Kadından Kentler, Murathan Mungan'ın 16 kentte geçen 16 hikâyeden oluşan yeni kitabı.
izmir Sabahın bu erken saatinde İzmir bambaşka görünüyordu gözüne. Nurhayat, Ömer Çavuş Kahvesi'nde oturduğu masada birdenbire her şeyi yeniden gözden geçirmesi gerektiğini hissetti. Emin olmak ne demekti? Bir kadın ne zaman emin olurdu? Cuma günü onu istemeye geleceklerdi ve Nurhayat şimdi bu evliliği isteyip istemediğinden emin değildi. adana Havalandırma serinliğinin dışarıyı unutturduğu otelin kapısına çıktıklarında vahşi Adana sıcağı yüzlerine olanca acımasızlığıyla çarparken, Emine için gün çoktan bitmişti aslında. Bir başkasının filminde konuk oyuncu olduğunu bilmenin ısmarlama adımlarıyla Gülsüm'ün ardı sıra basamakları indi. Kapıda onları bekleyen son model Mercedes'in içinden fırlayan şoför, gösterişli bir saygıyla eğilip kapıları açtı. Üniformalı değildi ama hareketleri üniformalı gibiydi. Beyaz gömleği son düğmesine kadar iliklenmiş, koyu renk boyunbağı bağlamıştı; gömleğinin kısa kollu olmasından başka havayı hafifletecek bir şey yoktu üstünde. trabzon Trabzon burması bu! Bunun ne demeye geldiğini en çok anasından biliyor. Trabzon burması demek, gelecek demek. Umut demek. Bütün bir hayat demek. Şimdi karşısında bir ölünün bileğinde ışıldıyor. Birdenbire bunca yoksulluğun ortasında ışıyan bilezik, bu ölümü başka türlü anlamlandırıyor gözünde. İçi kamaşıyor... bursa Esme, Bursa'daki ilk kışlarında, yerli melodramların Uludağ sahnelerinde üzeri çok motifli rengârenk kazaklar giyen Yeşilçam jönlerine nazire, Engin'e doğum gününde böyle bir kazak almayı düşünmüştü. Sonra vazgeçmişti ama düşüncesi bile onları eğlendirmeye yetmişti. Hayal işte! Şimdi yakası beyaz kürklü taba rengi kabanıyla getiriyordu Engin'i gözünün önüne... samsun Bazı hikâyeler parça parça gün ışığına çıktıkça özel bir güç, gerçeküstü bir nitelik kazanır. Songül'ün kayınvaldesinin hikâyesi de biraz böyle. Bazen hiç tanımadığınız bir ölü, ansızın hayatınızda yer kaplamaya başlar. Şengül, sanki bilinmez bir yazgının yönlendirmesiyle Samsun'a kadar bu kadının hikâyesini dinlemek için gelmişti.... amasya Yeşilırmak kıyısındaki çay bahçelerinden birinde buluşacaklar. Sakin akan ırmağın yeşiline dalmış olan Güzel, evlendikten sonra Cem'le birlikte Edirne'ye Nihal Abla'yı ziyarete gidişlerini düşünüyor. Zamanla herşey unutulmuştu. Akıp giden bu ırmak gibi her şey akıp gitmez mi? ankara Ertesi gün cebimde sahte bir kimlikle Kızılay'da, bilirsiniz, Kocabeyoğlu Çarşısı'nın yanı başındaki Tansel Plak'a gittim. Yeniyetmeliğimin, gençliğimin Ankara'sının önemli uğrak yerlerinden biriydi. Aranıyor olmak, "biri olmak" demekti ve ben kısa bir süre için de olsa, şu bulanık kalabalığın içinde amaçsız dolaşan rasgele biri olmak istemiştim. Zafer Çarşısı'nın kitapçıları da burnumda tütüyordu ama şansımı zorlamamalıydım. Bilmeyen yoktu. Gizli polisler orada cirit atıyordu... sinop "Sinop'a geldiğinizde mutlaka beklerim. Evimizin penceresinden Sinop Kalesi görünüyor bir görseniz! Dalgalar, deniz! Nasıl anlatsam! Yağmurlu havada başka, güneşli havada bir başka." Gülümsüyorum. Bayramda anne-babasının eline öpmeye gelmiş Seher. Bu, evlendikten sonraki ilk bayramları... afyon "Afyon İkbal Tesisleri'ne hoş geldiniz" diyen