Abdülhak Şinasi Hisar’ın “hikâye” dediği romanları, insanın iç dünyasının izini süren, ruhunun derinliklerinde seyreden üslubuyla 20. yüzyıl klasiklerimizdendir. Hisar, özgün diliyle karakterlerini ve hayatlarını inşa ederken onlara hem çok yakın hem çok mesafelidir. Romanlarını vakaların değil karakterlerin etrafında kurgulayan Hisar, zaman ve mekânı geçmişseverlikten ziyade hafızanın temel taşları olarak kullanır. Abdülhak Şinasi Hisar, ikinci romanı Çamlıca’daki Eniştemiz’de, Fahim Bey ve Biz’de de adı geçen “deli enişte”yi, incelikli bir zaman çizgisinde hikâye ederken, okurlara Don Kişot’la akraba bir karakter sunar. Bu akrabalık Vamık Bey’i gündelik hayatta çevresindeki insanlardan ayrı tutar. Abdülhak Şinasi Hisar’ın dil kullanımındaki ustalığı ve karakterleri derinleştirmekteki başarısıyla Çamlıca’daki Eniştemiz, edebiyatımızdaki zamansızlığının içinde yolculuğuna devam ediyor.
He was born in the mansion of his maternal grandfather Muhtar Bey in Rumelihisarı. Abdülhak Şinasi Hisar's childhood was spent in Rumelihisarı, Büyükada and Çamlıca. In 1898, he entered Galatasaray Sultanisi. Without informing his family, he left Galatasaray Sultanisi in 1905 and went to Paris. He attended the École Libre des Sciences Politiques in Paris until 1908. In Paris, he frequently met with Prince Sebahattin, Dr. Nihat Reşat Belger, Ahmet Rıza Bey and Yahya Kemal.
He returned to Turkey after the declaration of the Second Constitutional Monarchy (1908). He worked for French and German companies, the Ottoman Bank, the Reji Administration, and after 1931 he settled in Ankara and worked for the Ministry of Foreign Affairs. In 1948, he returned to Istanbul and settled in an apartment overlooking the Bosphorus in Ayaspaşa. For a while, he worked as the editor-in-chief of the magazine Türk Yurdu (1954-57). He died of a cerebral hemorrhage at his home in Cihangir in 1963.
He began his literary career in the Armistice years with poetry, book reviews and criticism in Dergâh and Yarın magazines. From 1921 onwards, he became known for his articles in the newspapers İleri and Medeniyet; he also wrote for the magazines 7Ağaç, Varlık, Ülkü and Türk Yurdu, and the newspapers Milliyet, Hâkimiyet-i Milliye and Dünya. Although he was a writer of the Republican period, Hisar remained loyal to the Constitutionalist generation in terms of language and style, and all of his works are mainly based on “memoirs”. In his novels, he adopted the literary approach of writers such as Maurice Barrés, Anatole France and Marcel Proust.
Winner of the 1942 CHP Story and Novel Prize, Fahim Bey and Us was translated into German (Unser Guter Fahim Bey, trans.: Friedrich Von Rummel, 1956). Sermet Sami Uysal (Varlık Publications, 1961) and Necmettin Türinay (M.E.B., 1988) each wrote a book on Abdülhak Şinasi Hisar. After his death, Abdülhak Şinasi Hisar: Seçmeler (Haz.: S. İleri, YK7Y, 1992), Geçmiş Zaman Edipleri (Haz.: T. Yıldırım, Selis, 2005) and Kelime Kavgası: “On Literature and the Novel” (Selis, 2005). Emre Aracı composed a violin concerto of the same name (1997) inspired by the Bosphorus Moonlight.
"Kadrini Bilmediğimiz Deliler" başlığı ile açılan bir kitabın kötü olması düşünülemezdi zaten. Roman denilse de denemeden biyografiye hatıradan tarihi romana pek çok türün kıyısında gezinen bir metin. "Basra Valisi esbakı utufetlû Hacı Vamık Beyefendi Hazretlerinin" deliliklerini okuyoruz kitapta.
