Sevim Burak'ın ilk kitabı Yanık Saraylar, 1965'te yayımlandığında yarattığı tartışmalar ve çektiği ilgiyle yılın edebiyat olayı sayıldı; Türk öykücülüğündeki modern yönelişler içinde ayrı bir yeri olduğu kabul edildi.
Azınlıkların, müzmin yalnızların, umutsuzların, bir köşede ölmeye çekilenlerin dünyalarını anlattığı bu kitabında da "Düşüne düşüne hayatının en hurda ayrımlarına kadar indi."
Sevim Burak, edebiyatında her zaman hayat üstüne derinlemesine düşündü, tek tek bireylerin dertlerini içeren ortak çerçeveler çizdi ve yaşamanın dehşeti üstüne odaklandı.
Sevim Burak (İstanbul, 29 Haziran 1931-İstanbul, 30 Aralık 1983) Alman Lisesi’nin orta bölümünden sonra çalışmaya başladı. Mankenlik yaptı, kendi açtığı modaevini yönetti. İki kez evlenip ayrıldı; ilk evliliğini yaptığı viyolonist Orhan Borar’dan oğlu A. Karaca, ikinci eşi ressam Ömer Uluç’tan kızı Elfe oldu. Ömer Uluç’la birlikte bir süre Nijerya’da yaşadı. İleri derecede seyreden kalp rahatsızlığı nedeniyle yattığı Haseki Hastanesi’nde öldü. Yeni İstanbul gazetesinde ilk kez hikâyesi yayımlandı. Daha sonra bazı hikâyeleri Yenilik, Türk Dili dergilerinde, Ulus ve Milliyet gazetelerinde yayımlandı. Palyaço Ruşen YKY’den yayına hazırlanmaktadır.
Sevim Burak Yanık Saraylar'daki öykülerini alışık olmadığım bir tarzda yazmış ve ben ne yazık ki hiçbir öyküyü sevemedim. Okurken kesik kesik sahnelerden oluşan bir rüyadaymışım gibi hissettim ve bu rüya bana hiçbir tat vermedi, bende bir iz bırakmadı. Hatta kitabı bitirmek için kendimi zorladım diyebilirim.
Yanık Saraylar'da öyle büyük bir deneyim yaşadım ki bunun onda birini yazarak anlatmam mümkün değil, yine de deneyeceğim. Yanık Saraylar büyük bir kitap. Sarkis'in çektiği ve yaktığı fotoğraflarla bütünsel bir sanat eseri. Sevim Burak bunu şu şekilde ifade ediyor: "Ben kavramsal sanatımı kendi fikrime dayalı olarak kurdum. Ve yazı sanatından resimler, heykeller çıkarmaya, soyuttan somutlaştırmaya çalışıyorum." içindeki öykülerden sevdiklerim:
♡ Sedef Kakmalı Ev "Bonjurumu tavan arasına kaldır"
Cumhuriyet kurulurken azınlıkların katledilişinin, farklılıkların susturulmasının hikâyesi.
"Saçlarını oturup kendi kendine alagarson kesmişti Biraz utanıyordu. Gelenler çok kızgındılar, Göğüsleri körük gibi inip çıkıyordu."
♡ Pencere "İki gündür karşı apartmandaki kadının intihar etmesini bekliyorum."
Pencere, Yeşil Şapkalı Adam'lara inat, intihar sembolizmiyle kadınların kurtuluşunun öyküsü. "Mutlu sona bağlanmak" yerine kaçışın.
♡ Yanık Saraylar "Sevgili kendim" "Gerçekten O, Kendisi..."
Yanık Saraylar, "uğraş düzeninin korkunç makine gürültüsü"nden kurtulmanın öyküsü, "ölümden korkmayacak kadar yalnız olma"nın özgürlüğü.
"Sahibinizin ufak bir işi var dedim ölüm."
♡ Büyük Kuş Önce kendini dağıtmak, sonra toplamak (?) "Kilidi kırmalı" "Kilidi kırmalı"
Sürünün içindeki tekin, votkalarını almasının öyküsü. Geceleri de sokakları da almamıza kim engel olabilir?
