"Özgünlük" ve "yeni"nin sürekli övüldüğü bir çağda, detaylarda ne kadar ayrışsak da temelde birbirimize çok benziyoruz. Sadece birbirimize benzemekle kalmıyoruz; bizden önceki nesillerden de o kadar farklı değiliz. Teknolojinin ve modernitenin getirdiği tüm yeni imkânlara rağmen birçok alışkanlığımızdan vazgeçemiyoruz. Benzer durumlarda benzer tepkiler gösteriyor, âdeta ezbere yaşıyoruz. Ve bunu değişmediğimizin pek de farkında olmadan yapıyoruz. Gözlemlemenin, sorgulamanın, tutarlı fikirler geliştirmenin sancılı sürecine katlanmaktansa reklamvari sloganlarla özgünlüğü yakalayabileceğimizi sanıyoruz. Ve sonunda her tembel öğrenci gibi sınıfta kaldığımızda hocayı suçluyoruz.
İşte Ezbere Yaşayanlar, bir türlü vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımızın tarihî arka planıyla birlikte antropolojik, sosyolojik ve psikolojik kökenlerini irdeliyor.
Bizim gibi olmayanlara neden tahammül edemiyor, yabancıdan ve farklıdan neden korkuyoruz? İnsanları niçin konuşma tarzına göre yargılıyor, argo kullananlara ya da aksanlı konuşanlara niçin yukarıdan bakıyoruz? Şu rasyonalite çağında neden hediye alıyoruz ve birbirimize bir şeyler ısmarlıyoruz? Niçin dedikodu yapmaktan vazgeçemiyoruz? Son elli yılda birçok hak edindikleri halde kadınlar neden erkeklerden farklı meslekler tercih etmekte ısrar ediyor? Bunca bilimsel gelişmeye rağmen neden hâlâ fala ve büyüye inanıyoruz?
Yukarıdaki sorulara cevap ararken anekdot denizinde boğulmadan diyardan diyara koşup çağdan çağa savrulacağız. Taş Çağı'ndan modern zamanlara, Kalahari Çölü'nden Trobriand Adaları'na, Güney Sudan'dan Alp Dağları'na, Çin'den Aztek diyarlarına keyifli bir yolculuğa çıkmaya, Evliya Çelebi'den Torquemada'ya, James Cook'tan Şamhat'a, Kraliçe Njinga'dan İmparatoriçe İrene'ye, konuşan şempanzelerden Akıllı At Hans'a, yamyamlardan hadımlara birçok ilginç karakterle tanışmaya hazır mısınız?
Ezbere Yaşayanlar'da iki yüz bin yıllık insanlık mirasının ortaya koyduğu birbirinden değişik toplum ve kültüre yönelerek davranışlarımızı şekillendiren ana etmenleri inceleyecek; kültürle biyoloji, geçmişle gelecek, gelenekle yenilik arasındaki çekişmeyi merkeze alarak, şartların alışkanlıklarımızı ne noktaya kadar değiştirebildiğini tetkik edecek ve doğamıza ne kadar hükmedebildiğimizi göreceğiz.
Sanırım Emrah Safa okumalarında sona yaklaşıyorum ve en ilginç olan da ilk kitabına başladığım zaman Doçent olan hocamız bu kitabına geldiğimde Profesör oldu :)
Emrah Hoca’nın tarih anlatılarında ara ara gündelik hayat, genel kültür ve sosyolojiye yakın başlıklara uğradığını farkediyordum ve bu adamla ne güzel tarihsel dedikodu ve sanat konuşulur diye düşünüyordum. Kitabı okumaya başladığımda bu fikre paralel cevaplarımı da almış oldum. Kitap, tarihsel ve sosyoloji temelli bir anlatıyla gündelik hayatın ve evrensel düzeyde herkesin ortak alışkanlıklarına doğru bir anlatı yolculuğu yapıyor. Bazı bölümler ciddi anlamda kâğıt kalem kullanma ihtiyacı yaratıyor çünkü hepimizin yıllardır neyi neden ve hangi sebeple yaptığımızı anlamlandıramadığımız sonuçları yüzümüze ayna gibi tutuyor. Özellikle tüketim toplumu ve hız çağ’ının hepimize dayattığı hap zaman aralıklarında her şeyi yapma isteğimizin; gelişim ve değişimimize katkısı olup olmadığını hemen hemen her başlık altında görüyorsunuz. Kitabın alt başlıklarında; farklı olana tahammül, bireyin topluluk içinde kabul görmesi, hoşgörü, adetler, aidiyet, konuşma, dil ve yargılama, edebiyat akademi ve okuma gibi sizi derin sulara çeken akıcı bir anlatım mevcut. Küçük bir eleştiri yapacak olursam da; Emrah Hoca beyaz yakalı diye tanımlanan gruba biraz fazla olumsuz kafayı takmış durumda ve bu durumun kendi okurunu ve izleyicisini görmesini engellediğini düşünüyorum.
Son olarak kitabın referans kısımlarının bir yerinde Goodreads’i de görmüş olmak beni ayrıca mutlu etti çünkü kendisi de buralarda volta atıyor diye düşündüm.
Şimdi burada Sultanın Korsanlarına doğru bir yelken açma vaktidir diyelim. Saygılar, sevgiler
Kitabın ana fikri, kültürel gelişmelerin teknolojik gelişmelerin gerisinden geldiği. Teknoloji çok büyük hızla gelişiyor ancak nesiller bir hatta iki önceki nesil tarafından yetiştirildiğinden teknolojik gelişmelere uygun kültürel kodların ortaya çıkması da 1-2 nesil alıyor. Bu yüzden eskiden belli bir ihtiyaca denk geldiği için rasyonel sayılabilecek adetler artık irrasyonel kalsa da varlığını sürdürüyor. Bu tespit kulağa klişe ve çok bariz gelse de aslında benim pek de düşündüğüm bir şey değildi. Kitap bu konuyu açıklıkla ve sosyolojik, antropolojik ve tarihi araştırmalardan yola çıkarak bütünlüklü bir biçimde ele alıyor. İyi bence. Ha, araştırmalar ana fikri desteklemek üzere özel olarak seçildiğinden biraz confirmation bias'tan muzdarip olabilir. Ama hemen her konuda birbirine zıt sonuçlar bulan araştırmacılara da referans veriyor, bu yüzden mesela bir Jordan Peterson'a nazaran daha dengeli diyebilirim.