anons çınlıyor kulaklarda: "Denizli istikametinden gelip, İstanbul istikametine gitmekte olan Kanat Turizm'in değerli yolcuları, otobüsünüz yarım saat çay molası vermiştir." Gözleri Mecnun'u arıyor. Bugün niye yok ortalarda? Yoksa? Onu göremediği her seferinde yüreğini sinsice yoklayan bu korku... kırşehir Hayat Hanım her haliyle adının hakkını veren "hayat dolu" bir kadındı. Hiçbir şehirde iki üç yıldan fazla yaşamaz, her seferinde yeniden taşınırdı. "Oturmadığın vilayet kaldı mı?" diye soranlara, "Olmaz mı canım? Var elbette. Ben doğduğumda memleketimizin 67 vilayeti vardı. Biz böyle bildik, böyle öğrendik. Her kasaba irisini böyle kolayından il yapmaya devam ederlerse, hepsine yetişemeden ölüp gideceğim," diye hayıflanıyormuş gibi yapar, arkasından o ünlü kahkahalarından birini patlatırdı. erzurum Suna'nın bavullardaki fotoğrafları ilk görüşü değildi. Erzurum'a geliş gidişlerinde birkaç kez el atıp bakmışlığı vardı. Şimdi onları her eline aldığında kafasını kurcalayan, zihnine üşüşen olguların bir teki bile o zaman aklına gelmemiş, hatta üzerinde durulmaya değer bile bulmamıştı. Değişen neydi öyleyse? Bu fotoğrafların içini ancak şimdi görmesini sağlayan neydi? diyarbakır Başkomiserin kendisini içeri çağırmasını beklerken Aslı'nın gözleri oturduğu bankta. Yer yer boyaları soyulmuş. Hani nasıl adlandıracağını bilemediğin ara renkler vardır ya, öyle. Şimdi içeri çekip polis zoruyla sorsalar, "Söyle bakalım kızım, ne renktir bu," söyleyemezsin. İnsan zihni ne tuhaf! Neler düşünüyor? Polisin burada, Diyarbakır'da sorduğu, sorabileceği sorular düşünüldüğünde ne kadar saçma şu aklından geçenler! Yoksa o kadar da saçma değil mi? kayseri Lüks Terzi'nin Kızları derlerdi o zamanlar üçüne birden. Laf aramızda kalsın en alımlıları ortancası Sofya! Sofya dediğime bakma, asıl adı Mualla tabii. Peki adı niye Sofya kaldı diyeceksin? Bir düşün: Değil Kayseri'de, değil Türkiye'de, dünyada kaç kadın vardır Sophie Loren'e bu kadar benzeyen? Onu görsen. O zamanların Kayserisi de başkaydı. Şimdiki gibi on dördüne varmadan mantoya girmiyordu kızlar... gümüşhane Kapıyı açan kadına, "Sen Asiye misin?" diye sordu. Birbirlerini tartan bakışlarla baktılar kısa bir süre. Kapıyı çalan genç kadın kimi aradığını çok iyi biliyor, kapıyı açansa diğerini tanımıyordu. Başından azıcık kaymış tülbentini sıkılarken "Evet Asiye benim," dedi kadın, "ne vardı?" mersin Karısı ölmüş yakın zaman önce, çocukları evlenmişler zati, kimi Mersin'den gitmiş, kimi ayrı eve çıkmış. Pozcu Mahallesi'nde yeni bir ev aldım, koca evde tek başına yalnızlık çekilmiyor, dedi, gel evlen benimle. Önce alay ediyor sandım. On dört - on beş yaşın hevesi kalır mı bunca sene? Kalırmış meğer. Kaderim Mersin'deymiş, bilememişim. istanbul, esenler otogarı Az sonra daha sakin sayılabilecek bir sesle, "Vardığımızda bana haber eder misin kızım," diyor. "Ben yol iz bilmem. Geçmeyeyim Elazığ'ı." "Merak etme teyze," diyor Zozan. "Uyusan bile, ben uyandırırım seni." "Gözümün uyku tutacağını sanmam," diyor kadın. Zozan en azından bu sefer çok daha neşeli bir yolculuk hayal etmişken kendisi için, yanına oturan şu mahzun görünüşlü, kederli kadının varlığıyla içinin bulutlandığını, yüreğinin çatallanıp ağırlaştığını hissediyor.