Yazar geri gelmeyeceğini bildiği zamanları, gelenekleri, yaşamları, mekanları müthiş bir farkındalıkla anlatıyor. En sevdiğim bölüm "Çamlıca'da Günler ve Geceler" oldu. İstanbul'da yaşayanlar burada anlatılanlar hakkında ne hissederler merak ediyorum doğrusu. Kitabın kapanışı diyebileceğimiz son iki bölüm de oldukça başarılıydı.
Türk edebiyatının en iyi örneklerinden biri bu eser. Bir edebiyat yapıtından beklediğim her şeyi karşıladı. En başından itibaren yazara hayran kalarak okudum. Abdülhak Şinasi Hisar'ın külliyatını bitirmek istiyorum, hayırlısı bakalım.
“Sabahlar bize hayat lezzetini bir süt gibi sunacak.”
Kitabın arka kapağında Turgut Uyar’ın görüşlerinden bir cümle, esasen Abdülhak Şinasi Hisar’ı ve bu kitabı gayet güzel özetliyor; “Belki Abdülhak Şinasi Hisar’ın suçu yalnızca bu kadarcıktır: O dünyanın özlemini çekmek... bu kadar. Çamlıca’daki Enişte’si bahanedir.”
Romanın ilk yayınlandığı yıldan (1942) 12 yıl sonra yayınladığı Boğaziçi Yalıları ve Geçmiş Zaman Köşkleri adlı kitapları daha önce okumamış olsam, bu romanı çok daha sevebilirdim. Ama bahsettiğim diğer iki kitapla zaten Hisar’ın özlemini çektiği dünyayı “fazlasıyla” almış biriydim. Şimdi aynı özlemi hacmen çok daha büyük bir kitapta okuyunca, eserin ortalarında bunaldığımı da hissettim. Ne var ki son 2-3 bölümde Hisar, bu özelliğini, vurucu bir güce çevirerek, hem yazı üslubu hem düşünce yapısı, duygu dünyası, ayrıntıların yorumlanışlarıyla feci etkilemiştir beni. Kitap kapağında her ne kadar “roman” yazılıysa da bir kurgusu yoktur, kitabın yarısında ara verip, 3 yıl sonra kaldığınız yerden devam etseniz hiç bir şekilde zorlanmazsınız. Abdülhak Şinasi Hisar zaten yaşadığı dönem olarak geçmişte kalmış olabilir, fakat yaşadığı dönemde de kendi yaşamından daha geride yaşamış biridir düşünce ve hissiyatında. Belki o yüzden ölümsüz, o yüzden bugünlere de adı kalmıştır, herkesin ilgisini çekmeyecek olsa da. Bir diğer romanı Fahim Bey ve Biz de bu türde bir roman ise okuyup okumamakta kararsızım. Çünkü Çamlıca’daki Eniştemiz, okurken, tatlı bir dille yazsa bile, eserin uzunluğu itibariyle bunaltabilen ama sonunda hoş bir tat bırakan bir kitap. Gerçekten var mıydı Çamlıca’daki o enişte? Yazarla ilgili aldığım bir araştırma kitabında belki bunun cevabını da bulabilirim, merak ediyorum çünkü.
Benim de çevremde böyle insanlar olduğu için midir bilmem Vamık Bey karakterini ben çok sevdim. Karikatüristik olduğu kadar gerçekçi bir portresi vardı. Yüz yirmi yıl sonra bugün bile çevremizdeki insanlar Deli Vamık Bey'den bir iz taşıyorlar, hayretle görüyorsunuz. Kitapta Çamlıca'daki enişte üzerinden Abdülhamid dönemi Istanbul'unun ve koskoca bir imparatorluk coğrafyasının izlerini sürüyorsunuz -ki bu, kitabı bana sevdiren bir başka etkendi. Kesinlikle sıradan bir anı kitabı ya da biyografik roman değil, derin felsefi düşünce ve saptamalarla zenginleştirilmiş nitelikli bir eser.
