Mekân, kendisi ve doğduğu topraklar arasında döne döne dans edercesine kaçarken, zamana özgü sanılan güçten çok daha fazla gücü olduğunu kanıtlıyor; saatler geçtikçe mekân, zamanın oluşturduklarına çok benzeyen ama bazı açılardan onları da aşan değişimlere neden oluyordu.
“Turizmin altın çağı” olarak kabul edilen modern yüzyılda diğer sanatlar gibi edebiyat da dünyayla yeni bir bağ kurmaya başlamıştı. Thomas Mann da birçok çağdaşı gibi hayatı boyunca seyahat eden, defterlerinde ve mektuplarında bu seyahatlerin kaydını tutan, onları romanlarına ve hikâyelerine taşıyan bir yazardı. Venedik’te Bir Ölüm’ün Tadzio’su ve Büyülü Dağ’ın şifa arayan Hans Castorp’u gibi karakterler de onun gezilerinden ve uluslararası duyarlılığından koparılamayacak karakterlerdi.
Yol Hikâyeleri, Thomas Mann’ın gezgin kimliğine ışık tutan bir derleme; yok olmuş bir dünyaya ait resimsel izlenimlerle dolu bir albüm.
Thomas Mann was a German novelist, short story writer, social critic, philanthropist, essayist, and Nobel Prize laureate in 1929, known for his series of highly symbolic and ironic epic novels and novellas, noted for their insight into the psychology of the artist and the intellectual. His analysis and critique of the European and German soul used modernized German and Biblical stories, as well as the ideas of Goethe, Nietzsche, and Schopenhauer. His older brother was the radical writer Heinrich Mann, and three of his six children, Erika Mann, Klaus Mann and Golo Mann, also became important German writers. When Hitler came to power in 1933, Mann fled to Switzerland. When World War II broke out in 1939, he emigrated to the United States, from where he returned to Switzerland in 1952. Thomas Mann is one of the best-known exponents of the so-called Exilliteratur.
"Seyahatte okunacak kitap - bayağılık çağrışımlarıyla dolu bir temel kavram. Yaygın anlam uyarınca, seyahatlerde okunanların en hafif ve en yüzeysel şeyler olması gerek, "zaman geçirten" aptalca şeyler. Bunu hiçbir zaman anlamadım. Çünkü eğlenceli kitaplar denen şeylerin kuşkusuz yeryüzünün en sıkıcı kitapları olması bir yana, bir seyahatin sunduğu böylesi törensel-ciddi bir fırsatta insanın neden zihinsel alışkanlıklarına kapıldığını ve aptallıklara başvurduğunu aklım almıyor. Acaba seyahatin getirdiği rahat ve heyecanlı yaşam biçimi sayesinde, aptallığın her zamankinden daha az tiksindirdiği bir ruhsal ve sinirsel durum mu yaratılıyor?"
Thomas Mann hislerime her zamanki nefis üslubuyla şahane tercüman olmuş - o kadar güldüm ki bu pasaja. Seyahate çıkarken yanıma kendisinin Yol Hikâyeleri kitabını almış olduğum için mutluyum, herhalde gökten bakıp bana da "bu ne aptallık" demesinin önüne geçebilmişimdir böylece.
Yol Hikâyeleri; Mann'ın mektupları, seyahat ederken tuttuğu günlükler, romanlarındaki yolculuğa dair bölümler ve yine yolculuk konulu öykülerini içeren bir derleme. Kimi keyfî, kimi zaruri yolculuklar bunlar: Keşfetmek için İstanbul'u ziyaret edişinin izlenimleri de var, Naziler iktidara geldikten sonra Almanya'dan uzaklaşmak için yaptığı yolculuklar da var içinde. Ya da mesela Hans Castorp'un Büyülü Dağ'ın başındaki o unutulmaz tren yolculuğu da.
Ben çok severek okudum, muhtemelen yolculukta okumuş olmamın da payı olmuştur bu kadar içine girmemde. Mann'ın özellikle seyahatnamelerinde ve mektuplarındaki, romanlarına nazaran daha az ciddi, tatlı, neşeli yüzünü görmek de çok güzeldi.