21 Nisan 1955 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Mardinli bir ailenin çocuğudur. Babası avukat İsmail Mungan, annesi Habibe Mungan'dır. İlk, orta ve lise yılları Mardin'de geçti; Mardin Lisesi'nden mezun oldu. Mardin eserlerinde sıkça kullandığı mekanlardan birisi oldu. Bu çevrenin taşıdığı farklı kültürel yapıyı, insan olgusunu eserlerine başarılı bir şekilde yansıttı. Yazar, 1972'de Ankara'ya yerleşti. Lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladıktan sonra başladığı doktora çalışmasını yarım bıraktı, Ankara Devlet Tiyatroları’nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda üç yıl dramaturg olarak çalıştı. Gazete ve dergilerdeki ilk yazılarını 1975’te yayımlayan Mungan; yazı hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal, şarkı sözü gibi farklı türlere ait eserler verdi.
Bana biraz Yuksek Topuklar kitabini animsatan, kadinlarin hikayelerinden olusan bir kitap Kadindan Kentler. Her zaman oldugu gibi, Murathan Mungan'in degisik hayatlar suren kadinlarin ic dunyasini bu kadar iyi gozlemleyip, yaziya dokebilmesine hayran kaldim. Deyim yerindeyse, bu roman tam anlamiyla kadinlarin duygularina ve ic dunyalarina ayna tutuyor. Belki biraz da Murathan Mungan'in gozlemleri romani benim icin anlamli kilan. Bir okur olarak deneyimlerin en guzeli, kitabi okurken bir seylerin fazlasiyla tanidik gelmesi. Murathan Mungan'in bu kitabi bana sanki bu kitap benim icin yazilmis hissi verdi. Okudugum en guzel kitaplardan biri.
İlk defa Murathan Mungan okudum. Daha doğrusu kurgusal bir metnini ilk kez okudum. Bir yazarı sevmek için yeterli bir neden mi bilmiyorum; ancak bir yazarın cümlelerinde kendimi bulabiliyorsam sevebiliyorum ve Murathan Mungan pek çok öyküsünde bana tam olarak bunu hissettirdi. O sebeple ben Kadından Kentler'i çok sevdim. En kısa zamanda bir romanını da okumak istiyorum.
Kadindan Kentler benim ilk okudugum Murathan Mungan kitabi. Dolayisiyla ne ile karsilasacagimi bilmemenin heyecani ile basladigimi soyleyebilirim.
Kitabin hikayelerden olusmasi beni sasirtmadi desem yalan olmaz sanirim. Zira her bir oykude kitabin ismi ile uyusan kadina dair hikayeleri vardi. Hic birinde sikilmadim. Her sayfayi cevirdigimde, her hikayede yeni bir seyleri kesfetmenin mutlulugunu yasadim.
Gundelik yasamda kadina dair duygular ancak bu kadar guzel betimlenebilirdi. Guzeldi, keyifliydi...
Mungan'ın o kadar çok söyleyeceği şey var ki, bunlarla baş edemiyor, bir an önce söyleyip kurtulmak istiyor, bazen boğuyor bazen iyi ki söylemiş dedirtiyor.
”Yüksek Topuklar” sarmayınca hemen bu kitaba başladım ve kararımın doğru oluşuna bir hayli sevindim. Keşke her öyküden sonra bir durup, dinlenip inceleme yazsaydım. 16 Kentten 16 kadının anlatıldığı bu öyküler içinde en sevdiklerim "Kordonboyu'nda Ömer Çavuş Kahvesi", "Gümüşhane Çok Uzak", "Tantunicinin Karısı" ve "Amasya'daki Teyze" oldu. Öyküler nefis. Psikolojik derinlikleri çok fazla. İlk öykünün kahramanı Nurhayat henüz 17'sinde evlenmek üzere olan bir kız. Bu öykü içime dokundu; çünkü yeterli miktarda özgürlüğü tatmamış ve anı biriktirememiş olanların hayatlarında hep bir "acaba" ile yaşayacaklarını daha iyi anladım. Öykünün sonunda Nurhayat'ın kahvehaneden gökyüzünü seyredişi gibi daldım gittim gökyüzüne. Ulan nasıl bir hayat ki bu, ilk kez gördüğümüz ve bir daha hiç göremeyeceğimiz insanların yitik girdabında hayatımızı sorgulayabiliyoruz. “Gümüşhane Çok Uzak” öyküsünde yıllar sonra gerçek annesi Asiye’yi ziyaret eden bir genç kız anlatılıyor. Konusu çok sağlam ve eğlenceli. Kadın kızı doğurunca tuvalet deliğine atsaymış bir şey kaybetmezmiş. Sonuna çok güldüm: “...