Kitap yukarıdaki meseleyi bütün tarih açısından ele aldıktan sonra günümüze odaklanıyor. Bugünkü teknolojik gelişmeler özellikle bireylerin hayatını değiştiren ve doğrudan bireylere pazarlanan ürünler ortaya çıkardı. Bu pazarlama tekniği, kişisel gelişim kitapları başta olmak üzere çeşitli yöntemlerle sürekli herkese çok özel oldukları ve "her şeyin en iyisine layık" oldukları fikrini aşılamaya çalışıyor. Ama bu "her şey"in ne olması gerektiğine dair kültürel kodlar halen bir-iki nesil öncesinin alışkanlıklarından geliyor ve bunlar artık işe yaramıyor. Dolayısıyla insanlar her şeye kolayca erişebilecekleri bir ortama sahipken, neye erişmeleri gerektiğini bilemez haldeler. Ve bu kaostan doğan kültürsüzlük ortamında çoğunluğa kalan şey sürekli tüketim yaparak tükettikleri şeylerle hava atmak, bu şekilde ne kadar özel olduklarını ispatlamaya çalışmak. Ama herkes aynı şeyleri tükettiğinden yine aslında herkes birbirine benziyor.
Kitabın önerisi bu hava atma kültürüne ve bunun uzantısı olan malumatfuruşluğa kapılmak yerine daha derinlikli düşünebilmeyi, olayları daha bütünlüklü analiz edebilmeyi sağlamak amacıyla kendini geliştirmek. Bilginin edinilecek, tüketilecek bir şey değil bitmeyen bir öğrenme yolculuğu olduğu vurgusu güzel. Kitabın sonundaki tavsiyeler de buna yönelik, ama ESG'nin neredeyse bütün videolarında anlattığı şeyler olduğundan pek yeni bir şey göremedim.
Kitapta hediyeleşme ve dedikodu üzerinden toplumsal hiyerarşinin nasıl kurulduğu, belirsizlik durumlarında fala başvurmanın beynin bilinçaltı düşünme süreçlerini tetikleyerek yaratıcı çözümler bulmayı kolaylaştırdığı gibi tespitler ise ilginçti. Bengü Üçüncü'nün elinde patatesle balkonda kilitli kaldığı anekdot da müthişti.
Genel olarak ESG'nin konulara yaklaşımını ve üslubunu beğeniyorum. Ama bu kitapta bazen yorulduğumu hissettim. Popüler kültür göndermeleri güzel, konudan konuya atlamak da alışık olduğum bir şey ama burada biraz abartılmış gibi geldi.
QR kod kullanımı yenilikçi ve bence de yaygınlaşacak bir teknik. Kime gösterdiysem aa oha çok iyiymiş dedi. Ama ufak bi eleştiri: Kodlar Youtube vb. sitelere doğrudan link veriyor. Eğer o Youtube videoları kaldırılırsa, linkler uçarsa o QR kodlar kurbağa olacak. İleride bu tür kitaplar için web siteleri açılıp, doğrudan link vermek yerine kitabın sitesine link verilmesi daha iyi olur. Linkler kurbağa olduğunda değiştirebilirler, ayrıca birtakım ek notlar koymak da mümkün olur. Sürekli güncellenebileceğinden kitap baskıdan sonra da değişebilen ve yaşayan bir şey haline gelir. Lisa Feldman Barrett'ın How Emotions Are Made kitabında bu tür linkler vardı örneğin. O kitap için bir Wiki sitesi oluşturmuşlar, orada ek dipnotlar ve bir sonraki baskıda gelecek olan düzeltmeler filan var. Ama onda da QR kod yoktu, linkleri elle girmek gerekiyordu. Bu iki yaklaşımı birleştirmek lazım.
Neyse yani sonuç olarak güzel kitap. Hatta Türkiye'deki kültürsüzlük ve ahlaki çürüme ortamını düşününce çölde su bulmak gibi oluyor. Takdir edilesi, tavsiye olunası.
Yazarın ısrarlı illiberal tutumu dışında analitik ve tarihselliği göz önünde tutan saygıdeğer bir bakış açısı var. Her ne hikmettense her alanda sayısal verilere başvururuken iş liberal dünya görüşünü eleştirmeye gelince herhangi bir sayısal veri vermeye yeltenmiyor bile. Halbuki bu liberallerin oldukça başvurduğu bir yöntem. Harari hakkında kendisinin yapmış olduğu popülizm yönündeki eleştiriler kadar yoğun olmasa da kendisi eleştirilmeyi hak ediyor. Ayrıca ben kendisinin bu objektif ve bilimselliğe yakışan bir tutuma sahip olabileceğini gerçeğini de görerek yakın türkiye tarihi hakkında yazmaya davet ediyorum. Bence ortaya iyi şeyler koyabilir.
Düşünce adına hiçbir atılım yok. Kitaptaki konu başlıkları üzerine bazı wikipedia sayfalarında gezinseniz, farklı sitelerden yazılar okusanız belki daha eleştirel bakış açılarından okumuş olursunuz hem de paranız cebinizde kalır. Her bölümde bilginin, teorinin karikatüristik biçimlere sokulup sırf sayfayı doldursun bunu da söylemiş olayım kafasıyla uzun uzun anlatılmasını, gereksiz yere popülizm uğruna derinleştirilmeden bir espriye, kelime oyununa kurban gittiğini görünce kitabı bırakmak zorunda kaldım. En iyi ihtimalle lise veya ortaokul seviyesinde bir kitap.
