu köprüye bağlamış. Ayrıca tarihi değil; tam tanımlayamayacağım için affedin, distopya, ütopya, bilimkurgu karışımı bir kitap olmuş.
Sadece biraz havada kalan bir son var ve bu sonu okuyucuya bırakma halinin, yazarların küçük hilesi olduğunu düşünüyorum.
An interesting book that is part cosy romance and part cosy romantic philosophy, wrapped in a dystopian bag.
The opening is strong and I like it very much. A successful newspaper cartoonist lives on an isolated island and, one day while he is working, the light bulb flickers and fades along with all other forms of technology such as the internet and radio. All electricity and power is gone. So he checks on his only neighbour, an equally solitary alcoholic writer.
Timely in as much as the fear of nuclear war and terrorism is right now, plus the fear of the loss of power and - shock, horror, the internet - this is one of those tales that hangs over us all. But the nice thing about this story is the idea that maybe the 'invaders' desire a power for good and not evil. Wouldn't that be nice.
This is a well written book with warmth and gentle suspense, in part down to the excellent abilities of the translator. Presented as four notebooks written by the cartoonist, he writes his observations without judgement but ponders a world where death isn't feared and the potential consequences of that. He considers the rise and fall of civilisations, society, health and human relationships. Ironically, the end is exactly what I believe is likely to happen should this story ever become a reality.
A pleasant and enjoyable read with many things to think about. Recommended.
Amin Maalouf güncel bir distopya yazmak istemiş, ne diyeyim ben çok sevemedim. Çünkü distopyadan pek hazetmem. Nerede o eski kitapları, nerede bu diyeceğim ama distopyaseverleri kızdırmaktan korkarım :))) Yalnız o şifa tüneline girmek isterdim doğrusu :)
20 seneyi aşan hayranlık ve külliyatını tamamlama çabasını nihayet tamamladım derken (sevincimi kursağımda bırakarak) yazımın yayınlandığı gün raflarda yerini alan kitap: “Empedokles’in Dostları. Böylece külliyat yarışında Amin Maalouf 1 – 0 öne geçti ( her ne kadar kendisinin bu yarıştan haberi olmasa da). Ama bizimde karşı atağımız oldu can dostum 8 Mart kadınlar Günü vesilesiyle kitabı hediye etti. Ben de hemen okuyarak durumu 1 – 1 berabere yaptım. Bakalım Maalouf bu eserinde bizlere ne anlatıyor. Arka kapağı okumaya başlayınca harika bir cümle ile karşılaştım: “İnsanlığın hayatını kolaylaştıran teknolojik gelişmeler artık insanlığın sonunu getirmiştir.” Karamsar gibi gözükmekle birlikte aynı fikirdeyim ama bunları yazsam iş yorumdan çıkar başlı başına kitap olur. “Ama bu gece nezaketin veya kibarlığın anlamı ne? Tüm dünyada her şeyi kurtlu cesetlere dönüştürecek ölüm eşikte dururken ruh inceliğinin ne değeri var?” diyor. Tam benlik bir tartışma cümlesi. Gerçekten son dakikaya kadar ince ruhlu olmanın değeri var mı? Anketlerde, röportajlarda sorarlardı: “Yarın öleceğinizi bilseniz ne yapmak isterdiniz?” İkisini bağdaştırınca gerçekten son yakınken ölüm kapıya gelmişken ne hissederiz, nasıl davranırız? ( ister bireysel ister toplumsal makro– mikro fark etmez) İyiliğimizden, kibarlığımızdan, ince