Nabizade Nazım’ın Karabibik’ten altı yıl sonra yayımladığı Zehra, bir hırs ve intikam romanıdır. Zengin bir tüccarın kızı olan Zehra, öksüz büyümüştür ve aşırı kıskançtır. Babasının kâtibi Suphi’yle evlidir. İlk zamanlar karısına âşık olan Suphi bir süre sonra gönlünü güzeller güzeli Sırrı Cemal’e kaptırır. Yaradılışından kıskanç olan Zehra, birde kocasının evdeki güzel cariye Sırrı Cemal’e âşık olduğunu öğrenince intikam ateşiyle tutuşmaya başlar. Zehra’nın hırsıyla sonunu düşünmeden çevirdiği entrikalar sonucu birçok hayat mahvolur. Nabizade Nazım, romanda aşırıya kaçan duygu ve zaafların insanlara neler yaptırabildiğini, kişinin hem kendisine hem de çevresine verdiği zararları anlatmak istemiştir.
Nabizâde Nâzım (d. 1862 (?) - ö. 6 Ağustos 1893) Tanzimat dönemi Osmanlı-Türk yazarıdır.
Şiir, anı, hikaye, roman türlerinde ve bilimsel konularda eserler veren Nabizade Nazım, ilk Türkçe gerçekçi köy romanı olarak kabul edilen Karabibik’in ve Türk edebiyatındaki ilk psikolojik roman denemesi olan Zehra’nın yazarıdır.
Edebiyat derlerimizin meşhurrr ilk psikolojik roman denemesi örneği Zehra’yı en nihayetinde okumuş bulundum. Her zaman merak ettiğim bir şey neden denemesi olarak adlandırıldığıydı, okudum ve cevabımı aldım.
Okuduğum kitapları kendi dönemleri içinde değerlendirmeye gayret etsem de Tanzimat sonrası ile Servet-i Fünun arasındaki dönemde yazılmış eserleri okuduğumu iddia edemeyeceğim. Bu nedenle kitap hakkında düşüncelerimi netleştiremiyorum. Bir yanda kitabın ne kadar eksikliklerle dolu olduğu diğer yandan malum dönem içinde bunlar ve benzerlerinin başlı başına bir yenilik olduğunu hatırlıyorum. İkinci kısım biraz daha müsamaha gösterme isteğimi tetiklediği de bir gerçek.
Eksikliklerden bahsedecek olursam şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki okuyucuya verilemesini gerekli bulduğum, kopma anları diyebileceğimiz anların ve olayların sadece birkaç cümleyle açıklanıp geçilmiş olmasıydı. Romanların en belirgin özelliğini kullanmakta yazar fazlaca zayıf kalmış bana kalırsa. İkinci olarak anlatımdan bahsedebilirim. Genellikle ilâhi bakış kullanılmış olsa da yer yer yazar, bizzat kendisi kendi cümleleriyle anlatımı ele almıştı. Okurken olayların heyecanıyla aleni bir rahatsızlık vermeyen bu ayrıntı genele vurulduğunda bir eksiklik arz ettiği kanısındayım.
Karakterler açısından bakacak olursam her ne kadar olayların yükü Zehra ve kıskançlığına yüklenmiş olsa da ben suçu Zehra’yı bu hâle getirenlerde buluyorum. Zehra’nın uysal bir kadın olduğu zamanları unutmamak gerekir, Zehra’yı çocukluk hastalığı olan kıskançlığın kollarına atan başta Suphi idi. Suphi’ye çok kızdım, daha da sefil olmasını en içten dileklerle diledim hatta.
Kitaptan bağımsız bir şey daha ekleyip yazdıklarımı sonlandırmak isterim; keşke Osmanlıca metni bulabilmiş olsaydım. Okuduğum metin aşırı sadeleştirilmiş, yazarın verdiği ruhtan sükülüp alınmıştı. Bu kadar modern bir Türkçe ile dönem metinlerini okumaktan haz etmiyorum. Bir sözlük eklemeyle bu işi halledebileceklerken neden böyle yapıyorlar anlamakta zorluk çekiyorum.
"Sevmek, sevilmek! İşte şu dünyada insanın yüzünü güldüren saadet bu nimetten ibaretti."
Zehra,Nabizade Nazım'ın 1894'te Servet-i Fünun 'da yayımlanmış ikinci romanıymış. Bu roman, Türk Edebiyatı'nın ilk psikolojik roman denemelerinden biriymiş öğrendiğim kadarıyla da. Kitap, bence kendi dönemi içinde düşünüldüğünde , oldukça başarılı kurgulanmış. Karakterler iç dünyaları ile birlikte çok iyi yansıtılmış. Kıskançlık, aşk , nefret ve intikam duyguları çok can alıcı şekilde işlenmiş. Yalnız , çok iyi bir eğitim almış olan yazar , çok genç yaşta hayata gözlerini yummuş. Evlendikten kısa bir süre sonra kemik veremi hastalığına yakalanmış ve otuz bir yaşında vefat etmiş. Kim bilir daha uzun yaşasaydı edebiyata daha ne güzel kitaplar kazandırırdı.
