Bir gece kadınına, bir karanlık kızına bundan daha güzel ve onu daha iyi vasıflandıran bir sıfat bulmaya imkân mı vardı! Güzelliği kadar, ismi de kaldırımlarda meşhurdu.
Güzelliği dillere destan, yeri geldiğinde mangalda kül bırakmayan, gökyüzündeki yıldızlardan düştüğüne inanacak kadar saf bir fahişe Fosforlu. İstanbul’un her sokağını, karakollarını bilen Cevriye’nin karşısına hiç tanımadığı bir adam çıkar. Hayatında kimse Cevriye’ye, hastalığında kendisine bakan, itina eden, ilk kez bir kadın olduğunu hissettiren bu adam gibi davranmamıştır. Bu yabancıyı tanımasıyla birlikte Cevriye daha önce hiç hissetmediği, hiç bilmediği duyguları tadacak ve sevmeyi, tutsaklığı öğrenecektir.
Suat Derviş İstanbul’da doğdu. Tıp profesörlerinden İsmail Derviş Bey’in kızı olan Suat Derviş, çocukluk yıllarında özel eğitim aldı. Daha sonra Kadıköy Numune Rüştiyesi’yle Bilgi Yurdu’nda eğitim hayatına devam etti. Konservatuvar eğitimi için ablasıyla birlikte Almanya’ya giderek piyano dersleri almaya başladı ve edebiyat fakültesine yazılarak felsefe derslerine yöneldi. Konservatuvar eğitimini bırakıp Almanya’daki çeşitli dergi ve gazetelerde yazmasıyla gazetecilik hayatı başladı. 1932’de Türkiye’ye döndükten sonra da Son Posta, Vatan, Cumhuriyet, Gece Postası, Yeni Ay, Tan gibi gazetelerde röpotajları, hikâyeleri, romanları yayımlanarak yazı hayatına devam etti. Reşat Fuat Baraner ile birlikte Türkiye’de toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan Yeni Edebiyat Dergisi’ni yayımladı. Bu dergide kısa öyküler, fıkra ve eleştiriler yazdı. 1944 tutuklamaları sırasında eşi Reşat Fuat Baraner’i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi’ne katıldığı gerekçesiyle yargılanarak bir yıl hapse mahkûm oldu. Ardından Paris’e giderek 1953-1961 yılları arasında Fransa’da kaldı. 1961’de Türkiye’ye döndükten sonra romanlarının yazımı ve yayınıyla uğraştı. Birçok ilke de imzasını atan Suat Derviş, yazı hayatına adım attığı Alemdar gazetesindeki “Hezeyan” şiiri başta olmak üzere, gerek farklı mahlaslarla gerek kendi ismiyle yazılmış birçok eseri geride bırakarak 1972’de Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu.
"Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; Bir kere eğemedim bu kadının başını"
Nazım Hikmet'in gençlik aşkı Suat Derviş'e yazdığı Gölgesi adlı şiirin ilk satırları. Cumhuriyet tarihinin Nazım Hikmet'le başlayıp Sabahattin Ali' ye uzanan acılı kuşağının yazarlarından Suat Derviş'in okuduğum ilk kitabı oldu "Fosforlu Cevriye".
1940'lı yılların Türkiye'sinde geçen hüzünlü bir aşk hikayesini ince ruhlu yürekli güzel bir sokak kadının ağzından ve gözünden anlatan roman o dönemin bir fotoğrafını da çekiyor. Günümüzde hala geçerliliğini koruyan, polis, aydın, tutuklama, vicdan, namus düşünce suçu gibi kavramlara da fazlasıyla yer verilmiş.
