“Zamanın kaybolmuşu yoktur. Yaşanan her şey, müspet, menfi, bizi inşa eder. Yalnız bizi değil, bizden sonraki kuşakları da…
Yaşadıklarımızı anında belki en iyi şekilde inşa edemeyiz. Ama, onları değerlendirdiğimiz vakit; gelecek daha emin olur.
Hayat “gemi”mi bilmiyorum; “gemicilik” olduğu gerçektir. Yaşandıkça ve akılda tutuldukça daha iyi seyrüsefer ederiz.
Herkes kendi talihinin mimarıdır.
Yaşadıkları, anbean insanı oluşturur ve arkasında bıraktıkları, farkına varmadan önüne geçer. Kader, gaipten yazılmaz. İnsan, kaderini kendi yazar.”
İlber Ortaylı
Yaşam tecrübesini paylaşmayı seven, zamanı koklayan ve her yaşında kendisine ayrı ödevler çıkaran, İstanbul âşığı nadide bir entelektüel İlber Ortaylı. O, Türk tarihçiliğinin dünyadaki en önemli isimlerinden biri olarak sadece tarihseverler için değil, ömrünü güzel biçimde yaşamak isteyenlere de bir rehber oldu daima.
İlber Ortaylı’nın yaşamöyküsünü okurlara sunan Zaman Kaybolmaz, nehir söyleşi lezzetini her yaştan okura tattırırken bir tarihçinin çocukluğunu, eğitim hayatını, yetiştiği iklimi, çevresindeki mizaçları, tutkuya dönüşmüş meşgalelerini, değişen şehirlere ve ülkelere dair gözlemlerini, kısacası hayatın bütününe olan yaklaşımını da ortaya seriyor. Bu anlamda bir tecrübeler kitabı olarak da okunabilir.
Zaman Kaybolmaz’ın sayfalarını çeviren tüm okurlar; İlber Ortaylı’nın engin anılar yumağını çözerken kendi hayatlarına eşsiz pratikler kazandıracak, yaşama daha farklı bir pencereden bakma imkânı bulacak, böylece daha anlamlı bir hayatın peşinden gidecekler hiç şüphesiz…
Benim için çok faydalı bir kitap oldu. İlber Ortaylı'da aynı Oktay Sinanoğlu gibi sıradışı ve ilham verici bir hayata sahip. Kitap 600 sayfa ama eminim 2000-3000 sayfa bile olabilirdi. Kitaba dair tek sıkıntı sorulan bazı soruların gereksiz olması ve sorulması gerekli olan bazı soruların sorulmamasıydı. Buna rağmen kesinlikle tavsiye ediyorum.
Akıcı, kolay okunan bir kitap. Bu kitap sonunda İlber Ortaylı'nın yaşamöyküsüne ilişkin daha çok şey biliyorum, Türkiye'nin entelektüel ortamına ilişkin bazı anekdotlar da okumuş oldum. Fakat tarihçilikle ilgili, yöntemle, meslekle, bizatihi tarihle ilgili bunca sayfada yeni bir şey öğrendim mi, öğrenmedim. İşin komiği, İlber Ortaylı'yı bir kişi olarak daha iyi tanıdığımı da düşünmüyorum, çünkü içten biri olduğunu düşünmüyorum. Kitapla ilgili, Nilgün Uysal'a söyleşi yapmayı becerememiş filan diyenler olmuş, ben o izlenimde değilim. İlber Ortaylı -kitapta birkaç yerde insanların yazı diline filan sataşmakla birlikte- bir şeyi derli toplu, açıkça anlaşılır anlatma becerisinden, yani bir kişilik duruluğunun yanında bir düşünsel duruluktan da yoksun biri. Nilgün Uysal'ın burada yapabileceği şey çok kısıtlı, gündemde kalmak isteyen, toplumun ilgisinden yararlanmak isteyen, ama kendini açmayan, hep gizlediği bir şeyler varmış izlenimi veren biriyle karşı karşıyayız.
