Jump to ratings and reviews
Rate this book

Nights of Plague

Rate this book
From the the winner of the Nobel Prize in Literature: Part detective story, part historical epic--a bold and brilliant novel that imagines a plague ravaging a fictional island in the Ottoman Empire.

It is April 1900, in the Levant, on the imaginary island of Mingheria--the twenty-ninth state of the Ottoman Empire--located in the eastern Mediterranean between Crete and Cyprus. Half the population is Muslim, the other half are Orthodox Greeks, and tension is high between the two. When a plague arrives--brought either by Muslim pilgrims returning from the Mecca or by merchant vessels coming from Alexandria--the island revolts.

To stop the epidemic, the Ottoman sultan Abdul Hamid II sends his most accomplished quarantine expert to the island--an Orthodox Christian. Some of the Muslims, including followers of a popular religious sect and its leader Sheikh Hamdullah, refuse to take precautions or respect the quarantine. And then a murder occurs.

As the plague continues its rapid spread, the Sultan sends a second doctor to the island, this time a Muslim, and strict quarantine measures are declared. But the incompetence of the island's governor and local administration and the people's refusal to respect the bans doom the quarantine to failure, and the death count continues to rise. Faced with the danger that the plague might spread to the West and to Istanbul, the Sultan bows to international pressure and allows foreign and Ottoman warships to blockade the island. Now the people of Mingheria are on their own, and they must find a way to defeat the plague themselves.

Steeped in history and rife with suspense, Nights of Plague is an epic story set more than one hundred years ago, with themes that feel remarkably contemporary.

683 pages, Hardcover

First published October 4, 2021

1448 people are currently reading
18090 people want to read

About the author

Orhan Pamuk

120 books10.4k followers
Ferit Orhan Pamuk is a Turkish novelist, screenwriter, academic, and recipient of the 2006 Nobel Prize in Literature. One of Turkey's most prominent novelists, he has sold over 13 million books in 63 languages, making him the country's best-selling writer.
Pamuk's novels include Silent House, The White Castle, The Black Book, The New Life, My Name Is Red and Snow. He is the Robert Yik-Fong Tam Professor in the Humanities at Columbia University, where he teaches writing and comparative literature. He was elected to the American Philosophical Society in 2018.
Of partial Circassian descent and born in Istanbul, Pamuk is the first Turkish Nobel laureate. He is also the recipient of numerous other literary awards. My Name Is Red won the 2002 Prix du Meilleur Livre Étranger, 2002 Premio Grinzane Cavour and 2003 International Dublin Literary Award.
The European Writers' Parliament came about as a result of a joint proposal by Pamuk and José Saramago. Pamuk's willingness to write books about contentious historical and political events put him at risk of censure in his homeland. In 2005, a lawyer sued him over a statement acknowledging the Armenian genocide in the Ottoman Empire. Pamuk said his intention had been to highlight issues of freedom of speech in Turkey. The court initially declined to hear the case, but in 2011 Pamuk was ordered to pay 6,000 liras in compensation for having insulted the plaintiffs' honor.

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
1,094 (17%)
4 stars
2,238 (36%)
3 stars
1,945 (31%)
2 stars
643 (10%)
1 star
185 (3%)
Displaying 1 - 30 of 905 reviews
Profile Image for Cenk Karagören.
57 reviews274 followers
March 30, 2021
Orhan Pamuk’un Nobel sonrası en iyi romanı yorumlarına katılıyorum. Ancak Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı, Kar gibi zirve romanlarından fersah fersah uzakta olduğu şerhini de düşmem lazım. Son romanları gibi çok hikaye odaklı, kör göze parmak ve bize değil yabancılara.

Kara Kitap, Kar, Benim Adım Kırmızı gibi başyapıtlardaki derinlikten çok uzak bir metin. Çok hikaye odaklı. Alegori ve göndermeler de eskisi kadar sağlam, orijinal ve derinlikli değil. Bu edebi dehasının zayıflamasından mı yoksa yabancı okuru düşünmesinden mi tartışılır. Bence ikincisi.

Orhan Pamuk’un alametifarikası postmodern anlatıcı oyunları bu romanda da var ama örneğin Kafamda Bir Tuhaflık’taki yaratıcılıktan çok uzak. Metine çok ciddi bir katkısı da yok bu oyunun. Daha çok kendisine yönelik muhtemel tepkilere karşı savunma amaçlı örülmüş bir duvar gibi.

Yalnız romanın çok ciddi bir tempo sorunu var. Çok iyi başlıyor, ortalarda ciddi düşüyor sonlarda da insanın zaman zaman yetişmekte zorlandığı bir tempoya çıkıyor. Düştüğü yerlerde de ne diyeceğini, ne anlatacağını bilmediği için çok bocalıyor. Lafı geveleyip çok tekrara düşüyor.

Dil konusu burada tartışılamayacak kadar uzun. Sadece yazarı, danışılanları ve yayıncısı tarafından bu kadar önem verilen bir kitapta bu kadar basit dil yanlışlarının olması gözden kaçırma ya da ihmalkarlık olamaz. Ben OP’un bilerek yaptığını düşünüyorum. Sebebi tartışılmalı.

Hayali bir ada yaratma kısmında Orhan Pamuk’un dehası ortaya çıkıyor. Romanın bahsinin geçtiği her yerde “hayali” vurgusu yapılmasa hemen herkesin gerçek sanacağı bir ada yaratmış Orhan Pamuk. Yaratırken de eğlendiği çok belli. Aldığı keyif yer yer metine de yansımış.

Gelelim gerçek kısmına. Osmanlı’nın çöktüğü dönemi çok iyi yansıtmış. Zaten bir Orhan Pamuk romanı iyi de olabilir kötü de ama asla çalışılmamış olamaz. Döneminin neden geri kaldık, azınlıklar, din, milliyetçilik, laiklik gibi tartışmalarını biraz çiğ de olsa iyi işlemiş. Sürekli bahsi geçen Abdülhamit’in tasviri, benim okuduklarıma göre yerinde. Tepki gelecektir tabii ama bu tasvirin de inanılmaz cesur ya da tabu yıkıcı olduğunu düşünmüyorum. Hatta ben siyasal İslam’ın ideolojisini köklendirdiği Abdülhamit konusunda daha cesur olmasını beklerdim. Yani bugün evliya mertebesine getirilmek istenen ve hiç toprak kaybetmedi gibi yalanlarla yüceltilen Abdülhamit için müstebit ya da baskıcı demek yeterli mi. Bir de Abdülhamit’i siyasal İslam'ın “kaşifi” gibi yansıtmanın gerçekten orijinal bir fikir olduğundan emin miyiz.

Bir de biraz kişisel bir şey, ben ufaktan da olsa bir günah çıkarma beklemiştim Orhan Pamuk’tan. Cumhuriyet eleştirisine (ki haklıdır ve lazımdır) o kadar takıldık ki bu arada siyasal İslam’ın yaptıklarını kaçırdık minvalinde bir özeleştiri beklerdim kendisinden. Maalesef yoktu.
Profile Image for Sine.
387 reviews473 followers
April 19, 2021
minik bir orhan pamuk kitap kulübü kurup "orhan pamuk drinking game" geceleri organize edesim var. her köpek çetesi belirdiğinde, her "bazan" dendiğinde, her yeni evli çift sevişmesinde birer küçük shot; orhan pamuk bir karakter olarak belirdiğinde üçer shot!

şakası bir yana, bu her romanında gördüğümüz malum izler olmasa, isimsiz verip okutsalar, orhan pamuk romanı olduğunu anlamam hayli zaman alırdı herhalde. benim sevdiğim romanlarındaki o büyü maalesef yine hiç yoktu bu romanda da. daha önce de başka bir yerlerde yazmış olabilirim, ben orhan pamuk külliyatını çoğu okur gibi nobel ile değil, masumiyet müzesi ile ikiye bölüyorum. masumiyet müzesi de en sevdiğim üç romanından biridir. o büyünün, atmosferin tamamen hakim olduğu bir romandır. bu tür romanları okurken sanki tansiyonunuz düşmüş veya çakırkeyifmiş gibi hafif bir baş dönmesi gibi bir his yaşarsınız, yani benim ve yakın çevremde orhan pamuk seven arkadaşlarım için böyle en azından.

ama bu büyü yok diye masumiyet müzesi'nden sonraki diğer romanlarla da bir tutacak değilim bu romanı elbette. buradaki sıkıntı -sıkıntı demeyeyim de işte, anladınız- çok fazla bilgi yoğun bir roman olduğu için hikayenin arka planda kalmasına ve akmamasına sebep olması benim için. öte yandan o bilgiye hayran kalmamak da elde değil, yılların emeği olduğu, nasıl bir birikim olduğu her satırda kendini belli ediyor. tabi bir de gözardı edilemeyecek bir salgın ortaklığı var ki; hem 120 yıl öncesinin farklılıkları, hem de bazı şeylerin hiç değişmediğini görmenin üzüntüsünü yaşattığı için de eşsiz bir roman oluyor.

kurguyla, karakterlerle ilgili hiçbir sıkıntı da yok bu arada. dediğim gibi, söz konusu bir orhan pamuk romanı olunca -özellikle bazı romanlarını aşamayan- obsesif bir okuru olarak o malum esrarengiz havayı arıyorum. bulamamış olmam birazcık kalbimi kırsa da romanın çok iyi bir roman olduğu hususunda hakkını da teslim etmemezlik edemiyorum.
Profile Image for William2.
859 reviews4,046 followers
February 10, 2024
1. The book doesn't sing. It's not a bad book. It's just not an excellent book. It reads like one of Anthony Trollop's novels, say, The Duke's Children. Solid narrative but nothing particularly inventive. Straightforward. Quasi-Victorian. Strangely, too, in the passage where Princess Pakize considers matchmaking, one is reminded of similar concerns as they're addressed in Jane Austen's novels, especially Emma.

2. In the year 1901 on the island of Mingheria, part of the Ottoman Empire, there is an outbreak of bubonic plague. Because the germ theory of medicine is so new, it is difficult to get the Mingherians to permit the quarantine specialists to do their work. That work includes medical examinations, which were apparently out of the question in that day for Muslim women. The Mingherian governor — a small-minded, petty man — thinks "the plague" is simply a mask under which nationalist sympathies will run riot. His fears are not without foundation, for Crete has recently been seized by the psychotically acquisitive British.

3. If I have a complaint it's that it is a political novel. We have not so far seen much of the suffering among the people actually infected. They are just numbers batted around by bureaucrats. The narrative - so far - is all about the machinations of local government heads on the island and with the sultan in Istanbul. Also involved are the heads of local community groups Muslim, Greek, Kurd, etc. This is too bad because the novel starts promisingly as we follow the decline of a infected prison guard as he returns home to his family. If I remember rightly, Albert Camus was much more focused on the richly detailed portraits of the afflicted.

4. Stopped p. 263. The characters — a mix of Ottoman princesses, princes, provincial governors, military figures, quarantine officials, etc. — had little interest for me. My mention of Trollop and Austen was perhaps too hopeful.
Profile Image for Roman Clodia.
2,895 reviews4,646 followers
July 30, 2022
The plague has now been detected on the island of Mingheria... and with exceptional virulence, too.

Anyone not keen on reliving plague-induced quarantines and death may want to skip this book. Pamuk takes a very leisurely approach to his story which builds up slowly but does present a rich and rounded portrait of a small (fictional) island that is part of the failing Ottoman Empire in 1901. The plague is both a historical manifestation and also, it seems, a kind of metaphor for the collapse of an empire.