ruhumuzdan (yaptıklarımızdan) gurur mu duyarız? Yoksa yapamadıklarımıza ( kabalık, gerekli cevabı verme, kavgayı kazanma, hakaret ederek içimizi boşaltma) hayıflanır mıydık? “Kütüphanenin raflarından birinde elektronik bir tablet vardı. Kitaplara yaslanmış halde duruyordu. Kimse tarafından fark edilmemişti. Zaten günümüzde ekranlar kimin dikkatini çekiyor ki? Her yerde hazır ve nazırlar, manzaranın bir parçası oldular.” Maalesef durumumuz budur. Manzaranın bir parçası olmaktan öte öyle kişiler var ki ekranlar vücutlarının bir parçası olmuş. Ellerinden düşmüyor, gözlerini ekrandan alamıyorlar. Aynı masada beraber oturdukları arkadaşlarıyla bile ekrandan mesajla konuşuyorlar. Bu aletler parmak uçlarına yapışmış, ellerinin uzantısı olmuş gibi. Bu cihazlar bu kadar yayılmadan önce yani 20 -25 yıl öncesi insanlar ne yapıyorlardı? “Bizimkilerin Yunan isimleri alması boşuna değil. Bu uygarlığı sahipleniyoruz ve özellikle de bazı tarihçilerin ‘Atina Mucizesi’ adını verdikleri olguya, insan zihninin birçok alanda birden serpilip geliştiği, tiyatronun, felsefenin, tıbbın, tarihin, heykelin, mimarinin ve bu arada demokrasinin bir anlamda ‘icat edildiği’ o görkemli döneme büyük saygı duyuyoruz. Bütün bunlar çeyrek asır içinde ve az sayıda insan tarafından gerçekleştirilmişti. Ne önceki ne de sonraki asırlarda eşine benzerine rastlanmayan yaratıcı bir bereket hiç öngörülmedik bir şekilde ortaya çıktı ve yine aniden silinip gitti. Dünyanın benzer bir Rönesans yaşaması için aradan iki bin yıl geçmesi gerekti.” Biraz uzun oldu ama konunun anlaşılması için gerekliydi. Uzun süredir benimde aklımda olan bir soruydu. Ben Yunan ve Roma İmparatorluklarına pek dikkat etmemiştim ama benim listeme eklenebilirler. Mümkün oldukça haklarında okuduğum, dünü ve bugününü araştırmaya çalıştığım medeniyetler var. Başta Mısır… Şanlı tarihleri, Piramitlerin inşası (ki bugün bile çözülebilmiş değil), güneş saati, papirüs gibi icatları İskenderiye Kütüphanesi gibi değerleriyle medeniyete yön veren topluma ne oldu? Bugün üçüncü dünya ülkesi oldular. Aynı şekilde İnkalar, Mayalar gibi uygarlıklara ne oldu da bulundukları bölge bugün geri kalmış toplumlara dönüştü. “Romanından söz edildiği anda aşırı rahatsız olduğunu daha önce de fark etmiştim. Kabul görmüş tek bir eser yazabilen, ömürleri boyunca onu aşmaya, geçmeye çalışan, bunu başaramayan ve sonunda o tek kitaptan hapsolduğu zindanın duvarıymışçasına nefret eden yazarlardandı.” Ne yapalım Bay Maalouf? Her yazar sizin kadar şanslı (yetenekli) değil. Her yazarın kitapları 40 dile çevrilip, çok satanlar / okunanlar listelerine giremiyor. (bu yazar yeteneksiz demek değil ülkeye göre sebepler değişiyor başka bir tartışma konusu) Şaka bir tarafa Maalouf, o duyguları yaşamış gibi bu durumdaki yazarın ruhsal halini çok gerçekçi anlatmış. “Dünya bizim olmaktan çıkmışsa yüz elli yıl daha fazla yaşamak ne işe yarar?” Bu cümle üzerine ne söylenebilir? Söz söyleyebilmek için üzerinde düşünülmesi gereken bir cümle. İlk olarak aslında dünya sadece bizim değil. Birçok varlıkla paylaşıyoruz. Yani adına doğa dediğimiz sistemin bir parçasıyız. Ama insanoğlu olarak gezegeni öyle bir sahiplenmişiz ki birçok bitki ve hayvan neslinin tükenmesine sebep olduk, hala tüketmeye devam ediyoruz. Biz onların dünyasını ele geçirmiş, soylarını kurutmuşken başkaları da neden bizim dünyamıza sahip olup bizi yok etmesin? Bu arada sayı da dikkatimi çekti, belki muhasebeci olduğumdandır. 