Halk söylencelerine, efsanelere duyduğu hayranlıkla Köroğlu, Karacaoğlan ve Alageyik efsanelerini kendine has tarzıyla kaleme alan Yaşar Kemal, anlatım gücünü besleyen bereketli topraklara olan vefa borcunu da “Üç Anadolu Efsanesi ile öder”.
“Kilometrelerce yürüyüp, dağ bayır koşup ne kurtarırsa kârdır kuralınca, önce ağıtları, sonra da türküleri, koşmaları, destanları, Çukurova’nın tüm uyaklı uyaksız söz çeşitlerini, tekerlemelerini, küfürlerini avlıyordu. Folklor derlemesi filan değildi, bu iş hayat memat işiydi, özbeöz malını kurtarıyordu Çukurova’nın, sorumluydu kurda kuşa karşı, şaka değil.” Abidin Dino, Milliyet Sanat
“Yaşar Kemal, Anadolu âşık-hikâyecilerinin geleneğine göbek bağıyla bağlanmış bir yazar. Onu ta çocukluğundan başlayarak Anadolu sözlü geleneğinin destansı türleri büyülemiş.” Pertev Naili Boratav, Folklor ve Edebiyat I
Yaşar Kemal, asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı biyografilerde 1923 olarak geçer.
Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu; 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha sonra arzuhalcilik yaptı. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ı, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’i yayımladı. 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip’teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi.
Şaşırtıcı imgelemi, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca Türk romanının değil dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri olan Yaşar Kemal’in yapıtları kırkı aşkın dile çevrilmiştir. Yaşar Kemal, Türkiye’de aldığı çok sayıda ödülün yanı sıra yurtdışında aralarında Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d’Honneur nişanı Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye’de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı. 28 Şubat 2015 tarihinde vefat etti.
Yaşar Kemal was born as Kemal Sadık Gökçeli in 1926 in the Hemite village of Kadirli, Osmaniye, where his family, originally from the village of Ernis (present-day Ünseli) near Lake Van, had settled after a long period of immigration caused by the Russian occupation during World War I. With his amazing imagination, grasp of the inner depths of the human soul, and lyrical narrative, Yaşar Kemal became one of the leading name not only of Turkish literature, but of world literature as well. Translated into more than forty languages, Yaşar Kemal is the recipient of many awards in Turkey and more than twenty international awards including Prix mondial Cino del Duca, Commandeur de la Légion d'Honneur de France, Commandeur des Arts et des Lettres of the French Ministry of Culture, Grand Officier de la Légion d'Honneur de France, Premi Internacional Cataluña, Peace Prize of the German Book Trade, as well as seven honorary doctorates—five in Turkey and two abroad. The last award Kemal received was the Bjørnson Prize given by the Norwegian Academy of Literature and Freedom of Expression (Bjørnson Academy) on November 9, 2. Yaşar Kemal died in İstanbul on February 28, 2015.
Yasar Kemal was nominated for the Nobel, but the first Turkish writer to win was Orhan Pamuk. It is not hard to see why; Pamuk is from Istanbul and his writing is urbane and modern. Kemal came from Anatolian villages and he wrote of farmers, local government officials and merchants, often at each other's throats. There is no polish to Kemal; these are rough-hewn tales of people desperately trying to avoid the poverty that economics and politics force upon them and usually failing. The story called "The Baby" is, as one might expect with that title in this environment, not for the faint of heart or for those with illusions about how starving people treat each other. Kemal called it as he saw it, and what he saw were political, social and economic systems that pushed Anatolian peasants to the edge, and over it.
Yaşar Kemal'in o kendine has dilini, muhteşem anlatımını, gerçekçi tasvirlerini çok beğeniyorum. "İkircikli" gibi inanılmaz tatlı ve günümüzde kullanılmayan kelimelerine bayılıyorum.
Dolayısıyla Üç Anadolu Efsanesi'ni de beğendim. Hatta eğer bu efsaneleri birinden dinleyeceksem varsın Yaşar Kemal'den dinleyeyim. Ancak şimdilik (en azından) Yaşar Kemal bilgim İnce Memed'den mütevellit olduğu için, ister istemez benzerlikleri de görebiliyorum. Mesela Ala Geyik'te Hürre Ana'yı görmek çok mümkündü. Köylülerin pısırıklığını, güce olduk olmadık boyun eğmelerini, erkeklerinin korkaklığını, kadınlarının yiğitliğini bu hikayelerde de gördüm.
