Yaralı yerlerinden birbirine kaynamaya çalışan bir anne ve öksüz bir göçmen çocuk; Taksim’de patlayan bir bombanın aynı yöne savurduğu Ayfer ve Afra…
Kökler ve Kanatlar sadece herkesin görüp kimsenin fark etmediği mülteci çocukların değil, yası tutulan bir anneliğin de hikâyesi.
"Ötekinin hikâyesini anlatırken karşımızda duran en tehlikeli tuzak, onu yüceltmek ya da üstten bir bakışla merhametin konusu haline getirmektir. Kökler ve Kanatlar, 'öteki'nin dünyasını içeriden görmeyi başarabilen az sayıdaki eserden biri. Yarayı deşerken yeni bir yara açmamayı başarabilen sarsıcı bir roman. Akıcı ve sürükleyici..." – İsmail Güzelsoy
"Bir bomba, bir kadın, bir çocuk ve kader birliği... Ece Karaağaç, Kökler ve Kanatlar ile okuru, yakın tarihin karanlık olaylarından umuda doğru bir yolculuğa çıkarıyor." – Elçin Poyrazlar
"Mültecilik, aşk ve bir ölüm yolculuğu… Ece Karaağaç romanının ilk satırlarından başlayarak bizi nefes kesen bir hikâyenin içine alıyor." – Mario Levi
Ece Karaağaç, 1989 yılında Eskişehir’de doğdu, İstanbul’da büyüdü. Haydarpaşa Anadolu Lisesi ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Münih'te yaşıyor ve yeni hikâyelerin peşinden koşmayı sürdürüyor.
İlk okuyanlardan biri olduğum için çok mutluyum. Hiç acımadan yaralarınızı kanırtacak, sonra da nazikçe saracak bir roman. Annesiyle barışamayanlara gelsin.
Kendi içinde küçük tutarsızlıkları olsa da kendini iyi zanneden kötü insanların romanı. İlginç bir konu, çelişkili karakterler, güzel bir işleniş. Beğendim.
“İnsan fikirleriyle değil duygularıyla tarif edilir,” diyordu Aliya İzzetbegoviç, özgürlüğe kaçarken. Her ağızdan dökülen sayısız keskin fikirde insandan başka her şeye benzetilenleri tam da insan olarak görüyoruz bu hikâyede. Duygularıyla. Hikâyeleri bu yüzden seviyorum galiba. İnsanların duygularını anlama çabası bir tek orada yaşıyor hâlâ galiba. Telaşsız, bir şeyleri karşısındakine kabul ettirmeye çalışmayan, anlatmaktan çok anlamaya çalışan ve bu çabaya okuru da ortak eden, tüm bu aşamalarda gerçeklikle bağını hiç koparmayan bir roman…
Kanli canli diyalog yazmak zordur. Genelde karakterler konusurlarken bir yabancilik hissederim, sanki aramda onlarla mesafe varmis gibi olur. Oysa Ece'nin bu ve onceki kitabindaki diyaloglar sanki yan masadan geliyormus gibi gercek.
Kökler ve Kanatlar, okura salt insanı sunuyor. Ece’nin kaleminde; yaşanılan olay, olaya gösterilen tepki, hissedilen duygunun aktarılışı, zamanın birbirini aksatmadan takibi… her şey yalın ve açık bir dilde. Hepsinden öte romanda okuru hikâyenin içinde tutan gerçeklik algısı hiç dağılmıyor. İnsan gerçeklerden kaçmak isterken karşısına çıkan hikâyeler hep gerçek olsun ister. İşte bu öyle bir hikâye. Ve bu romanda insan kendini hiçbir karakterin yerine koymak istemiyor. Çünkü her daim güncelliğini koruyan aile ve mülteci kavramları, en acı yüzüyle karşımızda; tüm çıplaklığıyla bize başından geçenleri anlatıyor. Bu kez öylece yanından geçip gittiğimiz hikâyelerden biri değil bu. Silinmeye çoktan yüz tutmuş insanların kendini gerçekleştirme çabası belki. Tüm bunlar karşısında ne ağlayabiliyor ne de gülebiliyorsun. Boğazına oturan yumru ile bir türlü veremediğin nefes arasında bir yerde sadece anlıyorsun. Evet, sanırım bu roman özünde anlamak üzerine kurulu. Ece, gücünü hep arttırmaya devam edeceğine inandığım kalemiyle kahramanlarını gerçekten anlıyor.