Ve şunu da söylemeden geçmek istemiyorum, eğer Türk akademisinin hali buysa doların 20-30lara gelmesine şaşmamak lazım. Tek bir orijinal düşünce, tek bir orijinal cümle yok.
Öncelikle kendisini baş öğretmenlikle suçlamayacağım, özel ricası üzerine. :)
Yazarın kendisini karşıtına koyduğu, vasatlaşma, neoliberalizmin tüketim kültürü ve bunun düşünsel dünyaya etkileri son zamanlarda daha çok konuşulsa da, yazarın bir misyon ile kitabı yazmış olması, hem bireysel hem de toplumsal bir ihtiyacı görüp, buna işaret ediyor olması kitabı etkili kılan ana öğe.
Bunu yaparken lafını sakınmaması, özellikle politik doğruculuk konularında cesur davranması da takdiri hak ediyor. Zira kendisinin de çok vurguladığı güdülenmiş tüketim alışkanlıklarına göre şekillenen düşünsel üretimlerden birini yaparak çok daha fazla para kazanabilir ama bir aydın sorumluluğu göstermeyi sosyal sermayesinin gerçek değeri olarak görmüş olması sevindirici. Örnekleri var ama artması bir düşünsel dünya mücadelesi, verilmeli.
Kitaptan genel olarak memnun olsam da bazı eleştirileri de yazmak istedim;
1-İnsanın biyolojisi ve insanın sosyal varlığı arasındaki ilişki kitapta uzun uzun işleniyor ancak ve ancak bu ilişkinin aslında bu iki alanın birbirinden ayrılamaz bir bütün olduğuna da işaret ettiği vurgusu eksik. İnsanı biyolojik makine olarak gören biyolojik belirlenimci görüşlere yer veriyor zaman zaman, yer verdikten sonra bu düşüncelerin insanın sosyal varlığını yadsıdığı için yetersiz olduğunu da söylüyor ama bu eklemeler biraz ürkek ve çekingen. İnsanın biyolojisi ve sosyal varlığı ile bir bütün olduğu ve insana dair değerlendirmelerin bu bütünlükle yapılması bir zorunluluk, bunun eksik olduğu her değerlendirmenin de eksik olduğu gerçeğini daha yüksek sesle dillendirmesini beklerdim.
2-Homo economicus örneğinde Marks'ın da bu düşüncede olduğunu söylüyor. Buna katılmak mümkün değil, ideolojiden, alt yapı ve üst yapıdan bu kadar çok bahseden birinin, insanı homo economicus gibi bireyci bir tanıma indirgeyeceğini bekleyemeyiz.
3-Bir çok konuda insanın davranışlarına dair kalıpların, olguların ortaya çıkışının tarihsel arka planını ve sosyal koşullarını anlatıyor ancak bunları sonraki bölümlerde insanın doğasının ayrılmaz parçası gibi ele alıyor. Mistizmin tarihteki ortaya çıkışını anlıyoruz, günceldeki işlevini anlıyoruz ama sonrasında mistizmin insan doğasının bir ihtiyacı olduğu sonucuna varıyoruz. Bu sonuca katılamıyorum, mistizmin toplumsal ilişkilere bu kadar içkin bir nedenselliği varsa, ortadan kalkması da bu ilişkilerin mistizmin bir amaca hizmet edemeyeceği bir toplumsal model ile mümkün. Bunun yapılamıyor olması, doğamızın bir ihtiyacı olmasından öte yazarın da tekrarladığı sınıfsal tahakkümün buna ihtiyacı olması.
4-Pozitif anlamda kullandığı Burjuva kültürü kavramına hem fikir olamam. Hem burjuvazinin yarattığı neoliberal yıkımdan bu kadar bahsedip hem de kültürel gelişmeyi aynı burjuvazinin adı ile anamayız. Burjuvazinin devrimci bir sınıf olarak ortaya çıktığı devrimler çağında ki burjuva aydınlanmacılığı ile bugün ki ihtiyacımız olan kültürel gelişmeyi denkleyemeyiz. Hem burjuvazi aynı burjuvazi değil hem de ihtiyaç aynı ihtiyaç değil. Nasıl ki aydınlanmanın kökeni devrimci bir sınıfsa, bugün ki aydınlanmanın da kökeni devrimci potansiyeli olan sınıf olacaktır. Yazarın aydınlanmayı ismiyle anmaktan çekinmediği sınıfın toplumsal düzenini eleştirmesi ve idealindeki aydınlanmanın önündeki en büyük engellerden biri olarak görmesi bir çelişki. Bu çelişki yetmediği gibi öykündüğü burjuva kültürünün devrimci bir sınıf olarak burjuvazinin ortaya çıkışını görmezden gelmek olduğunu düşünüyorum. Yazar politik doğruculuk yapmadığı gibi politik bir taraf da seçmemiş olabilir ama aydınlanmayı gerici bir sınıfın ismi ile anması kabul edilemez.
Bilginin edinilecek bir şey olmadığını onu ancak geliştirilebileceğini öğrendiğim bu kitap benim için anlaşılması zaman zaman zor olan diline rağmen Bunu Herkes Bilir kitabına ek olarak okunmasının, özellikle okumayı bilgiye üst düzeyde ulaşmak için en büyük enstrüman olduğunu anlatan son bölümünün okunması gerektiğini düşünüyorum. Bir de yabancı dil öğrenen insanlara bir cümle ile bitirelim yorumumuzu. (Bu çoğul dil kullanımını kitaptan kaptım🙂) "Bir insan kitap okumayacaksa neden yabancı dil öğrenir ki?"
Bence okunması gereken bir giriş kitabı. Fakat asıl soru neyin giriş kitabı. Alışkanlıklarımızın kökenlerine öğrenmekle kalmıyoruz bir düşünce şekili ile tanışıyoruz. Aslında hocanın YouTube kanalında yaptığı şeyin kitap halini görüyoruz. Kitaptan bir aydınlanma beklemek anlamsız bir beklenti ama bakış açınızı geliştirmek için güzel bir başlangıç kitabı. Ayrıca okuması gayet keyifli ve akıcı.
