“İri çınarların, iri servilerin süslediği sahili gösteren kayıkçı, ‘Buraları görüyor musunuz?’ diyor, ‘Eskiden burada kahveler, tiyatrolar vardı, Abdi oynardı, Kel Hasan oynardı. Buraları tıklım tıklım dolardı. Yalnız orası değil, bu derenin üstü de kayıktan görünmezdi. Kel Hasan’ın sahneye çıkacağını beliğ eden davul gürültüsü duyuldu mu yalnız içerdekiler değil, kayıklardaki insanlar da gülmeye başlarlardı.’”
Suat Derviş bu sefer roman ya da öyküleriyle değil, hayalden hakikate yönelişinin milatlarından biri saydığı röportajları ile bizlerle. Çöken İstanbul’da yer alan, 1935-37 arasında yayınlanan bu röportaj dizileri İstanbul’u ve İstanbulluları merkeze alıyor. Suat Derviş, birkaç sene sonra İstanbul’un Bir Gecesi’yle çizeceği panoramanın eskizini yapıyor; bizi karanlık, yoksul ve hasta bir şehrin sokaklarında dolaştırıyor.
Pınar Öğünç’se “Kalpli, Beyinli Bir Kayıt Cihazı” başlıklı yazısında, mümkün olsa, Suat Derviş’le zaman geçirmeyi ve onunla bir röportaj yapmayı arzu ettiğini söyleyip sormak istediklerini, merak ettiklerini anlatıyor. Öğünç’ün yazısı, Suat Derviş’i ve mirasını anlamak, anlamlandırmak için çok önemli, duygusal bir kılavuz metin.
Suat Derviş İstanbul’da doğdu. Tıp profesörlerinden İsmail Derviş Bey’in kızı olan Suat Derviş, çocukluk yıllarında özel eğitim aldı. Daha sonra Kadıköy Numune Rüştiyesi’yle Bilgi Yurdu’nda eğitim hayatına devam etti. Konservatuvar eğitimi için ablasıyla birlikte Almanya’ya giderek piyano dersleri almaya başladı ve edebiyat fakültesine yazılarak felsefe derslerine yöneldi. Konservatuvar eğitimini bırakıp Almanya’daki çeşitli dergi ve gazetelerde yazmasıyla gazetecilik hayatı başladı. 1932’de Türkiye’ye döndükten sonra da Son Posta, Vatan, Cumhuriyet, Gece Postası, Yeni Ay, Tan gibi gazetelerde röpotajları, hikâyeleri, romanları yayımlanarak yazı hayatına devam etti. Reşat Fuat Baraner ile birlikte Türkiye’de toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan Yeni Edebiyat Dergisi’ni yayımladı. Bu dergide kısa öyküler, fıkra ve eleştiriler yazdı. 1944 tutuklamaları sırasında eşi Reşat Fuat Baraner’i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi’ne katıldığı gerekçesiyle yargılanarak bir yıl hapse mahkûm oldu. Ardından Paris’e giderek 1953-1961 yılları arasında Fransa’da kaldı. 1961’de Türkiye’ye döndükten sonra romanlarının yazımı ve yayınıyla uğraştı. Birçok ilke de imzasını atan Suat Derviş, yazı hayatına adım attığı Alemdar gazetesindeki “Hezeyan” şiiri başta olmak üzere, gerek farklı mahlaslarla gerek kendi ismiyle yazılmış birçok eseri geride bırakarak 1972’de Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu.