Bu arada Köroğlu ne kadar itoğlu it bir arammış. Babası Koca Yusuf'un koca yürekliliğine sarılasım geldi. Köroğlu gitti babasının gözünü açacak köpüklü suyu kana kana içti ya. Sonra birdenbire yağız atı pegasusa dönüştü (ki Türk efsanelerinde kanatlı at olduğunu da bilmiyordum). Sonra o pısırık çocuk gitti onlarca adamı yere serdi. Sonra gitti koca köyün sahibi oldu. Üstelik de yol kesen, kafa kesen, haraç alan eşkıyası ya sen ne tatlı bi çocuksun deyip koca köyü elleriyle teslim etti. Oldu canım.
Hepimizin bir şekilde, dinlediği, okuduğu ya da izlediği Anadolumuzun üç güzel efsanesini destansı bir dille anlatmış Yaşar Kemal. Özellikle Köroğlu'nu çok beğenerek okudum. Yalın dili, içten anlatımıyla yazarın en beğendiğim eseri diyebilirim.
Üç Anadolu Efsanesi-Köroğlunun Meydana Çıkışı, Karacaoğlan, Alageyik
Yaşar Kemal Ararat Yayınevi, İstanbul, 1967, Toros Yayınları, İstanbul, 1987, 11. baskı (bendeki kopya) 224 s. Kapak resmi ve iç desenler: Ferruh Doğan
"Yaşar Kemal
Üç Anadolu Efsanesi-Köroğlunun Meydana Çıkışı, Karacaoğlan, Alageyik
Üç Anadolu Efsanesi:Köroğlunun Meydana Çıkışı, Karacaoğlan, Alageyik. Anadolunun üç büyük halk masalı, Yaşar Kemalin anlatımından kendi görkemli destan akıcılığı içinde dile getiriliyor. 1967 yılında ilk baskısı yapılan Üç Anadolu Efsanesi, yazarın en çok okunan eserlerinden biridir. (arka kapak)
."Kilometrelerce yürüyüp, dağ bayır koşup ne kurtarırsa kardır kuralınca, öne ağıtları, sonra da türküleri, koşmaları, destanları, Çukurova'nın tüm uyaklı uyaksız söz çeşitlerini, tekerlemelerini, küfürlerini avlıyordu. Folklor derlemesi filan değildi, bu iş hayat memat işiydi, özbeöz malını kurtarıyordu Çukurova'nın, sorumlusuydu kurda kuşa karşı, şaka değil." Abidin Dino, Milliyet Sanat
"Yaşar Kemal, Anadolu aşık-hikayelerinin geleneğine göbek bağıyla bağlanmış bir yazar. Onu ta çocukluğundan başlayarak Anadolu sözlü geleneğinin destansı türleri büyülemiş." Pertev Naili Boratav
Kitabın Konusu:
Halk söylencelerine, efsanelere duyduğu hayranlıkla Köroğlu, Karacaoğlun ve Alageyik efsanelerini kendine has tarzıyla kaleme alan Yaşar Kemal, anlatım gücünü besleyen bereketli topraklara olan vefa borcunu da Üç Anadolu Efsanesi ile öder. -------------------
Kitabın baskıları;
Ararat Yayınevi, İstanbul, 1967, 222 s Ant Yayınevi, İstanbul, 1969, 2. bs Cem Yayınevi, İstanbul, 1970, 3. Baskı, 286 s. Cem Yayınevi, İstanbul, 1971, 4. Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul, 1974, 5. Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul, 1974, 6. Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul, 1976, 7. Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul, 1977, 7. Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul, 1979, 7. Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul, 1981, 7. Baskı, Toros Yayınları, İstanbul, 1981, 8. baskı, 224 s. Toros Yayınları, İstanbul, 1982, 9. baskı Toros Yayınları, İstanbul, 1983, 10 .bs. Toros Yayınları, İstanbul, 1987, 11. baskı (bendeki kopya) Toros Yayınları, İstanbul, 1989, 12. bs. Toros Yayınları, İstanbul, 1990, 12. bs. Cem Yayınevi, İstanbul, 1990, 7. Baskı, Toros Yayınları, İstanbul, 1991, Toros Yayınları, İstanbul, 1993, 15. Baskı, 224 s. Toros Yayınları, İstanbul, 1994, 16. Baskı, Adam Yayınları, İstanbul, 1998, 4. bs. Adam Yayınları, İstanbul, 1999, 5. bs. Adam Yayınları, İstanbul, 2001, 9. bs. Adam Yayınları, İstanbul, 2002, 10. bs. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılıkta 1. baskı, 2004, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılıkta 7. baskı, 2006 Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılıkta 12. baskı, 2007 Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılıkta 17. baskı, 2009, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılıkta 31. Baskı, 2013 Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılıkta -- Baskı, 2016
Kapaktaki Resim: Avni Arbaş ISBN: 9789750807456, 232 s.