Romanda bir sokak kadının tanımadığı birine olan aşkı ile onu tanımlayamadığı bir suçtan kurtarmak uğruna her şeyi göze alması ise duygulu bir biçimde anlatılmış.
suat derviş'in okuduğum ikinci kitabı oldu fosforlu cevriye. daha doğrusu dinledim. öncelikle ayça varlıer'in harika seslendirmesine bir teşekkür edeyim. sanki tiyatro oyunu izlemiş gibi keyifle dinledim.
suat derviş'in hem Hiçbiri'nin kahramanı cavide gibi gururlu, sevdiğini çok seven, sevmediklerine ölesiye mesafeli olan bir karakteri; hem de hayatındaki tüm talihsizliklere karşın her şeye olumlu bakan, insan seven, hayat dolu fosforlu cevriye'yi sanki okurken gözümüzün önünde can bulan şekilde yazabilmesi gerçekten muazzam bir yetenek. ikisi de "kimsesiz" birer kadınken akla kara gibi birbirlerinden farklılar. ve ikisi de son derece ikna edici.
karaköy'de beş yıl çalıştığım için hem galata hem de tophane tarafına doğru semti hayli öğrenmiştim. bu kitapta oraları tekrar gezme şansı buldum adeta. öte yandan, başka bir zamanın istanbul'unu okumak o kadar garip ki. semt aynı semt, tarif ettiği her yeri avcumun içi gibi biliyorum, ama ne kadar farklı. bu istanbul'u cevriye gibi insancıl bir karakterin gözüyle gezmek çok keyifliydi.
Daha önce neden Suat Derviş okumadığımı bilmiyorum, benim için geç kalmış bir okuma oldu. Uzun zaman önce bir programda Ayça Varlıer'in anlatımıyla dinlemiştim Cevriye'yi ve o kadar heyecanlı anlatıyordu ki aslında meraklanmıştım. (Müzikali şu karantina döneminde online yayınlasalar da izlesek keşke...) O sert duran cevval görünen Cevriye'nin aslında sadece sevgiyi arıyor oluşu hüzünlendirdi beni. Buraya kalbi kırık bir emoji bırakıyorum.
İlk kez okuduğum ve keşke daha önce tanışsaydım dediğim bir yazar oldu Suat Derviş. Cevriye'yi sanki ellerimle tutabilirmişim gibi hissettim. Bir de o dönem yazılan, çok okunan "el değmemiş kadın + hoppa erkek" ilişkisinin tam tersine çevrilmesi aşşşırı hoşuma gitti. Sanki bir şeyler kazanmışız gibi hissettim, bilmiyorum.
yazıldığı dönemin çok çok ilerisinde bir kitap. 1940'ların sonunda gazetede tefrikalar halinde ilk kez yayınlanan romanda anlatılan dünya, Cevriye ve diğer karakterler aslında hep gözümüzün önünde olan ama görmeyi istemediğimiz seks işçileri, serseriler, ayyaşlar vs. vs. Bir çok kez sinemaya uyarlanmış, müzikali çıkmış(ki 3 yıldır bilet bulup gidemedim) eser insanı inceden inceye hüzünlendiriyor. Cevriye'nin yaşadığı alem, ismini bile bilmediği saf ve temiz aşk, hiç bilmediği anneye duyduğu özlem, kendi kalbindeki Allah sevgisi, bir yandan çocuk bir yandan kadın bir o kadar gerçek ve iç acıtıcı. yazarı ise ayrı bir inceleme konusu. dönemin entelektüel burjuva ortamlarının aranan ismi olan, 1940'larda bile kocasının ismiyle değil kendi benliği ile var olmak isteyen, var olan bu kadının böyle bir karakteri gözlemleyip yazması ayrı bir takdiri hak ediyor. 4 yıldız verme sebebim ise gizemlerden hoşlanmaman. aşık olduğu karakterin ne olduğunu az biraz tahmin etsem de detay beklemeden duramıyorum. yine de mutlaka okunması gereken bir Türk Edebiyatı eseri.
Fosforlu Cevriye'yi dört ya da beş yıl önce Ankara DT'den izlemiştim. Film izlerken, kitap okurken çok nadir olarak ağlayan ben oyunun sonunda şakır şakır ağlamıştım. Şahane bir kadroyla şahane bir oyundu Fosforlu Cevriye. Bu sebeple kitapçıda kitabı görünce hemen aldım. Kitap da oyun kadar etkiledi beni. Fosforlu'nun kendine ve O'na kurduğu o ufak, sıcacık dünyayı, Fosforlu'nun o küçük umutlarını, küçük hayallerini, büyük sevgilerini ve kocaman aşkını okumak çok etkileyici, çok keyifliydi.