İçinde bir ferahlık olmuştu o savuşup gittikten sonra. Bir döl yatağı bağının ana ile kızı birleştirmeye yetmediğini sezmişti. Ana-kız olmak için bundan daha fazlası gerekti. "İyi oldu geldiği," diyor. "Onun niyeti başkaydı ya, beni analıktan kurtardı. Bir eliyle kötü ettiyse, bir eliyle de iyi etti. Girdiği yeri didikleyip talan eden gözlerini babasından almış. Yağmacı, kirli bakışları aynı babasının. O da girdiği her yere alacaklı icra memurları gibi bakardı öyle. İyi ki kalmamış yanımda, babasının aynı olan bu gözlere, babasının aynı olan bu yüze bakarak yıllar nasıl geçerdi yoksa. Beni analıktan kurtardı…” “Tantunicinin Karısı” öyküsü ne hoştu öyle. Dostluk ve düşmanlık arasındaki ince çizgiyi çok iyi anlatmış. “Amasya’daki Teyze” öyküsünde öğretmenlik mesleğinin aslında nasıl yapılması gerektiğini biraz üzülerek okudum: “...Her ne kadar Nihal Abla iyi yürekli biri olsa da, insanın kendini yanında rahat hissettiği kişilerden değildi. Belki de bu nedenle tabiatına en uygun mesleği bulmuştu: Öğretmenlik…” Aynı öyküden: “...Nihal, Dursun'un çaresizliğinin, onu sevmesini kolaylaştıracağını sandı. Darda olanların zamanlarının geniş olduğunu biliyordu. Bu zaman her ikisine de yeterdi. Ona bir erkeğin nasıl sevileceğini, nasıl okşanacağını, nasıl korunup kollanacağını gösterecek; sevgisi, şefkati, özverisiyle Dursun'u kendine bağlamayı bilecekti…” Akraba illetiyle alakalı: “...Anne tarafım, ta en başında pek sevmemişler onu. Mesafeli görünüşü, kimselerle yüzgöz olmaktan hoşlanmayışı, sorunlarını hep bir başına halletmedeki kendine yeterliliği, ilişkilerde mesafe ve sınır tanımaya dayanan ahbaplık etme anlayışı, yıllardır birbirlerine hep abanarak yaşayan, samimiyet buhranlarıyla birbirlerini boğan, herkesin bir diğerine ait hemen her şeyi bildiği ailenin elti, yenge, görümce ordusu diğer kadınları tarafından kolaylıkla kibir ve soğukluk diye algılanmış, dışlanmıştı…” Kadınlar neden birbirlerini sevmez, Mungan’ın tespiti: “...Kıstırılmış oldukları koşullar içinde bütün kadınları birbirine, benzerliğin düşmanlığı bağlar…” Yani hepsi birbirine benzediği için. :) ”...Her şeyi konuşmak iyidir sanıyorlar şimdilerde. Halbuki insan münasebetlerinin çoğu kelimesiz halledilir…” ”...“Bir kokuyla, bir tatla yeniden o yaşlara dönebiliyorsa insan, sonsuzluk budur. Demek ki hiçbir şey kaybolmuyor, hatta ölünmüyor bile, havanın boşluğunda geri gelmeyi bekliyor zaman; hatta belki insan…” ”...Aşkını unutmayana değil aşktan adını unutana mecnun derler…” "...Hayatla karıştırılmayacaksa romanlar niye okunsundu ki?..." "...Dünya, her şeyi, kendi zamanı, kendi duyguları, kendi durumlarıyla ölçüp biçen insanlarla doluydu ve o insanlara bir şeyler öğretmek gerçekten zordu..." "...Şimdi oturduğu masada birdenbire her şeyi yeniden gözden geçirmesi gerektiğini hissetti. Mübarek cuma günü onu istemeye geleceklerdi ve Nurhayat bu evliliği isteyip istemediğinden artık emin değildi. Vapur, iskelede biriken kalabalığın topunu alıp götürürken önceden hiç tanımadığı bir duygu olarak özgürlüğün acısını duydu. Yalnızlık ona dokunmuş, kendini birdenbire sahibi olmayan bir hikâyenin içinde bulmuştu. Cumaya yalnızca birkaç gün kaldığını düşünmemeye çalışaraktemiz havayı soludu, gökyüzüne baktı, kendine bir çay daha söyledi..."
Ben aslinda yillar once Yuksek Topuklar romanini okuyup cok sevmistim. Kadinin psikolojik azitik tarafini cok guzel yansitmisti.
Bu kitap ise bir suru hikayeden olusuyor. Her yerde her firsatta kadin haklarinin savunan biri olarak bu kitap oldukca icimi baydi. Kotu seyler yazmak da istemiyor insan ortada bir emek var sonucta. Belki soyle bir duzeltme yapmak daha mantikli olur, bizim frekanslarimiz uymadi.
"Kadiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiinnnnnnnnnn"dan sikildim okurken. Elbette romantizmli askli roman tipini sevenler icin daha ilgi cekici olabilir. Kotu degil, sadece sikildim. Sonunda da kucuk hos bir surpriz var.
Aslinda 8 Mart kadinlar gununde yazayim bu yaziyi istedim ama, baydi bitiremedim ne yapayim.
"Her şeyi konuşmak iyidir sanıyorlar şimdilerde. Halbuki insan münasebetlerinin çoğu kelimesiz halledilir.”
Kitabın içindeki hikayeleri çok beğendim. Özellikle kitabın sonu çok güzel bağlanmıştı. Kadın karakterlerin korkularını, özlem ve isteklerini satır satır anlatan çok iyi erkek yazarlardan biri Mungan. Kısacası kadın ruhundan anlayan bir kalem. Kadınların söyleyemediği duyguları kitaplarına konu eden bir yazar. Satır aralarında bile uzun uzun yaşanmış duygular saklı. Şair ruhlu yazarın bu güzel kitabı, bence çoğu okura hitap edebilecek derecece iyi.
Kitap klübü ile Temmuz ayı okumamızdı. Daha önce Murathan Mungan okumuştum üzerinden epey geçmiş. Kadın tiplemelerini beğendim, kadınlararası olan bazı çekişmeleri göndermeleri nasıl bu kadar iyi analiz etmiş şaşırıyor insan. http://egecita.com/kadindan-kentler/
Kadından Kentler, çeşit çeşit kadının dünyasını, birbirlerinden farklı farklı hallerini konu ediniyor. Yazar, hayatta karşılaşabileceğimiz her türden kadına kitabında yer vermiş, hepsi gündelik hayatta denk geldiğimiz, hepimizin tanıdığı kadınlar; kadınların hayatlarıyla birlikte nasıl şekillendiğine, farklı farklı ruh hallerine, birbirlerinden nasıl farklılaştıklarını yalın ve açık cümlelerle başarılı bir betimleme ve devamlılıkla kaleme almış. Tanıdığım kadınların hikayelerini okuyormuş hissiyle çok severek okudum.
Okurken içimde birşeyler kırıldı sanki. Bazı öyküler deprem etkisi yarattı ruhumda. Mungan kadınları nasıl böyle iyi okumuşsa artık, bizden iyi tanıyor gibi. Her kadın öyküsü gerçek bir yaşamdan alıntı, hepsinin kendi içine gömülmüş yalnızlığında kendime ait mutlaka birşey vardı canımı yakan. Kadınlar hayatı dolduruyor, kentleri kadınlar güzelleştiriyor ama ya onların içinde kopan fırtınalarını kim dindirecek? Altı çizmekle bitmeyecek cümlelerin arkasına sığınıp saygıyla eğilmektir şimdi bana düşen.
Murathan Mungan'ın (Yedi Kapılı Kırk Oda'sından sonra) okuduğum ikinci hikaye kitabı oldu, keyifle okuduğumu söyleyebilirim. Önceki kitabını okurken zorlanmıştım, ama Kadından Kentler'de özellikle kelimeleri ustalıklı kullanmasına ve kadınlara dair tahlil ve tasvirlerine hayran kaldım. Kitapta 16 hikaye yer alıyor, büyük kısmını büyük keyifle ve bir çırpıda okudum. En beğendiğim hikayeler sanırım "Hayat Hanım, İlk Tayin" ve "Annemin Çektiği Fotoğraflar" oldu.
Keyifli başlamıştı aslında. Bir erkek tarafından yazılan, hem şehirler hem de kadınların ağzından bu şehirlerin hikayelerini dinlemek heyecanlandırmıştı beni. Benim için de anlamlı bir günde başlamıştım kitaba üstelik. Yıllardır da beklettiğim bir kitaptı evet evet zamanı gelmişti işte. Kadın hikayeleri ve kent hikayeleri bir mimar feminist olan bana iyi gelecekti. Başta her şey iyi başlamıştı. Öncelikle Murathan Mungan'ın bir kadın perspektifini bu denli iyi anlaması ve yorumlaması etkileyiciydi dediğim gibi. Ancak ortalarda bir sorun başladı. Bir sezgi bir olmamışlık hissi. Kitabın basılmasının üzerinden geçen bu 17 yılda ülkemizde çok şey değişti tabi. Bu kitapta da hissedilen o açılım dönemi, hoşgörülü, herkese eşit mesafede ve anlayışlı olan Türkiye'nin izleri beni tırmalamaya başladı. Mesafeler, hoşgörüler, önyargılar ve anlayışla karşılama halleri artık günümüz Türkiye'sinde yok. Oralarda çok da uzaklara gittik. Bu kitapta da hissedilen bir kadın ve kent hikayeleri değil o "ferah ve hoşgörülü" ya da "sıkıntılar çektik ama huzurumuz vardı" Türkiye'si beni rahatsız etti belki de. Bilemiyorum. Benim kuruntum mu bilmiyorum ama bir noktadan sonra baştaki o vay canına kadınları ne iyi anlamış dediğim yerden fersah fersah uzakta buldum kendimi.