Abdülhak Şinasi Bey'in roman türündeki eserlerini bu kitapla bitirmiş oldum. Ama bunlar roman mıydı, işte, ondan pek emin değilim. Ben, diğerleri gibi, bu kitabı da bir kültür tarihi okur gibi okudum. İstanbul'un, İstanbulluların ve şu an üzerine camii yapılmakla hiç edilen Çamlıca'nın devri istibdattan cihan harbinin sonuna değin değişimini takip ettim. Hisar'ı genellikle Tanpınar'la beraber ansam da artık onun Tanpınar'dan çok daha farklı olduğunu düşünüyorum.
"Ee ne yaparsınız, işte böyle, insanlar hep yanlarındakilerin ruhlarını kemirerek ve kanlarını emerek yaşarlarmış."
Abdülhak Şinasi Hisar, Türk edebiyatında bir cevher gerçekten. Neden bu kadar geç okudum? Kitaplarındaki mizahi üslubunun içinde saklı gibi duran o ince melankoliyi pek seviyorum.
Abdülhak Şinasi Bey 1887 yılında doğmuş. Ömrü bir imparatorluğun nice kutsiyetlerinin bir kan deryasında boğarak helak olduğunu da, Türk’ün Anka Kuşu gibi küllerinden doğduğunu da, yokluğun üzerine inşa edilen Cumhuriyet’i de ve onun yaşamı dini ve ulvi olanın kontrolünden alıp akli ve dünyevi olanın kontrolüne verdiğini de tecrübe etmeye yetmiş. Çok talihsiz bir nesildir Abdülhak Şinasi Bey’in nesli. Büyük kayılar ve büyük mücadeleler içinde onlara aşina olan ne varsa -maddi ya da manevi- ellerinde paramparça olmuş bir nesil onlarınki. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda 30’larına yaklaşmış yetişkin biridir Abdülhak Şinasi Bey. Bütün yetişkinler için tecrübe ettikleri onca kayıp, savaş, ölüm, yıkım ruhları yakıp kavuracak cinstendir tartışmasız. Dönem şimdiki dönem de değil ki herkes her şeyini ortalığa döküp rahatlasın. Oradan bizim payımıza da acaba deli eniştenin ve halanın şahsında Osmanlı’nın bağdaşmaz, bu bağdaşmalığı içinde yıkıma sürüklemesi kaçınılmaz iki niteliğini mi görürüz soruları düşer. Osmanlı yıkılmış, Cumhuriyet eskinin hülyalarından sıyrılmış buz gibi bir gerçeklik içinde hayatı yeniden inşaya koyulmuştur. Mazi efsunlu, zihnimizde giderek şekil değiştiren ve belki tahrif ettiğimiz bir hatıra olarak giderek unutulmakta. Yeniye aşina değiliz. Eskiyi özlüyor, yenide üşüyoruz. Yerimizi tayin etmeliyiz, lakin yerimiz neresi? Bunca özlem ne için? Şikayetin kimseye faydası yok. Giden geri dönemez. Artık mezarı bile bulunamaz mazinin ve bugün artık kaniyiz ki: “…Her ferdiyle ıstırap çeken cemiyet içinde cemiyete karşı aciz ve hürriyetsiziz. Ona kafa tutamayız, zira sahibimiz odur ve söz dinletmeyiz, zira kafalar dinleyecekleri sözleri evvelki hazırlanışlarına göre seçerler! İspatsız din ile vaitsiz fen arasında kalmış insanların kendi başlarında parlayıp başkalarına zehirli gazlar saçan kanaatler taşıyarak birbirleriyle çarpıştıkları bu kanlı dünyada herkese yarayacak uslu ve kutsi hakikatleri nerede ve nasıl bulalım?”