The digressive narrative packs in various lives, and also gives a fine flavour of an empire which brought together Greek, Byzantine, Turkish, Muslim and Christian cultures amongst others, and the ways in which they adhered and diverged along various axes.

The narrative purports to be a history written in 2017, just before our own pandemic, and there are all kinds of allusions to our recent history, from lockdowns, medical science and deniers, to refugees drowning at sea and washing up dead on the island's shores. The pacing is slow and even: even dramatic happenings are told in a level voice. Nevertheless, the power of the portrait accumulates as we progress through the book. A long read which becomes increasingly unputdownable.

Thanks to Knopf Doubleday for an ARC via NetGalley
Profile Image for A. Raca.
768 reviews171 followers
March 27, 2021
Bir Pamuk hayranı olarak yıllardır bu kitabı bekliyordum. 2017'den beri ha bugün ha yarın çıkacak diye heyecanlı bekleyiş sürdü. Şimdi yorumu yazarken objektif olamayacağım zaten.

Spoiler vermeden anlatmak çok zor, 540 sayfa boyunca ayrıntılar bekliyor bizi. En başta o Osmanlı atmosferine gitmek, diline alışmak biraz vakit alsa da ortama alışınca uyum sağlıyorsunuz :))
Bu açıdan biraz Benim Adım Kırmızı'ya benzettim, orada da Osmanlı dönemi nakkaşlarının arasındaydık, onlar gibi düşünüyorduk.

"'Salgın var' dediğim için beni hapse atan sizsiniz..." dedi gazeteci. "Hapishaneye de bulaştı, yakında hepimiz burada gebereceğiz."
"O kadar bedbin olmayınız!" dedi Paşa. "Devlet her şeyin çaresine bakacaktır."


Veba Geceleri'nde de 1901 yılında hayali bir ada olan Minger'deyiz ve Mingerceye hakim değiliz. (Akva su demekmiş onu biliyoruz.) V. Murat'ın kızı Pakize Sultan'ın mektuplarından derlenmiş bir Minger hikayesi okuyoruz.
Kitabın veba salgını nedeniyle Minger Adası'na sağlık müfettişi Bonkowski Paşa gönderiliyor, önlem alsın diye. İnsanlar karantinaya uymuyor, camiye, kiliseye gitmeye devam ediyorlar. Hacca giderken karantinaya alınan hacılar isyan ediyorlar. Daha sonra bir cinayet ve Pakize Sultan ile Damat Nuri'nin Sherlock usulü çözümü için adaya gelmesiyle hikaye derinleşiyor. Salgın kontrol edilemez hâl alıyor, sonrasında başka cinayetle, isyanlar, ihtilaller (!) ile ada yönetimi de kontrol edilemiyor. Hem günümüz hem geçmiş siyasetine bolca eleştiride bulunmuş Pamuk. Artık bazı konulardan sıkılıp söylemek istemiş gibi...

Öncelikle okuyanlarla şu katil konusunu çok konuşmak isterim. (Burda yazıyormuşum kim olduğunu😂😂)
Kitapta öyle bir detaylı anlatım var ve öyle bir emek verildiği ortada ki hayran kalmamak elde değil. O kadar konudan bahsetmeden yorum yazmak da mümkün değil. Okuyun da yazalım.
Umarım daha çok yazar da biz de daha çok kaleminden etkileniriz.

A. Raca, 2021
😍
Profile Image for Biron Paşa.
144 reviews291 followers
April 24, 2021
Yaşayan en büyük yazar Orhan Pamuk'un beni çok şaşırtan, üstüne uzun uzun düşünme ihtiyacı yaratan romanı Veba Geceleri ile ilgili, bitirdikten günler sonra bir şeyler yazabilmeye cesaret ediyorum. Yıllar süren bekleyişten sonra, hem bu bekleyişin etkisiyle romana doğru yaklaşıp yaklaşmadığımı gözden geçirebilmek, hem de daha evvel tanışmadığımız yeni bir Orhan Pamuk'u anlamaya çalışmak için zamana ihtiyacım vardı.

Aslında Veba Geceleri işlediği ve ele aldığı konular itibariyle tam bir Orhan Pamuk romanı olsa da, bu konuların işlenişi, romanın üslubu, atmosferi ve karakterleri bize bunun farklı bir roman olduğunu düşündürüyor. Öncelikle romanın işlediği konuların kaba bir özetini çıkaralım.

Romanın, Pamuk’un açık sözlülükle “romanımın daha kolay okunmasını sağlamak için ekledim,” dediği bir polisiye kısmı var ve hemen hemen her Pamuk polisiyesi gibi, bu da aslında tali ve görece önemsiz. Ama Pamuk’un, yine her romanında olduğu gibi, kendisine polisiyeyi malzeme edip tartıştığı şey çok ilginç ve zekice. Abdülhamit’in polisiye merakından yola çıkarak, doğu ile batıyı çatıştırmanın bir yolunu buluyor Pamuk Veba Geceleri’nde ve Sherlock Holmes usulü, parçalardan ve detaylardan yola çıkarak cinayetin çözüldüğü, tümevarımcı mantık ile daha doğulu, zaten Padişah’ın düşmanı olan birilerini işkence ile konuşturup ve hatta itiraf ettirip suçu onların üstüne yıkma yöntemini karşı karşıya getiriyor. Bunun çok büyük bir romancı fikri olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Doğu ile batı çatışmasını, polisiye teması dışında da güçlü bir şekilde görebiliyoruz. Pamuk bunu onlarca farklı şekilde anlattı daha evvel, ama Veba Geceleri’ndeki anlatımın içlerindeki en güçlüsü olduğunu düşünüyorum. Osmanlı ile Avrupa’nın tam ortasındaki Minger’in, Veba salgınıyla mücadelesinde bir yandan Avrupalıların uygulanmasını istedikleri mantıklı ve bilimsel talepleri (gemilere karantina uygulanması gibi) görüyoruz, öte yandan Avrupalı devletler bu taleplerini içerideki kendi adamlarınca deliyor, sandallarla kendi gemilerine insanları yüklü paralarla kaçak bir şekilde bindiriyorken, Vali Sami Paşa buna karşı harekete geçtiğinde ise Abdülhamit’e baskı kurup onu durduruyorlar. Avrupalıların bu kedi fare oyunu, “hasta adam” Osmanlı’nın güçsüzlüğü ve dirayetsizliği, şehrin içindeki karantina karşıtı Müslümanlar ile karantinaya çok daha anlayışlı yaklaşan Hristiyanların karmaşası, bu çözülemeyecek düğümü Veba Geceleri’nde çok güçlü bir hissediyoruz. Bugünün siyasetinde de her daim hissettiğimiz bu güçsüzlük ve çıkmaza girme hissini en güçlü şekilde hissettiren romanın Veba Geceleri olduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz.

Bu çıkmazda ise ortaya bir Atatürk figürü, Kolağası Kâmil çıkıyor, ki bunun romanın en büyük sürprizi olduğunu da söyleyebiliriz. Veba Geceleri’nde, bu doğu ile batı açmazında, Minger adasını saran Avrupa gemileri ile birlikte bekleyen bir Osmanlı gemisinin de adayı tehdit ettiği görüyoruz. Avrupa’nın tehdit, Osmanlı’nın omuzlara binen bir yük olduğu bu durumda Kolağası Kâmil çıkıyor ve bir tür Minger milliyetçiliği icat ederek “Minger Mingerlilerindir!” (Türkiye Türklerindir!) diyor ve adanın bağımsızlığını ilân ediyor. Romanın bu kısmında, bunun aslında Osmanlı’nın yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun, o dönemin Türk kimliği üzerine geliştirilen milliyetçiliğin bir alegorik hikâyesi olduğunu düşünüyoruz.

Aynı zamanda Kâmil üzerinden otoriter devlet ile bireyin özel alanı ve özgürlüğü tartışmasına girileceğini düşünsek de, Kâmil daha çok milliyetçilik meselesi için var romanda. Bir metakurmaca işlevi için romana eklenmiş Mina Mingerli adlı Veba Geceleri’nin yazarının, romanın sonlarında değindiği gibi, bu milliyetçilik emperyalist devletlerin sömürgelerine karşı çıkmak için var, bugünün milliyetçiliği ile o günün milliyetçiliğini ayırıyor Pamuk, bugünün milliyetçiliğini zenofobik, hükümet yalakası bir saldırganlar grubu olarak isimlendirirken, o günün milliyetçisinin anti emperyalist özgürlükçü tarafına vurgu yapıyor, ama yine de Pamuk’un roman boyunca araştırdığı, dokunduğu, ima ettiği yerlerde bu milliyetçiliğin de yapay taraflarını görüyoruz. Pamuk Gazete Duvar’daki röportajında bunun yalnızca bir Türk milliyetçiliği alegorisi olmadığını, Balkanlar'ın ve çevre ülkelerin geçtiği benzer süreçleri de araştırdığını, örneğin kitapta Kolağası Kâmil’in bağımsızlığı ilan eder etmez giriştiği dil kavgasının Türkiye’den çok Yunanistan’a benzediğini söylüyor.

Yine romanda Kolağası Kâmil, Pakize Sultan, Doktor Nuri, Vali Sami Paşa gibi karakterler üzerinden, kişinin karakterinin tarihin akışını nasıl etkilediğini, bireyin tarihteki işlevini ve rolünü, tarihi anlamak için bireyi anlayıp anlamamak gerektiğini mesele ediyor Pamuk.

Vebayla ilgili bir diğer mesele de, Türklerin kaderciliği konusu. Pamuk, bunun tarihçiler tarafından hep böyle yorumlandığını, bir oranda doğru olduğunu ama büsbütün de doğru olmadığını söylüyor, ki bu şekilde tanımlanan hemen her şey aslında romanların konusudur ve en iyi romanlarla anlatılabilir.

Sanırım Veba Geceleri’nin merkezine aldığı, işlediği, tartıştığı konuları üç aşağı beş yukarı yukarıdaki satırlarda vermiş olduk. Biraz da romanın bunları nasıl işlediğinden bahsetmek gerekiyor.

Bir kere şunu söyleyerek başlayabiliriz, Veba Geceleri, içinde Orhan Pamuk olmayan ilk Orhan Pamuk romanı. Ahmet Işıkçı, Metin, Galip, Osman, Kara, Ka, Kemal, Mevlut, Cem… Okur bu karakterlerin hepsinin içinde bir Orhan Pamuk olduğunu aklının bir ucuyla hep bilir. Aslında hepsi birbirinden farklı bu karakterlerin ortak noktası nedir? Bir ilhamla cevap vereyim hemen: Tutkulu olmaları. Bazen neye olduğunu bile bilmediğimiz bir tutkuyla doludur Pamuk karakterleri. Bir şeyin peşinde koşup dururlar, bir sanat eserini bitirmeye, bir şeyle savaşmaya, her zaman bir şeyleri, hayatı daha anlamlı, daha değerli kılacak o şeyi aramaya çalışırlar. Karanlık sokaklarda yalnız başlarına dolaşıp dururlar. Yıllar önce okuduğum bir yazıda, bu karakterleri “dünya şaşkını” diye tanımlamıştı şimdi adını hatırlamadığım eleştirmen. Bu dünyaya karşı duyulan bir yabancılık, bir tuhaflık, sanatçı bir yan... Veba Geceleri’nde ise ilk kez böyle bir karakter olmadığını görüyoruz. Diğer romanların tam merkezinde yer alan bu karakterler çok güçlüdür. Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı’da karakterlerin önemsiz, romanın atmosferinin ise daha önemli olduğunu açıkça yazar ve son dört yüz yılın edebiyatında en abartılan şeyin roman karakteri olduğunu söyler. Pamuk’un romanlarını okuduğumuzda, bu söylediklerinde kastettiğinin karakterlerin önemsiz yahut değersiz olmadığını anlarız. Pamuk’a göre, aslında anlamsız olan yazarın karakterlerini anladığını iddia edip okura da böyle sunmasıdır. Tutarlı bir karakter aslında yalandır. İnsan, doğası gereği anlaşılamazdır, yaptığımız her yorum ise zamana ve mekâna göre gelişmiştir, hakiki olma iddiasında bulunamaz. Bir karakteri üç boyutlu yapan ise budur, basit birkaç özelliği ile ön plana çıkan hiçbir karakter gerçekçi değildir.