Sade ve akıcı bir dili var. Olay örgüsü ve karakterler bence gayet iyi işlenmiş. Başlangıcı ve sonu haricinde çok keyif aldım. Başlangıcında Cevriye ile tanışma kısmı ("A karakolda ayna var!") biraz garip geldi açıkçası. Sonu ise bir anda yayından kaldırılan diziler gibiydi.
“Denizin üstünde motor gürültüleri! Canavar düdüklerinin sesi ve insan haykırışları birbirine karışırken, denize demir atmış bir takanın üstünde tek başına oturan bir gemici, tepelerin ardından birdenbire yükselmiş olan kıpkırmızı aya bakıyor, cura çalıyor ve bir zamanlar dilden dile dolaşmış bir türkü okuyordu. Bu türkü karakoldaki aynalarda kendini seyreden, kollarında damga olan, gözlerinde karasevdası okunan fosforlu bir güzeli anlatıyordu.”(s.267)
Başından sonuna kadar içimde biraz burukluk, biraz da Cevriye'nin isimsiz "o"na karşı duyduğu heyecanla, tek solukta okuduğum, harika bir roman. Duygular, duygular...
Güzel bir kitap. Konusu ilgi çekici, anlatım tarzı da hoş, geri dönerek, hatırlayarak. Birazcık fazla tekrar vardı benim zevkime göre ve birazcık da fazla hezeyan. Ama tabii sadece benim kişisel zevkime göre..
Dikkatimi çeken şeylerden biri şu oldu: Yunanca pek çok kelime, günlük dilin ve/veya argonun nasıl da içine işlemiş. Katalaveni, aftos, mavro vs. Sonra nasıl yapılıp edildi de hepsi unutuldu, vay babam vay.. Şu anda koca İstanbul’da kaç kişi birkaç kelimecik olsun Yunanca veya Rumca biliyor?
Suat Derviş'in kitaplarına olan merakım oldukça kötü yazılmış biyografisinden sonra azalmıştı, aldığım iki kitabını da okumayı düşünmeksizin kitaplığın arkalarına göndermiştim. Storytel'de olmasa Fosforlu Cevriye'yi de çok büyük bir ihtimalle okumazdım/dinlemezdim. Kitapla ilgili söyleyebileceğim çok fazla tekrar olduğu ve Suat Derviş'in sürekli aynı kalıpları kullandığı. Gerçekten çok can sıkıcı. Ama seslendirme müthiş, tiyatroda da Fosforlu Cevriye'yi canlandırsan Ayça Varlıer harika bir iş çıkarmış. Kitap:2 Seslendirme: 5 Genel: 3/5
başından sonuna nereye varacağını merak ederek okuduğum, cevriye'yle istanbul sokaklarını arşınlarken hikayesini onun ağzından dinliyormuşum gibi hissettiğim bir kitap oldu. lineer tarihli bir anlatım olmayan hikayeleri normalde çok tercih etmem, çünkü bunu başarıp hikayeyi dağıtmadan alatabilen yazarlar çok fazla bulunmuyor. ama bu kitapta dediğim gibi, sanki cevriye karşımdaymış ve bana hayatını oradan oraya atlayarak anlatıyor gibi hissettim.
hikaye özünde acıklı, günün sonunda bir "sokak kızı"nın hayatını okuyoruz. ama yaşadıklarına ve yaşayamadıklarına rağmen hayatı çok seven, hayata bu kadar umutlu bakabilen cevriye yaşam hikayesini öyle bir aktarıyor ki okuyucuya, buruk bir neşeyle dahil oluyorsunuz siz de bu hikayeye.
sanıyorum ki uzun zamandır bir karakter beni bu kadar etkilememişti. çok gerçek, çok samimi ve çok sıcak bir karakter cevriye.
birçok yerde gözlerim doldu, bir süre de bu hikayenin etkisinden çıkamayacağım sanırım.
diğer suat derviş kitaplarını da okuyacağım mutlaka, yazım tarzını çok sevdim.