Murathan Mungan'ı bu yıl okumaya başlayabildim. Önceden denemiştim ama zamanı değilmiş. Şimdi okuduğuma çok mutlu olduğum bir kalem. Gelelim bu eserine resmen kendime şunu dedim "bir erkek nasıl bu kadar net kadın hikayeleri yazabilmiş" evet duru ve net 15 hikaye içeriyor aslında 16. hikaye ise bu kadınların Esenler otogarında karşılaşmalarına dairdi. Muhteşem bir anlatımdı. Asiye'nin hikayesi beni mahvetti. Hem de bana bir ders verdi. Kesinlikle tavsiye ederim.
Kadından Kentler farklı sosyal sınıflardan, yaşlardan ve deneyimlerden gelen 15 kadının öyküsünü içeriyor. Her öykü bir kenti merkezine alıyor ve o kentin kültürü, atmosferi, insan ilişkileri karakterlerin yaşamlarına yansıyor. Her kadının öyküsü geçmişi ve yaşadığı kent ile şekilleniyor.
Kitabin 16. ve son öyküsü olan "Çöp Toplayıcısı", diğer hikayelerdeki tüm kadınları bir araya getirerek kitabı bütünleyen bir son sunuyor. Bu öykü, kitaptaki diğer hikayelerde bireysel yaşamlarını okuduğumuz kadınların bir şekilde kesiştiği bir nokta oluyor. Murathan Mungan, bu yöntemle hem kadınlar arasındaki ortak deneyimleri vurguluyor hem de kentlerin insanları nasıl bir araya getirdiğini metaforik bir düzlemde gösteriyor.
Bazı öykülerdeki tekrarlar, yoğun bir hüzün ve melankoli duygusu okumayı zaman zaman yavaşlatsa da kadınlık hallerini çok güzel anlatan öyküler. Okuyun derim.
Mayıs 2008 Notos Öykü'deki Murathan Mungan söyleşisini okuduktan sonra büyük bir hevesle aldığım Kadından Kentler'i bitirdiğimde; bana eşlik eden önyargılı beğenim değil, tanışıklık duygusuydu. Kimbilir kadın olmamdan mütevellit bir hal de olabileceği gibi bu duygu durumum, kırk kadın yılını kitaptakinin beşte biri kadar kentte görmüş geçirmişliğim de olabilir. Belki de İstanbul'dan bu topraklara kuşbakışı ahkam kesmeyi öğrenmiş olmaktır. Onaltı kent vardır; Murathan Mungan'ın dediği gibi 'Bütün taşra yıllardır İstanbul'u seyrediyor.''(bianet) Buradan İstanbul'u ötekileştiren bir kent okuması yapılabilir mi? Taşradan çıkıp kasabalılık tozunu İstanbul yolculuğu ile bir nebze atabileceğini, dönüşünde allandırıp pullandırıp İstanbul'da ki kendini anlatacağını iyi bildiğimize göre böyle bir okuma yapılabilir. Her ne kadar kentler sadece mekan olarak ve yerelliği ile de olsa... Çünkü kadınla anlatılan bu coğrafyada hep aynı...