"Seni yargılayacaklar" "Geceleri doğa bir cennettir" "beni alamazsın" "beni kimse alamaz"
♡ Ah Ya Rab Yehova annesine yazılan bir öykü. Mektuplarından alıntı yapacak olursam: "Küçücük bir kızken burnum çok havadaydı, şimdi yerlere, yerin dibine indi. Yahudilerden, annemden utanırdım, nefretle karışık… Annem hep bir gün ağlayacaksın der, ağlardı… İşte, şimdi bu bir avuç Yahudi, iki tanecik ev bana anamdan kalanlar… Onun için yazdım Yehova’yı." Beni Deliler Anlar
Sevim Burak da yeni tanışabildiklerimden. Gerçekten çok farklı bir üslubu var. Üslubun uçarı kendine has yanı ve ritmi yanı sıra duygusuyla da sizde iz bırakıyor. Peş peşe okuyamam belki ama diğer kitaplarını da Sevim Burak’ın özle biçim, anlamla ritim arasında salınırken nerelere kadar nasıl uçuştuğunu görmek için mutlaka okuyacağım.
“O büsbütün gölgelenen yiten zaman içinde her şeyin kendisini anlattığı-sadece kendisini anımsattığı bir tümce arıyordu-“
“Düşüne düşüne en hurdasına indi...”
“İlk tümce, hikayemin alınyazısıdır. “Demir kapıdan girdiler” tümceei, bana hayatın o saçma dengesinin karşılığı gibi gelir. Hikayelerimin yer yer kayması -yer yer şiirsel kalıba dökülür gibi olması- o tek tümce’nin hayata sonsuz çekilmesi-kopması-bağlanması-benim de o tümceyle birlikte ayakta durabileceğime inanmamdandır.” (“Hikaye ya da İmge ya da Tansık”, Sevim Burak)
Sevim Burak'ın ilk kitabıymış Yanık Saraylar, ben de tersine gidip son kitaplarından biri olan Afrika Dansı'nı okudum ilk önce. Yanık Saraylar'ı okuması Afrika Dansı'na göre çok daha kolay, hem biçim hem içerik açısından. Böyle bir tersten okumayla biraz da Sevim Burak'ın zamanla nasıl da zıvanadan çıktığını görmüş oldum.
İğne gezmiş, gezmiş, gezmiş; sonunda kalbe gelmiş.
Edebiyatımızın en özgün kalemlerinden Sevim Burak'ın kalemiyle tanışmak uzun zamandır aklımdaydı. Cahide Birgül'ün Gölgeler Çekildiğinde kitabında yazarın "Pencere" öyküsüne gönderme yapıldığını görünce kütüphaneden Yanık Saraylar kitabını ödünç alıp okudum. Pencere öyküsü bu kitapta yer alıyor.
Sevim Burak hiçbir edebiyat topluluğuna dahil edilemeyen, deneysel, otobiyografik ögeler barındıran ve kimilerince gerçeküstücülük olarak adlandırılan özgün anlatım tarzıyla okuyucunun dikkatini isteyen bir yazar. Kesik cümleler, tek kelimeden oluşan ve birbirini takip eden satırlar, tamamı büyük harf ile yazılmış cümleler, bolca simge gibi özellikleriyle anlatım, bilinç akışından şiire oradan öyküleyici biçime kayabiliyor.
Bu kadar deneysel metinlerden çok hoşlanmasam da yazarın dilinde ilginç bir çekicilik ve ruh hali var diyebilirim. En sevdiklerim "Sedef Kakmalı Ev", "Pencere" ve kitaba da ismini veren "Yanık Saraylar" öyküleri oldu. Şunu da söylemem lazım, yazarın hayatı hakkında biraz araştırma yapınca okuduklarım daha da güzelleşti. Yazılanların otobiyografik özellikler taşıdığı çok belli.
Yorumlardan anladığım kadarıyla yazarın en kolay okunan kitabı Yanık Saraylar imiş. Okumaya devam edeceğim eserlerini. Edebiyatta farklı sesleri duymak iyi geliyor bana.