kitap hakkında, özeti (bakın, ben yazma özürlüyüm; profesyonel okuyucuyum-okurum, lütfen sabır ve anlayış gösteriniz);
-kitapta üç bölüm var;
-1-Köroğlunun Meydana Çıkışı, -2-Karacaoğlan, ve, -3-Alageyik.
bunlar üç ayrı hikaye, efsane. açık söyleyeyim, köroğlu ve karacaoğlanın hayatlarını ilk defa böyle faklı bir tarihi roman-masal-mistik tadında okuyorum. gerçekten farklı ve güzel ve de mitolojik. demek ki büyük yazar böyle olunuyormuş; özgün eser vererek, başka bir açıdan bakarak.
1. hikaye köroğlunun bir biyografisi şeklinde, özetle şöyle;
köroğlunun babası seyis koca yusuftur, onun da yaşlıca bir babası vardır, ama henüs bizimki-köroğlu daha yoktur-doğmamıştır. hikaye köroğlunun dedesi-babasının (kocayusufun) babasından alır.
tabii bir de, süslü püslü, dededen kalma altınlı gümüşü bir koşum takımı vardır. neyse hikayeye dönelim;
köyde birgün kıtlık olur, insanlar göçer,bir tek atla ölür, bir tek at kalır. ve bir tek göç etmeyen bu dede-büyükbaba kalır. kocayusuf ve babası bir de bu kırat vardır bu köyde-memlekette artık. atı birkaç kez kovarlar geri gelir, son seferde artık kaybolur at.
dede ölür, vasiyetine uyan koca yusuf da, tanıdığı bolu beyinin diyarına gider. orda seyis olur. evlenir, yuva kurar, ruşen ali-körünoğlu-köroğlu doğar.
bir gün denizden sihirli bir at-aygır-deniz aygırı çıkar, üç tane atlarını döller-üç kulun bırakır. 1. tay, üç gün toprağa değmemeliydi, bu tay ilerde kanatlı, hızlı köroğlunu yoldaşı kırat olacaktır. ikinci tay taşa basar, üçüncü tay da kuma basar, yani bir tek ilk tay süper olur.
bir gün, osmanlı padişahı bolu beyinde 3 at ister, bizimki de bunları önerir, fakat bunlar küçükken zayıf göründüğü için, bizim seyisi cezalandırıp kör ederler, bizimki de (köroğlunun babası seyis kocayusuf), küser, göç eder.
zamanla oğlu büyü, bizim kahraman. hem kıratı hem de aşık olduğu, bolu beyinin kızkardeşi telli nigarı kaçırıp aldı.
bir ara, üç köpük efsanesini yaşadı. derenin birinde üç köpük bulur, bunlar aşk, güç, ve de uzun ömür sağlar. yenilmez ve saz aşığı olur.
sonra çamlıbel dağındaki mağaraya çıktı, yol kesti eşkiya oldu. burasını da herkes biliyor zaten.
2. hikayede Karacaoğlan bir biyografisi şeklinde, özetle şöyle;
karaca diye bir çocuk vardır. gurbete gider. iyi de çalar-söyler bizimki. yolda bi adamın deve yüklemesine yardım eder, kardeş olurlar bu deli hüseyinle.
oba beyinin kızının devesi kalkmaz, bi türkü yakar bizimki deve kalkar, kızla bu elektirk alırlar birbirlerinden. kızn adı da elif.
bizimki çalıp söyledikçe adu artar ünü alır gider memlekette. bu iki aşık kaçar gider, saklanırlar, başka biyerde yurt tutup yuva kurarlar, karaca da çalar söyler, geçinirler. bi gün karısını başka biriyle basar, küser gider. mam kız masumdur, hep haber gönderiri bizimkine, gel açıklıcam. yıllar sonra gelir amma, dirisine yetişemez. acı bi hikaye.