Kitabı Ayça Varlıer’in seslendirmesiyle Storytell’den dinledim. İnanılmaz bir seslendirme ve inanılmaz bir eserdi. Suat Derviş gerçekten çağının ötesinde bir kadınmış 🥹🤍
“O gece ona doğru çevirdiği elektrik ışığı saçlarına çarpıp böyle bin bir ı��ık yaratınca, “Burada bir fosforlu var,” demişti. “Kalk bakayım oradan Fosforlu!” İşte, o gün bugün ismi Fosforlu Cevriye’ydi.”
İstanbul’un arka sokaklarında yaşayan Fosforlu Cevriye, ne annesini ne babasını biliyor, tanıyor. Onun tanıdığı tek yer, doğup büyüdüğü sokaklar. İşte bu sokaklarda almış “Fosforlu” adını da, parlayan saçları, gözleri hatta dişleri sebep olmuş bu adın takılmasına.
Bir adama aşık olana kadar kimseyi ve hiçbir şeyi umursamaz saf bir kızdır Cevriye. Ama adını ve ne iş yaptığını bilmediği bir kaçağa aşık olur, hem de ne aşk; kara sevda… Cevriye’nin ağzından dinlediğimiz hikaye, Cevriye’nin yaşadığı ve onu yiyip bitiren bu tek taraflı aşk ve onun İstanbul’un arka sokaklarında verdiği yaşam mücadelesi, bir günümüz bir geçmişte gezerek sunuluyor. Dahasını söylemek kitaba haksızlık olur, zaten herhalde Suat Derviş’in Fosforlu Cevriyesi’ni herkes bir şekilde duymuştur; kitabı, müzikali, tiyatrosu, hiç olmadı filmleri… Bu nedenle konuyu daha fazla yazmıyorum, alın ve okuyun diyorum sadece.
Türk Edebiyatı’nın en önemli kadın yazarlarından biri olarak adı geçen birisini benim eleştirmemin pek mümkün olmadığını ya da daha doğrusu, pek uygun olmayacağını düşünüyorum ve sadece kitabın bana hissettirdiklerini yazmak istiyorum. Bunu istiyorum, çünkü bence bu kitap mutlaka okunmalı…
Neden ve nasıl okuduğumu bir kenara bırakırsak, ben bu kitabı okumaya kesinlikle büyük bir endişe ile başladım. Hem fazlaca Türk yazar okumadığımı biliyorsunuz hem de bahsettiğimiz Türk Edebiyatı’nın klasiklerinden birisi, hal böyle olunca endişem de dediğim gibi büyüktü; sıkılmak, bitirememek, keyif almamak… Ama benim bile inanamadığım bir hızla, elime aldığım gibi okudum ve bitirdim, iki günümü bile almadı. Öyle hızlı Fosforlu’nun dünyasında buldum ki kendimi, ben bile inanamadım.
Fosforlu Cevriye bir sokak kadını, bir fahişe, buna rağmen öyle doğal, öyle içten ve öyle saf yansıtılmış ki insanın onu sevmemesi, onun çektikleriyle içinin ezilmemesi ve onunla birlikte üzülmemesi mümkün değil. Durumunu bilen, olduğu gibi kabul etmiş birisi o ve siz de onu aynen bu şekilde kabul ediyorsunuz ve ne ya da kim olduğu ile ilgilenmiyor, yaşadıklarına odaklanıyorsunuz.
Hikayenin sürekli değişen bakış açısıyla anlatılması, anlatıcının da bir Fosforlu’ya bir dışarıya dönmesi, sadece Fosforlu’nun iç dünyasını değil, içinde yaşadığı dünyayı da tam anlamıyla hissedebilmemizi sağlamış, ama kabul ediyorum alışana kadar biraz zorlayabiliyor. Fakat öyle uzun sürmüyor bu alışma evresi neyseki.
Bu anlatım sayesinde Cevriye haricindeki herkesi de hem Cevriye’nin onları gördüğü gözle hem de kendi bakışımızla tanımamız da mümkün oluyor ve onun çevresinde gerçekten çok farklı hayatlar var, söylemedi demeyin.