Pamuk’un son derece yerinde saptamasına biz de katılsak da, Veba Geceleri’nde, yine iki boyutlu olmayan, ama üç boyutlu demeye de dilimizin varmayacağı karakterlerin merkezde yer almasının temel sebebinin Pamuk’un ilk kez Pamukvari bir karakteri romana koymaması olduğunu söyleyebiliriz, ki aslında edebiyatla yapmadığı şey kalmayan, birbirinden farklı üsluplarla inanılmaz yetkin metinler ortaya çıkaran Pamuk’un yıllardır bir kolaycılık içinde bulunduğunu da böylece saptayabiliyoruz: “Roman, önce kendini, sonra da ötekini anlama sanatıdır,” der Pamuk yıllardır. Ama Mevlut’un, Kemal’in ne kadar başkası olduğu bir tartışma konusudur. Doktor Nuri’nin yahut Pakize Sultan’ın ise öteki olduğunu kolayca kabul edebiliriz, ama ne kadar derinlikli oldukları tartışma konusudur. Her ne kadar benim şahsi deneyimim ortaya objektif bir veri koymasa da, ilk kez bir Pamuk romanında hiçbir karakteri sevmediğimi, onlarla empati yapamadığımı, kolayca ölüverdiklerinde de hiç üzülmediğimi itiraf etmem gerekiyor.

Pamuk’un kendi kuramında ön plana çıkardığı ve gerçekten de şimdiye kadar romanlarının en güçlü yanı olan ve belki de şimdiye kadar hiçbir yazarın onun kadar kuvvetli yapamadığı şeyi, romanın atmosferi meselesine gelirsek, Pamuk’un Veba Geceleri’nde bunu da her zamanki gücüyle yapamadığını söylememiz gerekir. “Karantina altında vebadan kırılan abluka altındaki bir ada” dediğimiz anda bile eminim bir atmosferin etkisi altına giriveriyordur okurlar. Oysa Veba Geceleri ile birlikte görüyoruz ki, Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı’da altını çizdiği kuramında değinmemiz gereken en önemli şey, karakter ve atmosfer birbirleriyle çatışan değil, birbirini destekleyen şeyler, hele ki atmosfer için, karakter olmazsa olmaz bir şey. Çünkü korkunun, karanlığın, hüznün, yalnızlığın, artık hangi atmosferi yaratmak istiyorsak onun, okur tarafından umursanması için evvela karakteri umursamamız gerekiyor. Hiçbir karakter umurumuzda değilken niçin vebadan korkalım? Bu bizim için olsa olsa basit bir oyundur. Oysa Galip Rüya’yı bulamayacak, Kemal Füsun ile birlikte olamayacak diye korkmak, Mevlut Rayiha’yı özlerken özlem hissetmek, onunla birlikte yalnızlık çekmek daha hakikidir. Galip’in kafasının içi karanlık olduğu için karanlığı yaşarız Kara Kitap’ta, sokaklar karanlık olduğu için değil. Veba Geceleri’nde maalesef ne adada sıkışma, taşralılık, merkezden uzak olma hissi okura geçiyor, ne de veba korkusu.

Böylece, Pamuk’un son dönemlerinde gördüğümüz bir başka davranışa, tuhaf bir aceleciliğe değinmemiz gerekiyor. Veba Geceleri’nde hiçbir karakter derinleşmiyor, çünkü aslında beş yüz sayfalık epey uzun bir roman olmasına rağmen (ki Yapı Kredi Yayınları’nın uzun sayfa tasarımı ve küçük puntoları olmasa kitabın kolaylıkla 600 küsur sayfaya çıkabileceğini söyleyebiliriz) Pamuk hiçbir karaktere uzun bir vakit ayırmıyor. Kolağası Kâmil’in romanda tuttuğu yer toplamda otuz sayfa var mıdır? Kolağası ile Zeynep’in aşkının ada için çok önemli olduğunu söylerken Pamuk, aynı zamanda romanı için de önemli olduğunu ima ediyor, oysa Zeynep’e toplamda beş sayfa yer ayrılmış mıdır romanda? En çok ön plana çıkarılan karakterlerden biri olan Pakize Sultan'la ilgili ise, toplamda bir sürü sayfada bahsedilse bile, aslında çok az şey öğreniyoruz. Sarayda esir hayatı yaşadığı ve Abdülhamit’i sevmemesi, mektup yazdığı haricinde ne söyleyebiliriz Pakize Sultan hakkında? Pamuk bize onun zeki olduğunu gösteriyor birkaç yerde, o kadar. Aynısını Doktor Nuri ile Vali Sami Paşa için de söylemek mümkün. Bu kişilerin karakterleri hakkında söyleyebileceğimiz üç beş sözcükten fazlası yok. Onları anlamak için ne kadar çabalarsam çabalayayım, uzun zaman önce bir arkadaş meclisinde denk gelip bir-iki saat vakit geçirdiğim, çok da konuşkan olmayan birilerini hatırlamaya çalışıyormuşum hissine kapılıyorum.

Bu acelecilik hâli maalesef romanın tümüne yayılmış durumda. Karakterler için söylediklerimi çok büyük bir romancının elinden çıktığı belli olan, az önce küçük çaplı bir listesini yaptığım romanın çatışmaları, merkezleri için de söylemek mümkün. Romanda bahsi geçen milliyetçilik, birey ile devletin menfaat çatışması gibi konular bolca gösteriliyor, ama derinleşmiyor.

Bir romancı gibi yazılan, yaratılan roman, bir tarihçi gibi bitiriliyor. Hiçbir konunun derinine fazla girilmiyor da bu çatışmalar öylece kuru bir üslupla gösterilip geçiliyor. Belki de Mina Mingerli’nin tarihçiliğinin sebebi budur.

Üslup konusu ise, yine romanla ilgili en şaşırtıcı şeylerden biri. Pamuk hem Proustçu üslubu hem de Tolstoycu üslubu dünyada en yetkin kullanan yazarların başında geliyor. Bu iki üslubu birden bu kadar yetkin kullanabilen bir başka yazarın daha olduğunu söylemek de zor. Oysa Veba Geceleri’nde yer yer ortaya çıksa da, alıştığımız bir Pamuk üslubuna şahit olamıyoruz. Görece kuru, ilk kez bu kadar şiirsellikten uzak bu üslubu, Pamuk romancılığında bir tek Kırmızı Saçlı Kadın’ın ikinci yarısında gördüğümüzü söyleyebiliriz, ki Veba Geceleri’nden evvel Kırmızı Saçlı Kadın’ın ikinci yarısının Pamuk romancılığının en zayıf ve güçsüz bölümü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim.

Pamuk’un geçen yıl çıkan fotoğraf kitabı Turuncu için yazdığı önsözün yıllardır satır satır izinde olduğumuz Orhan Pamuk üslubunda olduğunu göz önünde bulundurursak, Veba Geceleri’ndeki üslubun teknik bir tercih olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama niçin böyle bir tercih yapıldığıyla ilgili tahmin yürütmek zor.

Pamuk’un kendi bireysel ve sanatsal hikâyesini bırakıp daha sosyolojik ve felsefi bir tarza büründüğü çok açık. Ama romanın merkezine almaya çalıştığı bütün bu sosyolojik ve felsefi hikâyeler, bireyleri ilgilendirdiği için önemli.

Yine de sadık ve “dikkatli” bir Pamuk okuru olarak, Pamuk, bir sonraki romanının “tutkulu bir ressam” ile ilgili söylediğinde büyük bir heyecana kapıldığımı ve daha şimdiden okumak için sabırsızlandığımı söylemem gerek.
Profile Image for Zeren.
168 reviews197 followers
April 2, 2021
Benim için baya baya unutulmaz olabilecek bir romanın güdük bırakılmış olması konusunda biraz üzgünüm. Ama hemen şunu da söylemezsem olmaz, buna rağmen etkileyici bir serüvendi. Çünkü Orhan Pamuk söz konusu olduğunda hep olduğu gibi çok çalışılmış, çok düşünülmüş bir roman. Etkilenmemek zor.

Benim eksik bulduğum, başka türlü yazılsaydı dediğim şeyin Orhan Pamuk için özellikle seçilmiş bir yol olduğunu çok iyi biliyorum. Yapmak istediğini yapmış. Ama sonuç olarak ortaya çıkan şeyde benim için en büyük sorun, duygu eksikliği. Aktarılan bütün olaylar büyük oranda bir gazete haberi, hadi en iyi ifadeyle tarih kitabı yazar şekilde anlatılmış. Bir tarih kitabı yerine romanda olması beklenen duygu ve karakter derinlikleri, olay karmaşasındaki gel gitler Veba Geceleri'nde çok eksik. Şunu diyenler olabilir, "ama zaten bunun bir tarih aktarımı olduğundan bahsettiriyor anlatıcısına". Doğru, tam da o yüzden dedim, Orhan Pamuk istediğini yapmış, kendisi açısından belki dört dörtlük bir eser çıkarmış ama benim için pek çok duygu ve olay oldukça yüzeysel kalmıştı. Örneğin veba gibi gerçekten korkunç bir hastalığın salgınında ölüm duygusunu iliklerimde hissedemedim. Ölülerin çokluğu, cesetlerin yıkanamaması, kireçlenmeden, sevdikleri olmadan gömülmesi vs gibi haller, duygudan uzak bir gazete haberiymişcesine cümlelerle veriliyordu çoğunlukla.

Spoiler
Aynı duygusuzluğu karakterlerin aralarındaki ilişkiler konusunda da söyleyebilirim. En bariz örnek Marika'ydı misal. Vali Sami Paşa arada evine geldi, sevişti gitti, bu kadar. Karakterin derinliği, nerden gelip nereye gittiği, ne hissettiği... Okumak isterdim bütün bunları.

Ve Kolağası'nın birden bire sahneye çıkıp kurtarıcıya dönüşmesi ve Minger Adası'nın kurtarıcısı olduğu bölümler. En hafif haliyle parodi gibiydi diyebilirim.

Milliyetçilik, laiklik gibi konuların da işleyişi biraz fazla kör göze parmak sokmak gibi. Hikayenin içine sırıtmadan oturmuyor.

Bunlar romanda benim için belli başlı en oturmamış taraflar ama dedim ya en başta, Veba Geceleri çok çalışılmış büyük bir roman ve genel olarak okuduklarımdan etkilenmedim demek zor.