150 yıl daha yaşamak ne demek? Dünya’da tüketecek kaynak kalmayacak. Dünya kimin dünyası olursa olsun (bugünkü yaşımızı da koyarsak) 150 -200 yıl yaşamak fazla değil mi? Üstelik kaplumbağa mıyız biz de o kadar uzun yaşayacağız. “Bugün insanlığın umutları bir basamak daha tırmandı. Ama sapkın bir umut bu. Bu iki sözcüğün yan yana getirilmesi, bugünün çelişkisini tam olarak yansıtıyor. Ölümsüzlük arzumuz bizi köleliğe götüren yola dönüştü.” ‘Her şeyin bedeli var’ sözünü anımsattı. İsteklerimizin bedeli de kölelik. Aslında ister bireysel ister toplumsal olsun hep öyle olmuyor mu? Servet ve güç isterken paranın esiri oluyoruz. Ölümsüzlük isterken verenin kölesi oluyoruz. Halka böyle devam edip kısır döngü oluşturuyor. Maalouf okumak… Bir söz var onun gibi: ”Anlatılmaz yaşanır.” Bana göre keyifli bir ders gibi, eğlenirken öğreniyor, öğrenirken düşünüyor, düşünürken beyin fırtınasına uğruyorsunuz. Hele bir de aynı fikirdeyseniz sizin düşündüklerinizi dillendirdiyse değmeyin keyfinize. Benim için sonuç hep aynı; hem meraktan bir nefeste okumaya çalışıp acele ediyorum hem de bu tatlı öğretici, eğlenceli yolculuk bitti diye üzülüyorum. Sonra öğrendiklerimi, düşündüklerimi, içimdekileri dökmek için ‘yorum’ adıyla destanlar yazıyorum.
رواية للكاتب أمين معلوف (1949-الآن) لبناني مقيم في فرنسا، تنتمي لأدب الديستوبيا والبعض وضعها ضمن فئة الخيال العلمي، بتحكي عن نهاية العالم بوصول جماعة تحت قيادة شخص إسمه إمبيدوقليس... (ألك) بطل الرواية رسام بقرر يقضي باقي عمره بعزلة على جزيرة ورثها من أبوه، بمكان بعيد بتشتري روائية مشهورة قطعة أرض وبتقاسموا الجزيرة لوحدهم تقريباً ولأنهم بحبوا العزلة ما بقربوا من بعض غير بعد بداية الأحداث...
في تقاطعات كثيرة مع الأحداث اللي شهدناها بكورونا خاصة إنه الرواية انتشرت ب2021، ومثل كل الأزمات اللي بكون فيها على الكوكب بتبرز الأسئلة الوجودية على السطح لإنه الناس بطبيعتها بس تحس بالخطر بتتغير نظرتها للأمور وبتتكشف فلسفتهم عن الحياة والموت.. من هاي التقاطعات إنه المجموعة الغريبة بتعرض على الناس طريقة للشفاء من الأشعة اللي بلشت تأثر على الكوكب والموجات والبث العالمي من خلال كبسولة بدخلوا فيها وبطلعوا بدون أمراض إسمها(نفق الشفاء)... الهلع كان من التقاطعات كمان... وغيرها كثير
يمكن أجمل صراع كان في الرواية وشكل عمودها الفقري هو الحوارات بين (ألك) والروائية(إيف)... ألك وجهة نظره:"أعتقد أن مأساة حلت، لا كارثة طبيعية، بل كارثة عنيفة من صنع الإنسان، الخطأ الشنيع الأخير لجنسنا البشري، والذي سيختتم بضعة آلاف من السنين من تاريخنا، وسيسدل الستارة الأخيرة على حضارتنا الجليلة، وسيودي بنا جميعا إلى التهلكة"
أما إيف فوجهة نظرها : أخيرا حلت الكوارث النووية، وأن "البشر نالوا العقاب الذي يستحقون".
أما إمبيدوقليس فهو من رموز الحضارة اليونانية، الساعي إلى خلاص البشرية بالحب وقوة التوحيد والتماسك، بعكس الكراهية أو النزاع الذي يفرق ويدمر، وهذا هو المغزى الأخلاقي من هذه الرواية....
من النقاط الجمالية في الرواية إنه أصدقاء أمبيدوقليس بظهروا فجأة بشكل منظم رغم وجودهم وسط البشر منذ مئات السنين بدون ما حد ينتبه لوجودهم وهاي إشارة لجهل البشر وإنغماسهم باللهو وعدم إنتباههم لمخططات فئات أخرى بتخطط وبترتب للقضاء على البشر...
