Paperback. 12,50 / 19,50 cm. In Turkish. 400 p. Yüz kelimelik bir siirde yüz tane güzellik arayan insan vardir. Halbuki bin kelimelik bir siir bile bir tek güzellik için yazilir. Tugla güzel degildir. Siva güzel degildir. Fakat bunlardan terekküp eden bir mimari eseri güzeldir. Türk siirine günlük ve güncel hayati getiren Birinci Yeni'nin kurucularindan Orhan Veli, bir sairin duyarliligina sahip olmasinin yani sira siir hakkinda konusan, düsünen ve yazan bir fikir insaniydi. Dönemin gazeteleri ve dergilerinde yer almis yazilari, konusmalari, söylesileri bir araya getiren bu derlemede Orhan Veli çok yönlü edebiyatçiligini, genis dünyasini ve sairin siirlerinden tanidigimiz muzip ve eglenceli kimligini ortaya koyuyor. Bütün Yazilari, yazari gibi her yil bir yas daha gençlesen güncel bir yapit.
Orhan Veli Kanık or Orhan Veli (14 April 1914 – 14 November 1950) was a Turkish poet. Kanık is one of the founders of the Garip Movement together with Oktay Rıfat and Melih Cevdet. Aiming to fundamentally transform traditional form in Turkish poetry, he introduced colloquialisms into the poetic language. Besides his poetry Kanık crammed an impressive volume of works including essays, articles and translations into 36 short years.
Orhan Veli shunned everything old in order to be able to bring about a new 'taste', refusing to use syllable and aruz meters. He professed to regarding the rhyme primitive, literary rhetoric techniques such as metaphor, simile, hyperbole unnecessary. Set out "to do away with all tradition, everything that bygone literatures taught", although this desire of Kanık limits the technical possibilities in his poetry, the poet broke new grounds for himself with the themes and personalities he covered and the vocabulary he employed. He brought the poetic language closer to the spoken language by adopting a plain phraseology. In 1941 his poems embodying these ideas were published in a poetry volume named Garip, released jointly with his friends Oktay Rıfat and Melih Cevdet, which led to the emergence of the Garip movement. This movement had a huge influence especially between the years 1945-1950 on Republican era Turkish verse. The Garip poetry is accepted as a touchstone in Turkish verse for its both destructive and constructive effects.
• “Ama ben, gerçek şiirin ölçüsünü arıyorum."Vezin yok, kafiye yok, teşbih yok, istiare yok; demek ki şiir yok," diyenin değil, "Vezin var, kafiye var, mecaz var, hepsi var; fakat şiir nerede?" diyecek olanın ölçüsünü.”
• Dil, saadeti bilmeyen milyonlarca insana saadet kelimesini öğretmiştir. Bu kelimeyi öğrenen insan, onu bilmeyene nazaran biraz daha bedbaht biraz daha mustariptir. La Rochefoucauld da buna benzer bir söz söylemiş. "Öyle insanlar vardır ki," demiş, “aşktan bahsedildiğini duymasaları aşık olamazlardı.”
Edebiyat üzerine ve özellikle şiir üzerine yazılmı güzel bir kitap. Özellikle 1930'lu ve 1940'lı yılları anlatıyor. Sanırım kendi çıkardığı-veya desteklediği- Yaprak Dergisinde yayınlanan yazıları daha ağırlıklı. Türk Edebiyatına özellikle de Türk Şiirine meraklıysanız mutlaka okumalısınız.
Bir yazarı/şairi tanımak için sadece eserlerini ya da hayatını okumak yeterli gelmiyor, çoğu zaman onun varsa günlükleri, denemeleri, gazete yazılarına da göz atmanız gerekiyor ki gerçekten onu tanıyabilesiniz. Orhan Veli neden bu kadar değerli bizim edebiyatımız için bu kitabı okuduktan sonra bir kez daha anlıyorsunuz.
Yazılar kitapta kronolojik olarak sıralanmış. 1944’ten başlayarak 1950’ye kadar geliyor. Otuz altı yıllık hayatına neler sığdırmış, neleri görmüş, nasıl uyarılarda bulunmuş ve ne denli didinmiş birçok şey için bu yazılarda açığa çıkıyor. Edebiyata gönül verenlerin, şiir sevenlerin ve Orhan Veli’yi merak edenlerin mutlaka okuması gereken bir derleme olmuş.
Günümüzde hala geçerli olan bir durumu size anlatsın Orhan Veli: “Bir gün Yahya Kemal'le konuşuyordum. Bana apartmanları göstererek dedi ki, köşkleri var, arabaları var, halayıkları var. Fakat hiç bir zaman bizim duyduklarımızı duyamıyorlar, bizim düşündüklerimizi düşünemiyorlar. Biz düşünüyoruz, düşünülmüş halde kendilerine anlatıyoruz, yine de anlamıyorlar. Bu, adamcağızların sadece kendi kabahatleri değildi. Sadece, bizim uğraştığımız işleri umursamamaktan ileri gelmiyordu. Suç; analarına, babalarına ve onları dünyaya o cümlei asabiye ile getiren hadisata (olaylara) aitti.”