Özellikle yazıldığı dönem itibariyle dili, kurgusu, içeriğiyle çok farklı öykülerden oluşan bir kitap. Kitap özetle sayıklamalar, delilik sınırını aşmış olma belirtilerini taşıyor. Kült kitap tanımlamasıyla hayal kırıklığı yaratabilecek kitaplardan birisi bana göre. Altı çizilecek, derin anlamları olan çok cümleler var kitapta ama her sayfada karamsarlık, umutsuzluk, ölüm öğeleri yer aldığı için ruhum sıkıldı. Belki de bu kitabı okumak için doğru zaman değildi, bilmiyorum.
1965 yılı. Bir kadın. Öykücülükte yılın edebiyat olayı olarak sayılan bir işe imza atıyor: Yanık Saraylar.
Yepyeni bir üslup, biçem ve bir nefes Sevim Burak.
Yalnızların yalnızlıklarını birbirine dokuyup üstlerine attığı bir battaniye bu kitap. Umutsuzların göğünü esneten... Azları çok yapan...
İçinde 6 öykünün yer aldığı bu kitaptan size birkaç alıntı bırakmak isterim:
"SENİ TUTMUYORLAR SENİ BIRAKIYORLAR ALDATILMIŞ SIRDAŞLIĞINA YAŞAMIN SENİNLE GELMİYORLAR GUVENSİZ BİR BİÇİMDE HEP BİRAZ ARKADA VE AYAKTA DURUYORLAR YARGIÇLARIN EĞİLMİŞ KONUŞUYORLAR ARALARINDA SABAHIN ALACAKARANLIĞINDA SOKAK KIVRIMLARINDA KAYBOLUYORLAR" (s. 48/ Büyük Kuş)
"SİZ, Baron Bahar, Hayatın dehşetini hiç düşünmüyorsunuz: HER ŞEYİNİZ VAR OTOMOBİLİNİZ YATINIZ 7 CÜCELİ EVİNİZ BONOLARINIZ ÇOCUKLARINIZ BENSE, ÖLÜMDEN KORKMAYACAK KADAR YALNIZIM." (s.35/ Yanık Saraylar)
Favori öyküm ise Perdeler. Ondan da bir alıntı: "İNANMAK İSTEMİYORDUM YALNIZLIĞIMA Nasıl oluyordu da bir şey tutmuyordu beni perdenin ucundan başka?" (s.21)
Bu kitabı okuduktan sonra Sevim Burak'ın bulabildiğim tüm kitaplarını topladım; ama hala bir ikinciye gitmedi elim. Çünkü yine o his. Hepsini okuyup bitirince bir yenisini bulamayacak olma hissi. Ah! Bakalım belki 2023'ü bitirmeden...
Bu kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum. Ancak, anlayacağınız üzere duygusal olarak zor bir dönemden geçiyorsanız size ya merhem olacaktır ya da yara. Bırakın bu defa Sevim Hanım üstünüze battaniyesini örtsün.
Vüs'at O. Bener okuduysanız bu tarz öykü- anlatı- deneme- günlük tarzına alışık olursunuz. Bu senenin iyi listelerimin hakkını vermek istiyorum, çok güzel kitaplar okudum. Sindirdim, hazmettim ve böylece içime işlediler. İyi kitap iyi liste getiriyor, demiştim hep. Sevim Burak da öyle; karanlık, diri tutan hatta korkutucu anlatımıyla bende iz bırakanlardan oldu. İyi hissettiğinizde okunmayacak kitaplardan. Okurken dipte olun ki daha dip varmış görün. Bir de monolog seviyorsanız tabi. Neyse 3,5'dan 4.
Maalesef bu öyküler bana hiç hitap etmedi. Anlamakta zorlandım, hatta anlamadım. Sevim Burak ismi pek çok yerde karşıma çıktığı için merakla ilk kitabı olan Yanık Sarayları okudum. Ama külliyatına devam etmeyi düşünmüyorum. Bazen yıldızlar uyuşmuyor. Belki de yanlış bir zamanda okudum ve yazarı ıskaladım. Bilemiyorum.