Söyleşi ve röportaj yapmak gerçekten zor iştir ve herkes yapamaz. Nilgün Uysal da yapamamış maalesef. Karşısında İlber Ortaylı gibi bir umman var ve saçma sapan yerlere takılıp kalıyor, tam İlber hoca kendi yorumlarına giriyor, konuyu değiştiriyor, anlamsız yorumlar yapıyor. Neyse ki Ortaylı büyük bir derya olduğu için ve daldan dala atlayarak anlattığı için kitap dolu dolu geçiyor ki başları biraz sıkıcı ve yavan gelse de Uysal'ın soruları yüzünden .. Biyografi dersek çok uzak, aile gençlik vs detay hiç yok, anılar dersek Nilgün Uysal sayesinde yok, söyleşi dersek Ortaylı'ya sorulabilecek bir sürü şahsi fikir yorum var tarihte ee sor o da yok! Arada kalıyor yani bazen de Ortaylı anlatmayacağım diyor.
Kitabı okurken İlber Ortaylı'nın da aslında nasıl İlber Ortaylı olduğunu anlıyorsunuz. Gerçekten sürekli çalışma okuma ve mükemmel bir çevre ile geçmiş tüm yaşamı. Çok doğru ve kaliteli insanlarla kimsenin giremeyeceği yerlere girerek yapılar geziler ve çalışmalar ile dünyanın sayılı değerli insanları ile geçmiş ömrü. Hem zeki hem de akıllı biri olduğundan fırsatları çok iyi değerlendirmiş ve çok çalışmış gerçekten hatta bu yüzden kızını dahi sanki biraz ihmal etmiş. Ancak insan böyle İlber Ortaylı olunabiliniyor sanırım bu da onun bedeli.
İçinde değerli bilgilerin olduğu ve Ortaylı'nın klasik yorumlarını içeren Ortaylı'yı seven sevmeyen herkesin okuması gerektiği önemli ama Nilgün Uysal yüzünden çok eksik ve çok farklı içeriğin de olması gerektiği kitap.
Söyleşi gibi ilerleyen sıradan bir soru cevaptan ziyade sanki bizlerin sorularını yanıtlar misali bir akış var bu kitapta. Bir çay kahvenizi alıp koyu bir muhabbetin içerisine girecekmişsiniz hissi yaratıyor. Bazı zaman ailesinden bir kare bazense Topkapı'nın muazzam tarihi içinde kayboluyorsun. Daha önce bahsettiği ve sorulmamış tüm soruları açık açık anlatırken yaşam öyküsüne neler sığdırdığının kısa bir özeti bile var. Anlayacağınız yok yok denir ya işte İlber Ortaylı kimdir, nerelerde ve nasıl bulunmuştur, bu söz neden ağızdan çıkmıştan tutunda "neden tarih, neden İstanbul" açıklaması bile bulman mümkün.
Keyifle, sıkılmadan ve en önemlisi merakla okunacak bir metindi. Bu kitabı bitirdiğinde biraz buruk ama gözlerinizde gurur dolu bir yaş birikebilir.
İsbankasi nehir soylesi serisinde okudugum 3. Kitap. Ne kadar Posta gazetesi kivaminda kitaplar bunlar. İlber Ortayli ile 570 sayfalik soylesi yap bu kadar bos olsun. Yazik
İnsanlar özel hayatla ilgili konuların çok fazla yer kapladığına dair eleştiriler getirmiş ama benim genelde hoşuma giden bir kitap oldu. Özellikle akıcı dilini çok beğendim. Sanki ben de çayımı, kahvemi alıp odanın bir köşesinden Hoca'ya kulak verir gibi okudum.
Söyleşiyi yapan Nilgün Hanım daha çok özel hayata, ailesi ile olan ilişkilerine, akademideki simalarla olan hukukuna odaklanmak istemiş ve bunda da başarılı olmuş. Hoca'nın hali hazırda tarihle ilgili diğer söyleşi kitapları var, arzu edilirse onlar okunabilir. Bu da böyle kendisini, eski İstanbul ve Ankara'yı anlattığı bir söyleşi olsun.
