"Karşısına çıkan her şeyi yakarak üzerine gelen, sinsice etrafını kuşatan bir hayat yangınında korku içinde ne yapacağını düşünürken gördün onu ilk defa. Kaçmaktan bitap düşmüş bir haldeyken yüzüne baktın, sana elini uzattı, elini tuttun. Korkutucu şimşeklerle yüklü gri bulutların kuşattığı yasaklı gökyüzünden elini uzatan asi bir melekti. Yedi kat göğün ötesinden usulca uzandı zarif eli, bulutların arasından, alevlerin arasından uzandı, yavaşça göğsünü yarıp, delice çarpan kalbine dokundu. Dokunduğu yer sızladı. Açık yara. "
Yalnızlık ve varoluş ağrısı. Bir aşkı, bir kadını ve bir mucizeyi yitirmek. Kaybettiği kadını şehrin sokaklarında, hafızasının karmaşık dehlizlerinde ve kendi içindeki karanlık kuyusunda arayan yalnız bir adam. Bir yandan evini terk eden bir annenin geride bıraktığı kapanmaz çocukluk yaraları diğer yandan erken vedalaşan dostların hüznü. Bir terapi koltuğundaki sayıklamalar.
Geç Kalan; kendine özgü diliyle, edebiyatıyla, güçlü duygu dünyasıyla okurları büyüleyen Tarık Tufan’ın en şiirsel metinlerinden biri. Parçaları tamamladığınızda yüreğinizde derin bir iz bırakacak sarsıcı bir eser ve unutamayacağınız bir arayış hikâyesi.
1973 yılında İstanbul'da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji Bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmakta ve bazı televizyon kanallarında edebiyat-sohbet türünde programlar sunmaktadır. Yayımlanmış beş adet kitabının yanı sıra Uzak İhtimal ve Yozgat Blues filmlerinin senaristlerindendir. Kitaplarındaki zarif ve naif anlatım üslubunu senarist olduğu filmlerde de görmek mümkündür. "Uzak İhtimal" filmiyle 2009 yılında İstanbul Film Festivali'nde "En İyi Senaryo" ödülünü kazanmıştır. Uzak İhtimal'in ardından senaryosunu yazdığı "Yozgat Blues" filmiyle 2013 yılında Altın Koza Film Festivali'nde "En İyi Senaryo" ödülüne layık görülmüştür.
“-Nedir senin acılarını başkalarınınkinden büyük ve değerli kılan? -Çünkü unutulmak en hüzünlü kayboluştur. -Herkes kendi kuyusunu kalbinde taşır, biliyordun. -Susuyorsun. Kötülüğüne delil oluyor sessizliğin. -Sana hiç benzemediği halde, bu aynaya bakıyormuş hissi neden? -Kendi ölümüne geç kalır mı insan? -Başkalarına olan uzaklığının seni kendine yakınlaştıracağına inandın. Olmadı. -Fotoğraf hatırlamaya değil, unutmaya sevk ediyor insanı. Sırf fotoğrafı var diye hafızanda saklı tutma ihtiyacı hissetmiyorsun sevdiklerini. Yüzümüzü ezberleyelim.”
***Ağrılı başını sözcüklerin dizine yasladığın, duvarları hüzünle örülü, biraz yalnızlık, biraz varoluş sancıları ile döşeli, bir erkeğin sevdiği kadını yitirişi ile hafızasının kırıklarından dökülen günce. Şiir sevmeyen bu kitabı da sevmez. ‘Sevmeyen’ zaten sevmez. Ben sevdim:)
Göz gözü görmez bir hayat karanlığında gizlemeye çalıştığınız ve kelimelere dökerek anlatamadığınız bir çok şeyi Tarık Tufan bu eseri ile öyle bir ustalıkla anlatıyor ki, tarif edilemez yaşanır boyutunda..
Kaleminin sadeliğine tezat öyle söz sanatları kullanıyor ki size sadece şapka çıkarmak kalıyor.
Uzun zamandır böylesine kaliteli bir eser okumamıştım, ruhuma adeta can suyu oldu.