suat derviş, çöken istanbul’da bir dünya savaşı ve bağımsızlık mücadelesinden yeni çıkmış; çeşitli inkılaplar geçirmiş ve üstüne büyük bir ekonomik buhranla mücadele eden istanbul halkına yöneltiyor sorularını. bu röportajları 2025 yılında ve evimin konforunda okurken; sanki tüm 1930’ların istanbul’unu derviş ile arşınlıyormuş gibi hissettim. ağzında gümüş bir kaşıkla doğmuş ve sırça köşklerde doğmuş/büyümüş bir kadın olarak; suat derviş’in yoksul mahalleleri, sokakları teker teker gezip veremli insanlardan tutun sabıkalı kişilere kadar herkese söz hakkı vermesi çok kıymetli. ayrıca behçet necatigil’e yazdığı mektuptan öğrendiğimiz üzere suat derviş’i bir yazar olarak dönüştüren de bu röportajlar olmuş. “gazetecilikte yaptığım röportajlar beni hayatın gerçekleriyle çok karşı karşıya getirdi. ben gazeteci olduktan sonra gerçekçi eserlerimi yazmaya başladım. ve asıl sevdiğim romanlarım bu tarihten sonra yazdıklarımdır.” iyi ki suat derviş külliyatının çok derinlerine inmeden bu kitabı okumuşum. zira yazdıklarının üstümdeki tesiri bundan sonra bambaşka olacak.
Çöken İstanbul roman değil, aslında gazeteci olan Suat Derviş'in 1935 - 1937 yılları arasında yaptığı ve Cumhuriyet, Son Posta, Tan gazetelerinde yayınlanan röportajları. Bu dizi röportajların odak noktası İstanbul ve İstanbullular. Ama göz önündeki şaşalı İstanbul da değil. Suat Derviş yoksul, karanlık, hasta olmuş bir şehrin arka sokaklarında dolaşıp, gördüklerini, dinlediklerini kendi yorumlarını da katarak okurlara aktarmış. Bu röportajlarını, hayalden hakikate yönelişinin miladı sayan Derviş, bu söyleşilerden birkaç sene sonra 'İstanbul'un Bir Gecesi' ile çizeceği şehir panoramasının da eskizini yapmış oluyor. Bilindiği gibi her Derviş kitabının arkasında Suat Derviş'in hayatı, eserleri ile ilgili bir araştırmacının yazısı var. Daha öncede yazmıştım bu bölümler içinde; titizlikle yapılmış, özenilmiş, emek verilmiş, okuru bilgilendiren, doyuran yazılar yazan Serdar Soykan idi. Favorim Soykan ve Çiğdem İlker'in incelemelerinden sonra beğendiğim üçüncü yazı Pınar Öğünç'ün "Kalpli, Beyinli Bir Kayıt Cihazı" başlıklı yazısı oldu. Bu yazı biraz gerçekdışı, çünkü Öğünç, Derviş eserleri dışında kendi isteğini, hayalini kaleme almış. Hayali Derviş ile bir röportaj yapmak, eğer bu olabilseydi ne konuşurlardı, neden bahsederlerdi. Derviş ve kişiliğine, eserlerine, hayatına, fikirlerine farklı açıdan baktığı için ilginç ve keyifli bir yazıydı. Kitap yedi bölümden oluşuyor, her bölümde farklı amaçla yapılmış röportajlar var. "İstanbul Halkı Nerelerde Oturur?" adlı ilk bölümde bildiğimiz İstanbul ve İstanbulluların oturduğu yerler değil; bekar odaları olarak kiralanan eski hanlar, cami avlusunda kalanlar, depolarda yaşayanlar, surlar içinde baraka yapanlar gibi yersiz, yurtsuz, yoksullarla yapılan röportajlar var. "Düne Nazaran Nasıl Yaşıyoruz?" adlı ikinci bölümdeyse değişen yaşam koşulları hakkında yapılan söyleşiler yer alıyor. "Acı Bir Anket: Veremlilerle Konuştum" başlıklı üçüncü bölümde ise kapasitesi düşük yatak sayısı, kifayetsiz kalan ilaçlar ve yetersiz beslenme yüzünden tedavisi yapılamayan verem hastalarının dramı anlatılmış. Dördüncü bölüme ise "Günü