Bir de tabii ki kara sevdası, kim olduğunu tam olarak hiçbir zaman öğrenemediğimiz, hatta Fosforlu’nun da öğrenemediği, ama yine de deliler gibi sevdiği adam…
“Cevriye bu adamdan ne istiyordu? Niçin ona gelmişti? Niçin onu görmek, onun karşısında oturmak, onun yüzüne bakmak, onun çevresinde ve yanında bulunmak istiyordu? Cevriye bunu kendi kendine izahtan acizdi.”
Evet, bu adama kadar hiç bilmemiş sevmenin ne demek olduğunu, yaşamın akışına bırakmış kendini ve tadını çıkartmış hayatı el verdiğince… ama bu adam onun dünyasını değiştirmiş, hayata bakışını değiştirmiş, hiç yaşamadığı hisleri tattırmış… ve öylesine istiyor ki insan okurken, onun da bu hisleri ve mutluluğu yaşamasını…
İşte böyle bir hikaye Cevriye’ninki, okunması gereken bir hikaye; İstanbul’un arka sokaklarında geçen bir yaşam mücadelesi, yokluk ve aşk hikayesi… Ama sizi mutlu bir hikaye beklemiyor, buna da hazırlıklı olun!
“İstanbul’un izbe sokaklarının, yangın yerlerinin, mezarlıkların, surların, Tekfur sarayı harabeleri ve bostanların en cazip kızıydı Cevriye.
Karanlığa rağmen onca kadın arasından büyülenmiş gibi ona giderlerdi. Bunun sebebini kendisi dahil kimse anlamazdı. Soranlara “fosfor” derdi. Bir gece kadınına, bir karanlık kızına bundan daha güzel bir sıfat bulmaya imkan var mıydı?”
Fosforlu Cevriye, İstanbul’da hayatta kalma savaşı verirken aşka düşen bir sokak kadınının hikayesi. Suat Derviş bu karakteri, bu temayı neden seçmişti? Kendisini eğitimli ve varlıklı olarak bildiğimiz Suat Hanım Nasıl bir gözlem yaptı da konuşma tarzlarına kadar sokağı bu kadar güzel yansıtabildi? Bu düşmüş ama bir o kadar güçlü, iffetsiz ama bir o kadar namuslu kadın figürü Yeşilçam filmlerinde ve farklı birçok edebiyat eserinde de can buldu, zihinlerde yer edindi.
Bildiği tek şeyi yaparak hayatını kazanan Fosforlu’nun kendisine insan gibi davranan ilk adama aşık olması gayet anlaşılır bir durum elbette. Bu platonik aşk hikayesi Cevriye’nin tilki gibi dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına dönüşleriyle alevleniyor. Adını bile bilmediği adama bağlılığı ise hayranlık uyandırıcı:
“Hatırlamadığı kadar eski bir tarihtennberi, bütün yabancı erkeklerin kolları arasına terk ettiği bu vücudu yeni bir erkeğe vermek onun için mühim bir mesele değildi. Mühim olan iş, bütün erkeklerin ondan istediği şeyi, onun kendisinden istemeyişiydi.”
Cevriye’nin kendini, adamı ve hayatı sorgulaması, bir yandan O’nun kendisine el sürmemesinden, bir hanımefendi gibi davranmasından duyduğu haz ile istenmemenin, arzu edilmiyor olmanın yarattığı hayal kırıklığı arasında gidip gelen duyguları, gönülden bağlılığı bu kitabın en etkileyici kısımlarıydı. Farklı etnik kökenlerin ve sokak jargonunun gerçekçi şekilde diyaloglara yansımasını görmek de muazzam bir tat verdi. Kitabın en önemli sorunu ise sık tekrarlamalar ile sürmesi. Aynı ifade ve konuların üzerinden tekrar tekrar geçilmesi, Suat Derviş’in kısa cümleleri kopuk şekilde alt alta vermesi beni biraz hikayeden uzaklaştırdı. İçeriğin yarısıyla daha etkileyici bir eser ortaya konulabilirmiş gibi hissettim. Ancak genel anlamda edebiyatımıza önemli bir katkı ve alt sınıf işçi kadınları anlatması açısından devrim niteliğinde, kesinlikle okunması gereken bir eser.