3. hikaye, en sevdiğim cinsten, tam mitolojik, açıklayayım da gülün ya da fellik fellik kaynakları arayın bu bilgiler için;
SİHİRLİ KELİME "GEYİK".
evet, yüce Atam bile akademik olarak aramış; evet MU dan bahsediyorum, geyikle bağlantısı ise sembolik. dinleyin bi fantastik tarihimizi;
ilk insan 900 bin yıl önce MU=MUKALİA=LEMURYA da varoldu, işte insanın var olma olayı, sembolik olarak iki ayağı üzerine kalkmış geyikle sembolize edilir. bu yüzden kadim öğretilerde geyik kutsaldır.
yüce Atamın araştırttığı James Churchward kitaplarında yeterince doyurucu bilgi var. hepsi dilimize çevrildi.
kitaptaki alageyik efsanesine dönersek;
bizimki, halil, toroslarda geyik avlar, geyik kutsaldır yapma etme derler dinlemez. sevdiğin de var, nişanlısı. buna gözkoyan kötü adam karaca ali. bizimki avdayken buna pusu kurup kızı alıcak. pusuyu kurar, beceremez. bir kere de kız-sevgilisi-nişanlısı zeynep, dağa ava giden halilin peşinden gider. pusuya yakalanır, yaralanır, zar zor iyileşir. bisürü hırgürden sonra bizimkiler evlenir, gerdek gecesi halil, geyik sesi duyar, tüfeğini kaptığı gibi dağa koşar, bakar ki yine pusu, bu sefer vurulur.
yaralı yaralı kaçarken, büyük geyiği görür, vuru ama, kendi de bir uçuruma düşer, ağır yara alır, peşinden millet gelir, ölmek üzereyken eşi de uçuruma atlar, aşıklar el lel ölür.
bu yerde, uçurumdaki kayada, her sonbahar, iki çiçek, mavi kırmızı, açar.ve bir geyik gelir. bunları yer, ve her yıl bu, böyle olurmuş vesselam.
ALAGEYİK
Ben de gittim bir geyiğin avına, Geyik çekti beni kendi dağına, Tövbeler tövbesi geyik avına. Siz gidin kardaşlar kaldım kayalarda çöllerde
Siz Gidin Kardaşlar Kaldım Burada Aman Anam Burada Siz Gidin Avcılar Kaldım Burada Aman Anam Burada
Ben giderken kaya başı kar idi, Yel vurdu da ılgıt ılgıt eridi, Ak bilekler taş üstünde çürüdü, Gidin arkadaşlar kaldım kayada, Siz gidin yoldaşlar kaldım burada.
Urganım Kayada Asılı Kaldı Esvabım bohçada basılı kaldı, Tüfeğim duvarda asılı kaldı, Nişanlım da benden küsülü kaldı, Siz gidin yoldaşlar kaldım burada.
Taaa ortaokulda bize okutulan da, çocuk aklımızla "okulda okutuldu" diye hakkını veremediğimiz kitaplardan. Umarım hala okutuluyordur. Üzerinden uzun zaman geçtiği için unutmuş olduğum, sarı sayfaları mis gibi kokan bir kitap okudum. İçime mis gibi hisler dolduran birbirinden güzel üç hikaye..
Kültürümüzü adetlerimizi dilimizi seviyorum yahu, daha ne diyeyim! Şahane! Hani sevdiceğin kucağına kıvrılıp mayışma hissi olur ya insanda, işte aynen o hissi yaratıyor...
