Kâmil Erdem öyküleri bir akarsu gibidir, bir akarsuyun gereğini yapar, öyle olması, akması gerektiği için akar. Suyun uzunluğu, derinliği, içinde mi kıyısında mı, neresinde durmak gerektiği kararını ise okur vermek durumundadır; bu sakin, sessiz, keyif çatılan bir dere kenarı da olabilir, köpürtülü, gürültülü ve tekinsiz bir çağlayan da.
Üçüncü öykü kitabı Yok Yolcu da böyle müphem öyküler barındırıyor; sonsuz bir sonsuzluktan, derin düşüncelerden, koca bir hayat boyu yaşananlardan, çıkarımlardan, süzülenlerden, öyle kendince akanlardan ve dökülenlerden dileyen dilediği kadarını alıyor.
Bütün caddeleri, sokakları, evleri, evlerinin içindeki insanları, insanlarının arasındaki ilişkilerin yıkıldığı ve yeniden kurulduğu, bozunuma uğradığı ve onarıldığı, duvarlar ya da sular altında kaldığı Beyoğlu'na da incelikli bir ağıt yakıyor.
1945’te Erzurum’da doğdu, Erzurum Lisesi’ni bitirdi. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Edebiyat ve Rus Dili ve Edebiyatı bölümlerinde okudu. 80’ sonrasında Tan Seçki’sinde ve Morköpük’te öyküleri yayınlandı. Datça’nın bir köyünde yaşamaktadır.
şimdi bu kitap hakkında ne desem az olur. o yüzden ben bir yerlere yazayım uzun uzun, siz öyle okuyun. ama pek çok yazar kitaplarını yayımlatırken zerre geliştirmezken kendini kâmil bey kendini olduğu yerden almış, daha da ileri götürmüş. bir önceki kitabından tamamen farklı bir yol izlemiş. elbette kâmil erdem öyküsü oldukları belli temelde ama dili daha şiirsel, cümleleri genellikle daha uzun ve devrik. bu nedenle incecik kitap demeyin, kesinlikle yavaş ve her cümleye özen göstererek okumak gerekiyor. bazen bir yola ses, bazen bir duvara renk olmuş. geçip giden zamana, değişen arkadaşlıklara, kaybolanlara ah olmuş. okuduğum en iyi cenaze öyküsüne uzun uzun değineceğim ama sanat bizi dönüştürmeseydi eğer halimiz haraptı. ve sanmayın ki kâmil bey melankolik bir yazar… edebiyatı ve yazarları öyle bir konu ediyor ki bazen, saf ve düşünceli yazarlardan giriyor, kahkahalarla “merhaba poğaçacı”dan çıkıyorsunuz 😁 buraya daha kişisel yazabildiğimden şunu söyleyebilirim: babama benzetiyorum kâmil bey’i. benim babamın politik bir geçmişi yok onun gibi, politik benzerlik değil söz ettiğim ama çalışkanlığı, gözlemleri ve her şeyi olgunlukla böyle fark ettirmeden gülermiş gibi kabulü… babam bugün çalışabilecek sağlıkta olsa yepyeni tarifler dener, çikolatalar yapardı. işte o kuşağın çalışkanlığından bahsediyorum. bizde olmayan… ve tabii ayapera bölümünde anlattığı sokaklar, annemle babamın evlenip yaşadığı yerler… 90’larda bahsedilen kitap fuarları benim gençliğimin geçtiği yerler… ayapera bu sebeple tüylerimi diken diken etti belki. karakterlerin hepsi bedbin gözükse de -memleket gibi- aşçısından tutun boyacısına, kayıplarla mahpuslara rehinlerle eylemlerle geçip giden günler olsa da, o umut, o yaşama sevinci hep var. iyi kitap insanın çenesine vuruyor işte böyle. ve yazdırıyor da yazdırıyor.