Emrah Safa Gürkan'ın daha önce herhangi bir kitabını okumamıştım. Kendisini Youtube ve Twitter üzerinden takip ediyordum. Youtube'da yaptığı yayınlardaki anlatım tarzını seviyorum. Karmaşık konuları daha basite indirgeyip anlatıyor kaynakları ile. Bu kitapta da aynı şekilde karşımıza çıkıyor. Karmaşık ve gerçekten ezbere yaptığımız davranışlarımızın nedenlerini bize anlatıyor. Bu anlatımları da renkli fotoğraf ve resimler ile destekliyor. Ayrıca ilk kez bu kitapta denk geldiğim QR kodlar ile de bazı konular ile ilgili videolar izlemenize yardımcı oluyor. Ancak dinlerken fark etmediğim ama okurken zorladığım bir konu var. Lafları yani cümleleri biraz uzatması. Araya konudan biraz alakasız bazen şakalar ve bilgiler sıkıştırması. Belki normalde de bu şekilde yazıyordur, bilemiyorum. Bu yöntem zaman zaman iyi olsa da, bazen okuduğum yerlerde beni zorladı.
Kültür oluşurken ihtiyaç duyarak edindiğimiz ilkel alışkanlıklarımız günümüzde neden hala tezahür etmekte sorusuna sosyoloji, psikoloji ve evrimsel biyolojiye değinerek cevaplar veren ve son bölümde bahsettiği giriş kitaplarına bir örnek olan eser. ESG ülkemizin en entelektüel insanlarından birisi bence. İncelemelerin bazılarını okuyabildim, okurunun da genel olarak entelektüel olduğunu görüyorum. Not: hediyelesme ve ısmarlama alışkanlığının kökeni beni güzel aydınlattı.
Gündelik alışkanlıklarımızın, sosyolojik ve antropolojik kökenleri çokça kaynak ve araştırma verisinden yola çıkarak masaya yatırılmış kitapta. Okuması kolay ama çerezlik bir kitap da değil açıkçası. Dedikodudan, iletişim kurma biçimlerimize, meslek seçimlerinde cinsiyet faktörlerinin etkisine büyü, fal, ısmarlama gibi irrasyonel alışkanlarımızı kendimizi rasyonel addetmemize rağmen neden hala sürdürdüğümüzü irdelemiş. Sanayi sonrası toplumunun tarım toplumu düşünce yapısından kurtulamamış olmasının vurgusu özellikle önemli. Hatta bazı alışkanlıklarımızın kökeninin kabile yaşantısından geliyor olduğunu da aktarmış. Kapanış bölümünde de neyi, neden ve nasıl okumamız gerektiği konusunda da oldukça faydalı bir yol haritası çıkarmış.
ESG, genel olarak bu tarz kitaplarda tartışılan konuları bir de kendi kitabında tartışarak nispeten güvenli bir alanda kalmayı tercih etmiş. Kitapta bahsedilen konulara düzenli olarak okuyan kişiler kesinlikle aşinadır.
Yani kitaba baktığınızda aslında batı cephesinde yeni bir şey yok. Fakat hem bir tekrar hem de bir hatırlatıcı olması için okunabilecek çerez bir kitap.
Önünde bu kadar büyük bir örnek havuzu olmasına rağmen din ve inanç konusundaki -özellikle islam- orta yolcu, suya sabuna dokunmak istemeyen; hatta bazen aklama gibi hissettiren genel tavrı dışında güzel noktalara değinen, daha önce düşündüğüm ve benzer fikirde olduğum da çoğu şeyi dile getiren güzel bir kitap olmuş. Yeni bir şeyler arayışındaysanız sizi tatmin etmeyebilir.
Herkesin kırmızı çizgilerinin oluşuna yapılan eleştirilerin olduğu bir eserin kırmızı çizgilerinin oluşunun rahatsız ediciliği ve meselenin inanç ve din alanına daha yakından yaklaşılmadığında yeterince kapsamlı olmayışını düşünmemden tam olarak sevemedim.
Ayrıca insanın biyolojik-sosyal yapısına ve farklı görüşlere değiniyor ancak bunların iç içe geçmiş bir bütün oldukları vurgusu yeterince iyi değil. Fal/Büyü bölümünde ise bunların, ateizmde bile görülebilmesi referans edilerek "doğa"mızdaki ayrılmaz bir şeymiş gibi sunuluşuna katılmıyorum, daha doğrusu bu şekilde mesele çok tek yönlü ve eksik kalıyor.
Bunlar dışında kalan kısımları ise genel olarak beğendim. Özellikle çağımız için ezbere yaşadığımız vurgusu çok iyi. Modern topluma yapılan eleştiriler yerinde. Tek yönlü kalmayıp farklı açılardan konuları değerlendirmesi güzel. Uzunca burayı açmayacağım ama yukarıdaki eleştirilerime rağmen okunulacak bir kitap, kötü değil.
Biraz da övmek gerekirse son bölümde değindiği hemen herşey çok yerinde, anti-entelektüeliz'me karşı söyledikleri yerinde. Önereceğim bi bölüm, genel olarak beğendim, bu bölüm özelinde 4,5. Goodreads referansına selam olsun, dilerim bahsettiği koşulsuz kabulün reddini ve farklı bakış açısını sunabiliyorumdur.
Not: Son bölümdeki "Biri bir işi romantize ediyorsa o işi kötü yapıyordur" lafına katılmıyorum. Bana kalırsa bir tür nedensellik sorunu var: İşin kötü yapılması sonuç ama nedeni işin romantize edilişi değil. İşi romantize etmek yapma tarzına ilişkin bir durumken kötü yapmak iş bilmezlikle alakalı bir durum. Somut örnek vermek gerekirse: Kitap okumayı romantize eden ama romantizasyonu keşfetme deneyimini olumsuz etkilemeyen, sadece bir tarz olarak okumayı deneyimlemekte kullanan birisinin okumasının kötü olduğunu iddia edemezsiniz. Aksi koşullarda, yani romantizasyonun okuma deneyimini bozduğu/ hedefinden saptırdığı noktada katılıyorum tabii ki. Sadece genelleme doğru değil.