Kıskanç kızımız Zehra’nın, kendisini bir halayık için boşayan kocasından aldığı dehşet verici intikamını okumamızı istemiş yazar ama ilginçtir ki koca karakterimiz ‘Suphi’ ahlaksız, uçkur düşkünü, vicdansız vb bir insan olmasının sonuçlarına katlandı diye yazarımız bütün sorumluluğu Zehra kızımıza yüklemiş. Tüm kararları veren Suphi, sorumlusu Zehra. Karakterlerin gel gitleri, ruh hallerinin detaylı anlatımı güzel ama İstanbul anlatımları daha güzel.
Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olarak kabul edilen Zehra kıskançlık teması etrafında şekillense de erkek karakterinin zaaf yanlarına da vurgu yaptığını görüyoruz.
Tanzimat eserleri her zaman ilgimi çekmiştir. Zehra da onlar arasında kesinlikle yerini aldı çoktan.
Ana karakter Zehra, oldukça kıskanç bir kadındır. Eşi Suphi ise duygusal anlamda zayıf, kararsız bir adamdır. Zehra’nın kıskanç tavırları, evliliklerinde huzursuzluğa neden olur. Suphi ise bu arada hizmetçileri Sırrıcemal ile ilişki yaşamaya başlar. Bu yasak ilişki Zehra'nın kıskançlığını daha da körükler ve psikolojik olarak çökmesine sebep olur.
Suphi’nin Sırrıcemal’e olan ilgisi ve sadakatsizliği, olayların trajik şekilde gelişmesine neden olur. Yazar, Suphi'nin bu davranışlarını bence onaylamıyor, aksine onun bu ahlaki zaaflarını eleştiriyor. Zehra'nın kıskançlığı ve Suphi'nin sadakatsizliği, romanın trajik sonunu hazırlayan en önemli unsurlar olarak görüyorum. Zira kitabımız hazin bir son içeriyor.
Roman, karakterlerin zayıf yanları ve duygusal kırılmalarını derinlemesine ele alarak, kıskançlığın ve sadakatsizliğin bireyler üzerinde yıkıcı etkilerini gözler önüne sermesi nedeniyle önemli bir yere sahip diye düşünüyorum.
Zehra, döneminin sosyal yapısını yansıtan bir geçiş romanı olarak biliniyor. İntikam, kıskançlık, aşk ve türevi konular üzerinden ilerleyen bu Türk klasiği genel olarak iki ana karakter olan Zehra ve Suphi ekseninde okura aktarılmış. Açıkça söylemek gerekirse kendimi bir filmin içerisinde buldum. Kitabın sonunun tam tersi yöne çekilmesini, hele ki Zehra’nın Suphi yüzünden çektiği onca şeyden sonra hoş bulmadım. Tamam, Zehra da normal bir kişilik çizmiyor kabul. Ancak günah keçisi olacak kişi o değildi.
Manon Lescaut'dan yaklaşık 150 yıl sonra olsa da edebiyat tarihimizde 'femme fatale'yi işleyen önemli kitaplardan biri olarak yerini alıyor. 3 tane ölümcül kadın: Zehra, Sırrıcemal ve Ürani sırasıyla sahneye çıkıyor. Ürani, 'femme fatale'nin tam olarak cisim olmuş hali iken Zehra, bir Türk 'femme fatale' nasıl olur onu gösteriyor.
Kitabın başlarında Zehra Suphi için maymun iştahlı diyor gerçekten de öyle bir adam kaç tane kadının hayatını mahvetti. Zehra'nın ilk başta ne kadar kıskanç olduğunu bilerek yok ben onu bahtiyar edince bahtiyar olucam cart curt diyerek evlendi sonra da beyefendi kızın geçirdiği buhranları hezeyanları görmezden geldi gitti Sırrıcemale güya aşık oldu. O kızcağız da başlarda üzüldüm aslında hep üzüldüm ama insanda da az akıl olur be kızım. Ne suphi'ymiş gelen aşık oluyor giden aşık oluyor. Zehra'yı da bu kitapta ben pek suçlu bulamadım. Ama isterdim ki bütün kötü şeyler sadece Suphi'nin başına gelsin. Kitap genel olarak güzeldi sonunda Zehra'nın akılsızlığı saç baş yoldurdu orası ayrı.
Kızlar yeni good for her kitabımız hayırlı olsun!!