Gününe Yaşayanlarımız" adı verilmiş. Bu bölümde ise çeşitli sebeplerle iş kazası sonucu sakat ve işsiz kalmış olan, geçim sıkıntısı çeken kişilerin anlattıkları yer alıyor. En uzun bölüm olan "Çöken Boğaziçi"nde ise boğaz köylerinde yaşayanların çektikleri ulaşım, altyapı, hastanesizlik gibi sıkıntılar anlatılmış. En sevdiğim bölüm burası oldu, bildiğim yerlerin geçmişini öğrenmek keyifliydi. Boğazın iki yakasında da yaşayanlarla yapılan röportajların sonunda Derviş'in bu görüşmelerden çıkardığı neticeler yer almakta. Küçük bir not; her ne kadar iki yaka köylüleri ıssızlıktan, ulaşım sıkıntısı ve pahalı toplu taşımadan bahsetse de en gözde yer Bebek. O dönemde bile Bebek, adı gibi gözbebeğiymiş. Altıncı bölümün adı "İstanbul'un Altında Kimler Yaşıyor?". İsminden de anlaşılacağı gibi bu bölümde; yeraltı dünyası konu ediliyor. Galata'daki izbe yerler, merdiven altları, batakhaneler, mahzenler, bodrumlarda yaşayan sefiller, esrarkeşler, kumarbazlar, hırsızlar, yankesiciler, eski sabıkalılarla birlikte işsiz, güçsüz, yersiz, yurtsuz yoksullarla konuşan Derviş, eski bir yankesici rehberliğinde yaptığı bu gezide gördüklerini anlatıyor. Son bölüm "Beyoğlu" adını taşımakta, tabii gündüz görünen yüzü değil, gece arka sokaklarda yaşananlar, yaşayanlar. Bu bölümde de Derviş, kendi gözlemlerini ve yorumlarını okura aktarıyor. Bu bölümü okumaya başlayınca hemen aklıma başrollerinde Tarık Akan ve Oya Aydoğan'ın olduğu 1987 yapımı Şerif Gören filmi; "Beyoğlu'nun Arka Yakası" geldi. Tabii sevgili yazarımız Ahmet Ümit'in "Beyoğlu'nun En Güzel Abisi"ni de unutmadık. Bu bölümde Deviş, kişiler kadar mekanlar ve yaşananlardan bahsediyor. O dönemdeki Beyoğlu'nda Rus, Alman, Macar gibi mültecilerden ve onlara hitap eden restoran ve kafelerden bahsediyor. İlk bölümler fazla hüzünlü olup, üzse de sonraki bölümler daha akıcı ve keyifliydi. Fırsat buldukça gurupla birlikte okuyamadığım diğer Suat Derviş kitaplarıyla okumaya devam.
Çöken İstanbul Şimdiden durup baktığım zaman bu tamlama; nüfus artışı, beklenen büyük deprem, barınma sorunu, ekonomik sıkıntılar derken istanbulla ilgili sayısız çağrışım yapıyor. Bu şehirde, bir çöküntünün arasında, kendime yer edinme mücadelemi hatırlatıyor. Belki de parıltısıyla çöküntüsü arasındaki çelişkide, çelişkinin oluşturduğu kaosta buluyorum kendimi.
Suat Derviş de bundan neredeyse yüzyıl önce, 30lu yıllarının İstanbul sokaklarında, izbelerinde, öteki bırakılmış mahallelerinde gezerek, o dönem istanbulunun çöküntülerini araştırıyor. Kitap, Suat Dervişin farklı gazeletelerde yayınlanan, İstanbul ile ilgili röportaj dizilerinin derlemesinden oluşuyor. Suat Derviş, şehrin panoromasını güçlü kalemiyle resmediyor, sorunlarını tespit ediyor, çözümle ilgili fikir yürütüyor. Kent sakinleriyle konuşurken onların yaşadıkları şehre bakışlarını dinliyor, o günün dünüyle bugünü arasındaki değişimleri gözlemliyoruz. Suat Dervişin kendi tabiriyle “orjinal meskenler şehri” istanbulda, boğaziçi köylerinden suriçinin farklı bölgelerinde düşkünler muhacirler hamallar ve hatta suçlu sabıkalı takımıyla neredeyse çocuksu bir merakla yaptığı röportajlarında bir yandan da kendine roman karakterleri biriktiriyor sanki.
