Sevim Burak: Kendinden emin savrukluğuyla yazdığı gibi yaşayan bir yazar... Afrika Dansı’nda, "O karanlık çukura bakıyor / ta içine bakıyor / üzüm salkımı gibi ciğerlerini görüyor / üzüm salkımının arasında saklanmış...” diyor... Bu öyküler, yazarın “efsanevi kimliğini”ne daha yakından bakmak isteyenler için...
Sevim Burak (İstanbul, 29 Haziran 1931-İstanbul, 30 Aralık 1983) Alman Lisesi’nin orta bölümünden sonra çalışmaya başladı. Mankenlik yaptı, kendi açtığı modaevini yönetti. İki kez evlenip ayrıldı; ilk evliliğini yaptığı viyolonist Orhan Borar’dan oğlu A. Karaca, ikinci eşi ressam Ömer Uluç’tan kızı Elfe oldu. Ömer Uluç’la birlikte bir süre Nijerya’da yaşadı. İleri derecede seyreden kalp rahatsızlığı nedeniyle yattığı Haseki Hastanesi’nde öldü. Yeni İstanbul gazetesinde ilk kez hikâyesi yayımlandı. Daha sonra bazı hikâyeleri Yenilik, Türk Dili dergilerinde, Ulus ve Milliyet gazetelerinde yayımlandı. Palyaço Ruşen YKY’den yayına hazırlanmaktadır.
Ama hisse, okuyucuyu keşfe davet eden şeylere ilgin varsa; okumalısın. Çünkü bu, öykü kitabından daha çok, bir çarpışma, bir karnaval gibi. Kelimeler, sesler, şeyler havada uçuşuyor. Sevim Burak'ın zorlandığı, sıkışmış hissettiği, akıntıya karşı yüzmeye çalıştığı çok net hissediliyor. Dili zorluyor, herkesçe kabul görmüş yazma biçimine sığınmaktansa yeni bir biçim arıyor, eğip büküyor. Kendini sıkıştıran çembere çekiyor seni. Sonra da kendisine bu çemberden kaçış için açtığı minik patikayı gösteriyor parmak ucuyla. Seni içine çektiği çembere girince, sen de örtük işaretleri takip edip, dallara dikenlere sürtüne sürtüne kendi okuma patikanı açmaya mecbur kalıyorsun. Ben başta burun kıvırır gibi oldum ama biraz da tembellikten olduğunu fark ettim sonunda.
Sadece gözlerini şaşı yapınca asıl figürü görebildiğin resimlere benziyor biraz Afrika Dansı. Başlangıçta boş bir manzara görünüyor ama tamtam ritmine uyunca, kulağınla gözünün yerini değiştirip, saçlarınla okumaya başlayınca görünüyor asıl resim.
Afrika Dansı, Sevim Burak'ın hastanedeyken "makineye gözükmeden kaçmaya" çalıştığı, ailesi yerine JAMES JOYCE'u koyduğu ve Beckett ile Papirüs çevresine hava atmak istediği bir öykü. Bu kitapta artık yazın dilinin sıradanlığına inat büyük harf/küçük harf karışık kullanımlar, kutular içerisinde ilaç dozları gibi bilgiler, ve KAĞITLAR HIŞIRDIYOR örneğiyle, kelime dizilimleri ile hışırdama sesini taklit etme gibi teknikler artıyor. Yazılar bazen desenler oluştururken, bazen de düşüyorlar. Kimi zaman parantez içinde kendi yazınına eleştiri bile mevcut. Foto Febüs'te neredeyse hiç noktalama işareti kullanmazken, Osmanlı Bankası'nda konuşmalar (ve yazılar da) bozuluyor. Aksanlı konuşmayı taklit eden yazım tarzı okuyucuyu zorluyor, kendinizi Türkçe konuşmakta zorlanan ya da bozuk Türkçeli birini anlamaya çalışan birinin yerinde buluyorsunuz. On Altıncı Vay'ın Cankurtaran Yelekleri Kullanma Kılavuzu ve Bir Evlilik'in nesneleri ile kitabı kapatıyoruz.
Sonuç olarak farklı şeyler okumayı seviyorum. Hep neden aynı şeyi okuyayım?
türk edebiyatında kadın yazarlar alanında epeyce bir yol katettiğini düşünen biri olarak, Sevim Burak ile çok geç tanıştım. fakat gene de ankara'da sahafta elime geçen bu kitabı eskişehir'e dönerken trende okumaya başladığımda beni çok farklı bir şeyin beklediğini biliyordum, öyle de oldu. adeta bir deli masalının içine düşmüştüm, bu kadın zarif hareketlerle etrafımda dönüyor, bana gizemli ve anlaşılmaz mantra'lar fısıldıyor, sanki öykü yazmıyor da ayin yapıyordu.