İçindeki onanmaz varoluş sancısını, hayatın önüne koyduğu dertlerle başa çıkma mekanizmalarını, aşkını, değerlerini ve en nihayetinde insanlığını anlatmış Tarık Tufan, uzun uzun cümleler kurmuş ama hiçbirinde sıkılmadın, zira hepsi anlam yönünden oldukça gelişmiş paragraflara evriliyordu. Bu metinde de beni yanıltmadı.
Vücutlarımız birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele hayatımızı verebilmektir, baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh çıkmaktır.
Seni özgürce ve korkusuzca sevebilmek için neler verebileceğimi bilseydin..
Bu aşk, hayatının bütün o eski aşklarından hiçbirine benzemeyecekti, her zaman aşklarından galip çıkarken bu aşkından mağlup çıkabileceğini hissetti..
Çünkü kaybetmenin acısı, kurşunun ve ölümün acısından ağırdır..
Hayatın ucuz anlarına basıp geçerken üzerine çamur sıçramasın diye bir yandan kendini sakınıp bir yandan telefonu silah gibi doğrultmuş video çekiyordu..
Suratınızı asıp durmayın, hepimizi aynı çıkıra gömdüler, ölümün silinmez izleri var yorgun gövdelerimizde, geç kaldık, her şey için çok geç artık.
Hayatımda en sevdiğim kadın, beni katlanılması gereken bir adam olarak görüyormuş da bilmiyormuşum..
Seni düşünmek için aklımın başında olması kafi, ama seni düşünmeye başladığım anda aklım başımdan gidiyor.
Herkes biliyor yalnızlığın ölüm, ölümün de yalnızlık olduğunu. Belki bu yüzden en çok ölenle ölünmez demeleri öfkelendiriyor seni. Çünkü bir gece sabaha karşı henüz güneş doğmadan öldün sen, ölenle öldün, hayat dolu bir parçan eksildi, hayata bakan gözlerin kör oldu, alacakaranlıkta yapayalnız, çırılçıplak kadın.
Uzun yürüyüşlerin başlangıcıydı, sonraları epeyece kısaldı, tanıştığımız ilk gün..
O günden bu yana gerçeği bilmenin ağır hesabını, her gece uykusuzluğunla ödedin, bütün ihtimalerde gitmek var, bütün ihtimallerde ölmek.
Sonunda büyük acılara gebe olmayan hiçbir şey hakikat değildir, belki aşk bu yüzden hakikatlerin en büyüğüdür..
Nedir senin acılarını başkalarınkinden büyük ve değerli kılan? Kibirli bir itibar arayışı bu, kusur, kabahat, ayıp. Yüzleşmen gerekirken vazgeçtin, itiraz etmen gerekirken vazgeçtin, onun peşinden gitmen gerektiği anlarda vazgeçtin, hayatla baş edebilmenin yolunu böyle buldun, vazgeçerek. Suskunluktan bir yüz yaptın kendine, kolayca saklanabilmek için. Kendi yüzünü unuttun sonunda, aynalar kifayet etmedi.
Geçtiğin yollarda izin kalmadı, insan her şeye geç kalandır.
Bir yıl daha bitiyor, biten bir yıl, bitmeyen avuntular, yalanlar ve tutkular. Görünmez sınırların içinde mahpus. İnsan bir parça kandan ve çokça özlemden yaratıldı, aralık ayı hüznü, yeni bir yılın kıyısı. Kavuşma hayali, belki füruzan..
Herkesin unutmayı tercih etiği bir olayı ısrarla hatırlamaya devam etmen kendini cezalandırmanın bir sonucu. Mutlu olmayı hak etmediğini düşünüyorsun çünkü. Yanında olanlara haksızlık ettiğinin farkında değilsin. Gerçek bir cesaret biçimi değil bu. Mutsuzluğunu seni sevenlere bulaştırıyorsun. Onları nasıl seveceğini bir türlü öğrenemedin, birini gerçekten sevmek, mutsuzluğu tercih etmekten daha cesurca. Fark edemedin.