Boğazımda bir yumru ile bitirdim kitabı. Suat Derviş’i bugüne kadar tanımamış bir olmam kendimi edebiyat sever diye tanımlama gafletine düştüğümü gösterdi bana. Zamanın çok ilerisinde bir kitap. Edebi dili zaten çok iyi ama içerik, bir hayat kadınına verdiği özgürlük, kendini kader kurbanı görmeyen bilakis hayattan zevk alan, yaşadığı hayatla barışık ve bunu seven, sevdiği adamla kendini bir anda hayal ettiğinde kurtarılmayı değil de ben bunca özgürlükten sonra o hayatı ister miyim, tek adamla ömrümü geçirebilir miyim diyen bir kadın Cevriye. Üzerine tezler yazılması lazım ama ben burada kesiyorum. Dünya çapında üne kavuşması gereken bir roman bu. Hakettiği yer orası.
Yarim yuzyil once yazilmasina ragmen o kadar taze bir kitap ki. Yazarin anlatimi, dili, karakterlerin ve de ozellikle Cevriye'nin ic dunyasini bize sunusu o kadar muthis ki. Bir klasik olan Fosforlu Cevriye'yi ilk defa okumak simdiye kismetmis.
Konaklarda büyümüş, operalarla yabancı romanlarla gönlünü eğlemiş, hep görgülü ve tahsilli insanlar arasında yaşamış olan Suat Derviş’in yarattığı sokak kadını Cevriye karakteri öyle canlı öyle gerçek ki, insan hayret ediyor. O galiz küfürlerle dolu sokak ağzı, Cevriye’nin o bıçkın halleri, o yan karakterler çok ince tahlillerle oluşturulmuş olmalı. Etkiyi perçinlemek için defaatle yapılan açıklamalar zaman zaman sıkıcıydı, fakat hikayenin tümüne bakınca, sokağın kirinin sirayet edemediği tertemiz kalbiyle Fosforlu Cevriye insanın yüreğine dokunuyor.
Kraliçem Suat Derviş'in en meşhur romanı Fosforlu Cevriye.
Anne babasını hatırlamayan, yıldızlardan denize düşmüşüm de dünyaya öyle gelmişim diyen, çocukluğunun ilk anıları yaşadığı (ya da yaşamaya çalıştığı) köprü altında başlayan, kendisine faydalanılacak eşya değil de insan gibi davranan ilk erkeğe aşık olan "sokakların en cazip kızı" Cevriye'nin hikayesi anlatılan.
1948 yılında tefrika edilen kitapta Cevriye karakteri üzerinden İstanbul'un çamurlu arka sokaklarında olup bitenler resmedilmiş. Her bir karakteri iyi ve kötü taraflarıyla ele alan Suat Derviş'in yeteneğine ve cesaretine hayran olmamak elde değil. Bir "fahişeyi" romanının ana karakteri yapabilen kaç kişi var edebiyatımızda? Gerçi fahişe kelimesi de sansürlü artık ülkemizde. Sansürleyince kelimeleri bu hayatlar ortadan kalkıyor mu? Neyse sansürcülerin de hikayeleri yazılacak bir gün fakat iyilik olmayacak anlatılanlarda.
Sade fakat etkileyici anlatım dili, geriye dönüşlerle oluşturulmuş kurgusu, diyalogları, farklı kökenlerden gelen karakterlerin ustaca konuşturulması gibi özellikleriyle muhteşem bir kitap. Umarım herkes okur bir gün.
NOT: Bugüne kadar okuduğum en özensiz baskılar, en dandik çeviriler çoğunlukla Doğan Kitap'tan çıktı. Uzun zamandır satın almıyorum bu yayınevinden bir şey. Bir kez daha bu kararımın ne kadar yerinde olduğunu görmüş oldum.