Thomas Mann'ı nasıl bu kadar sevdim bilemiyorum. Aslında biliyorum galiba. Büyülü Dağ ile. Yazma tarzına, yaklaşımına hikaye anlatış biçimine hayran olduğum için şuan yeni çıkan biyografisini aldım, Herman Hesse ile mektuplaşmalarını okudum ve iki yazarın birbirlerinden bu denli farklı ve neredeyse zıt kişiliklerde olmalarına rağmen birbirlerine bağlılıkları oldukça etkileyici geldi. Şu anda elimde uzun süredir bekleyen Dr Faustus ve Buddenbrooklar var. Biraz daha bekleyecekler gibi. Venedik'te Ölüm, Aldanan Kadın gibi eserlerini de sevsem de Büyülü Dağ'ı her zaman başka olmuştur. Yol Hikayeleri ismiyle, kapak tasarımıyla, içeriğiyle beni ilk haberdar olduğum andan içine çekti. Yolculuklara ve kitaplara zaafım derindir çünkü. Thomas Mann'ın gezilerinde tuttuğu notlar, mektuplar kadar romanlarından da yolculuk temalı bölümler konmuş. Bazı kısımlara fazla yabancı kalmış olsam da severek okudum
"On yıl boyunca gücüm yettiğince mücadele ettiğim, son yıllarda artan bir dehşetle, huzurum ve popülerlik denen durum pahasına insanları uyardığım şey, şiddet ve sinsilikle Almanya'da sınırsız kudrete erişmişti. Beni iliklerime kadar ürperten bir cinnet [Rausch] halkı ayağa kaldırdı ve kendine "ulusal devrim" dedi. "Rausch" - ne kadar muğlak bir Almanca kelime! İçinde coşku ile aptallaşma, yüce ile alçak, engellerden kurtulmanın mutluluğu, mantıksızlığın sefaleti nasıl da birbirine karışıyor. Başka dillerde bu sihirli kelime hiç yok; onun yerine çok yalın ve nesnel bir tabir kullanıyorlar, sarhoş olma, zehirlenme gibi. Almanya bana zehirlenmiş görünüyordu, yücelmiş değil. Bir gecede vahşileşmiş-yabancılaşmış ve çirkinleşmiş haliyle, artık bana kalacak yer ve soluyacak hava sunmuyordu. Başka bir ülkeye sığınmamıştım, sadece seyahate çıkmıştım. Birden kendimi sığınmacı olarak buldum."
Yol Hikâyeleri, göçebe olmak zorunda kalan Thomas Mann’ın gezilerinde tuttuğu notları, mektupları ve romanlarından yolculuk temalı bölümleri içeren bir tür albüm gibi. Almanya ona artık “kalacak yer ve soluyacak hava” sunmazken, Mann için yolculuk; Alman varlığından, kavramlarından, kültüründen olabildiğince kaçarak en uzak, en yabancı güney topraklarına gitmek demek oluyor. Ülkeden ülkeye, şehirden şehre dolaşırken kaleme aldıkları da bu göçebeliğin izlerini taşıyor.
İstanbul’a uğradığında yaptığı gözlemler çok etkileyici. ‘Muhafazakâr kadının başı açık kadının yanında, dindar kadının Paris usulü mercan dudaklı özgür kadının yanında hoşgörüyle dolaştığı görülüyor.” Bugünden bakınca, Mann’ın bu gözleminin artık böyle olmaması üzücü...
Öncesinde Sihirbaz biyografisini okuduğum için Yol Hikâyeleri bana yalnızca bir seyahat anlatısı gibi değil, aynı zamanda yazarın ruhunun başka bir kaydı gibi geldi. Bu yüzden kitabın içine girmem, onun yolculuklarını kendi içsel göçebeliğiyle birlikte okumam daha kolay oldu.
Kitapta beni düşündüren bir diğer bölüm de onun seyahatlerde okunan kitaplar üzerine söyledikleri. ‘Seyahatte okunacak kitap - bayağılık çağırışımlarıyla dolu bir temel kavram. Yaygın anlam uyarınca,seyahatlerde okunanların en hafif ve en yüzeysel şeyler olması gerek, “zaman geçirten” aptalca şeyler. Bunu hiç bir zaman anlamadım. Çünkü eğlenceli kitaplar denen şeylerin kuşkusuz yeryüzünün en sıkıcı kitapları olması bir yana, bir seyahatin sunduğu böyle törensel-ciddi bir fırsatta insanın neden zihinsel alışkanlıklarına kapıldığını ve aptallıklara başvurduğunu aklım almıyor. Acaba seyahatin getirdiği rahat ve heyecanlı yaşam biçimi sayesinde, aptallığın her zamankinden daha az tiksindirdiği bir ruhsal ve sinirsel durum mu yaratılıyor?’.