Yazdıkları bana bütük bir haz verdiği için bitmesin diye oyalanarak okuduğum iki yazar var: Marcel Proust ve Aldülhak Şinasi Hisar. Bu kitapta da Çamlıca'daki deli eniştesini anlatan yazar her zamanki gibi şahane ve eşsiz bir edebi hava yaratmış. Elif Şafak, Orhan Pamuk, Hasan Ali Toptaş gibi yazar müsveddelerine ayarsız övgüler düzmekle meşgul olurken A.Ş. Hisar'ı kaçıran insanlara bugün sadece acırım (çünkü zaten bugüne kadar bol bol küfrettim onlara). Yalnız son 10 sayfayı atlatırsanız torunlarınız görürsünüz.
"Boğaziçi medeniyeti" nin yazarı. İlk kez okuduğum ve çok etkilendiğim bir yazar. Kitap, yazarın kendine özgü sanatkar anlatım tarzı ile, betimlemelerin ve duyguların müthiş anlatımı ile çok etkileyici.
Abdülhak Şinasi Hisar'ın dili ve anlattıkları sanki yaralarımı sarıyor ve benim açamadığım, asla açamayacağımı düşündüğüm kapıların anahtarlarını büyük bir nezaketle önüme koyuyor. Çok hassas ve dikkatli gözlerle gördüğü hayatı bize, üstelik böyle güzel bir dille aktarmasının çok büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. Onu severek okuyanların hatırasında uzun süre yaşayacağını bilmek, onun adına beni de mutlu ediyor. Kitap özelinde bir şey yazma ihtiyacı duymuyorum çünkü; o şiirsel dille ve hayatı gördüğü gözle ne anlatmış olursa olsun okurum.
“ Nasıl ki yaşadığımız bu zaman da bir zaman parçasından ibaret değil, fakat mazimizi hatırlatan ve atimizi hazırlayan, demek ki, hem maziye, hem de atiye karışan bir zaman bütünlüğüdür. Ve hamdolsun ki bu sayede her günümüz, biz kaç yaşındaysak, o kadar yıllık bir gündür.”
This entire review has been hidden because of spoilers.
Zor günler zor zamanları geçirmeye çalışıyoruz, nefes almaktan utandığımız ama elden yardım dışında bir şeyin gelmediği zamanlar. İşin kötüsü hiçbir şeyden akıllanmıyoruz, bir şeyleri düzeltemiyoruz. Böyle bir ortamda okudum uzun zamandır listemde olan Çamlıca’daki Eniştemiz’i. Çok da iyi bir zamanlama olmadı sanırım.
Abdülhak Şinasi Hisar, biraz dönem eleştirisi yapmış çaktırmadan, biraz da insanın halet-i ruhiyesine yönelik tahliller. Deli enişte, biraz çocuksu yanları bir kenara bırakılırsa aslında her insan gibi ihtiraslara, şehvetlere, sevinçlere ve üzüntülere hasılı duygulara sahip.
Değişen dünyadan memnun olmayan Abdülhak Şinasi bey ... Çamlıca'daki enişte Şarklı insanları temsil eden bir karakter; abartılı. Hisar, çocukluğuyla özdeşleştirdiği asr-ı saadetini anlatıyor bir anlamda. Hatırlayın diyor; durup düşünün diyor; bu kadar da Garplı olmayın diyor.
Ötüken Yayınevi'nden basılan Peyami Safa kitaplarının arkasındaki gibi, günümüzde yaygın bir kullanımı olmayan kelimeler için bir sözlük barındırması gerektiği görüşündeyim.
İyi ki yeniden basılmış ve bu sayede okumuşum. Günümüzde de geçerliliğini koruyan mizahı ve eski dili güzel bir şekilde kullanması yönleriyle Refik Halit'e benziyor.