Bugüne ait derdiniz sıkıntınız yeterli gelmezse 30lu yıllar taze cumhuriyetin istanbuluna ait dertler kotayı doldurmaya yetecektir. Anlatılan hikayeler, tasvir edilen imajlar hem çok tanıdık hem çok uzaklar. Uzaklık sadece zamanın geçmesinde, takvimlerin değişmesinde hissettirmiyor kendini. Aynı zamanda değişimin baş döndürücü bir hızla gerçekleşmiş olması, İstanbulun günümüzde milyon nüfuslu, canavar bir metropole dönüşerek, dünle bugün arasındaki farkı iyice belirginleştirmiş olması, sanki aradan birkaç yüzyıl geçmiş gibi hissettiriyor. Tanıdık gelmesi de sıkıntının ve sefaletin birebir insan olmakla zamanı ve mekanı aşarak hep yanı başımızda olasından sanırım.
Geleceklere ilgili tahminler yapmanın boş iş olduğunu hatırlatıyor kitap. Söz konusu ne olursa olsun gelecek konusunda tahminler yapmakla rüya anlatmak arasında fark yok. Kitap çok güzel bir zamanların İstanbul'unun İstanbul'a özgü olmayan hikayeleri. İnsan okurken şunu düşünmeden edemiyor: Acaba bugün Anadoludaki bir x şehri İstanbul'un kaç yılındaki haline denktir? Neyse konu bu değil. Çöken İstanbul bir kaygılar kitabı. Ne yapmalı da canlanmalı İstanbul'un karşısı? Şirket-i Hayriye fiyaları düşürse bir canlanma olur mu ki? Bugün bunları Beylikdüzü'nde yaşam alanı kalmadığını bilerek okurken gülümseyesiniz geliyor. Kitapta bir tane eşek var hele; Çöken sadece boğaz değil İstanbul'un kendisi. Ankara başkent oldu o yüzden bunlar. Ben bütün dünya şehirlerini gördüm. İstanbul yakında alelade bir Anadolu şehrine dönüşecek diyor.
Yazarlığının gazeteciliğinden, röportajlarının da o müthiş yazarlığından geldiğini hep düşünüyordum. Düşündüğüm gibi de oldu. Dönemine göre çok cesur bir gazeteci Suat Derviş, merakının peşine düşüp pek çok kişinin çekineceği yerlere girip, oradaki küçük insanların hikayesini anlatmış. İyi ki de anlatmış zira o dönemden çok beslenmiş. Çöken İstanbul'daki röportajlarda Fosforlu'dan, Şoför Mustafa'dan, İstanbul'un bir Gecesi'nden izler bulmak mümkün.
Muhteşem bir dönem okuması sunması yanında güzelim memleketin hala benzer hikayelerle dolu olması ise ne acı. Canım Derviş'in hemen her röportaj sonunda hayal ettiği dünyadan ne kadar uzak ve 90 sene öncesine ne kadar yakınız. Ah ki ne ah!
Etkileyici, acıklı ve biraz da rahatsız edici bir çalışma. Suat Derviş'in gazetecilik yaptığı dönemde İstanbul'un çeşitli semtlerinde yaptığı röportajlar ve yorumları. Hayatın bir dönem ya da her dönem bazı insanlar için ne kadar zor olduğu ne kadar farklı hayatlar yaşandığına dair güzel bir örnek. Özellikle dönemi ve gezdiği semtler ve hayatlar olsun cesurca ve örnek bir iş yapmış Suat hanım.
derviş'in otuzlu yıllardaki röportajları. yoksulluk ile ilgili olanlara bugünün tarihini at sırıtmaz, bir verem çözüldü. ama istanbul özellikle boğaziçi'nin dönüşümü ve tarihi ile ilgili kısımları bayağı ilginç.