Mann’ın bu ciddiyetini anlıyorum ama ben aynı fikirde değilim. Seyahatte bazen hafif şeyler okumak, yolun akışına kendini bırakmak da güzel olabiliyor. Yine de bu satırlarda onun seyahati nasıl törensel, ciddi ve düşünsel bir deneyim olarak gördüğünü hissetmek güzeldi.
Thomas Mann ile mutluluk anlayışımız aynı imiş: “Bağımsız ve kendimle uzlaşı halinde yaşamak.”
Mann, 80 yıllık ömründe kimi mecburi kimi keyfi seyahatleriyle dünyanın pek çok farklı bölgesini deneyimleme fırsatı bulmuş. Bu duraklardan biri de İstanbul. “Denizden bakıldığında, Konstantinopel’in görkemli bir yapısı var. Minareler, küçük çanaklıkları olan kurşun kalemlere benziyor. Ayasofya’da altı tane var ondan söz ederken şaka yapmamak gerek, görmüş geçirmiş ibadethane dünyanın en heybetli mimari yapılarından biri, Allah orada büyük, yer ise meraklısının hafif kıskançlığını uyandıran halılarla kaplı.”
1933’te ayrıldığı Almanya’ya politik atmosfer sebebiyle ancak savaştan dört yıl sonra 1949’da yeniden dönüyor Mann. “Sadece seyahate çıkmıştım, birden kendimi sığınmacı olarak buldum.”
12 yıl boyunca Almanya’nın üzerinde kalan yıkıcı düşüncenin egemenliğine dair: “Olan biten acı veriyor, insanı öfkelendiriyor ve çok ağır geliyor, bunun sona ermesine duyulan özlem yeryüzündeki hiçbir halka yabancı gelmezdi.”
Akışta olma hali! Bu kitabın benim için en kıymetli ve altı çizilesi cümleleri; dönemin Avrupa'sında ve özellikle de Almanya'da yaşananların Thomas Mann'ın yaşamını son derece kuvvetle şekillendirmesine rağmen, yazarın durumu kahır nedeni ya da sürekli bir ayrılık şeklinde değerlendirip kederlenmek yerine "ayrı geçirilmiş günler, kaderin belirlediği zaman dilimi" olarak algılaması ve bu minvalde yazdıklarıydı... Müthiş bir akış hali ve bir teslimiyet olmalı yaşadığı..
Sevdiğim ve özlediğim şehirlerden bahsedişleri de çok hoşuma gitti demeliyim. Muazzam cümleler kurmuş, özenle duygularını aktarmış satırlarına. Belki seyahat etmiyordum kitabı okurken, ancak geçmiş seyahatlerime (özellikle Venedik ve Kuzey İsviçre günlerime) ne güzel dalıp gittim.. Gelecek seyahatlerim için küçük notlar almayı da bir seyahat sever olarak pek sevdim.
Bunun yanında "seyahatte okunacak kitap" klişesinin taraflarına nasıl şahane cümleler ile ders vermiş satırlarında! Bayıldım, bayıldım...
Thomas Mann gerçekten hem zekası hem de diliyle insanı büyüleyen birisi. Bi dostumu okur gibi yakın duygulara giriyorum gerçekten. Hem romanlar ve öykülerden yapılan yolculuk anıları, hem de Mann’ın savaş avrupasında bir aydın kimlik olarak yaptığı seyahatlerinin birlikte alınması çok keyifli ve aynı zamanda hüzünlü bir yolculuk. Doğa,yaşam ve yurt sevgisi fışkırıyor. Kitabın son sayfasında, son yaşayacağı evi anlatırkenki heyecanı bile içindeki yaşam sevgisini gösteriyor. İlgilenenlerin asla kaçırmaması gereken bi yapıt.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Kesinlikle hali hazirdaki Thomas Mann hayranlarinin okumasi gereken bir kitap. Mann'in kulliyatina pek hakim degilseniz ve kendisine yerlesmis bir hayranliginiz yoksa, ki bu ben oluyorum, pek de zevk alinabilecek bir secki degil bu. Cogu bolumde seyahatlerinde aldigi devrik notlar falan var. Bir anlam butunlugu yok. Satir aralarinda biraz kendini begenmis bir Avrupa Beyefendisi oldugu sezinleniyor. Ama romanlarinin bazilarindan alintilanmis seyahat ile ilgili minik hikayeler iyi yazilmis ve okumasi keyifliydi