..İşte bu sebepten derler ki Köroğlu yiğitliği bir küçümencik itten öğreniktir. Ve de öyledir...Sayfa27
..İnsan anadan yiğit doğmaz, insanı hem yürekli, hem de korkak yapan görgüsü ve aklıdır..Sayfa28
..Telli Nigar Hatun bir güzel bir güzel ki doğan güne sen dur da ben doğayım diyor..Sayfa62
Üç ayrı hikaye ama aynı temalar kullnılmış...Halk söylencelerine, efsanelere duyduğu hayranlıkla Köroğlu, Karacaoğlan ve Alageyik efsanelerini kendine has tarzıyla kaleme alan Yaşar Kemal, anlatım gücünü besleyen bereketli topraklara olan vefa borcunu da Üç Anadolu Efsanesi ile öder. Yaşar Kemal, Anadolu'yu karış karış gezerek topladığı derlediği destanları kendi üslubu ile harmanlayarak okuyucuya sunmaktadır. Kitapta sırlama olarak ilk destan Köroğlu Destanı'dır. Bu destanda Köroğlu'nun ortaya çıkışı ve Bolu Beyi ile verdiği mücadele anlatılır.İkinci destan ise Karacaoğlan Destanı'dır. Bu destanda Karacaoğlan'ın yaşadığı çevre ortaya çıkışı ve sevdiği Elif'e kavuşması anlatılır.Üçüncü destan Alageyik Destanı'dır. Bu destan kahramanı geyik avcısı Halil'nin sevdiğine kavuşması ve geyik avı müptelalığını anlatır.
"Sen bilmez misin ki aşık kısmının diline zincir vurulmaz.Dağı taşı,akar suyu,çoşkun denizi bağlarsın da aşık kısmının dilini bağlayamazsın."
"Bir adamda akıl ve de feraset olmazsa o adam bir hiçtir."
Yaşar Kemal dediğimde aklıma gelen tek şey: Anadolu. Anadolu'yu ve kültürünü iliklerimize kadar hissediyoruz eserlerinde.
Bu kitabında da yine Anadolu'nun halk kültüründen beslenen üç ayrı destansı hikayeyi içeriyor. Yaşar Kemal, kendine özgü anlatım diliyle ve harika bir üslupla Anadolu'yu yorumlayarak okuyuculara sunuyor.
Benim kitapta gördüğüm halkın derin duygularını, adalet arayışını ve direniş gücünü işleyen 3 hikaye var.
Kitapta yer alan üç efsane İse Köroğlu, Karacaoğlan ve Alageyik.
Yaşar Kemal, bu 3 hikayede Anadolu'nun mitolojisini anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda insanın doğa ile kurduğu bağı ve Anadolu insanının dünyasını da bizlere aktarıyor.
3 hikaye de birbirinden güzel ama ben en çok son hikayeye takıldım. Şu geyik avı sevdası deli etti beni gerçekten. Karakterimize harbiden gıcık oldum yani🤓 Her geyik sesini duyunca koş geyik avla gel. Hatta düğün gecesi bile. Başında büyük büyük belalar varken. Harbiden gıcık olunacak bir durum ama🦥
Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik.. 3 Anadolu Efsanesi. Bir Anadolu kadının kilimine işlediği desenler gibi özenli, ince ince işlenmiş, narin, duygulu, rengarek. Ne duygular ne acılar, ne özlemler ne ağıtlar var içinde. Ayna tutmuş Yaşar Kemal gözümüzün görebileceği her şeye ve tabiki göremeyeceklerimize de. Yer yer Cüneyt Arkın da geliyor gözlerimiz önüne , belki daha okumayı bilmeden önce izlemiştik bu efsanelerin filmlerini.
I'm sad to give this book such a low rating; I really tried to like it. I didn't make it past the third story.
Normally I love short stories, especially foreign short stories, but the characters, narrative, and plots just alternated between boring me and driving me nuts. Gah!
This book tells the Turkish traditions and customs. I love the book but the book is a little boring. Because three epic inside the book are the same. Talking about the same things; love, Turkish songs, instruments, poets ...