رواية أخرى جميلة قرأتها لأمين معلوف إسمها التائهون بتستحق القراءة...
If you read this as conventional dystopian genre-fiction, you will find this an absurd and baffling novel. Alexandre, a syndicated cartoonist, retires to his inherited private island, Antioch, a small piece of a Canadian archipelago. His only neighbour is Eve, an alcoholic misanthropic writer (her first book was a polarizing success, earning popular praise but scathing critical attacks, and she looks back on her novel chillingly as "the ceiling of her prison cell"). Each day Alexandre travels to a larger shoreline town by a small skiff chartered by a mysterious ferryman, who has a Greek name, Agamemnon, but looks Native American and has a dazzling knowledge of contemporary literature. One day, all the radios go silent. As Alexandre will soon learn from his friend, who is a close advisor to the US president (incidentally dying of terminal cancer), the world has been taken over by an advanced human civilization, calling itself the "friends of Empedocles", which has decided to enforce rapid nuclear disarmament in order to save humanity from self-destruction. They claim to have preserved the wisdom of Ancient Greece and they memorize the verses of Empedocles.
Much of the plot is implausible—high-tech lasers which can paralyze anyone from long distance, healing tubes which can forestall death, a secret seafaring cabal of philhellenic super-humans, and at the center of it all, a lonely island-dwelling illustrator who is somehow one degree of separation away from both the White House and the society itself; somehow he knows what it going on in the president's office and also knows one of the friends of Empedocles. But it would be a mistake to read this novel as just another scifi gadget novel with shiny weapons and alien powers. As some of the French reviews noted when it came out in 2020 (I just read a review in La Croix), this novel is in the style of "conte philosophique", satirical, irrealic, speculative, philosophical. It's not interested in plausibility but in big-picture ideas—what would happen if human society were confronted with a superior version of itself?
In essence, this novel cleverly turns colonialism upside-down: in this story, the western world now sees itself as the indigenous "primitives". Alexandre wonders whether all their science, culture and language will simply be exotic curiosities to this vastly superior culture. He worries that everything he has learned, everything that he cherishes, will simply become the contemporary equivalent of the wall etchings of Lascaux, the rudimentary drawings of Paleolithic proto-culture. When a doctor witnesses the mesmerizing medical science of these "friends of Empedocles", he decides to quit his profession altogether; everything he has learned is now obsolete. How is he any different from the acupuncturist, the witchdoctor or the Shaman, so often the object of professional derision? So it's not at all a sci-fi novel or geopolitical thriller; it's a novel that turns the colonial gaze back onto the reader, to question the haughty complacency of the western world and to recast modern humanity, and especially American empire, as a devolved simian monster tragically equipped with nuclear warheads.
It's a weird read. A fast-paced thriller but also a pure-hearted fable.
On The Isle of Antioch is an ambitious literary fable, taking inspiration and elements from multiple different mythos in its pondering of interpersonal and societal issues. On top, all of that is placed in against a futuristic dystopian background with quite a bit of sci-fi elements… Sound chaotic? Unfortunately, it read that way too…
We follow our protagonist Alec, a lawyer turned cartoonist, working from the remote island off the Canadian shore he owns half off. His sole regular contact is his equally solitary neighbor Eve, who owns the other half of the isle, and the ferryman trafficking goods and people from the mainland and back. When one day, a massive power-outage, followed by the second-hand accounts of a societal collapse and imminent nuclear war reach their shores, Eve and Alec are forced to rely on each other, not only to survive, but to solve the mystery of a secretive society inspired by Ancient Greek philosophies that claims to have a hand in recent events.
I’m all in favour of clever novels that dare to take a risk, and mix-and-match elements we don’t usually see together. Unfortunately the risk that Amin Maalouf took here, didn’t quite pay off for me. With its incredibly wide spectrum of influences, references, genres and themes it attempts to address, the sum of these parts feels incoherent and mismatched. A scope this wide in a novel this short, leads to an exploration of each individual topic that feels too surface level to be of use. With a name like Maaloufs attached to it, I can see this novel finding a small but strong fanbase in the “higher literary circles”, praising the deeper connections between references that obviously flew over my head. I can see some of these connections, digging into my own interest in Greek mythology and looking into the authors professional background, yet still they are a reach if you ask me. That being said, I’m growing increasingly impatient of “smart” literary novels that require a PhD in its source mythology, or a vast pre-existing knowledge of its subject matter. It’s not a sign of a “clever” novel to me, but a failure of writing a text that can exist as its own thing, without relying on elitist pre-existing knowledge from the reader.