Minger Adası'nın bir ana karakter gibi (gibi'si fazla) işlenişini anmamak olmaz. Ada takıntısı olan biri olarak edebiyatta da ada romanlarına meraklı bir insanım. Ada hissinin üzerimde yarattığı hisleri çok seviyorum. Orhan Pamuk bu var olmayan adayı kurgularken gerçekten çok çalışmış ve bunu yaparken de çok keyif almış belli. Benim için de romanın en güzel karakteri Minger Adası idi. Kitabın başında ve sonunda paylaşılan haritayı ezberledim ve o sokaklardan geçtim bütün roman boyunca.

İşin politik taraflarına gelince. Siyasal İslam, Osmanlı'nın çöküşü, Abdülhamid... Bugün ecdad ecdad diye Osmanlı'yı ağızlarından düşürmeyen ve hükümetin yağlı ballı Osmanlı dizilerinden ecdadlarını öğrendiklerini sananların hiç mutlu olmayacağı bir roman bu. Bazı olayların akışını okurken karşımda direk bugünkü hükümetin bazı şahıslarını birebir gördüm desem yalan olmaz.

Covid karantinası yüzünden herkese sokağa çıkma yasağı varken camiye namaza gidecek olanlara özgürlük olan bir Türkiye'den okuyucu olarak insan sesli sesli söylenmeden edemiyor. 1901 siyasal İslam, 2021 siyasal İslam değişen bir şey yok.

Son sözüm, benim için Veba Geceleri'ni, Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı ile aynı mertebeye koymak söz konusu bile olamaz. Ama evet Nobel'den sonra yazdığı en iyi roman olduğu fikrine katılıyorum.
Profile Image for Hakan.
227 reviews201 followers
April 30, 2021
farklı bir roman, farklı bir orhan pamuk romanı. üzerinde düşünmeyi hak ediyor her şeyden önce. burada hem "akıcı değil-kahramanlar derin değil-romanın içine giremedim" tarzındaki olumsuz yorumlarda hem de "en gerçek orhan pamuk okuruyum, bir kara kirap değil" türündeki eleştirilerde ve hatta "yıllarca bu romanı bekleyip iki günde hayal kırıklığına uğradım" gibi hezeyanlarda roman��n büyük bir emeğin, ciddi bir araştırmanın ürünü olduğuna dair bir ortak nokta var. bunu benimsemişken biraz okur çabasıyla da destekleyebiliriz. okur olarak beğeni kriterlerimizin sorgulanamazlığı var zaten bir yere kadar, bu başka bir şey.

sorgulama sınırı "pamuk adam değil!" gibi bir şeydi eskiden, üzerinde konuşulmaya değmezdi. fakat bu kitapta tuhaf bir şey oldu: orhan pamuk romanına "roman değil!" dendiğini gördük, görüyoruz. bunun konuşulacak bir tarafı var. romanın giriş bölümünde "hem tarihi roman hem de roman biçiminde tarih" diye bir tanım yapıyor anlatıcı. bunu önemsemeden geçsek ya da basit bir postmodern oyun olarak değerlendirsek bile tür belirsizliği, bildiğimiz-beklediğimiz romana uzaklık rahatsız edecek derecede hissediliyor bir süre. ancak hikaye dönüm noktasına geldiğinde aslında roman olanın-romansal olanın tarih olduğunu ve bunun veba gecelerini "büyük roman" yaptığını anlayabiliyoruz.

pamuk bir röportajında, yaşadığımız pandemi sürecinden çok önce romanının konusunu bilen çevresinin "neden veba salgını anlatıyorsun?" diye sorduklarını, hikayeyi garipsediklerini söylüyor. pamuk'un bu hikayede, bırakalım hikayeyi, sadece "karantinada" bile romancılığının tüm meseleleri için bir cevher gördüğünü ve bu cevheri önceki tüm romanlarından daha güçlü, daha esaslı işlediğini romanı okuyunca görüyoruz. ama başka bir şey daha var soruyla ilgili: veba geceleri bir veba hikayesi değil sadece. çıkış noktasından çok uzağa yol alıyor, çok geniş bir güzergah çiziyor, varış noktasına kadar sadece insanların değil toplumun, toplum organizasyonlarının değişip dönüştüğünü gösteriyor. ve tarih de romanın bu uzun yolunun zamandaki karşılığı olmakla kalmıyor, romanın bizzat meselesi haline geliyor.

veba geceleri elbette gerçeklikle güçlü bir bağlantı kuruyor, gerçekliği tarihle temellendiriyor. ama bir yandan da tarih anlatısına, tarih yazımına, tarihi gerçeklik düşüncesine dair bir oyun oynuyor. hayali bir adanın tarihini anlatırken, gerçek tarihin içindeki kurguyu gösteriyor. buradan romanın ve romancılığının gücünü göstereceği imkanlar yaratıyor pamuk: bağlantılar, karşılaştırmalar, göndermeler, eleştiriler ve ironi elbette. bu noktada bir de yaşadığımız pandemi süreciyle çakışma, pamuk'un ifadesiyle "romanın gerçek olması" durumu var ki, bu da gerçekliğe açılan başka kapılar demek. bugün içinde olduğumuzdan tam olarak anlamlandıramadığımız sürecin biraz geçmişe biraz geleceğine doğru yansıması hissediliyor romanda. pamuk'un pandemi başlayınca romanı yeniden ele alması, üzerinde bir yıl daha çalışması nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor.

bu noktada beğeni kriteri olmalarını bir tarafa bırakarak konuşursak veba geceleri'nin yorumlarda dile getirilen eksikliklerinin neredeyse hiçbirinin niteliksel eksiklik olmadığını söyleyebiliriz. aksine hemen hepsi romanın amacının ve yapısının "öyle olmasını" zorunlu kıldığı şeyler: "tarihi gerçeklik" kurgusunun temelini bilgiler-detaylar oluşturmak zorunda. karakterler "tarihteki yerleri kadar" yer tutmak zorunda. sadece bireylerin değil, toplumun, devletin dönüşümü söz konusu olduğu için anlatı karmaşıklaşmak, ağırlaşmak zorunda. yine kurgusuna göre 1901 yılında yaşananları anlatan 2017 tarihli bir kitabı okurken "hikayenin içine girmek" ise okurun yapmaması gereken bir şey zaten. hikayeyle anlatıcısı arasında büyük mesafe varken, hikayenin kahramanları bile hikayenin bütününe uzakken okur için mesafe kaçınılmaz ve kapatılamaz. romanda "canlılık", yapısına uygun olarak gereken yerlerde, gerektiği kadar ve pamuk'un kendini aştığını gösterecek ölçüde var.

içerik tartışmasına gelince, veba geceleri'nin hem içinde bulunduğumuz pandemi sürecine dair öncü bir kaynak hem yakın tarih tartışmalarına hem de bu iki meselenin bağlantısına dair güçlü bir edebiyat katkısı olduğu açık. ancak bunun özellikle ülkemizde nasıl değerlendirileceği şüpheli. zengin bir kaynak her tür atışın serbest olduğu bir hedef olarak görülecek muhtemelen. daha kötüsü, pamuk'un veba geceleri'nde önceki romanlarına göre daha doğrudan konum alması, hassasiyetler üzerinde daha çok söz söylemesi ve kimseye yaranmayacak tavrıyla hedef romandan-romandaki düşüncelerden çok bizzat kendisi olacak. romanın yayımlanmasından sonra geçen bir ayda bunun örneklerini gördük bile. yayınevi romanın içeriğine, hikayeye, bir kurgu karaktere ilişkin resmi açıklama yaptı "eleştiriler" yüzünden!..nitelikli değerlendirmeler için zaman gerekecek, romanın ülke dışına çıkıp geri dönüşü beklenecek ve sonra bunun için de roman ve orhan pamuk yerden yere vurulacak. önceden bildiğimiz, gördüğümüz şeyler maalesef.

şimdi bunları yazmak, romanı, romancılığı, romancıyı savunma durumunda olmak bile çok tuhaf. işin anlaşılır, mazur görülebilir tarafı şu: asla bir edebiyat-bir roman ülkesi olmamış ve olamayacak bir ülke olarak dünyanın yaşayan en önemli birkaç romancısından birine sahibiz ve bu bütün edebiyat çevresini, bütün okurları, hepimizi zorluyor doğal olarak. olumlu tarafından bakmak gerekiyor belki. belki orhan pamuk romancılığını bir şans, bir iyi örnek, bir eşik, bir çıta ve bir eğitim fırsatı olarak değerlendirmeliyiz her şeyden çok. bugün genç okurların haklı olarak toz kondurmadığı benim adım kırmızı'yı, 1998'de, yayımlandığı ilk günlerde okumuş biri olarak okur tarafındaki büyük gelişimi görebiliyorum. ama edebiyat çevreleri, yazarlarımız, eleştirmenlerimiz, bütün düşünce dünyamız aksine son sürat geri gidişle meşgul. edebiyatımız için umutlu olmalı mıyız, bilmiyorum.
Profile Image for Esra Tasdelen.
396 reviews158 followers
June 10, 2021
Just finished Orhan Pamuk's latest novel, "Nights of the Plague", and here are a few thoughts:

Fans of historical fiction like me will probably gobble it up. Being someone who wrote a dissertation on historical fiction and whose main research period is early 20th century, for me the book's historical setting felt truly like home. Pamuk's world-building skills are truly exquisite and awe-inspiring. It is very easy to suspend disbelief and think that there is actually an island called Minger in the Mediterranean. As the daughter of a pharmacist, I especially enjoyed the parts on old Ottoman pharmacies and herbalists thoroughly.

Reading this after Tolstoy's War and Peace was eye opening, because Pamuk has an excerpt from War and Peace right on the first page of the book, and like him, tries to describe how monumental events (like wars, or a plague) shape the lives of ordinary people. In this way, just like War and Peace, the book has a pendular motion that goes back and forth between macro and micro-history. (Although Pamuk does not quite pull it off as well as Tolstoy does!) Constantly zooming in and out, Pamuk shows us the parallels between the plagues of the past and the Covid-19 pandemic of 2020-21. In this way, it is highly intriguing and feels very familiar.

It is also a highly political book, with many parallels to Turkey's recent history and binaries that Turks and Ottomanists will easily recognize, such as "religion versus science", "conservatism versus reformism", "political Islam versus secularism"....etc...It is very interesting to see how Pamuk has fiction completely intermeshed with actual history, and to me this was fascinating.

And yet, and yet...The character development is a bit lacking. Pamuk sometimes sacrifices micro-history to serve the interests of macro-history and treats the book like a dry history book. This damages the "readability" of the book a little bit and reading the book may feel like a chore at times, especially for the layperson who does not have a particular interest in historical events. The characters could have been more fully developed and could feel much more intimate, and I did not feel particularly invested in their lives as a result..

So, all in all, for me this novel has not surpassed "The Black Book", "The New Life" or "My Name is Red" (my all-time favorites written by Pamuk!) yet was definitely a much more robust novel than his most recent ones such as "The Woman with the Red Hair" or "A Strangeness in My Mind".. I will definitely miss the island of Minger, it felt very real! :)

4 out of 5 stars (****)
Profile Image for Tuğçe Kozak.
278 reviews282 followers
April 11, 2021
Uykumla savaştım ve sonunda Veba Geceleri’ni bitirdim. İlk defa bir Pamuk kitabını bu kadar uzun süreye yayarak okudum. Kitap benim için de -çoğu kişide olduğu gibi -bir Kara Kitap ya da Masumiyet Müzesi klasmanında bir roman değil. Bunda en önemli etmen fazla detaylarda boğulmuş olması ki normalde ben Orhan Pamuk’un romanlarındaki detaycılıktan çok keyif alan bir okurumdur. Ama bu romanda sanki belli yerlerin fazla uzamasına sebep olmaktan başka bir şeye hizmet etmeyen fazla detaycılık vardı.
Yine de tüm bunlar romanın üzerine çok çalışılmış ve büyük bir roman olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Olmayan bir adayı böyle kanlı canlı hale getirmeyi ancak büyük romancılar başarabilir zaten.
Profile Image for Cemre.
724 reviews562 followers
April 10, 2021
Benim için tahminimden çok uzun bir okuma oldu, iki haftamı aldı. Benim ufak çaplı bir "reading slump"a da sokuverdi hatta (bu tabir için kusura bakmayın, Türkçe nasıl ifade etsem bilemedim).