Sonu pek öyle değil ama olsun. Zehra’nın kıskançlığı korkulacak derecede olsa da ben intikamını sevdim. Sonu pek hoşuma gitmedi o kadar. Suphi keşke daha beter olsaydın
Zehra’nın adı çıkmış kıskanç diye ama eve güzel cariye alan kaynananın, cariyeyle karısını aldatan Suphi’nin, evin beyini ayartan cariyenin (kadına o kadar kinlendim ki adını bile unutmuşum) hiç mi suçu yok? Şaka bir yana tulumbacıları konu eden nadir eserlerden, bu yönüyle ilgimi çekti.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Zehra'nın eşi Suphi'nin onu hizmetçileri Sırrıcemal'i hamile bırakarak terk edip gitmesi üzerine yaptığı intikam planının bu insanların ve etraflarındaki kişileri sonunda ya ölüme ya da sefilliğe nasıl sürüklendiğini görüyoruz. Benim kanaatimce her karakterin sonu ana fikir olan ' hırs hem sana hem de karşındakine sen farkına varsan da buna engel olamazsan sonunda sadece kötülük getirir.' fikrine hizmet eden şekilde yazılmış. Bu da beni mutlu eden bir durum. Özellikle Zehra için. Kızcağız ne kadar kışkançlığı yüzünden her türlü kötülüğe sebep olmuş gibi görünse de bu hikaye de bence tek suçlu Suphi'dir. Bunu düşününce; Zehra'nın ölüm döşeğinde kendi kendine bir nevi bir aydınlanma (epiphany) yaşayıp biraz da olsa kendini affettirmiş benim gözümde zaten sempati kazanan kızımız için bu durum mutluluk verici olmuşken, Suphi'nin hikayenin sonunda hayatta kalan tek kişi olması ama sefalete mahkum bir hayat sürmesi de bu mutluluğuma mutluluk katmıştır. Onca hayatı af edersiniz hela gibi kullanıp acılardan acıya sebep olan bu adamın da acı ve utanç içinde yaşadığını bilmek içimdeki nefretimi biraz da olsa soğuttu. Kısacası her karakterin çok ayrıntılı ve özenli olmasa da, ana fikre hizmet edecek şekilde güzelce yazılıp çizildiği ve son verildiği bir hikaye. Bir de o güzel İstanbul anlatımları... Bana o güzel deniz kenarındaki uzaktan gelen çalgılar eşliğinde sevdiceğimle dizdize oturup içime çeşit çeşit çiçeklerin okusunu taşıyan bahar rüzgarları çektiğimi hayal ettiren ve bu yüzden de beni şaşırtan bir kitap kendisi. Ahh o güzel mekanlarda olmak ne hoşmuştur. Ben şimdilerde bir Eminönü keyfi yapıyım diye Laleli'den indiğimde kendimi bir kaos ortamında bulup kendi iç huzurumla gezemeden tramvaya atlayıp gidiyorum. Kısaca Türk Klasikleri arasındaki yerine oldukça hak eden bol ve çeşitli duyguların ve bunların bir grup insanın hayatlarını nasıl ve neden sonunda bulundukları noktalara taşıdığını anlatan, üzerine birileriyle oturup olayları ve karakterleri uzun uzadıya ele almak istediğim bir kitap.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Başarısız, bıktırıyor, amaan dedirtiyor, hep biri hastalanıyor vs.
Ama bir yönden de baktığınız zaman kendi klasiklerimizi de bilmemiz ve bunlardan haberdar olmamız gerekiyor. Sırf üniversite sınavında çıkacak diye değil, kendi klasiklerimizi de öğrenmemiz gerektiği için.
Dönemine göre alalım. Zaten başarısız ama eski olduğunu varsayarak en azından okumaya zorlayalım. Zorluyormuş gibi değil, kendi klasiğimiz olduğunu ve okumamız gerektiğini düşünerek okuyalım.
Suphiii bozuk psikolojinle sen bozdun bu kadınların psikolojisini 😊. Ben yinede beğendim. Türk edebiyatında psikolojik roman türünde ilk eser imiş. Birde dönemin İstanbul'u hakkında bilgilerde vermekte. İstanbul'un o dönemdeki halini hayal edince insanın kalbi bir cız ediyor.
NOT Ben Can Yayınlarından günümüz Türkçesi ile çevrilmiş basımını okudum.
Kiskanclik ve intikam... Eger orjinal Osmanlica okuyabiliyorsaniz muhtemelen guzel tasvirler ve anlatimi olan bu kitabin Turkce'ye uyarlanmis hali cok kotu olmus. Cok fazla anlam ve anlatim kaybi oldugu belli....
kitabın adı keşke suphi ve küçük suphinin maceraları olsaymış, psikolojik roman olarak başta ortalama şekilde kendini gösterse de sonlarda resmen hızlı trendeyim falan sandım, oldu bittiye getirilmiş gibiydi. genel sevmedim
Suphi'nin kitap boyunca devam eden çapkınlıkları bıktırsa da kitabın dili ilginç bir şekilde etkileyici geldi. Eski zamanlarda geçen kurgu bir olay olsa da kadınlara olan bakış açısı ise üzüyor.