'' Bu gülümseme, ağzının çevresinde yumuşayıp dağılıyor, içine çevrik bir gülümsemenin bu denli büyüyebileceğini görüyorum ilk kez. İnsanın kendi ölümünü düşündüğü zaman böyle gülebileceğini - kadının da yerde uzanıp yatan kendi ölüsüne sevgi gösterdiğini- kuruyorum. Kendisini terastan ya da pencereden aşağıya atmasında hiçbir sakınca görmüyorum. Tam tersine , bu bana gerçek bir davranışmış gibi geliyor. Birazdan başını kolunu koparıp dostlarına: Bilemediniz, bakın, neyim ben diyecek. Saklı kapalı yerlerini açarak başına toplanıp kendisini izleyenlere -yüz-el-diz- parçalarını kösnüyle titretecek can çekişirken. Bu anlamda bir açıklamaya koşacak herkes, birkaç dakika dayanabilecekler, unutamayacaklar bir daha da. . ''
Farkli bir anlatim tarzi var Sevim Burak'ın. Benden önce okuyanların yorumlarına baktığımda sıkılanlar olduğunu gördüm, ama ben çok sevdiğim kalemini, kafasındakini kurgulama şeklini.
Genel olarak kitabı birbiriyle bağlantılı hikayeler olarak tanımlamak mümkün. Anlatımının sıra dışılığı yazıldığı döneme göre güncelliğinde kendinizden bir şeyler bulmanız olası. Ama dikkatle okumak şartıyla.
Sevim Burak’ın kendine has üslubu, okurun kalbini sıkıştıracak kadar kaliteli kurgusu ve dile hakimiyeti, kadın bir yazar olarak o dönemde bir kadından beklenmeyecek edebi cesareti takdire şayan. Sanki harflere fısıldamış git ve falancanın canını sık diye.
kedi ayaklı bir tabutun içinde yanak etiyle çay bardağı içinde kırmızı şarap içirtilen- ölü başlarının sağa sola çevrilip bir oyuncakmışçasına eline verildiği…. Gibi birbirini takip eden cümlelerin bol olduğu anlamlandıramadığım bir kitap.. kitaptan ve yazardan özür dilerim ben okuduğumda anladığım yazıları seviyorum.. ve bu kitabı hiç sevmedim.. belkii Ah Ya Rab Yehova başlığı benim için okunabilir bir halde…o kadar…
1960'larda böyle bir konumda bulunmak ilginç olmalı: Öncülünün ve ardılının belli olmamasının yanı sıra alışılageldik edebiyat şahikalarından birinin yaratıcısı sayılamayacaksa da kendi tahtının üzerindedir Sevim Burak.
Bazı cümleler öyle titizlikle kurulmuş ki şaşırtıyor... Bazen Mine Söğüt okuyormuşum gibi hissettirdi bu kitap bana... "bırak ağlayayım, zaten yıkılıyorum, içimde her şey yıkılıyor."
Okuduğum hiçbir şeye benzemiyor, ne biçim ne de içerik olarak. Ama insanda illa bir iz bırakıyor, "pencere önlerinde durmaktan vazgeçsem kurtulacağım" cümlesi gibi.
Sevim Burak, yazın hayatında hayranlık duyduğu Kafka ve Dostoyevski ile bağlar kurarak ilerler, onların edebiyatından yoğun bir şekilde yararlanır. Karanlık ve kapalı bir anlatı dünyası var yazarın. Üslubu da bir o kadar sıra dışı. Var olan dili bozup kurarak, kesip dikerek çok parçalı bir gerçeklik içinde uyumsuz, yadırgatıcı imgeler yaratıyor. Yanık Saraylar da yazarın kendi edebi tarzının yetkin bir örneği. Bilinç akışı tekniğiyle yazılmış bu öyküler; bolca çağrışım yüklü, simgesel, yer yer muğlaklaşabilen bir anlatıma sahip. Yanık Saraylar’da hikâyesi anlatılan kadınlar ortak bir yazgıyı paylaşıyorlar. Ölüm ve yalnızlığın keskin hatları arasında anı parçalarının üzerinden geçiyor, düşüncelerinde evleri, eşyayı, geceyi adımlıyor, yaşantının en dip noktalarına kadar iniyorlar. Bir köşede ölmeyi bekleyen yaralı bir hayvan gibi hayatın dehşeti ve acısıyla duruyorlar öylece. Bu noktada, kitabın isminde geçen “yanık” sözcüğünün farklı anlamlarını hatırlayarak düşünebiliriz öyküler üzerine. Yani sadece yanmakta olan ya da yanmış olan değil, sevdalı da; dokunaklı ve yakıcı da aynı zamanda.