Bu kitap, nasıl Türk Edebiyatı denince ilk akla gelenlerden olmamış, hayret ediyorum. Dünya Edebiyatı klasikleri arasına girebilecek özelliklerde, olağanüstü iyi yazılmış bir roman oysa. Bir hayat kadını ve bir idam mahkumunu bu kadar çok sevdiren, bu kadar güzel anlatan başka bir roman varsa bilmek isterim. Fosforlu Cevriye, bir hayat kadını. Hayatı doyasıya yaşayan ve seven bir hayat kadını. Suat Derviş bu kadını, çevresindeki diğer kadınları ve erkekleri öyle gerçekçi anlatıyor ki, hepsi canlanıyor zihninizde ve bir karakter oluyorlar. İstanbul'u, 30'lardaki Galata'yı yaşıyorsunuz. Fosforlu Cevriye yaşamını seviyor; öyle ki, aşık olunca sanki iki ayrı kişi oluyor. "Vücudunu rastgelene vermiş olan Cevriye umulmaz bir ruh bekaretiyle onu seviyordu". Sevdiceğine duyduğu hislerle, Allah'a duyduklarını yakın görüyor: Sayfa 157: "Cevriye gün geçtikçe kalbinde, kendisi, 'Tövbe tövbe' diyordu; Allah'a ayırdığı yerin onun tarafından işgal edilmeye başladığını hissediyordu. Cevriye onu saydığını, onu sevdiğini, onun her insandan daha kudretli ve yüksek olduğuna inandığını hissediyordu. Bu hissi, kendisini Allah'a bağlayan hisse yakın bir his gibiydi. [...] Nasıl Allah'tan muhabbet, sevgi ve hürmetine karşı bir mukabele ümit etmezse, ondan da kendi duygularına karşılık olarak hiçbir şey beklemiyordu." Böylesine insan hislerini derinlemesine analiz eden anlatımlar kitapta öylesine çok ki, Suat Derviş'in bu tahlillere nasıl ulaştığını merak ediyor okuyucu. Galata'daki yaşamı tüm canlılığı, farklılıkları ile nasıl görmüş, nasıl anlamış ve nasıl böyle güzel aktarıyor şaşıyor insan. Bu kitap favorilerim arasına giriyor. Fosforlu Cevriye'yi bilirdim, ama hep Tiyatro olarak. Filmi de çekilmişti, hem de birden fazla. Ama yazarını bilmezdim. Suat Derviş ismini yeni duydum ve bu kitabını, Paramparça Anılar'ı ve Ankara Mahpusu'ndan sonra okudum. Ne filmi, ne tiyatrosu bu kitabın derinliğini veremez düşüncesindeyim.
Suat Derviş'in kaleminden yine bir kadının hikayesi ama bu sefer okuduğum diğer romanlarından farklı olarak, bir sokak kadınının hikayesi. 1940ları İstanbul'u, sokakta yaşayan Fosforlu Cevriyenin hayatı, arkadaşları, arkadaşlarının hikayeleri ile anlatılan Cevriye'nin adını bile bilmediği bir adama duyduğu aşk. Hayat kadınlarının da aslında 'insan' olduklarını unutanlara yazılmış müthiş bir roman. Kitaplarını okudukça Suat Derviş'e hayranlığım artıyor. Film kitabın; filmin oyuncaları da yazarın önüne geçmiş.... Fosforlu Cevriye deyince Türkan Şoray'ı hatırlayıp, Suat Derviş'i hiç duymamış olmak....
Dört yıldız mı beş yıldız mı derken dört buçuktan beş verdim. Başlamamla bitirmem bir oldu neredeyse. Yer yer içime dokunan tarafı çok oldu. Sonu biraz aceleye getirilmiş gibiydi. Aynı şeyi Mahşer için de düşünmüştüm. Güzel kitaptı, sanırım yazarın diğer kitaplarını da kütüphaneme ekleyeceğim.
Canım Fosforlu, her bir sokağa bıraktığın izleri, gözlerinin sonsuz ışığının geceye; gecelere yansımasını unutmak ne mümkün bundan sonra. Hele ki koca yürekliliğini, cevvalliğini…
O kadar beğendim ki, Suat Derviş'in diğer kitaplarını da okumayı düşünüyorum. Bir de Suat Derviş'i okumayı bu kadar ertelediğim için kendime kızıyorum :')
Suat Derviş'le uzun yıllar önce gazetecilik döneminde yaptığı röportajları ile tanışmıştım. En bilindik eseriyle tanışmayı ise geç zamana bıraktım, pişmanım. Olsun, tanıştık ya...