To stay on theme with the Greek references: this book was Icarus. Taking on too many separate things in its ambition, flying too high and eventually nosediving with a disappointing splash into the Atlantic Ocean for its own coasts…
Many thanks to World Editions Publishing for providing me with an ARC in exchange for an honest review. All opinions are my own.
عندما تقرأ رواية لأمين معلوف فلا تجعل الحكاية هي جُلّ اهتمامك، و إنما انظر إلى الأفكار والرؤى و الهواجس المستقبلية في مضامين العبارات.
——————————————————
تدور أحداث الرواية في زمنٍ لم يبقى فيه الكائن البشري هو الكائن المهيمن على الكون والطبيعة. رمنٌ تقادمت فيه حضارتنا بين ليلة وضحاها، تخنع فيه الولايات المتحدة الرمز الأسمى لحضارة جنسنا البشري و تعلن فيه استسلامها وقلة حيلتها أمام الكائنات الأرقى التي قررت أن تظهر للعالم وتتفاعل معه وتتداخل فيه و مع إيقاع الحياة البشرية وتسيطر عليه.
تلك الكائنات هم جماعة إمبيدوقليس، وهم كما يبدو جنس بشري آخر ، أكثر تفوقاً في معارفهم العلمية، قادرين على إطالة عمر الحياة و تسخير الكون والطبيعة، هم كائنات استطاعت إخضاع حضارتنا الإنسانية للتسليم والإقرار بعدم جدواها لاحداث المنفعة لأبناء جنسنا، والتسليم والإذعان للتبعية لحضارة الجنس الآخر الأكثر تفوقاً مما جعل على حسب تعبير الراوي( أبناء قومنا ) يبدون وكأنهم شعوب بدائية تستجيب للمستعمر المتحضر.
أخوتنا أصدقاء إمبيدوقليس أنزه عن النقص البشري في دوافعه وأخلاقياته وفي علاقاته الاجتماعية، فهم يَسمون عن العدائية والصراعات والأطماع. ورغم ذلك تبقى نقطة ضعفهم أمامنا أننا أقدر منهم علي تحمل الخسائر.
——————————————————
السؤال الأهم الذي يطرح .. هل هم مخلصينا ؟؟ أم هم مفترسينا ؟؟
في تلك الأجواء والعوالم تدور أحداث الرواية وتتباين آراء ورؤى شخوصها الرئيسية ويظهر الجدل والنقاش ويقوم الكاتب ( مؤلف غرق الحضارات واختلال العالم ) بإظهار إبداعه في صوغ عباراته الذهبية و إظهاره لنا لمختلف الآراء والمخاوف إزاء العالم في قالب روائي هذه المرة.
كروائي. هنا أمين معلوف الخيالي وليس أمين معلوف التاريخي، ولكن تبقى هوية أمين معلوف الفكرية والأدبية ( مؤلف غرق الحضارات واختلال العالم ) حاضرة وجلية في هذا العمل الرؤيوي للعالم ولحضارتنا في هذا العمل الأدبي المهم.
Empedokles’in Dostları’nı çok çok severek okudum. Akıcılığına ve basit görünen olay örgüsüne rağmen derin düşünceler ve sorgulamalar da barındıran bir kitap. Genellikle distopya olarak tanımlanan kitabın bana bir ütopya gibi göründüğünü de belirtmeliyim, belki de Eve’in bakış açısına çok yakınım.
Veba Geceleri’nin hemen arkasından okuduğum için ister istemez iki kitap arasındaki paralelliklere de odaklandım. Din - bilim , aydın - gelenekçi çatışmaları ; insanın ölüm karşısındaki tavrı ; politik çekişmeler her iki kitapta da var . Anlatılan tarih de olsa gelecek de tanımlanan “insan”ın çok da farklı olmaması enteresan.
This entire review has been hidden because of spoilers.