Başlayıp biten öyküler yoktu; belki de tüm öykülerde olmadığı gibi. Kadının alışageldiği gündelik rutinin içine eklenmiş olma olamama hali ön plandaydı. Kadın bazen kendisiyle bazen hemcinsiyle karşı karşıyaydı. Yaşamın envanterinde neden sonuçlar ölçülüp biçilirken; mekan başka başka isimli kentlerde geçse de, yazarın öykü kadınlarına koyduğu isimleri kendi tanıyıp bu kitaba yakıştırdıklarımızla değiştirsek de kendi varoluşuyla hasbihal etmeli kadın. Sayfalar geçtikçe iyice anlıyoruz ki özel mülkiyetin, ailenin, devletin, eril erkin tanımladığı kadın olma hali bir çıkmazda. İlk öyküdeki Nurhayat'ın Kordonboyu'nda tek başına yürümeye karar vermesiyle özgürlükten başı dönmüştü de güven ve güç hissetmişti. Alsancak iskelesine doğru yürürken büyümüştü. Ömer Çavuş Kahvesinde çayını içerken soruları ile kendisine ayna olan annesini düşünmüştü. Nurhayat ve ' iyi düşündün mü?' diye soran annesi...'Zamanı gelince' cümlesiyle hayatlarında herşeyin aynılığını yaşayabilecek iki kadın. Belki başı dönmüş Nurhayat başlangıç duygusuyla, içini ışıtan sevincin tazeliğiyle, İzmir'in o sabah ki tazeliğiyle kimbilir...Bildiğimiz Murathan Mungan'ın Demokrat Radyo ile 14 Nisan 2008'de İzmir'de yaptığı bir röportajda söyledikleri: '' Benim her hikaye kitabım, bir tema üstüne kurulur. Bir tema seçer ve temanın etrafında örüntülerim. Kıstırılmış ya da sıkıştırılmış iki kadının karşılaşması esası üstüne kurulu bütün öyküler. Bu öykülerin bir yerinde bu karşılaşmadan kimi zaman biri kimi zaman her ikisi yaşamlarının bundan sonrası için gerekli olan bir bilgiyle çıkarlar. Bu kimi zaman bir bilinç ışımasıdır, bir aydınlanma anıdır. Kimi zaman bir hayat bilgisinin doğrulanmasıdır. Kimi zamanda eşik atlamadır. ''
Acının, sevincin, alınan kararların, kalıplaşmış öğretilerin, tutuculuğun insanın sesinde, bakışında, edasında, sessizliğinde oluşan durumları yani akıp giden hayat hallerimizi canlı anlatışını çok severim Murathan Mungan'ın. Yine çok sevdim. Ev, eşya ile kurulan yine insanın duygu-düşünce durumunu anlatan kelimeler, cümleler bolca ve çok ustaca...Bir kelimenin özellikle bir sıfatın anlatılana kazandırdığı anlam neredeyse bütünü tamamen yutuyor. Mungan'ın bir kelimesi, bir cümlesi, bir paragrafı koca bir roman gibi okunabilir kolaylıkla...Anlarla yaşam kutsanabilir; geçmişdeki bir ''an'' geniş şimdiki zaman anında Murathan Mungan'ın kurduğu bir kaç hece ile hayal edilebilir. Gözlemcilikte ve gözlemlediğini aktarmada,kuru gözüken gündelik hayatın aslında ne kadar zengin olduğunu anlatmada çok becerikli bir yazar Murathan Mungan ve ben neredeyse sırf bu tad için okuyorum O'nu.
'' Bu büfenin üzerinde yer alan radyolar,yıllar içinde değişmiş durmuştu. 'Yeni bir radyo aldık Nazan! Amerikan cevizinden.' Sesinde serpme sevinç! '' Hangimizin sesi böyle olmadı ki. Sesimizle sevinç serptiğimiz zamanları hatırlayarak okumak bile böyle sevinç verdi bana... " Gönül borcu '' Mungan'ın öykülerinde öyle güzel anlatılır ki bu borç ile nice sitem etmiş ve yine gönül borcu ile insan olduğumuzu hissetmişizdir. " İçim yoksullaşmıştı.'' İnsanın kendindeki yoksullaşmayı farkedebilmesi taşıması ne ağır bir acı...'' Öğrendiklerimize sadakati. Kaçımız bunu yapabiliyoruz ki? " İçim dinmedi.Kendimi affetmedim.'' Suçluluk?... "Onlar erkekleri uğruna her türlü fedakarlığı kadınlık erdemi bilen bir kuşağın kadınlarıydılar...'' Böyle biten insan ömürleri. Fedakar bir kadının ağırlığında ezilmiş çocuklar,adamlar... ' "Az söyleyip gözleriyle konuşan dolgun bakışlı kadınlardan. '' ... "Beni görmeye değil,zehrini sağmaya gelmiş. '' " Sesi ılıyor.'' ....
Kadından Kentler'in erkekler ve çocuklar için de karşıt okuması kolaylıkla yapılabilir.İnsana dair,insana yetmeyen rutine dair bir okuma da...Erkek mi kadına,kadın mı çocuğa zor bazen hiç belli değil...Yazar diyor ki; "asıl sorum, ... iyi olsa ne olacak? " Üç noktayı isimlendirmek bize kalmış.