Redaksiyonu, dili vs mükemmele yakın. Sf 273-274 geçişinde herhalde "aslında" yerine "aklında" yazılmış, tek problem o görebildiğim. Zaten o kısım akılla ilgili olduğu için edim hatası diyelim. :)
ESG tarihçilerin içinde post-Benedict Anderson'cılardan biri olarak pırıl pırıl parlıyor. Tabi söyleyebildikleri var, söylemek isteyip de söyleyemedikleri var.
Neyse, asıl mesele Hegel eksikliği. Efendi Köle diyalektiği yok anlatısında. Kadın-erkek ve patron-çalışan hikayelerinde bu sebeple eksik kalmış. Graeber'den fazlasıyla etkilenmiş. Örnek olarak mesela kadınların kazanımlarında erkeklerin en azından kapalı da olsa rızası olabileceğini düşünememiş.(sf 199) Aynı zamanda ahlaki bir çürüme belirtisinin bir zaman için gerçekten çürüme belirtisi, ama daha sonraki bir başka zaman için son derece sıradan olduğunu da düşünememiş.(sf 107) Beyaz yakalılar hakkında gerçekten az gözlemi var. Çalışanlar arası ilişkileri rekabete indirgemek artık komik bir 90'lar broker filmi klişesi mesela. Ama okulla çalışanlar arası benzerlikler kurarken rekabeti öne çıkarmaya bir beis görmemiş. (Sf 84)
İçerdiği bilgiler ve referanslar konulara aşina olanlar için tanıdık. Graeber yanında Diamond vs. Ama incelenmesi gereken başka yığınla referans da verdi bana. Güzel oldu. Kendine bir şeyler katmak isteyenler için güzel kitap.
"Bollukta değil yoklukta eşitlenmek Türk toplumunun vazgeçemediği prensiplerinin başında geliyor."
"Ezberci bir eğitim sisteminin ürünü olarak, birçoğumuz bilgiyi “keşfedilecek” sonsuz bir şey gibi değil de “edinilecek” sonlu bir meta gibi görüyoruz."
"Beraber yemek yemeyen grupların birbiriyle kaynaşması neredeyse imkansız. Yiyeceğin verilen ilk hediye olmasının nedeni de aslında evrimsel. Bu karşılıklı paylaşmadan bir güç ilişkisi doğuran ise daha iyi avcıların daha rahat çiftleşme olasılıkları bulmasıydı."
Çok çeşitli konulara değişik perspektiflerden yaklaşmış Emrah Hoca. Yer yer nitelikli eleştiriler kondurmuş. Biraz yavaş ilerledi ancak keyif alarak okudum.
ESG cehpesinde yeni bir şey yok. O bildik üslup, aşina olduğumuz göndermeler ve gevşek/gevrek tarz. Kitabı yayımlandığı ilk günlerde almıştım daha yeni bitirebildim. Tabii bunda araya giren daha sürekleyici başka okumaların da etkisi var.
Geçmişten günümüze getirdiğimiz alışkanlıklara çok fazla sayıda örnek vererek güzel açıklamış ESG. Basit bir anlatımı olmasıyla birlikte düşünmeye sevkeden bir eser olmuş, klasik bir tarih kitabından çok tarih ile bezenmiş bir deneme yazısı tadında idi. Okurken çok zevk aldım. Son bölümün konusu olan nasıl okumalıyız bölümü güzel fikirler veriyordu. Not: Harari’nin yaptığınız çoğu övgüyü de çoğu eleştiriyi de bu kitaba yapabilirsiniz. Ben şahsen Sapiens kitabını baya sevmiştim. Yine de okuyucu kitlesi korkunçtu.
Kitabın içeriğinden bahsetmeden önce QR kodlarıyla bizi yönlendirdiği kısımları çok beğendim, hem kitabın sizinle "konuşuyor" olduğu hissiyatını veriyor hem de arada Bob Dylan dinleyebiliyorsunuz. Konu itibarıyla hitap edilen kesim yine ortalamanın üzerinde olsa da dil ağır değil hatta günlük dilden çok farkı da yok. Eğitim sistemimiz bize kaynak taramayı öğretmediğinden, hocanın 40 sayfalık bir kaynakçadan yararlanması ve bilgi edinme yolları sunması genç okuyucular için bir fırsat.
Çok önemli bir çalışma olmuş. İnsanın ufkunu açan kitaplardan.
ESG'nin hiç bir zaman konformizme teslim olmayıp her zaman kendisini ve insanları daha komplike düşünmeye itmesine hayranım. İnsanların hep hoşuna gideceği şeyleri söyleyip Türkiye'de çok daha para kazanabilirdi ama kendine sadık kalıp çalışmalarını çeşitlendirip daha değerli eserler ortaya koydu.
Esg hoca bu kitapta, günlük yaşantımızda benliğimizi oluşturan sosyal davranışlarımızı , ritüellerimizin kökenlerini anlatmakta. Bilmediğim çok ilginç bilgiler öğrendim. Son bölümde kitap ile alakalı bölümü ayrıca beğendim. Tavsiye ediyorum.
"Düşünmenin külfetinden kaçmak için insanın başvurmayacağı yol yoktur. (Joshua Reynolds)"
"Onsekizinci yüzyılın bu İskoç filozofuna göre, tüm kadınların güzel olması mümkün değil; çünkü herkes güzel olduğunda güzellik sıradan bir şey olur ve biraz daha güzel olanları öne çıkarıp sıfatı bunlarla sınırlandırmaktan başka çaremiz kalmaz. Hepimizin özel olduğu bir dünya da işte aynen böyle, birbirine benzediği için farklılığını sürekli dışarı onaylatmak zorunda kalan bireyler olmaya indirgiyor bizi."