Öncelikle yorumlarını beğeniyle takip ettiğim kişilerden biraz daha farklı olarak yorumuma "Orhan Pamuk favori yazarlarımdandır" diye başlayamam. Hem onu "favorilerim" arasında koyacak kadar kitabını okuduğumu düşünmüyorum hem de okuduğum kitaplarından çoook etkilendiğimi söyleyemiyorum. O sebeple çok büyük bir beklentiyle bu kitaba başlamadım. Bu nedenle de büyük bir hayal kırıklığı yaşadım diyemem; fakat yine de kitabın elimde bu kadar "sürünmesini" beklemiyordum. Şu sıralar akademik açıdan yoğun bir dönemdeyim, akademik okumalarımın yoğunluğu da etkili oldu belki de, bilemiyorum; fakat bazı günler oldu ki kitabı elime almak istemedim. Zira sıkıldım. Okurken gerçekten sıkıldım. Yarım bırakma huyum olmadığı için de kendimi tamamlamaya zorladım (yorumlarına çok sevdiğim iki arkadaşımla aynı anda başladık kitaba, ki ikisi de Pamuk'u severek takip eder, ikisi de yaklaşık yüz sayfa okuduktan sonra daha boş bir vakte bıraktı kitabı).

Peki neden sıkıldım, niçin keyif alamadım?

İlk sebebi -bence- Pamuk'un fazla tekrara düşmüş olması. Bazı şeylerden tekrar tekrar bahsedilmesinden bunaldım. Ayrıca aynı şeylerin farklı zamanlarda; fakat benzer şekilde yaşanmasından da hoşlanmadım.

Bilhassa ilk yüz, yüz elli sayfanın kurgusallıktan uzak olması, kitap hakikaten Minger diye bir yer varmış da oranın belli bir dönemini anlatan bir tarih kitabıymışçasına bilgi vermesinden sıkıldım. Bir türlü kitabın içine giremedim. Diyebilirsiniz ki adam bir ada yaratmış, bundan kurgusal ne olabilir; ama hayır. Eğer okursanız ne demek istediğimi anlayabilirsiniz.

Sonrasında olaylar biraz daha karakterlerin etrafında dönmeye başlasa da yine de hikâyenin beni içine çektiğini söylemem. Bunun temel nedeni, karakterlerin gelişimini okuyamamış olmam. Belki bir "tarihçinin" ağzından yazıldığı için, bilemiyorum; ancak beş yüz küsur sayfa boyunca karakterlerin derinliğine, gelişimine, içsel dünyalarına dair pek bir şey okuduğumu düşünmüyorum. Bu nedenle de karakterleri tam manasıyla anlayamadım ve de benimseyemedim. Keşke beş yüz küsur sayfanın çoğunda tekrara düşülen tarihî bilgiler yerine karakterlere, geçmişlerine, derinliklerine yer verilseydi.

Okuduğum pek çok yorumda kitabın bir yerden sonra "açıldığı" belirtilse de ben buna da katılmıyorum; çünkü evet, bir yerden sonra daha fazla olay oluyor gibi görünüyor; ama bunların çoğu hakkında tafsilatlı anlatımlara yer verilmemiş, hatta bazıları adeta geçiştirilmiş gibi hissettim. Bir de tekrar problemi yaşanmaya devam ediyor. Ayrıca karakter gelişimlerine yer verilmemesi yaşanan olayların bir kısmı hakkında "e şimdi nereden çıktı bu" demenize yol açıyor, en azından benim için öyle oldu. Sanki bir kısmı belli bir amaç uğruna yazılmış. Hatta şöyle söyleyeyim, Minger'in bağımsızlığı noktasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna yapılan göndermelerin bir kısmını kaçırmak mümkün değil. Sırf bunun için, bazı şeyleri göstermek için, karakterlere onlara bir şeyler yaptırılmasından keyif aldığımı söyleyemem. Zira karakteri tam tanıyamadığım için neden öyle hareketlerde bulunduğunu da kavrayamadım.

Hukukî açıdan da bazı noktaların sıkıntılı olduğunu bir hukukçu olarak belirtebilirim. Şayet Osmanlı Dönemi'ne dair bir kitap yazılıyorsa o hikâyenin geçtiği döneme her şekilde hâkim olunmalı diye düşünüyorum. Buna hukuk alanı da dâhil. Aksi takdirde bazı hatalar okuyucuyu iyice bağlamdan kopartabiliyor.

Ayrıca kitabın ismi "Veba Geceleri" olsa da veba tam olarak kitabın merkezinde mi, tartışılır. Vebaya dair bir şeyler anlatılmış; fakat vebanın toplumlar, kişiler üzerindeki etkisine tam manasıyla yer verilmemiş diye düşünüyorum.

Sonuç olarak, bu kadar cümleden de anlaşılacağı üzere, ben Veba Geceleri'ni sevmedim, üzgünüm.
Profile Image for Ebru Çökmez.
264 reviews59 followers
April 24, 2021
Tutkulu bir Orhan Pamuk okuru olmasam da pek çok kitabını okudum. Uzun, yorucu ama keyifli bir okuma vadeden “Veba Geceleri”, diyebilirim ki tüm Pamuk eserlerini okuma hatta bazılarını tekrar okuma isteği uyandırdı bende.

Hep iddia ederim Orhan Pamuk, Dostoyevski gibi bir edebiyat dehası değil. Her iyi yazar gibi, kafa yorduğu toplumsal ve/veya kişisel meseleleri var. Bunları inandırıcı bir kurgu içinde okuyucuya aktarmak için çok çalışıyor, yıllar yılı araştırıyor. Bence bu, Orhan Pamuk’un dünya edebiyatı klasikleri arasında yer edinmesini sağlayan değerli bir unsur.

Pamuk, “Veba Geceleri”nde Akdeniz’de hayali bir ada yaratmış. Kitabın başında verilen haritadaki mahalleler, caddeler, binalar, cami ve kiliseler, kale, hapishane, vilayet binası, oteller, dükkânlar ile Kıbrıs’ın kuzeyinde bir Minger Adası, okurun gözünde canlanıyor. Bu küçük adadaki toplum kesimlerinin, Müslümanlar, Hristiyanlar, seçkinler, tarikatlar, bürokratlar, esnaf, bilim adamları, konsoloslar ve kolluk kuvvetlerinin veba salgınıyla mücadelesini ve adanın Osmanlı’dan kopuşunu getiren olaylar zincirini dönemin tarihsel olaylarının fonunda detaylarıyla okuyoruz romanda.

Romanın anlatıcısı kurgusal karakter, Mina Mingerli bir tarihçi. Kitabının önsözüne “Bu hem tarihi bir roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarihtir” diyerek başlıyor. Bu tarihi 2. Abdülhamit’in yeğeni, padişah 5. Murat’ın kızı yine kurgusal karakter Pakize Sultan’ın mektuplarından yola çıkarak yazıyor Mingerli. Olaylar 2. Abdülhamit zamanında geçiyor haliyle.

Kendi kişisel geçmişimizi hatırlarken (hatta hâlihazırda içinde bulunduğumuz durumu kendi bakış açımızdan aktardığımızda) bile olayları, hatıralarımızı yeniden yazdığımızı varsaydığımızda, tarih ilminin çoğunlukla dünyanın tarihini gözlemleyip yazanların bakış açısına, kurgularına, çıkarlarına hapsolduğunu söyleyebiliriz. 2. Abdülhamit dönemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve kuruluş mücadelesi elbette bu kitaptan okunmayacak. Kitap piyasaya çıktığından beri tartışılan simgesel unsurlara kurgusal bir bakış açısı olarak yaklaşılmalı bence. Yani Minger'in bağımsızlik süreçlerini, emperyalizmi, salgınla mücadelesinde yalnız bırakilmış ada halklarının tavrını, kökleri Osmanlı sarayına dayanan Minger milliyetçisi bir tarihçi nasıl yazardi?

Ayrıca, Orhan Pamuk, Osmanlı’da kimya bilimi, eczacılığın gelişimi, 2. Abdülhamit’in polisiye merakı, posta, telgraf hizmetleri, salgınla mücadelede kullanılan yöntemleri araştırıp koymuş romanına. Keyifli bilgiler bunlar. Tavsiye ediyorum.
Profile Image for Banu Yıldıran Genç.
Author 2 books1,416 followers
July 12, 2021
romana edebi olarak 3 yıldız verirdim de vallahi orhan pamuk yine ne çalışmış, ne çalışmış diyerekten ve sonlara doğru biraz hızlanıp güzelleşen romanın hatrına 4 yıldız verdim.
öncelikle okumakta zorlanmadım, yazdığı gereksiz tüm ayrıntılar, araya girip bilgi vermeler, neredeyse romanın yarısında pek bir şey olmaması ama olacak sandırmalar filan yıldırmadı beni. alışkınım sanırım.
bence pamuk teknik olarak anlattığı döneme uygun bir anlatım seçmeye çalışmış, bir yandan da yabancı okurları düşünerek yazıyor epeydir, onu da biliyoruz. yoksa yani pakize sultan'ın erkeklerle aynı sofraya oturamayacağını niye uzun uzun anlatsın.
kafamda bir tuhaflık'tan daha çok sevdim diyebilirim çünkü orhan pamuk herkes gibi bilmediklerindense bildiği hayatları anlatmakta mahir. cevdet bey ve oğulları'nı sessiz ev'i düşünürsek osmanlı tarihini ne denli sevdiğini ve hakkaten bu konuyu anlatmak usta olduğunu hatırlarız.
çok çalışmış, müthiş çalışmış. hayal ettiği minger adası ve onun jeopolitik gerçekleri bir yana, hayatımızda ilk kez duyduğumuz pandemi ve karantina şartlarıyla yaşadığımız 1,5 yılda pamuk'un kurduğu karantina dünyası, önlemler, dezenfektan yapımları, iki kişinin yan yana yürümemesi, cenaze hizmetleri vs... hakikaten muhteşem. diyecek söz yok. hindistan'dan çin'e araştırmadığı veba salgını ve önlemi yok belli ki.
ha çok mu uzatmış? çok uzatmış. aynı şeyleri döne döne anlatmasından insana daral geliyor. bir de pamuk'un şakır şakır akan dili hiç olmadı ve artık iyice katır kutur. (aşırı bilimsel anlatırım :) ve bir de araya gereksiz bir polisiye havası katmış, hiç olmamış. ama abdülhamit'ten tutun sürgün son osmanlılara kadar tarihi çok güzel anlatıyor yine de bence.
peki ben en çok neyi sevdim? bir ülkenin kuruluşunda yazılan mitleri, uydurulan masalları, tarih safsatalarını usul usul müstehzi bir biçimde yazmasını sevdim. minger tarihinde olanları tc'nin kuruluş hikayesine benzetebilirsiniz ki benziyor. laik ve milli minger'in şeyh darbeleriyle bir bakıma özüne döndüğü ve beceriksizce yönetildiği dönemi son 10-15 yılımıza benzetebilirsiniz ki o da benziyor.
orhan pamuk söyledikleriyle pek çok tepki toplasa da aslında burada abdülhamit'i de komutan kamil'i de şeyh hamdullah'ı da politik ve tarihsel olarak nasıl doğru çizmiş.
minâ mingerli'nin sondaki bitmeyen önsözü beni benden aldı. hiç gerek yoktu dediğim bir şey de o oldu. resmen bitmedi gerçekten. e tabii orhan pamuk orda araya kendini kakıtmış :) ama çocuk aklıyla ezberlenilen tarihi de güzel göstermiş yer yer.
sonuç olarak pamuk okuyabilenler ve tarih sevenler için uzun zaman sonra en beğendiğim o.p. romanı olmuş diyeyim.
bu arada şimdi aklıma geldi. komutan kamil bir yerde camdan dışarıyı, minger’i izleyerek mücevherler ve onların yere düşmekle değer kaybetmeyeceğini filan düşünür. tabii ki orhan pamuk, namık kemal ve hürriyet kasidesi’ne selam çakmış:

Hakîr olduysa millet, şânına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten
Profile Image for Flybyreader.
716 reviews212 followers
April 21, 2021
“Bu hem tarihi bir roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarihtir,” diye başlıyor eşsiz romana Pamuk.
Haklılığını kitabın son sayfasını çevirdikten sonra daha iyi anlıyorum. Tarihi gerçeklerle kurgu bir tarihi hikayeyi o kadar güzel harmanlamış ki yazar, bir noktadan sonra ne gerçek ne hayal ürünü sormayı bırakıp akışına kaptırıyorsunuz ve muazzam bir kurgunun gerçek olduğuna inandırıyorsunuz kendinizi. Benim için Minger artık tarihiyle, coğrafyasıyla, güzellikleriyle Girit, Midilli ya da Rodos kadar gerçek bir ada. Gözümü kapatınca önümde yokuşlarını, dükkanlarını, insanlarını görebiliyor, Minger gülünün kokusunu alabiliyor ve Mingerceyi duyabiliyorum. İşte bu yüzden başarıyor Orhan Pamuk, öyle bir dünya yaratıyor ki bütün duyulara hitap ediyor roman.
Pamuk’un uzun yıllardır üzerinde çalıştığı, Nobel sonrasında yazdığı en iyi kitabı olarak lanse edilen Veba Geceleri; 1800’lü yılların sonlarında veba salgınıyla ve salgını dindirmek için gönderilen karantina doktorunu ve kimyager Bonkowski’nin cinayetiyle çalkalanan kurmaca bir Osmanlı Adası olan Minger’i ve dönem dünyasını eşsiz bir kurguyla anlatıyor. Cinayetin ardından hem katili bulmak, hem de salgına destek olmak için Abdülhamit tarafından görevlendirilen doktor Nuri ile evlendirilen tahttan indirilmiş padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan’ın gözünden ada hayatı, salgınla mücadele, siyaset-din-hastalık çerçevesinden Osmanlı ve dünya politikası okura birbirinden özel detaylar ve farklı karakterle aktarılıyor. Orhan Pamuk asla tek bir noktaya odaklanmıyor, o kadar benzersiz dallar çıkıyor ki bu kitaptan, o kadar tuhaf ayrıntılar var ki insan şaşırmadan edemiyor. Karakterlerin her biri birbirinden renkli özellikler barındırıyor. Salgınla başlayan maceralar, ada siyaseti, koltuk kavgaları, din-politika dengeleri, Minger milliyetçiliği, reformlar ve ihtilallerle devam ediyor.
Romanın fazla uzun olması, Pamuk’un kitabı sıklıkla tarihi bilgilerle harmanlaması akıcılığı azalttığı için bazı okurları sıkabilir ancak benim üzerimde tam tersine etkisini katladı diyebilirim. Zaman zaman tekrarlamalara düşse de ilginçliğinden bir şey kaybetmediği için bütün yıldızları hak ediyor. Türk edebiyatına muazzam bir katkı. İçinde yaşadığımız pandemi dönemini de düşününce 100 yıl öncesine giderek benzer bir salgınla mücadeleyi görmek ve aslında bazı şeylerin hiç değişmediğini fark etmek ise paha biçilemez. Kesinlikle okunmalı.
Profile Image for Uğur Karabürk.
Author 6 books133 followers
April 8, 2021
VEBA GECELERİ

‘‘Ölenleri İstanbul’a kolera diye yazarsan ‘salgın’ olur, konsoloslar elçiler karışır; ‘yaz ishali’ diye yazarsan unutulur, kimse bir şey fark etmez.’’ Sayfa 40

Veba Geceleri, bence Orhan Pamuk’tan beklentileri karşılamayan bir roman olmuş. Birçok okuyucuda da benzer yorumlar okumuştum. Hemen belirteyim Orhan Pamuk en sevdiğim yerli yazardır. Daha öncesinde yedi kitabını okuyup çok sevmiştim. ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ kitabını hariç tutarsam diğer eserlerinde sanatsal ve estetik edebi lezzetler almıştım.
Veba Geceleri kitabına bunlar eşliğinde büyük merakla başladım. Fakat okudukça; anlatımı kesen cümlelerle, tekrara düşülen paragraflarla (aynı konu olmasa bile bitmek bilmeyen merak unsuru düşük kısımlar) siyasi politik gidişatın hikayeyi arkaya çekmesiyle karşılaştım. Tüm bunlar tabii ki kitabın içine girmemi zorlaştırdı. Bazı kişiler 300. Sayfadan sonra akış değişiyor demişlerdi fakat ufak tefek değişimler dışında bir farklılık göremedim. Hatta belki bu aşırı bir yorum olabilir ama vebanın kitapta yer yer arka planda kaybolup gittiğini düşünüyorum. Karakterler oldukça kapalı kalmış. Çok fazla benimsenmiyor ya da bana öyle geldi. ‘Nerede o Kar romanındaki K. karakteri?’ dedim kendi kendime… Bir de tarihi bilgiler sık sık verilince anlatım değişip yavaşlıyor. Odaklanmayı güçleştiren unsurlardan bir tanesi de bence buydu.

Peki, eser hakkında olumlu düşüncelerim yok mu? Elbette var. Yazar kendi ifadesiyle iğneyle kuyu kazar gibi araştırma yapmış. Birçok emek ve çabanın olduğu yadsınamaz. Okurken bunu çok rahat fark ediyorsunuz. Harita, hayali ada ve hastalık tercihleri de artılar tarafından not edilebilir.
Gelelim tarihsel unsurlar kısmına. Yıl 1901 ve Abdülhamid yönetimdedir. İktidarın Abdülhamid sevgisi ve güzellemesine karşı bazı cephesel fikirleri sezebiliyorsunuz. Hem de bu esnada iç karışıklığın dış mihrapların tarafından iyice karmaşık haline getirilmesi belirtilmiş.

Benim Adım Kırmızı ve Kara Kitap yazarın en sevilen eserlerinden olduğunu biliyorum, henüz onları okumadım ama onlara öncelik vereceğim. Ayrıca Veba Geceleri’ni merak edip okumayı düşünenler sadece benim yorumlarıma odaklanarak olumsuz fikirlere sahip olmasınlar. Belki siz çok sevebilirsiniz….
Profile Image for Nurbahar Usta.
210 reviews89 followers
April 8, 2021
Çoğu Orhan Pamuk severin kitapla ilgili (özellikle beklentileri karşılamadığı yönünde) eleştirilerine katılsam da, ben duygusal bağ kurabildiğim kitaplara beklenti yönünden bakmayıp, geçirdiğim vaktin keyfine göre puan veriyorum sanırım. İşle güçle yoğunluğumdan ötürü zamana yaya yaya okumak durumunda kaldım, pek de kötü olmadı böylesi.

50. ile 70. bölüm arası benim içim kitabın en güzel kısmıydı. Özellikle Orhan Pamuk'un DnR hesabında Oylum Talu söyleşisinde tekrar tekrar "ben birçok yeri pandemi yaşadıktan sonra kitaptan çıkarmak zorunda kaldım, bana bugünün deneyimini geçmişe taşımış demesinler diye" vurgulaması üzerine okuma keyfim daha da arttı. Hem ne kadar iyi bir araştırmacı hem de tarihsel veriyi nasıl okuyabileceğini çok iyi bilen bir yazar olduğunu tekrar hatırlattı bana. Aynı zamanda "keşke pandemiden önce yayınlasaydım" gibi bir kaygısının olmayışı da beni rahatlattı. Ben olsam kafamı taşlara vurmuştum :)

Zaman zaman öfkelendim kitabı okurken bu arada, 1901 ile 2021 arasında değişen tek şeyin aşı bulma hızımız oluşu, ama bunun biz sıradan insanlar için (aşıya erişimimiz olmaması nedeniyle) hiçbir anlam ifade etmeyişi üzerine bir iki gece uykularım kaçtı diyebilirim.

Çok zamandır beklenen bir kitaptı, beklentiler yüksekti haliyle, o yüzden puan kıran herkesi anlıyorum. Bense hem OP okumayı çok özlemişim hem de çok yoğunluğum arasında bana derin derin ada rüzgarı nefesleri aldırdığı için tam puan diyorum :)