Murathan Mungan, yakın zamanda tanıştığım ve hayli etkilendiğim bir yazar. Olaylardan ziyade anlattıklarıyla ön plana çıkan usta birisi. Edebiyatımızda sayıları günden güne azalan cinsten yani...
Bu kitabında ise yazar, kadınları anlatmış. Kadınları anlatmış derken, hemen hemen hayatta karşılaşabileceğimiz bütün kadınları anlatmış. Birçok erkeğin ilişkilerindeki temel sorunu, kadınları anlayamamaktır. Bir erkek olarak bunu pekala biliyorum. Kadın ve erkek gerçekten birçok konuda birbirinden ayrılıyor ve her iki taraf da diğerinin hal ve hareketlerine yeri geliyor anlam veremiyor. Hepimiz böyle bir şeyi hayatımızda en az bir kere mutlaka yaşamış ve hissetmişizdir. Hatta birçok kadının yakındığı konu da erkeklerin onları anlamamasıdır. Nerede nasıl davranması gerektiğini bilmeyen; ilgi göstermesi gerekirken gerekli ilgiyi göstermeyen; ilgiden boğmaması gereken yerde ise kadınları ilgiden boğan yine biz erkekleriz.
Yazar bir erkeğin hayatında karşılaşabileceği bütün kadınlara yer vermiş kitabın içerisinde. Gerçekten de bu kitapta olmayan bir kadını hayatta bulmak çok zor. Bu sebeple, kitabı okurken karşılaşılan kadınları, hayatımızda karşılaştığımız kadınlarla özdeşleştirerek okunmasını tavsiye ediyorum. Esere ayrı bir tat veriyor bu okuyuş...
Türlü türlü kadınların, karşılaştıkları farklı olaylar karşısında verdikleri tepkiler, iç dünyalarında nelerin yaşanıp bittiği, neye üzülüp neye sevindikleri ayrı ayrı işlenmiş. Kitapta onlarca, yüzlerce, hatta belki milyonlarca kadın var. Bambaşka kadınların bambaşka hikayeleri var. En güzelinden en çirkinine, en huysuzundan en tatlısına birçok kadın var. Sahiden de yazar kadınlardan bir kent kurmuş kitabın içerisinde. Hayret edici harika hikayeler var. Duygularınızı yerinden oynatan, yüzünüzde acı gülümsemeler oluşmasına sebebiyet veren, şaşırtıcı, sevindirici ve üzücü hikayeler...
Ben kitabı 5-6 gün gibi bir süreye yayarak keyifle okudum. Kendisini ve hemcinslerini tanımak isteyen kadınların; kadınları tanımak ya da karşılaşacağı kadınlara karşı nasıl davranacağını bilmek isteyen erkeklerin mutlaka okuması gereken bir eser.
Murathan Mungan'ı okumaya başladığım seneler liseyi takip eder. Başlamamla bitirmem bir oldu diye hatırlıyorum. Kadın öykülerinden oluşan bu kitap bitirme sebeplerimi hatırlattı diyebilirim. Aslında bir öykü kitabından tat almanın yönteminin aralar vererek okumak olduğunu daha önce tespit etmiştim. Ama bu kitapta da bunu yapmaya çalışsam da tutunamadım. Bir kadın olarak bana farklı bir şey söylemiyordu Mungan. Gereksiz uzunluktaki öyküleri de vuruculuktan uzaklaşıyordu. Belki kadın olmamdan kaynaklı diyerek, Erkeklik Hikayelerini de yakın olmayan bir zamanda okumak istiyorum.
Murathan Mungan kendisinin de soyledigi gibi dersini cok iyi calismis. Cok saglam gozlemlemis, ince ince islemis, ve rahat okunur bir durulukta iletmis. Ozellikle uzun suredir teknik, mesleki dokumanlar okumak zorunda kalan kadınlara tavsiyemdir. ilac gibi gelir! :)
Her hikayenin sonunda farklı bir son bekliyorsunuz , çünkü farklı sonlar olur kitaplar da filmler de... ama o kadar hayatın içinden anlatmış ki yazar ,hayatın gerçeklikleri ile karşı karşıya kalıyorsunuz ve aslında bir şekilde herkesin bir birbirinin hayatına değdiğini görebiliyorsunuz.
Yazarın okuduğum ilk kitabı, yüz sayfasını keyifle okudum farklı şehirlerdeki kadınların yaşamlarını okuyorsunuz. Öykü kitabı olduğunu bilsem başlamazdım muhtemelen 150den sonra sıkıldığımdan dolayı bıraktım.