"Diplomalarıyla heveslendikleri statüye erişmek için kendini eğitme ihtiyacı hisseden beyaz yakalı kitlelerin bunda başarıya ulaşamamalarının bir önemli nedeni içinde bulundukları çalışma şartlarıysa bir diğeri de mensubu bulundukları sosyo-ekonomik sınıf; unutmayalım ki hiçbir fiyakalı kıyafet, pahalı şirket tatili ya da kiralık lüks araba, üretim araçlarına sahip olmayanların proleter olduğu gerçeğini değiştiremez. Akciğerlerinizde is, işliklerinizde leke, alnınızda ter olmaması işçi olmadığınız anlamına gelmiyor ne yazık ki."
"İlginç bir bilgi: Sarı Çizmeli Mehmet Ağa'nın çizmesinin sarı olmasının nedeni, Osmanlılarda gayrimüslimlerin sarı ayakkabı giymesine izin verilmemesi. Mehmet de en sık kullanılan Müslüman ismi olduğuna göre, her taraf sarı çizmeyle dolaşan Mehmetlerle dolu olsa gerek. İfadenin "anonim" anlamına gelmesinin nedeni bu."
"Bir şeyhin müridi olmak, "nefs" i öldürmek zamanın ruhuna ters. Bireylerin önünde sonsuz olanakların olduğu günümüzde biraz tarihdışı olduğu da bariz. Ancak tarikatçılığın eskiden çok işe yarayan bir sistem olduğunu unutmayalım, zaten böyle olmasaydı bu kadar uzun süre tutunamazdı herhalde. Bireysel yeteneklerin kalıcı ekonomik güvenceler yaratamadığı ahenk toplumlarında, sizin yerinize karar veren; size iş, aş ve eş bulan bir cemaatin içinde eriyip gitmenin güvencesini kimse hafife almasın. Onbeşinci yüzyıl Şam'ında fırsatçı bir girişimcinin ya da dâhi bir mucidin bir Bill Gates ya da Arnold Schwarzenegger olma şansı yoktu. O kadar geriye gitmeye de gerek yok; Steve Jobs'ın, babası gibi Suriye'de büyüdüğünü düşünün. Ama belki o kadar uzağa gitmenize de gerek yoktur. Zekâ ya da yetenekle fark yaratmanın mümkün olduğu kapitalist tüketim toplumlarında bile bireyciliğin riskleri cemiyetçiliğin konforuna yenik düşebiliyor bazen; bunu da göz ardı edemeyiz. Amerika gibi en bireyci yerlerde bile bireyin grup içinde eridiği "kült"lere rastladığımıza göre..."
"Keçecizade'den Bir Nükte
Girit Meselesi hususundaki inatçılığına kızan Fransız Başbakanı Comte de Montauban, Keçecizade Fuad Paşa'ya: - Niye beyhude ısrar ediyorsunuz, hangi kuvvetinize güveniyorsunuz? Osmanlı hükümetinin ne derece zaafa düştüğünü görmüyor musunuz? der. Paşamız tereddütsüz cevabı yapıştırır: - Türkiye en kuvvetli, en dayanıklı devletlerden biridir. Üç yüz senedir siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz, gene de bir türlü yerinden sarsamadık."
"Hadım olmak için gereken tıbbi prosedürün detayları eski toplumlarda insan bedeni üzerinde nasıl kolayca radikal kararlar alınabildiğini gösteriyor. Şiddetin yaşamın doğal bir parçası olduğu; çocuk ölümlerinin, salgınların ve kıtlıkların Azrail'i kapıda hazır beklettiği yüzyıllarla ölümün adının bile "Allah ağzından alsın" lafı ile karşılandığı günümüz arasında çok da şaşırtıcı olmayan bir mantalite farkı! Zaten birçok kişinin bu operasyona gönüllü olması eskiden insanların güç ve para için ne kadar gözlerini karartabileceğinin en güzel kanıtı. Ayrıca Birinci Bölümde de belirttiğimiz gibi, onsekizinci yüzyıl öncesi devleti "öldüren" bir devletti, "yaşatan" değil; dolayısıyla insan bedeni üzerindeki bu tip aşırı tasarrufları vaka-yı adiyeden saymak gerekiyor."
"Zorlanmayınca insanoğlunun en basit kuralları bile takip edemediğini askere giden herkes bilecektir. Bilmeyenler temel dinî kuralların ne kadar basit şeyler olduklarına bakabilirler. Öldürmemek, çalmamak ve komşunun malına göz dikmemek için Allah'ın gazabına ihtiyacı olması, insanoğlunun disiplinsizliğinin ve ahlaki zayıflığının en güzel kanıtı değil midir? Üç dört sene önce Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun kırmızı ışıkta geçmenin caiz olmadığı yönündeki fervasına din ü diyanetle pek alakası olmayanların bile pozitif bakması, bize doğaüstü güçlerin empoze ettiği kuralların toplumsal ahengi düzenlediğinde herkes tarafından takdir edileceğine işaret olabilir."
"Yeniçerilerin isyan etmesinin "kazan kaldırmak" şeklinde adlandırılması da yemek ile sadakat arasındaki ilişkinin başka bir yansıması. Bu elit olduğu kadar da başına buyruk askerler herhangi bir nedenden dolayı padişaha kafa tutmaya karar verdiklerinde o dönem kışlalarının bulunduğu Et Meydanı'nda içi yemek dolu kazanları ters çevirip devirirlerdi. Böylece padişahın verdiği "aşı" reddederek artık kendisine sadakat borçlu olmadık larını sembolik bir şekilde herkese bildirmiş olurlardı. Gerisi az çok bildik bir hikâye ama gene de özetleyelim: Diğer kapıkulu askerlerinin de katılmasıyla meydanda âdeta bir asker panayın kurulduktan sonra Saray ile görüşmelere başlanır ve yeniçerilerin istekleri iletilirdi. Birkaç vezirin kellesinin mi, yoksa padişahın tahtının mı gideceği, kazan kaldırılan meydandaki yeniçeriler ile Topkapı Sarayı'ndaki devlet erkânının arasındaki bu görüşmelere ve şehirdeki esnaf ve halkın tavrıyla da oluşan iki taraf arasındaki güç dengesine bağlıydı ama bu kısmın detayları bizi ilgilendirmiyor. Önemli olan yeniçerilerin padişahla ilgili sözleşmelerini yemek üzerinden sembolize etmeleri, göz oyan karga durumuna düşmemek için kendilerine verilen yemeği reddetmeleri."