Küçük bir not: "Kara Kitap"çılardanım.
Profile Image for Kaya Tokmakçıoğlu.
Author 5 books95 followers
April 22, 2021
"Kar, ilk ve son siyasi romanımdı," demişti Orhan Pamuk yıllar önce. Bunu her "roman" yazışında tekrar tekrar yanlışlıyor. "Veba Geceleri" öncelikle ziyadesiyle politik bir metin, öte yandan roman diyebilmek bir hayli iddialı. Kendi ideolojisini empoze etmeye yönelik, bol detaylı bir "hayali" ada yaratıyor Pamuk. Çökmekte olan bir imparatorluğa gidiyoruz ama o imparatorluk çökerken ve yeninin sancıları duyumsanırken romanda karakterler, dramatik yapı vs. gelişemiyor. Ne Kâmil ne Zeynep ne Pakize ne Bronkowski Paşa romana içkinler. Şunu iddia edebilir elbette yazar: pastiş vb. pek çok teknikle -ki artık kabak tadı veren üstkurmaca oyunları da var metinde- ben "postmodern" bir anlatı oluşturmaya çalışıyorum. Bunu kabul ettiğimizi var sayalım, ortaya gene de edebî bir anlatı çıkmıyor. Özensiz pek çok cümle, gereksiz tonlarca teferruat (üzerine çokça çalıştığını gösterme tutkusu Pamuk'un), hâlâ "Batı'nın gözüyle" bu topraklara bakma sevdası, iyisi ve kötüsüyle tukaka ilan edilen tarihimiz vb. pek çok Pamuk klişesiyle bezeli metin. Türkiye'nin tarihi seyrinin bir analojisi olmadığını söylemiş Pamuk bir söyleşisinde Minger Adası'nın serencamına dair; hiç de öyle değil. İttihatçılık'tan Kemalizm'e oradan da devlet-birey çatışmasına dair pek çok klasik liberal örüntü var metinde. Tarih tezi empoze ettirmek istiyorsa bir yazar edebiyat aracılığıyla azıcık Kemal Tahir'e bakmalı, diye düşünüyorum; kötünün iyisi nasıl oluyor en azından bir fikir sahibi olur insan.
Profile Image for Aylin Sökmen.
Author 6 books39 followers
April 20, 2021
Tarihi kitap formatında yazılmış olması sebebiyle okurken beni çok sürüklemedi, yine de atmosferi, detaycılığı, göndermeleri (kaçırdıklarım olduğunu da hissettim) doğu-batı meselesi, tarihin ne kadar 'gerçek' olduğunu sorgulatması ve bunun yer yer ironik bir üslupla yapılması çok başarılıydı. Minger adası, Mingerliler ve Mingerce'yi ayrıca çok sevdim.
Üstkurmacadaki yazarın kadın olması ise bana Orhan Pamuk bir gün gerçekten tüm romanı kadın bakış açısıyla yazacak mı, bunu mu düşünüyor, sorusunu sordurttu. Bu romanın başındaki açıklamalarla sanki kendine, kendi üslubuyla yazma özgürlüğü vermiş bir bakıma. Anlatıcı Orhan Pamuk'muş gibi okudum, Tolstoy alıntısının da bir sebebi var muhakkak. Yazarın en sevdiğim romanlarından biri olmasa da çok uğraşılarak ve emek verilerek yazılmış bir roman.
Profile Image for Joy.
542 reviews82 followers
April 17, 2021
İçinde kaybolunan bir kitap. İnce ince detaylarla, her sayfadan çıkan yeni olaylarla heyecanı yüksek bir kitap. Geçtiği dönemde de öyle değil mi zaten, her an bir ülke yıkılıp bir ülke kuruluyordu. Son bir yıl içinde düzenlemeler yapınca bizim de içinde bulunduğumuz karantina laneti de daha hissedilir olmuş.
Tabii yine dinci tayfa dinle korunurken, aa o da ne ölmüş gitmiş.
(Kitabı beş dakika önce bitirdim, biraz üstüne düşüneyim, düzelteceğim bu yorumu. )
Profile Image for Ekaterina K.
26 reviews8 followers
February 8, 2022
I did not read Orhan Pamuk before, so when I heard that his latest novel “Nights of Plague” was published in Russian, I chose it as my introduction to the author. It must have been a grave mistake, as I felt absolutely nonplussed upon finishing the book. Not only is it not Nobel prize level material, in my opinion it’s simply a (poorly) fictionalized history textbook about the last years of the Ottoman Empire.

In summary, the book tells about an outbreak of bubonic plague in the imaginary Mediterranean island of Minger that takes place in 1901, when the island is still part of the declining Ottoman Empire.

One would think that the historical period Pamuk has chosen for his book as well as the plot milestones I mentioned above set a perfect stage for a strong message. However, even though the book is full of colourful historic terms such as “vilayet”, or “shakhzadeh”, or “mutasarrif”, or a more familiar “effendi”, it absolutely lacks memorable scenes, characters, taste, smell, colour, thought – all the ingredients of the true literature. It describes processes, but not actions of individual characters, trends, but not meaningful events, facts, but not what characters feel or think about them. The book’s heroes are faceless and reduced to plot devices that exist in order to offer interpretations of what is going on or, occasionally, bring forward the plot that otherwise barely moves. They have neither character nor agenda nor the range expected at the time of Goetterdaemmerung, when old empires fall and new states appear. Across all the 800+ (!) pages of the electronic book I haven’t once felt the tragedy of the epidemic wiping out the population of the small island, or the revolutionary intoxication, or the soreness of the ever-present (according to the author) religious conflicts, or, finally, the relief and happiness after the plague is eradicated.

To be fair, the novel does offer interesting less-known facts about that epoch (for example, I did not know before just how well-developed the quarantine routines in the Mediterranean were at the end of the XIX century), but this is not enough to be redeeming. Reading the book up to the end is a big challenge. To make matters worse, I had a feeling that the author had struggled to meet some KPI on length/number of words for this book, as descriptions of some places or objects are repeated time and again, often word for word. Pitas – invariably soaked in rose syrup – along with the courabie biscuits from the finest bakery in Minger pop up every other chapter in the first half of the book, the reader has no choice but to learn by heart the description of the view of the island’s main fortress from the sea, as each incoming visitor just has to stun at it, to say nothing of the rose-white stone that each house on the island seems to be built of, yet every character just has to pay attention to this fact. At some point you just can’t help laughing at the repetitions!

Finally, what struck me as strange and unsympathetic, is the way Pamuk keeps emphasizing the narrow-mindedness and backwardness of the Muslim population of his island contrasted with their educated and enlightened Greek Christian neighbours. Obviously, this could be true for certain communities and regions at different periods of their history, but the author’s inclination to relish and stress this factor even when the narrative does not require it in any way is somewhat eyebrow-raising. I could understand it better if he spoke of it with pain and shame (e.g. like Chaadaev speaks of Russia in his Philosophical Letters), no matter how objective or subjective his assessment was, but in this case it sounded like sheer time-serving.
Profile Image for Erkan.
285 reviews62 followers
Read
April 1, 2021
Bu romana puan veremeyeceğim çünkü ne puan vereceğimi bilemiyorum, bir puan vermek için de sebeplerim var beş puan vermek için de..

Öncelikle Orhan Pamuk'u sevdiğimi söylemek istiyorum. Kara Kitap, Masumiyet Müzesi ve Benim Adım Kırmızı gibi çok beğendiğim romanları var o yüzden objektif olmam zor olabilirdi aslında ama sağolsun buna mahal vermedi :)

Orhan Pamuk 550 sayfalık bir roman yazıyorsa bilirim ki kılı kırk yarar, dersini çok çok iyi çalışır ve ortaya eli yüzü düzgün bir eser çıkartır. Bu romanda da aynı durum söz konusu. Kendisinin işini çok iyi yaptığına hep şahit olduk ve bu romanda da aşırı titiz çalışmış. Tarihi bir roman yazmanın da bilinci ve belki sorumluluğuyla dönemi çok çok iyi araştırmış. Eminim onlarca kitap okumuştur. Zaten kitabın çıkması da yıllar sürdü, kalite açısından bir sorun yok.

Gelgelelim bu bir romandan ziyade tarih kitabı olmuş ve tabii ki Orhan Pamuk kalibresinde bir yazar bunu ne yaptığını çok iyi bilerek yapar. Benim anlayamadığım neden bu yola başvurduğu. Kitabın en başında tarih kitabı yazdığını ve tarihi bilgiler vereceğini söyletiyor zaten karakterine ve dediğini de yapıyor. Ben bir romanda tarihi bilgileri tabii ki kabul edebilirim ancak kitabın çoğu bu bilgilere ayrılmışsa ona itiraz etme hakkım da vardır diye düşünüyorum. Karakter ve olay gelişimi, belli bir kurgu okumak isterim şahsen. Bunlar hiç yok da demiyorum ama tarih kitabının arasına yedirilmiş gibi olmuş. Halbuki tam tersi olmalı kurgunun ve olayların arasına tarihi bilgiler yedirilmeliydi. O dönemleri (1900'lerin başı) derinlemesine merak edenler oturup tarih kitaplarını karıştırırlar zaten. Maalesef bu durum okuma şevkimi çok baltaladı ve kitap bir yerden sonra sıkıntı vermeye başladı. Seni seviyorum Orhan Pamuk ama roman yazdığın zaman :)
Profile Image for Paula.
957 reviews224 followers
August 27, 2022
A great book,by a unique writer.
Profile Image for Murat Dural.
Author 18 books626 followers
April 24, 2021
Okuduğum üçüncü Orhan Pamuk kitabı. Ne yazık ki "Benim Adım Kırmızı," vb. diğer başarılı eserlerinin yakınına yaklaşamıyor ama, ama o gerçekten iyi bir yazar, romancı. Bu gerçek değişmiyor. Hayali Minger Adası etrafında kurduğu, gerçek ve yanılsamanın iç içe geçtiği eserin kimi yerleri, dönüşümleri, kırılımları hakkında benim de fikirlerim, eleştirilerim olabilir. Nobel ödüllü bir yazara göre oldukça büyük bir geri adım, okurun uzun soluklu beklentilerini karşılamayan bir yapıt diyebilirim. Zihnimi kurcalayan dört önemli nokta var; birincisi kapak görselini kendisinin çizmesi (kapakta şehir bombalanıyor ama eserde? Ayrıca Kale adadan ayrık görünüyor, ama eserde?), ikincisi amatörce yine kendi çizdiği Minger haritalarının başta ve sonda tuhaf şekilde iki defa yer alışı, üçüncüsü romanın bitimi ile tanıtım görselleriyle donatılmış "Orhan Pamuk Kitapları" reklamı ve dördüncüsü kimseye yaranamayan, sağcısı solcusu herkesin eleştirilerine mahzar olmayı bu romanda açıkça, göze soka soka o dengede tutma isteği. İlk üçü kitap ile ilgili sonuçta yazarın karar vereceği şeyler, bana, bir okura itice geldi denebilir ama sonuncusu enteresan. Orhan Pamuk harika dili, akıcılığı, gerçek bir romancı, edebiyatçı lezzeti bir yana neden toplumsal bir muamma olmak ister, kendini oraya konumlandırır ya da Nobel Ödüllü bir yazar olarak tartışılmak, gerilimi en iyi unutulmama metodu sayar onu bilemiyorum. Yaşar Kemal'i hatırlıyorum, o kendini açıklar ve noktayı koyardı, insanlar buna rağmen onu anlamamaya çalıştı. Oysa Orhan Pamuk bizi hep "Yoksa öyle mi, böyle mi?" demeye mecbur bırakıyor. Bunca şey yazıp dört yıldız vermemin sebebi de bu; ne olursa olsun çok iyi yazar.
Profile Image for Bezimena knjizevna zadruga.
227 reviews159 followers
Read
March 16, 2022
Epidemija će romanu doneti slavu jer će mu se pristupati kao zastrašujućem kovid dokumentu, baš zato što ga je autor počeo stvarati pre ove današnje pošasti, no vremenom će ostati više kao podsetnik da su se događaji svih oblika već odigrali u uvek istim cikličnim krugovima punim bolnih i i istih propuštenih lekcija. Samo je potrebno pažljivo čitati davno napisanu istoriju, ali ne onu iz pobedničkih udžbenika, no iz krvlju stvaranih ličnih iskustava i večitih ožiljaka.