Herkes kendi kuyusunu kalbinde taşır, biliyordun..
Birbirine hiç benzemiyormuş gibi durup da özünde birbirinin aynısı bunca bencil, bunca kibirli, bunca kötü insan, nasıl oldu da sözleşmiş gibi bu şehirde toplaştık Birbirimizi mi çağırdık, bu güzelim şehri bok çukuruna döndürelim, kötülüğün kabalığın başkenti haline getirelim diye.
Bazen kendine soruyorsun, her şey başka türlü olsaydı pişmanlıkların ortadan kalkar mıydı? Her şey başka türlü olsaydı, yine de derin pişmanlıklar yaşayacaktın, kendini kandırmanın faydası yok..
Şarkılar bitti, yorgundun, uzun yoldan değil, hatırladıklarındı yorgunluğun. Üzerindeki borçtan, içindekini anlatamamaktan, sana sorulanlara cevap verememekten. İnsanlar haklı olarak senden cevap bekliyor. Susuyorsun, kötülüğüne delil oluyor sessizliğin. Umursamazlığına. Anlatsan, anlayabilirler mi? Bir kere daha denemeye değer mi? Vazgeçiyorsun, kendine teselliler arıyorsun dönüş yolunda.. borçlu olan yalnız sen değilsin, herkesin birbirine borcu var bu dünyada..
İyi tanıdığını sandığın insanlara bile yabancı gibi bakıyorsun, buna sebep olan belki de sensin, insanların seni tanımalarına izin vermedin, utandın, korktun, kendini savunabilecek cesaretin eksik, kendini hiç açmadığın insanları tanımadığın için hayıflanmana lüzum olmadığını geç de olsa anladın, bunun hastalık olduğunu..
İnsanın yalnızca bir kez kaybolacağını biliyorsun, bir kez kaybolduktan sonraki bütün kayıplar anlamını yitiriyor, ezeli kayıp birinin yeniden kaybolması mümkün değil..
Yokluğunun hemen ardından yolunu gözlerken bir yandan günleri saymaya başlamıştım, ama zaman uzayınca saymayı bıraktım, günlerle birlikte kimsesizliğim umutsuzluğum ve pişmanlığım çoğaldı, şimdi onu görmeyeli ne kadar oldu hatırlayamıyorum bile..
Yılgın yaralı yıkık yüzüstü yağmalanmış yapayalnız yerilmiş, yarım yaslı yalpalayan yenik yitik yorgun yoksun yurtsuz: Y harfinden acılar yapmak. Giden kadınlar sözlüğü her harfinde başka bir yara..
Senin hayatında varlığınla yokluğun arasında bir fark var mı emin olamıyorum ve inan bana bu çok kötü bir his. Ne demek istiyorsun Füruzan diye karşılık verdim. Çözdükçe dolanan bir düğüm gibisin, kend içinde karmakarışık. Acılardan kaygılardan bir hırka yapmış sırtına geçirmişsin, bir türlü çıkaramıyorsun. Ben hep senin gözlerinin içine bakıyorum, farkında msın? Oysa sen sürekli tek kişilik hikayerle sürdürüyorsun hayatını, bunun benim için ne kadar kırıcı olduğunu bile göremiyorsun. Üstelik gel benim yaralarımı gör demiyorun sana, içindeki yaraları bana da göster, birlikte bakalım diyorum. Bunu bile yapmıyorsun. Bu kadar yakınındayken, bu kadar uzak olmanın beni kırdığının farkında değilsin, çünkü hep kendine bakıyorsun..
Yeter ki susmasın diye kalbimi acıtan her kelimesine sıkı sıkı sarılmaya hazırdım, bütün üzgün insanlar suskun, biz susmayalım. Yan yana aynı derde düşmüş, aynı hüzne yenik..
Seni asıl korkutan bir hüznü ve sevinci onun yüzüne bakarak yaşamayı da unutmaktı, tuhaf ve ürkütücü bir döngüye kapıldın, bir delilik anında elinizdeki paslı hançeri birbirinizin karnına sapladınız, birbirinizin kanına girdiniz, incindiniz, incittiniz. Aranızdaki en değerli şeyi paramparça ettiniz böylelikle. Merhameti..