"İngiltere'de Eugene Subbotsky tarafından yapılan başka bir deneyde, büyüye inanmadıklarını söyleyen üniversite öğrencilerine üç gece boyunca istedikleri rüyayı görebilmelerine yarayan bir tılsım veriliyor. Sözde tılsımı alan öğrencilerin kötü rüya gördüğü gözlemleniyor; peki, tılsımları olduğu halde neden kötü rüya gördüler? Rüyaların birçok fonksiyonundan birinin de tehdit edici olayları prova etmek olduğunu eklersek daha rahat anlaşılır herhalde. Tılsımın öğrencilerin psikolojileri üzerinde her halükârda bir etkisi olması, büyüye inanmaktan kendilerini alamadıklarının işareti kısacası."
"Biri bir işi romantize ediyorsa onu kesin kötü yapıyordur."
"Bütün, parçaların toplamından fazladır."
Okuması keyifli zihin açıcı bir kitap. Emrah hocamın üslubu harika.
"Kargo çok çabuk ve zamanında geldi. Dört yıldız onun için verdim, bir yıldız da kitaba."
Sohbetlerimde "düşünmeden yaşamanın konforu" için dile getirdiğim "ezbere yaşayanlar" eleştirisinin karşıma kitap adı olarak çıkması, aynı jenerasyondan sayabileceğim yazarın konuşmalarındaki kültürel göndermeleri gibi, gülümsetti.
Kitap, insan olmamızda önemli yeri olan olguları, tumturaklı şekilde ele alıyor; bolca CM gibi bir jenerasyonun anlayabileceği göndermeler eşliğinde, müstehzi bir dille.
Yazarın bilimsel içeriği yalın dille olabildiğince sıkıcılıktan arındırılmış şekilde anlatım denemesi, oldukça başarılı.
En üstteki yorum da alışveriş sitelerinde ürün hakkında yorumları öğrenmek isterken sayfalarca kargonun zamanında ulaştığını okumak zorunda bırakanlara selam olsun. Kitap, 10 numara 5 yıldız.
Zaten bilinçsizce farkında olduğumuz fakat net bir açıklama yapamadığımız alışkanlıklara akademik temelli ve anlaşılması kolay açıklamalar yapılmış. Son kısmı bence çok değerli, nasıl okumalıyız ve neden okumalıyız’ı çok güzel özetlemiş, bunu yaparken goodreads vb uygulamalardan örnekler vermiş. Ayrıca çevremizde okumaya sonradan başlamış veya gördüğü her metni yalnızca bulunduğu ortamlarda caka satmak için tüketilebilir bir metaya dönüştürüp her şeyi ezberlemeye çalışanlar hakkındaki görüşleri beni okurken gülümsetmedi değil.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Bir arkadaşımın yolda podcastlerini zorla açmak suretiyle tanıştırdığı ESG, ezber bilgileri sorgulamaya ve yargı dağıtmaya devam ediyor. Kadın ve erkeklerin benzer konulardaki düşünceleri ve farklılıkları, toplumların davranışları, görünmeyene inanma ihtiyacı ve dedikodu gibi hassas konulara çekinmeden cumburlop dalan yazarımız, bunu kendi görüşlerini vererek değil literatür ve saha çalışmalarından aktarımlarla yapıyor.
Yazarın özellikle eleştirdiği hazırcı gruptan olan benim için bu kaynakları sormak haşa mümkün değil 😊 Çok güzel noktalar var değinilen, mesela daha çok gezmek, daha çok öğrenmek mi demek sorusunun altında yazar gezilerin eskisine göre daha az içsel tecrübeye dönüştüğünü ve amacın çoğunlukla görmekten ve yaşamaktan ya da anlamaktan çok göstermek veya anlatmak olduğuna dikkat çekiyor. Her zaman gittiğim yerlerden insanların görmeleri için paylaşımlar yaparım, çoğunlukla niyetim insanların çeşitli yerler hakkında benim gözümden fikir edinmesi olsa da bazen burada belirtilen yanlışa benim de düştüğüm oluyor.
Son bölümde okumanın önemine vurgu çeken yazar, köyden kente göçün fiziki olarak gerçekleşip zihni olarak gerçekleşmediğini vurguluyor, bunun yanında kültürel sermayemizin düşüklüğünü ama hiçbir zaman geç diye bir şey olmadığını hatırlatıyor.
Kitap tam da son bölümünde örneği verilenler gibi bir giriş kitabı niteliği taşıyor. Fakat neye giriş, onu tam çözemedim. Bol bol antropoloji, evrimsel psikoloji ve sosyoloji var ama tarih yok. Bir tarihçi için sanki bir miktar alan dışına çıkmak gibi olmuş ama kitap amaçladığı şeyi yapıyor mu, yapıyor. Biraz Harari'nin Sapiens kitabına benzettim ama sadece bu açıdan.
Bu alanlarda okuma yapmak isteyenler için iyi bir motive edici. Bölümler ayrı ayrı ilgi çekici. İlla ki herkesin ilgi alanlarına göre daha çok sevdiği bölümler olacaktır. Ben şahsen fal ve büyü ile okumaya ilişkin bölümleri ilgi çekici buldum.