"Kronolojij biyografi" ve kitabın büyük bir bölümü ne seni beni ilgilendiren yüzlerce bilgi. 8 dilde okuyabilen bir adamın bize ne kızkardeşi ile ilgili anıları yada ailesel meseleleri. Dünya kadar soru varken sorulacak sorular sorulmamış. Hocanın düşüncelerine dair ise kısımlar genelde hemen es geçiliyor. İslamı sor, Selçuklu sor Rusya'yı sor İran'ı sor. Hiçbirşey yoksa bile hocanın kütüphanesine gir oralardan bir soru sor. Belki sorular var ama cevaplarda tatmin edici değil. Röportaj konuşan kadar konuşturanda mühim. Neyse çoğu bu kitapta yok.
İlber Ortaylı, çağımızın en popüler tarihçilerinden. Özellikle popülarizmini “Cahil” çıkışlarıyla ve Fatih Altaylı ile Teke Tek programlarındaki demeçleriyle yakalayan Ortaylı, Türkiye’nin aslında kaybolup giden tarihçileri arasından sıyrılıyor ve insanlara tarihi sevdirmek adına “pamuk dede” imajıyla karşımıza çıkıyor.
Celal Şengör ile birbirlerine takılmaları, eğlenceli anlarının yanı sıra, Ortaylı akademik dünyada da inanılmaz bir bilgi birikimine ve araştırma yetkinliğine sahip bir isim.
“Zaman Kaybolmaz”, Ortaylı’nın çocukluğundan başlayıp, bu döneme kadar gelerek hayatının tüm dönüm noktalarını gözler önüne seriyor. Meraklı olduğumuz konular eğer aşk hayatı, sevgilileri vs. gibi magazinsel konularsa, bu kitapta aradığınızı bulamayacağınızı belirtelim. Fakat yaşadığı dönemi, anekdotlarla aktaran Ortaylı, karşılıklı sohbet içerisinde geçen kitapta okuyucuya keyif veriyor.
Tek eksi noktası, kitabın çok fazla detaya girmesi. Biliyorsunuz malum, eğer Ortaylı’yı ekranlarda izlediyseniz, bizim belki de hiçbir zaman bir şekilde tanımayacağımız veya haberimizin olmayacağı insanları detaylı bir şekilde aktarmasıdır. Belki bu kitapta bu noktalarda biraz sıkılabilirsiniz, detaya girilen çok nokta var. Detayların yanı sıra, aslında arkaplanda çok büyük bir tarih okuması yapılabilecek bir kitap. Dönemin ruhunu ve yaşadıklarını esprili bir dille aktaran Ortaylı, hayatını anlatırken bir yandan da okuyucuya “tarih dersi” veriyor.
Social media always presents what exists as something better than it really is. Because if a person posts something there that cannot be consumed—something that isn’t funny or entertaining—then it will neither be liked nor help them make friends. What is actually ugly or even disgusting is not confronted as it is, but dressed up until it looks palatable or “aesthetic.” For example, if there is a plain, colorless, and dull street, and someone takes a photo there, maybe they are mocking the street for being like that. Or maybe they are highlighting the fact that although all the streets look like this, they still find themselves standing there. That might be an interesting gesture, but it pulls attention away from the reality of the matter. Because what is, at its core, filthy, is no longer seen as filth—it is turned into a commodity, something to be bought, sold, liked, and commented on. In other words, people become desensitized to the dirtiness of it. Dirt isn’t dirt anymore; it’s “content.” Streets aren’t bleak anymore; they’re “relatable.” If instead of these filters and effects that conceal reality, someone simply shared a picture of a bare wall, of course, it would seem unbearably boring to minds that are addicted to pleasure. Because the sick culture that governs social media always demands excessive optimism and happiness. And in the end, it becomes like placing a lounge chair in the middle of a swamp or a dump just to sunbathe.