Ah canım Cevriye, ah canım Suat Derviş.
Fosforlu Cevriye, Suat Derviş'in ustalık eserlerinden biri bana kalırsa. Muhteşem bir öykü, muhteşem bir akış.
Derviş, Galata'yı, Tophane'yi, eski İstanbul'u bir karakter gibi kullanırken küçük insanların hikayesini anlatıyor.
Bu kitap sadece Fosforlu'nun değil aynı zamanda Bolu'dan sürgünden dönen Fosforlu'nun kaçmasına yardımcı Top Melahat'in, sevgilisi idam edilince aklını yitiren Çatlak Marika'nın, Zombi Recep'in, esrardan muzdarip Sele Şevki'nin, köy aluftesi Çopur Güllü'nün, müthiş yetenekli yankesici Torpil Şeref'in, Fosforlu'nun baba yerine saydığı meyhaneci Barba'nın, kör udi Abdi'nin, yıldız öyküsünü dinlediği ve hep inandığı Çımacı Mustafa'nın, Fosforlu'nun başında "annesi" gibi bekleyen, kız kardeşi saydığı Arap Cemile'nin, kapısı daima Fosforlu'ya açık eski kantoncu Sümbül Dudu'nun da öyküsü.
Suat Derviş gazeteci kimliğinin kendisine gösterdiği hayatları, geceleri takip ettiği sokakların gizlerini, köprüaltı insanlarını her zamanki gözlem kabiliyetiyle şahane anlatıyor.
Cevriye'ye gelince... O, annesini hiç bilmeyen, hayal meyal "baba"olduğunu düşündüğü bir adamı sevgiyle hatırlayan, içkiyi seven, ölümüne sarhoş olmaya bayılan, gönlünün çektiğiyle sevişen, karnını doyurmak için bedenini sermaye eden, ruh namusuna inanan, neşeli güzel, alımlı, işveli, saçlarında yıldızlar uçuşan köprüaltı çocuğu.
"Büyük bardaklarla aç karnına susuz rakılar içen, ağız dolusu küfretmeyi bilen, çiftetelli oynarken esmer omuzlarını fıkırdatan çapkın Cevriye'ydi o." s.163
"İşte ben varım demişti. Benim annem hiç olmamış. Sanki ben gökten düşmüşüm beni sahiden bir kadın doğurmuş mu vallahi bilmiyorum." s.132
"... sonra garip bir merakla: senin anan varmış abi. Söyle bana, anne çok sevilir mi?" s.136
"İnsanların hepsi eşit doğarlar diye düşünüyordu. Herhalde ben doğduğum zaman, benim de bir namusum vardı. Benim nasumusumu kim mahvetti?" s. 211
Ve tabi kitabın isimsiz kahramanı, Fosforlu'nun gönlünü akıttığı O...
Öykünün yazıldığı dönemi ve Derviş'in özel hayatını düşünüğümde romanda ismi hiç geçmeyen, ama Cevriye'ye bir "bayan" olduğunu hatırlatan O'yu, Derviş'in eşi Reşat Fuat Baraner olarak düşündüm. Zira Derviş'in kitapları kendi hayatının seyri ile de yakın ilişki içinde...
Bu kitap çokça okunsun, elden ele dolaşsın, Fosforlu ile tanışmayan kalmasın inş amin. Saygılar.
Ah Cevriye…Görmediğimiz, duymadığımız kulaklarımızı kapattığımız nice hayat kadınlarından biri.Güçlü, hayata karşı umudunu yitirmemiş yıldızlardan geldiğine inanan ona “Siz” diyen adama aşık olan kadın Cevriye…Suat Derviş’in kalemiyle birlikte bir anda kendinizi olayın içinde buluyorsunuz kendinizi.Ben kalemiyle ilk defa tanıştım ama çok sevdim.