Sabahattin Ali, öykü ve roman türünde verdiği önemli eserlerin yanı sıra şiirleriyle de büyük bir saygınlık kazanmıştır. İlk şiirleri dönemin önde gelen edebiyat dergilerinde yayımlanan şairin, hapishane yıllarında kaleme aldığı şiirler büyük ilgi görmüş ve bir kısmı bestelenmiştir. Sabahattin Ali’nin özgürlük, sevda ve hasrete dair yazılmış halk edebiyatı türüne örnek gösterilebilecek şiirleri, günümüzde hâlâ güncelliğini koruyor ve her yaştan okuyucuya hitap ediyor.
“İtilmiş, tekmelenmişim, Doğduğum günde yanmışım, Yalnız sana güvenmişim; Ben gene sana vurgunum.”
Sabahattin Ali (February 25, 1907 – April 2, 1948) was a Turkish novelist, short-story writer, poet, and journalist.
He was born in 1907 in Eğridere township (now Ardino in southern Bulgaria) of the Sanjak of Gümülcine (now Komotini in northern Greece), in the Ottoman Empire. He lived in Istanbul, Çanakkale and Edremit before he entered the School of Education in Balıkesir. Then, he was transferred to the School of Education in Istanbul, where he graduated in 1926. After serving as a teacher in Yozgat for one year, he earned a fellowship from the Ministry of National Education and studied in Germany from 1928 to 1930. When he returned to Turkey, he taught German language in high schools at Aydın and Konya.
While he was serving as a teacher in Konya, he was arrested for a poem he wrote criticizing Atatürk's policies, and accused of libelling two other journalists. Having served his sentence for several months in Konya and then in the Sinop Fortress Prison, he was released in 1933 in an amnesty granted to mark the 10th anniversary of the declaration of the Republic of Turkey. He then applied to the Ministry of National Education for permission to teach again. After proving his allegiance to Atatürk by writing the poem "Benim Aşkım" (literally: My Love or My Passion), he was assigned to the publications division at the Ministry of National Education. Sabahattin Ali married on May 16, 1935 and did his military service in 1936. He was imprisoned again and released in 1944. He also owned and edited a popular weekly newspaper called "Marko Paşa" (pronounced "Marco Pasha"), together with Aziz Nesin.
Upon his release from prison, he suffered financial troubles. His application for a passport was denied. He was killed at the Bulgarian border, probably on 1 or 2 April 1948. His body was found on June 16, 1948. It is generally believed that he was killed by Ali Ertekin, a smuggler with connections to the National Security Service, who had been paid to help him pass the border.[2] Another hypothesis is that Ertekin handed him over to the security services, and he was killed during interrogation. It is believed he was killed because of his political opinions.
Sabahattin Ali's 100th birth anniversary was celebrated in Bulgarian city Ardino in March 31, 2007. Ali is a well-known author in this country because his books have been read in schools in Bulgaria since 1950s.
Sabahattin Ali Türkçe’yi bilmeyen ama anadili Türkçe olanlar tarafından dilinin basitliği sebebiyle çokça okundu son on yılda. O ve Zweig sayesinde Türkiye halkı kitap okumaya başladı. Evet, çok basit ve anlaşılır bir dili var ama o okumayı yeni sökmüş tayfanın beğenisinden çok daha fazlasını hak ediyor. Örneğin ben, alçakgönüllülük etmeyecek bir okur olarak, üç romanının üçünü de her açıdan çok severim. Üçünün de edebiyatımızdaki eşsiz eserler olduğunu düşünürüm. Kitaba gelirsek; o basit anlatım maalesef işe yaramamış, şiirler, romanları milyonlar tarafından okunan ve sevilen bir yazarın şiirleri mi diye tereddüt ediyor insan. Kapağı görmesek asla Ali’ye konduracağımız eserler değil bu şiirler. İlkokulda yazdığım şiirlere benziyor. İkinci sınıftayken çok sevdiğim mavi önlüğüme yazdığım şiir bu kitaptaki pek çok şiirden daha iyi hatta. Sadece son şiiri sevdim; o da diğerlerinden bariz bir şekilde ayrılıyordu zaten.
The poems are insufficient. This is Sabahattin Ali's first published book, the author himself has also said that he "regretted" getting this published.
The poetry is adolescent in nature and way too repetitive, most poems from the start are very concrete in it's telling and doesn't make you wonder anything. This character of writing drowns the great metaphors under the repetitions. While I do love repetition in poetry sometimes, the execution here is very close to being annoying rather than beautiful.
That being said there are two parts I love in this collection. The prisoner poems "Hapishane Şarkısı" series are very beautiful, melancholic and bleeds it sorrow extraordinarily. The last 5 poems "Çocuklar Gibi", "Koşma", "Son Mektup", "Rüzgâr" and "Öyle Günler Gördüm Ki" are very, very great. These poems show his growth as a poet and that his experimenting in these poems worked very well with his literary character.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Her bir şiirde usta öykücü, kendi ruhunun derinliklerinden bir hayat hikayesi anlatıyor. İlk dönem çalışmaları olmasına rağmen, çok güçlü şiirler. Özellikle, hapishane şiirlerinin tümü çok yoğun duygularla içine alıyor insanı.
“Göklerde kartal gibiydim Kanatlarımdan vuruldum Mor çiçekli dal gibiydim Bahar vaktinde kırıldım”
“Ayağında gezen itler Başının üstünden atlar Hapise düşen yiğitler Yari dışarda kor gelir”
“Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin, Rüzgar! Bu dağ başlarında çırpınan serin Kanatların gökyüzünde akan bir seldir, Bana kudret ve cesaret veren bir eldir. Beşerlikten uzaktayım senin ülkende, Senin gibi azamete aşıkım ben de. İşte Rüzgar! Senin gibi ben de deliyim. Islıklarım senin gibi inlemelidir, Herkes beni ürpererek dinlemelidir. Rüzgar! Sana, yalnız sana benzemeliyim.”
“Aşk seni harap etmez mi Takatini tüketmez mi Sendeki ateş bitmez mi Yetmez mi gönül, yetmez mi
Hangi derdime yanayım Aşka nasıl dayanayım Yandım, daha mı yanayım Yetmez mi gönül, yetmez mi”
Öykülerinde olduğu gibi şiirleri de aşk, yalnızlık ve melankoli dolu Sabahattin Ali'nin. Sezen Aksu’dan Edip Akbayram’a birçok şarkıya söz olmuş şiirlerin çoğunu hapishanede yazmış, biz de parmaksız hapishanelerimizde aynı duyguları hissediyoruz aslında.