Kitap iki kısma ayrılmış. Başta 7 öykü var. Anlatım dili biraz zorluyor. Bilinç akışına benzeyen, devrik cümlelerin çokça kullanıldığı, epey süslenmiş bir dil. Bir iki yerde dizgi hatası mı var dedim çünkü bir şey anlamadım. Tüm öykülerde sosyal ve siyasal arka plan ince ince işlenmiş, çok sevdim. İlk yedi öyküden "Aşçı ve Gül Hanım" ile "Çıkmaz Sokak" favorilerim oldu. Yazarın bir çıkmaz sokağı dönüşümünü de ihmal etmeyerek konuşturduğu öykü usta işi. Yokyolcu öyküsünü hiç anlamadım.
Kitabın ikinci kısmındaki 3 öykünün başlığı Ayapera ve en sevdiğim kısım burası oldu. İstanbul'u ve Beyoğlu'nu edebiyatçılar vesilesiyle sadece kitaplardan tanıyorum. Orada yaşayanlar ya da vakit geçirmiş olanlar öykülerdeki göndermeleri, adı geçen yerleri, bahsedilen olayları vs. okuyunca eminim çok sevecektir metinleri. Bu kısımdan favorim "Havalar Yine Isınacak" oldu.
Sait Faik Öykü Ödülü vesilesiyle adını duyduğum Kamil Erdem’e ve Yok Yolcu’ya hayran oldum… Çok sevdiğim devrik cümlelerle bezenmiş, şiir gibi yazılmış 10 öykü var kitapta… Özellikle iki tanesini çok sevdim… Badanacanın Bir Günü’nde muazzam bir “müesses nizam” eleştirisi var… Havalar Yine Isınacak aklımı başımdan aldı, üst üste üç defa okudum. Ve okurken sıradan kabul edilen insanların ve hayatların aslında nasıl derinlikler, acılar ve zenginlikler taşıdığını bir kez daha yüreğimde hissettim…
kâmil erdem on öykülük nefis toplamda üslubunu daha da derinleştirmiş. dile hakimiyetine de şapka çıkarmamak zor. kuşaklar arasındaki izlekten yürürken edebiyat dünyasına da uğramış. yazarlara, şairlere, eleştirmenlere, yayıncılara inceden selam çakmış. "ayapera!" üçlemesinde de değişimi/dönüşümü okurunu çıkardığı istanbul yolculuğu üzerinden anlatıyor. arka kapakta da dediği gibi "kâmil erdem öyküleri bir akarsu gibidir, bir akarsuyun gereğini yapar, öyle olması, akması gerektiği için akar." keyifle kapılın bu akışa, ıskalamayın.
Öykünün atmosfer, örgü-kurgu, tema, dil gibi önemli unsurlarından herhangi birisi ya da birkaçı gerçekten iyiyse bir öyküde, o öykü, eksik kalan yanlarını da ne kadar az eksik bırakırsa, o ölçüde sıradan olmaktan uzaklaşıyor. Kamil Erdem'in öykülerinde dil diğer bütün unsurların önünde ve çok ötesinde. Bazı cümlelerin tınısı, güzel bir şarkının nakaratı gibi, hala zihnimde ve tekrar tekrar okuyorum. Şimdiye dek okuduğum öykülerden ve bu kitaptan sonra, anladım ki, bir öykünün en hassas yapı taşı dil. Bu açıdan çok maharetli bir kalemi var yazarın. Mutlaka önceki ve sonraki kitaplarını merak ettiriyor. Ben okumaya devam edeceğim Kamil Erdem öykülerini.
Yok Yolcu, Kâmil Erdem'in üçüncü öykü kitabı. Yazarın ilk iki öykü kitabını da (Şu Yağmur Bir Yağsa, Bir Kırık Segah) beğeniyle okumuştum. Pek çok öykü kitabı okuduğum 2021 yılında okuduğum en kaliteli öykü kitaplarının arasında, başlarda yer aldı bu kitap. Satır aralarında yemek kokuları, çiçekler bolca varken Şaşıfelek Çıkmazı da bir yerlerde karşımıza çıkıyor. Şiirsel bir dil, lezzetli, düşündüren, edebiyat zevkini dorukta yaşatan güzel bir kitap. Çıkmaz Sokak adlı öyküsü tam usta işi bir öykü olmuş. Yine aynı şekilde "Havalar Yine Isınacak" da unutulmayacak öyküler den olmuş. Öykü okumayı seven herkese tavsiye ederim. Okunmayı oldukça çok hak ediyor.