A najviše od svega, ostaće čisto književni trag na odabranim policama, veličanstvenost pripovedanja, raskošnost stvaranja, umetnost krosvremenskog povezivanja, bogatstvo likova, toplota u pristupu unutrašnjim svetovima junaka i antijunaka, taj fantastični mingerski mikroskosmos, udaljen od svega, i blizak svemu, doveden do današnjosti i ostavljen da čeka na članstvo u Uniji.

https://bezimenaknjizevnazadruga.word...
Profile Image for Leylak Dalı.
633 reviews155 followers
April 10, 2021
Orhan Pamuğun çok sevdiğim kitapları olduğu gibi hiç sevmediğim kitapları da oldu ama asla yazarlığına laf etmedim. Veba Geceleri'ni de 10 günde ıkına sıkına, adeta görev yapar gibi okumama rağmen beğenmedim diyemeyeceğim. Ben bu sıkıntılı hali hayatta başetmeye çalıştığım pandeminin kitapta da neredeyse aynısını bulmaktan kaynaklandığını düşünmüştüm ama şimdi okur yorumlarını okurken asıl noktayı buldum, duygu eksikliği Zeren'in dediği gibi. Çok araştırılmış, uzun incelemeler yapılmış, büyük emek var üstünde ama işte ders kitabı okuyor gibi bir hava yaratıyor insanda. Pek çok kişinin ortak görüşüne ben de katılıyorum, kitabın en güzel ve en önemli kahramanı Minger adası. İnsan bazen daldırıp pandemi bitse de gidip gezsek diye bile düşünebiliyor. Onun dışında hiçbir kahramanı sevemedim açıkçası, lakin gereğinden fazla uzatılmış olsa da okunmaya değer...
Profile Image for Paul Fulcher.
Author 2 books1,952 followers
December 24, 2024
Shortlisted for the EBRD Literature Prize 2023

In the year 1901, if a steamer with black coal-smoke pouring from its chimney were to sail south from Istanbul for four days until it passed the island of Rhodes, then continue south through dangerous, stormy waters toward Alexandria for another half day, its passengers would eventually come to see in the distance the delicate towers of Arkaz Castle upon the island of Mingheria.
...
This both a historical novel and a history written in the form of a novel. In this story of what took place during the most eventful and momentous six months in the life of the island of Mingheria, pearl of the Eastern Mediterranean Sea, I have also included many tales from the history of this country I love so dearly.


Nights of Plague, translated by Ekip Oklap from the original by Orhan Pamuk, is an imaginative take on historical fiction, set on the ficticious Mediterranean island of Mingheria. It covers 6 months in 1901 when the island was struck by a serious outbreak of the bubonic plague, leading to not just severe loss of life but also fundamental changes in the political organisation of what, at the time, was a territory within the Ottoman Empire.

Pamuk has chosen a framing device that the main part of the novel we're reading is itself a book written in the present day (2017) by an author who originally chooses to conceal her identity other than to note she is a daughter of Mingheria and, later, a fanatical Mingherian nationalist.. And in turn her account is a deliberate hybrid of historical fiction and non-fictional history, primarily based on letters written by the Ottoman Princess Pakize (which in the novel's world are being prepared for publication). Princess Pakize is the fictional daughter of the real-life Sultan Murad V, who reigned as Sultan in 1873 for only 93 days before he was deposed in favor of his half-brother, and spent the rest of his life in confinement in Çırağan Palace in Istanbul.

I assume Pamuk has chosen the framing idea of a novel/history hybrid to justify the amount of world-building by way of exposition within his novel (the narrator admits I have interrupted emotional scenes to provide the reader with facts and figures and the histories of government institutions) although I don't think he needed to do that as plenty of pure historical fiction contains a lot of detail. And maintaining the pretence of his framing device does lead to a lot of references to: how information was sourced; truths that will be revealed when the letters are published (When Princess Pakize’s letters are published, the historians will discover that..); disputes with other historians who have written of the period, and; the author's detailed take on what really happened in events that have now entered Mingherian legend in an idealised form.

(And that last example is one of the format’s flaws. Since Mingheria doesn’t exist, the narrator has to “remind” us of what current day legends say about the events before she can show us what actually happened)

Pamuk pulls this all off very convincingly, but given the length of the novel, these repeated interruptions to the story became wearying, and add to its already excessive bulk.

The story itself has something of a soap-opera flavour in terms of both the day-to-day detail and melodramatic twists, although, framing device diversions and the odd tedious side-story aside, it did keep me interested. That said, the ending didn't deliver a payoff worthy of the page count - the novel's blurb in English implies something of a murder mystery ('plague is not the only killer') which isn't really delivered, or needed, and when the fictional narrator does reveal her identity in a coda one is left wondering why (both for her account, and for Pamuk's novel) it was concealed.

Where the novel does work well is in the way Pamuk has weaved the history of Mingheria into that of the wider Ottoman Empire and the great power's struggle over the crumbling remains thereof.

Pamuk remains a fine author, and any 700 page novel (please please editors - stop letting these through) that keeps me reading rather than throwing it across the room must be doing something right. But ultimately this is a flawed work - 3 stars.

Extracts

From the fictional narrator's introduction, justifying the hybrid nature of the work:

When I began to research the events that took place on the island during the outbreak of plague in 1901, I realized that although an understanding of the subjective decisions taken by the protagonists of this brief and dramatic time could not be achieved by historical method alone, the art of the novel could help, and so I set out to bring the two together.

But readers must not think to find my starting point in these complex literary conundrums. It really all began with a series of letters I gained access to, and whose invaluable riches I have sought to reflect in this book. I was asked to annotate and prepare for publication one hundred thirteen letters that Princess Pakize, third daughter of the thirty-third Ottoman sultan Murad V, had written to her older sister Hatice Sultan between 1901 and 1913. The book you are about to read began as an "editor's introduction" to that correspondence. The introduction grew longer, and broadened with further research, until it turned into the book you are now holding.

Because I have written a history book at the same time, I have often deviated from and indeed broken the rule of the single point of view. I have interrupted emotional scenes to provide the reader with facts and figures and the histories of government institutions. Right after describing a character's innermost feelings, I have swiftly and boldly moved on to a completely different character's thoughts, even when the first character couldn't possibly have known what they might be.


From the opening of the novel/history itself, following on from the 1st half of my opening quote, which gives a flavour of the detail of Pamuk's created world and how he inserts in real history:

As soon as this magnificent image—which Homer described in the Iliad as “an emerald built of pink stone”—appeared on the horizon, ship captains of a finer spiritual disposition would invite their passengers on deck so that they could savor the views, and artists on their way to the East would avidly paint the romantic vista, adding black storm clouds for effect.

But few of these ships would stop at Mingheria, for in those days there were only three ferries that made regular weekly trips to the island: the Messageries Maritimes Saghalien (whose high-pitched whistle everyone in Arkaz recognized) and Equateur (with its deeper horn), and the Cretian company Pantaleon’s dainty vessel the Zeus (which only rarely sounded its horn, and always in brief bursts). So the fact that an unscheduled ferry was approaching the island of Mingheria two hours before midnight on the twenty- second of April 1901—the day our story begins—signaled that something unusual was afoot.

The ship with pointed bow and slender white chimneys closing in on the island from the north, stealthy as a spy vessel, and bearing the Ottoman flag, was the Aziziye. It had been tasked by Sultan Abdul Hamid II with transporting a distinguished Ottoman delegation from Istanbul on a special mission to China. To this delegation of seventeen fez-, turban-, and hat-clad religious scholars, army officers, translators, and bureaucrats, Abdul Hamid had added at the last moment his niece Princess Pakize, whose marriage he had recently arranged, and her husband, Prince Consort Doctor Nuri Bey. The joyous, eager, and slightly dazed newlyweds had not been able to fathom the reason for their inclusion in the delegation to China, and had puzzled over the matter at great length.

Princess Pakize—who, like her older sisters, was not fond of her uncle the Sultan—was sure that Abdul Hamid had meant her and her husband some kind of harm by putting them in the delegation, but she had not yet been able to work out what the reason might be. Some palace gossips had suggested that the Sultan’s intention must be to drive the newlyweds out of Istanbul and send them to die in yellow fever–infested Asian lands and cholera-ridden African deserts, while others pointed out that Abdul Hamid’s games tended to be revealed only once he had finished playing them. But Prince Consort Doctor Nuri Bey was more optimistic. An eminently successful and hardworking thirty-eight-year-old quarantine doctor, he had represented the Ottoman Empire at international public health conferences. His achievements had caught the Sultan’s attention, and when they had been introduced, Doctor Nuri had discovered what many quarantine doctors already knew: that the Sultan’s fascination with murder mysteries was matched by his interest in European medical advances. The Sultan wanted to keep up with developments concerning microbes, laboratories, and vaccinations and introduce the latest medical findings to Istanbul and across Ottoman lands. He was also concerned about the new infectious diseases that were making their way toward the West from Asia and China.
Profile Image for Meltem Sağlam.
Author 1 book165 followers
October 5, 2022
İlk dönem eserlerini çok sevdiğim Orhan Pamuk’un en beğendiğim romanlarından birisi oldu. Alt metni okuyabilmek zor olmadı. Karakterleri ve konuyu sevdim.

Bence çok farklı ve özel bir yazım tarzı var romanın. Bu tarzı da çok beğendim.

Gerçek tarihi olaylar ile kurgu bir arada anlatılıyor. Büyük bir emek verildiği açıkça görülüyor. Karakterlerden çok olaylar ön plana alınmış.

2021 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü alan bu romanın, alt metni için 4 yıldız, roman ve emek için 5 yıldız.



“…Mazide bugünü görmenin aslında isyikbali hayal etmek olduğunu anladı…”, sf; 403.
Profile Image for Titi Coolda.
217 reviews114 followers
September 2, 2024
Un roman scris în manieră clasică cu multă informație despre viața din Imperiul Otoman și despre pandemii. Are ș-un filon detectivistic. O declar cea mai faină carte a lunii august.
Profile Image for Sorin Hadârcă.
Author 3 books259 followers
October 20, 2022
Fabulous literature. One could sense that it was written during the pandemic for what has happened only recently had also happened before (with quarantine, deathtolls, antivaxers and whatnot). And will happen again, no doubt, across similar patterns. Yet, strictly speaking, it is not a pandemic novel, it is so much more.

Despite being set on a fictional island, the history of Mingheria seems so real (Macondo of The Hundred Years of Solitude comes to mind as another example of fictional setting which invites one to google the maps), that the historic dimension gets a new meaning. History not as something lost and forgotten, but something connected to nowadays. Through cause and effect, living mythology, bloodlines... I wished I was a more careful listener of my grandmother's stories.

So you have pandemic and history. It doesn't stop here. Fiction and reality intertwine on so many levels. Abdul Hamid wants his Empire reformed in an European way (and crimes to be uncovered just as Sherlock Holmes did). Naturally, the method is also inspired from a book (I will not mention which one so as not to spoil the discovery). That is classic Pamuk. Out of the Museum of Innocence (the novel) a full fledged museum spawned on the all too real Cukurcuma street in Istanbul. I wouldn't be overly surprised if by the end of his days the novelist buys a Mediterranean island and turns it into Mingheria. With a rose on a banner and sighnposts in the Mingherian language. We'll see.
Profile Image for Judy Abbott.
859 reviews54 followers
March 28, 2021
Kitap, tarihçi Mina Mingerli'nin yazdığı bir tarih anlatısı olarak kurgulanmış.

Osmanlı vilayeti Minger Adasında veba salgını başlamasıyla, Abdülhamit'in adaya doktor göndermesi ve adadaki salgınla beraber gelişen siyasi ve toplumsal olayları irdeleyen bir tarih kitabı bu.

Adayı çok güzel canlandırmış Pamuk, sokak sokak, dükkan dükkan, Minger son derece sahici bir yer. Ada ahalisi de öyle, herkesi tek tek gözümüzün önüne getirebiliyoruz. Her karakter son derece sahici. Abdülhamit, Osmanlı'nın son günleri ve Osmanlı'da ecza konusunda da belli ki son derece detaylı araştırmalar yapmış yazarımız.

Salgın ilerledikçe olanlar ise artık biraz uçuk geldi bana, yani sonuçta bu kitabın amacını anlamadım açıkçası.

Pamuk'un gözümü rahatsız eden, imlâ açısından gerçekten hatalı olduğunu düşündüğüm cümleleri var, twitter'da biri yazarın bunları bilerek romana serpiştirdiğini, sonra da bizimle eğlendiğini yazdı. Bilemiyorum.
Displaying 1 - 30 of 905 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.