Yakın zaman öncesine kadar caka satıyordun yalnızlığın faaliyetlerine dair. Herkes kadar sıradan olmaktansa yalnız kalmayı göze almanın erdemini anlatıyordun, kılıcın düştü, kendi sözlerine yenildin, zırhın delindi, kendi hayallerine yenildin, miğferin parçalandı, atın tökezledi, kalkanın ortadan ikiye bölündü, savaş bitti, kaybettin.
Kendi ölümüne geç kalır mı insan?
Durmuş bir gar saati, kimseler umursamıyor, ne tuhaf? Kimse geç kalmıyor gidişine.. Yarım bir gün göze gelmek, yarım bir dokunuş, yarım bir öpüş. Birbirine sokulmuş iki yalnızlık, çünkü zamanı geldiğinde herkes gider..
Başkalarına olan uzaklığının seni kendine yakınlaştıracağına inandın, olmadı..
Herkes kendi hayatının tutsağı diye geçiyor içinden..
İnsanı anlatmak değil, susmak yorar, insanı yaşamak değil, gizlemek yorar, insanı yol değil kalmak yorar.
Şimdi kemik ağrısı gibi derinden gelen o can sıkıntısından duyduğun ıstırabı dindirmenin peşindesin, kusurlarınla yüzleştikçe başın öne eğiliyor, başkalarının bilmesinden endişe duyarken kendine yakalandın, etrafındaki duvarlara bakıp duruyorsun çıkış yolu bulabilmek için, bir mucize arar gibi, kimsenin umrunda olmayacak tutsaklığın, duvarlar kalın..
Her insanın ağlamadan, gözyaşı dökmeden söyleyemeyeceği cümleler var, bu da onlardan biri senin için, o artık yok diye kısacık bir cümleyi sesi titremeden ağlamadan burnun sızlamadan kalbin ağrımadan nefesin sıkışmadan boğazın düğümlenmeden söyleyemezsin.
Başka hayatların yüküne neden talip olur ki insan?
Sevdiği kadını (Füruzan) kaybettikten sonra şehrin sokaklarında onu arayan yalnız bir adamın hikayesi. Geçtiği her yerde ona ait gözünde canlanan anıları.
Kitabımızda ismi verilmeyen kahramanımız sevdiği kadının ansızın gidişinden sonra düştüğü boşluğu kendini dışardan izleyen bir gözle diriyken nasıl ruhunun öldüğünü sohbet havasında bize aktarıyor .
Kitabın genelinde melankoli ve yalnızlık hakim. Çoğumuzun hissettiği türden bir yalnızlık.
Tarık Tufan’ın okuduğum üçüncü kitabı, diğer kitaplarına göre bu kitap biraz daha vasat kalmış. Ama duygusallığı aktarımı ve akıcılığı güzel. Kendine özgü bir dil ve şiirsel yaklaşımla yazılmış roman.
İncelemeyi kitaptan bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
“İnsanı anlatmak değil, susmak yorar. İnsanı yaşamak değil, gizlemek yorar. İnsanı yol değil, kalmak yorar.”
Yazarın, daha önce okuduğum bir başka romanına göre, yetiştiği muhafazakar mahalle dilini daha dikkatli ve olabildiğince nötr kullandığı bu romanını çok beğendim. Muazzam bir şiirsellikle ilerleyen metin keyifle okunuyor ve hiç sıkmıyor. Aslında edebiyatı çok ama hikâyesi az bir roman olduğunu da söylemeliyim. Çok güçlü bir hikâye yok ve bir atlıkarınca gibi keyifle dönüp duruyor ve yine tıpkı bir atlıkarınca gibi eğlendirmekten ziyade hüzünlendiriyor. Müthiş bir dil. Kelimler, cümleler birbirinden özenli ve uyumlu. Çok başarılı bir metin. Hikâyesinin azlığına rağmen çok başarılı.