Her bir bölüm konu hakkındaki tartışmalarla ilerliyor ve yazarın kişisel görüşü ile bitiyor. Tartışmaların hepsinin hâla ne kadar güncel olduğunu düşünürsek insan davranışlarının kökeni konusunda bilimin daha ne kadar emekleme çağında olduğunu görebiliyoruz. Bu da insanın merakını yeterince artırıyor. Kitap elbette daha fazla konuya değinebilirdi. Fakat bir kitabı tartışmaya katkı sunmayacaksa dışarıda bıraktıkları üzerinden değerlendirmek haksız bir tutum olurdu.
Emrah Safa Gürkan beğendiğim bir tavır sergiliyor ve biyolojik olarak belirlenmiş ile kültürel olarak şekillendirilmiş olmasına çok da takılmadan insan davranışlarının değiştirilip dönüştürülebileceğinin altını çiziyor. Zira iki uçta da aşırı yorumlara saplanıp kalanların dünyayı nereye götürmüş olduğunu hesaba katarsak gelecekte bizi içine hapsedecekleri distopyaları da az çok tahmin edebiliriz.
Hemen herkes gibi YouTube videolarından ve Twitter’dan aşina olduğum ESG’nin, her zamanki gibi eğlenceli anlatımıyla renkli kıldığı, sohbet akıcılığında, kolaylıkla ve keyifle okuduğum ilk kitabı. Yani, benim okuduğum ilk kitabı... Bu arkadaşça muhabbet, kendisinin sıkça eleştirdiği beyaz yakalının konfor alanına bir çivi daha çakmak şöyle dursun; bireyin, başkalarının katalog tavsiyelerine itibar etmeyerek, kendi yolunu kendisinin bulabilmesi için terakkiye, bilgiye ve öğrenmeye dair metodolojik yaklaşımları içselleştirmesini sağlıyor. En sevdiğim yanı, bunu yaparken, rasyonaliteyi her zaman kılavuz edinmesi. Tıpkı şu küçük mantık dersi gibi: “Doğum kontrol hapının yaygınlaşmasıyla kadınların erkek işlerine el atması aynı döneme denk geliyor olabilir. Ancak bu, ikisi arasında bir ilişki olup olmadığını ve varsa bu ilişkinin yoğunluğunu bilmemiz anlamına gelmiyor. Neden? 1. Birbirinin peşi sıra gerçekleşmesi iki olgunun alakalı olduğu anlamına gelmez. 2. Böyle bir alaka kurulsa bile hangisinin sebep, hangisinin sonuç olduğuna dikkat etmek gerekir. 3. Sebep-sonuç ilişkisi doğru kurulduğunda dahi ortada başka sebepler olabileceği unutulmamalıdır (feminist hareketler, tüketim toplumunun ortaya çıkışı, demokrasi ve kürtajın yaygınlaşması gibi).”
*Kişisel İleri Okuma Listesi:
Büyük Dönüşüm: Karl Polanyi Candide - Voltaire Hayali Cemaatler - Benedict Anderson Hüzünlü Dönenceler - Claude Levi-Strauss İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası - Sabri Ülgener
Emrah Safa Gürkan’ın yeni kitabı ezbere yaşayanlardan bahsetmek istiyorum, kitap vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımızın kökenleri alt başlığına sahip. Sekiz bölümden oluşan bu kitap hem siyah beyaz hem de renkli görsellerle süslenmiş. Ayrıca kitabın içinde belli terimleri açıklamak adına sizi Emrah hocanın ilgili konuyla çektiği videolara yönlendiren QR kod bulunmakta. Hocanın diğer kitaplarını okumadım ama sanırım bir tarihçi, bir akademisyen olmasından hareketle bazı cümleler zor anlaşılır nitelikte. Belli noktalarda kelimelerin güncel kullanımlarına karşılık eski Türkçede eş anlamlılarını kullanmış. Bu da benim sık sık sözlüğe başvurmama neden oldu. Bu açıdan kitabı okumak bazı noktalarda benim için keyifsiz hale geliyor. Bunları söylerken de yiğidi öldürüp hakkını yemeyelim. Hocam genel itibariyle bizimle konuşur gibi yazmış. Kürsüsünden inmiş, halkın arasına karışmış. Biraz daha zorlasa telefonunu çıkar seviyesine inecekmiş. Kitap daha önce okuduğum sapiens ve irrasyonel kitaplarının karşımı niteliğinde. Hocam biraz oradan, biraz buradan, biraz da Zygmunt Bauman sosyoloğunu harmanlayıp bize güzel bir eser hazırlamış. Eğer sosyoloji, psikoloji, tarih, evrim, devrim, süreç, gelişim, ilerleme konularına ilgiliyseniz bu kitaptan hoşlanacaksınız ama “biz hep dönerciyiz” tayfasındaysanız bu kitabı yavaşça yere bırakabilirsiniz. https://dediydidersiniz.wordpress.com...
Kitap ingilizcede okumaya alistigimiz genis bir literaturu tarayip yazilan degerli populer bilim kitaplarinin turkce versiyonu olma iddiasinda. Aliskanliklarimizin tarihsel, psikolojik ve sosyolojik arka planini verme amaci tasiyor. Okunmasi eglenceli bir kitap. Ancak bana biraz daginik geldi. Ara bolumlerde daldan dala atliyor, konuyla alakasiz gereksiz ayrintilar, anektodlar, bilinc akisi sarislar biraz ana amactan saptiriyor kitabi. Bir de teorik olarak tutarli bir cati kurmuyor gibime geldi. Bazen oldukca pozitivist, bilimci (ki ben de bu akima yakinim) bir catida ilerlerken (ornegin evrimsel psikoloji vs) bir anda aksi bir uca (ornegin Bourdieu) gidiyor. Ayni sekilde, aliskanliklarimizin kokenleriyle baslayip, neyi nasil okumaliyiz gibi alakasiz bir bolumle bitiyor kitap. Bitirdigimde kafamda tutarli bir hikaye kalmadi diyebilirim yani. Ancak genel olarak degerli ve okumasi zevkli bir kitap.