''yalnız şu perdeler/perdeleri kapadım/iyi mi/bu kadar karanlık yeter mi/perdeler açık dursun demedim ki/ben size ille de sargılarınızı çıkarın/yalnız şu perdelerin üstündeki kağıtları ne yapacaksınız/nereden çıktı bu kağıtlar şimdi/ne yapıyorsunuz bu kağıtlarla/bu iğneler batmadı mı size hiç/o iğneli kağıtlar rahatsız etmedi mi hiç sizi.''
bana sorarsanız, Lale Müldür'ün biraz akıllısı, Leyla Erbil'in biraz delisi bu kadın. iyi ki varmış bu kadın.
hiç bana göre değil kime göredir onu bilemiyorum ama sayılı olduğuna eminim 76 sayfadan ne anladın dersen hiç derim bi sürü yanyana gelen birleşince anlayamadığım harf ve kelime deneysel yazın özel merakınız değilse hiç almayın
örnek vereyim sy 63:
İchde bou alea guerdanlık lakin benim itchin bou mineli altoun enfiye koutouse katcha?/benim muchterim oldughenezdan size temam altgyuz franka vererem/tchok parlak yuzuguiniz var me der?
(ayrıca bir cümlenin tamamı, hatta kelimenin tamamı büyük harf olunca ben anlamakta zorlanıyorum)
Sevim Burak okumaya başlamışsanız, mutlaka yazıları hakkındaki incelemeleri de okuyun derim. Özellikle de kuralsız dil kullanımıyla aykırı bir yazar. Deli olduğunu söylemeye gerek bile duymuyorum. Türk edebiyatının en farklı yazarlarından. İşin içinden çıkmak zor olsa da... Okurken bazen ‘ Bu ne şimdi?’ diyebiliyorsunuz. Kendine ait bir evreni var ve oradan çıkmıyor, belki de çıkamıyor
Bu kitaba ve Sevim Burak'a karşı çok karışık duygular içerisindeyim. Sevim Burak'a karşı tek bir kitapla bir yargı oluşturmayacağım, o yüzden onu geçeyim. Kitaba gelirsek okurken bu kadar zorlanacağımı düşünmemiştim. Satın aldığım sayfalarını bir açıp karıştırmıştım ve "Ben bu kitabı kesin anlamayacağım,"demiştim, yalan yok. Ama kitabı elime almamın böyle zor olacağını tahmin etmemiştim. Belki bu kitaptan bağımsız olarak geçirdiğimiz süreçle ilgilidir, emin değilim.
Kitaptaki biçok hikayenin biçimsel olarak çok özgün tarzları var. Bazı cümleler tamamen büyük harfle, bazıları tamamen küçük harfle yazılmış. Bunları ayrı ayrı okuduğunuzda, yani sadece büyük harfli cümleleri yahut sadece küçük harfli cümleleri okuduğunuzda farklı hikayeler, hepsini birden okuduğunuzda farklı bir hikaye çıkıyor. Bunu sevdim.
Sanıyorum ki birçok öyküsü kendi hayatından esinlenilmiş. Anlatıcıyı yazarla ilişkilendirme taraftarı değilim ama okurken bu düşünceme engel olamadım. Bu tarz anlatıları pek sevmiyorum çünkü kendi gerçekliğimi yaratmakta zorlanıyorum böyle olunca. Ancak yine de öyküleri okumak keyifliydi.
Bu kitap içindeki favori öyküm de "Osmanlı Bankası". Büyükannesinin hikayesiymiş diye okumuştum Ekşi Sözlük'te.
Bu kitabın nasıl bir kafa ile yazıldığını yalnızca o kafayı yaşayanlar bilir. O kafayı yaşamadan kitabı tam olarak anlamamız imkansız. O yüzden gizem dolu ve insanı içine çeken öyküler dizini bir arada. Açıkca söylemeliyim ki , İçe dönük insanların eserlerini okumadan , (Yusuf Atılgan , Oğuz Atay, Sait Faik, Tolstoy, Dostoyevski, Camus, Yaşar Kemal ...) bu kadının eserlerini okumaya çalışmayın bile. Çünkü hiçbir şey anlayamadığınız gibi , sıkılıp kadının eserlerini kötüleyeceksiniz bile.
Deneysel yazı sevmeyenlerin uzak durması gereken bir kitap, bazı kısımlarda okumak için yazarın alfabesini analiz etmeniz bile gerekebiliyor. Hipnotize etme potansiyeli de var. Eski bir kitap olması ve o dönemde yazarın bu tarzı denemesi de beni etkiledi, yeni bir Türk kadın yazar keşfettim, mutluyum :)
Özellikle de ölüm döşeğinde sanrılarla yazılmış öykü
Ufak bir alıntı: iki üç ay sizinle ilişkimiz/biliyorsunuz ben üç ay sonra kurtuluyorum/ama siz hastahanede kalacaksınız ömrünüz boyunca hür değilsiniz/