Kolay bir 'ilk' okuması olduğunu söyleyemem. Ama kitabı aynı gün ikinci defa okuyunca eksik kaldığım yerler tamamlandı. Okuma kolaylaştı. Büyük sınırlar ve o sınırları aşmaya çalışırken ortaya çıkan bambaşka sınırlar gördüm. Duvarlar arasına sıkışmış bir kadın, kadınlar... Rahatsız edici bir tat bırakıyor insanda. Bazı cümleleri gerçekten çok etkileyiciydi.
"Ağaçların arasında ilerleyen tabuta baktı. Sanki tabut değildi, tabut biçiminde kesilmiş bir uçurtmaydı. Sağa sola yalpa vurması küçük çocukların hoşuna gidecek bir şeydi. Bu uçurtmayı birden kendine benzetti, rakı içtikten sonra evin içinde boyuna kapılara merdivenlere çarpardı eli yüzü çürürdü, daracıktı ev, ne kadar kaçsa önüne ya duvar ya dolap çıkardı. Tabutla uçurtma, uçurtmayla kendisi arasındaki benzerliği ve birbirine benzeyen başka şeyleri düşündü; sonunda her şeyi birbirine benzetti."
Sevim Burak çağının çok ilerisinde hikayeler yazmış. Modernist biçemlerle hikayelerini süslemiş; hikayelerin özünü sayıklamalar, sabuklamalar ve hayaller arasından çekip çıkamayı okuruna bırakmış. Üniversite yıllarımda okusaydım eminim çok severdim, bugün de hikayeleri bana bu kadar uzak gelmezdi. Ancak modern deneysel romanlarda bile belli bir akıcılık arıyorum artık. Ne yazık ki hayaller ve sayıklamalar arasından hikaye kurgulamak bana eskisi kadar eğlenceli gelmiyor. Bu öyküler ne yorum/aşırı-yorum sınırında ne de akıcılık. "Acaba ben mi anlamadım bu kadar çok seveni olan bu yazarı?" düşüncesiyle bugün biraz araştırma yaptım, Murat Gülsoy ve Ayfer Tunç'un Diyaloglar serisinde bu kitabı tartıştığı bölümü izledim (bkz: https://www.youtube.com/watch?v=SX3vA...) velakin karar verdim: bu kitap bana hitap etmiyor.
Sevim Burak Türk Edebiyatının gelmiş geçmiş en yaratıcı ve yenilikçi yazarlarından birisi. Tarzını ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz ama kitaplarını tek seferde okumak ve anlamak genellikle mümkün olmuyor. O yüzden mutlaka ikinci bir şans verilmesi gerekiyor. Yanık Saraylar'daki öyküler de aynen böyle. Öyküleri birkaç kez okuduğunuzda ne kadar büyük bir dil ustasıyla karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Kesinlikle okunması gereken kitaplardan birisi.
sanat sanat için olsun ama biraz da halk için olsun ya... evet yazarlar kendilerine özgün çok güzel eserler çıkarıyorlar ama anlaşılan bi yönü olmayınca havada kalıyor biraz. evet ben de kitap çıkarsam böyle anlaşılmaz havada olurdu muhtemelen.... demem şu ki kitaptan almak istediğiniz hazza göre değişir tabii ama kitabı bitirip pek bir şey anlamadım, cok hafif creepy hikayelerdi ama korkmadım da... esere elbet saygım var deiğişk biçimler de kullanmış ama ben pek beğenmedim sorryyy...
Sevim Burak’ın hikaye kitabı (1965) • Yazar, altı hikâyesini derlediği kitabında çoğu kadın olan kişilerinin dış ve iç dünyaları arasındaki karşıtlıklara eğilir; tatsız katı gerçeklerini hayalde yumuşatmak isteyen kahramanların bilinç altlarını dışa vurur.
Kesinlikle karamsar, ama insanı uyuşturan, hareketsiz bırakan, düşüncesini bulandıran bir karamsarlık değil bu. Karanlık ve serin bir mağara gibi, sakinleştirici, gerçeklikten bir süreliğine, tam da o sakinleşmeyi yaşamak üzere kaçabileceğim görmüş geçirmiş bir mağara.