Yazarın, devrik/aksak/eksik diline alışmakta epey zorlandığımı belirteyim. Bazen öykü içinde anlatım esnasında kopmalar olduğunu hissettim. Sanki bir şey anlatmaya başlarken, aklına başka bir konu geldiği için ona da geçerken uğramış gibi.
Yazarın dili bu şekilde kullanması, kitabı okurken benim de ara ara dalmama ve kitaptan kopmama neden oldu. Yine de "Çıkmaz Sokak" isimli öykünün, bu bütün içinde parladığını da söylemeliyim.
okunuyor ama vasat öyküler, illa birini seç derseniz "Çıkmaz Sokak" fena değildi derim...
Türk edebiyatı, şu içi kararmış, başka hikayesi olmadığı için sadece kendisini ve başından geçenleri anlatan entel öykücülükten ne zaman kurtulur acaba, bunların en iç karartıcılarını Kamuran Şipal ve Ferit Edgü zaten yazdı...
yeni bir şey söylemeyecekseniz, söylemeseniz de olur...
Kamil Erdem ile 2022 Sait Faik Öykü Ödülü'nü alan bu öykü kitabı ile tanıştım. İki kelimeyle 'hayran kaldım' derim. Oku Nefes Al instagram hesabımızda kitabı detaylı bir şekilde konuşacağız. Her gün benim için yeni bir yazarla tanışmak ve edebiyat maceram için yeni bir keşif yapmak harika. Öykü sever herkesin okumasını tavsiye ederim.
Buradaki puanına bakıp satın aldığım bu kitap beni çok yanılttı. Feyyaz Kayacan severler muhtemelen bu kitabı da severler ama ben sevemedim. Sevmeyi denedim ama olmadı. Şiirsel dilden kopmayacagim diye güzelim öyküler heder edilmiş gibi geldi okurken.
Yok Yolcu* -Kamil ERDEM (2 Öykü için spoiler içermekte) Her şeyden önce Kamil ERDEM son dönemlerde tanıştığım kalemi en güçlü, beni düşünmeye en çok sevk eden bir yazar. Yazabilmek için çok fazla demlenmeyi beklemiş, bu nedenle dilinde sürekli bir metaforlar cümbüşü görüyoruz. Özellikle Ayepara bölümünden öncesi için bunu söyleyebilirim. Yazarın kendisini demlenmeye bırakmış olmasını kurduğu devrik ve uzun cümlelerin bizi derin ve şiirsel bir noktaya taşımasına bağlamak istiyorum.
Bu kitabı okumadan önce yazarın hayatı hakkında bir okuma yapmak gerektiğini düşünüyorum. Bu okumalar bize yazarın Marksist bir gelenekten geldiğini, hapis yattığını ve davası üzerine “fikirleri” olan yönlerini gösterecektir.
Yazar hakkındaki bu basit okuma bizi tüm kitap boyunca etkisi altına alıyor. Kimi zaman bir otorite eleştirisi, kimi zamanda bana göre geç kalınmış bir tavrın utançlığını bu öykülerde görebiliyoruz. Yazardan ağdalı bir dil tercihi gözümüze çarpıyor. Geldiği gelenek itibari ile karşımıza çok da çıkmayan bir tarzdan bahsediyoruz. Yazar bize sol cenahtan birinin böyle bir dil ile yazabileceğini göstermek istemiş gibi bazı yerlerde bazen dili yorucu bir şekilde kullanıyor. Sol cenah ifadesini özellikle kullanıyorum çünkü, kitaptaki gibi ağır bir dili genel olarak “sağ”a daha yakın şairler, öykücüler ve romancılarda görmeye alışkınız. “Sol” cenah çoğu zaman daha didaktik, toplumcu gerçekçi yönleriyle karşımıza çıkmakta.
Beni en çok etkiyen öykü Çıkmaz Sokak oldu. Sokağın kişiselleştirilmesi, üzerinde gerçekleşen her şeye birinci tanık olarak bizzat şahit olması yazarın tabiri caizse yeteneği konuşturduğu bölümlerden biriydi. Öykü daha ilk cümleden sonunun çıkmaz olduğunu, üzerinde yaşanan, yaşanılacak, düşünülen her şeyin bir çıkmaza çıktığını vurguluyor. Sokak zamanla değişiyor, üzerine kaldırım taşları geliyor ve sonraları sokağın kendisinin bir takım fikirlerini okumaya başlıyoruz. Bu fikirleri ve fikirsel değişimi hem gözümüzün içine soka soka hem de gizlemek istercesine otoriteye bağlıyor yazar. Elektrik telleri, aydınlatma ışıklarının gelmesiyle düzen ve intizamın artık kendisinde olduğundan bahsediyor. Buradaki otorite metaforu bana Tanpınar’ın SAE’sini anımsattı.
Bir diğer beni çarpan öyküsü olan Törensiz Cenaze üzerine tam 2 saat bir kitap kulübünde konuşulduktan sonra dostu İzzet Yasar’a bir saygı duruşu olduğunu öğrendim ve ŞAŞIRDIM. Bildiğim kadarıyla iki yazar da siyasi görüşleri açısından iki farklı kutuptalardı. Velhasıl kelam, bu bilgi henüz bize ulaşmadan önce bu öyküyü yazarın çok uzun süre yazmamasından kaynaklı yaşadığı utancın bir neticesi olarak okudum. Bu fikre kapılmamın sebebi öykülerin çoğunun bir sistem eleştirisi içermesinden kaynaklı olmasıydı. Sistem eleştirisini bu kadar yoğun bir şekilde yapan bir yazarın yazmak (veya yazdıklarını yayımlamak ) için 50 yıl beklemesi bana göre yazarın kendisiyle yaşadığı bir takım hesaplaşmalar ve kendi cenazesine atıf olarak görünmekteydi. Her ne kadar İzzet Yasar’a bir saygı duruşu da olsa bu fikre hala çok uzak olduğum söylenemez. Ayrıca öyküde yüksek düzeyde varolma çabası ve bunun başarısızlığına tanık oluyoruz. Kitabın teknik olarak en başarılı bulduğum öyküsü de bence bu öykü idi. Öykü aynı anı yaşayan 4 tabut taşıyıcısının aynı anda neler düşündüğünü çok etkileyici bir teknikle bir anı referans alarak veriyor.
Yazarın okuduğum ilk kitabı. 2022 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı ödülünü kazanmış bu kitabıyla.
Kitap içerisinde on adet öykü bulunuyor. Başlarda yazarın diline alışmakta zorlandım. Cümleler oldukça uzun tutulmuş ve bazı yerler karmaşık geldi bana. Yazar her bir cümlede edebi olma endişesi içerisindeymiş gibi hissettirdi. Sanki bazı cümleler özellikle tamamlanmıyor ve okura açık kapı bırakılıyor. O sebeple yavaş ve sindirerek okumam gerekti. Cümlelerin kuruluş yapısı bir süre sonra hoşunuza gidebilir ama öykülerin gidişatı için aynı şeyi düşünemedim. Demek istediğim öykülerdeki bütünlüğü benim kavrayamadığım.
Aralarında en beğendiğim öykü “Törensiz Bir Cenaze” adını taşıyan öykü oldu. Bir şairin tabutunun taşınmasıyla alakalı olan öykü sanırım benim en anlamlandırabildiğim, belki de bu sebeple sevdiğim öyküsüydü. Verilen sosyal mesajları seçebilmek mümkün. Bu açıdan ödülle taçlandırılmış olsa gerek. Saygı duyuyorum. İleriki zamanlarda diğer kitaplarına da şans vermeye çalışacağım.
This entire review has been hidden because of spoilers.