Yaşar Kemal olur da efsaneleri yazmaz mı😊 Hayatını konu edinen belgeseli izlediğimde, yaşadığı ortamı, sevdiklerini, nasıl yazdığını öğrendiğimde kitaplarının ne kadar çok onu yansıttığını anladım. Küçüklüğünden beri söylenen ağıtları ezberler, efsaneleri dinler not alırmış. Türk gelenek göreneklerini, toplumu çok iyi yansıtıyor bu edebi eserler. Hepsinden ayrı bir tat alıyorsun. Eski Türk filmleri de bu dramatik olaylardan esinleniyormuş bence:) Biraz daha abartarak belki. Velhasılıkelam, Yaşar Kemal okumaya devam😊 Sırada Bir Ada Hikayesi dörtlemesi var. Yaşar Kemal ekleyin listenize mutlaka📚
Çukurova’nın babası, atası, koca çınarı edebiyatımızın büyük kalemi Yaşar Kemal’in bize bırakmış olduğu güzel bir miras. Bu üç destanı kendi kalemiyle başarılı bir şekilde kağıda aktarmış. Bazen hüzünlendim, bazen yiğitlendim, bazen sevdalandım kitabı okurken. Kim toprağına olan borcunu bu kadar güzel bir şekilde ödeyebilir ki! (Alıntı)
Güney Anadolu başta olmak üzere, Anadolu’ya ait deyimleri,türküleri,koşmaları,destanları anlatan adeta Anadolu’nun özeti epik ve destansı bir roman.
Yaşar Kemal, her zamanki gibi efsane anlatımıyla 3 efsaneyi bize aktarıyor. En ilgimi çeken Köroğlu efsanesi oldu, oldukça akıcı anlatımıyla bir nefeste okudum. Karacaoğlan efsanesinde yer alan Hürüce Ana İnce Memed serisindeki Hürü Ana ile aynı karakter miydi? Merak etmedim değil. Alageyik efsanesi ise bence diğer iki efsanenin yanında bir tık daha sönük kaldı gibi geldi.
I might pick this volume up again if I'm ever feeling my personal situation is too intractable, if I ever feel the economy has dealt too severely with me personally, or if I'm feeling too trapped in a world I never made. Kemal creates interesting characters, describes them in language I enjoyed, but the stories are bleak. The sun is searing, the customs and mores of the Chukurova plain are rigid and unforgiving, government officials are either too distant to respond or already beholden to another party. These are hard luck tales. That Kemal finds some small saving grace (never what I expected) to salvage each story from what would be an otherwise devastatingly sorrowful tale, is noteworthy. As I reflect on "the Drumming Out" where the solitary praise from a villager revives in the departing agricultural commissioner a feeling that his effort weren't in vain, I'm reminded of the conclusion The Grapes of Wrath, where the book ended without resolution, but with a sense of the continuing struggle and and struggle for justice. I guess I liked the book more now that I'm reflecting on it, but I didn't enjoy Kemal's short fiction as much as I liked the novel Memed, My Hawk.
Bir kitapçıya gittiğimde Yaşar Kemal'in bulunduğu rafı mutlaka incelerim, bu kitabı da Yaşar Kemal'in daha önce okuduğum Çakırcalı Efe ya da Ağrıdağı Efsanesi kitaplarına benzediğini düşündüğüm için aldım ve yanılmamışım, çünkü insanı dinlendiren, öğreten kitaplar bunlar. Köroğlu, Karacaoğlan ve Alageyik efsanelerinden oluşuyor kitap. Karacaoğlan efsanesi benim favorim oldu. Hatta biraz önyargılı olduğum Karacaoğlan'a karşı baya baya sempati beslemeye başladım bu kitap sonunda. Anadolu öykülerine, efsanelerine ilgiliyim dolayısıyla okuması keyifli bir kitaptı benim için. Özellikle dönemin insanlarının yaşam tarzları, gelenekleri, dilleri çok leziz geldi.
Anatolian Tales is a collection of short stories by Yashar Kemal who was nominated for the Nobel Prize. This stories are about life in rural Turkey years ago. Life there is a mixture of tragedy, brutality, humor, hypocrisy and hospitality. There is social injustice especially between the rich and the poor, but the people continue to go on.
Zar zor bitirebildiğim Yaşar Kemal hikayelerini içeren kitap. Köroğlu'ndan ziyade Karacaoğlan ve Alageyik daha kolay okunabilen, akıcı hikayelerdi. Kitabı bitirdikten sonra öykülerdeki iyi-kötü karakterlerin aslında birbirlerine çok benzediklerini fark ettim. Dolayısıyla hikayeler farklılık gösterse de aslında aynı akışta ilerliyorlar.
Sanki geçmişin sesi bir şeyler anlatmak için beni bulmuş ve anlatmış gibi hissettirdi bu kitap bana.Ayrıca Köroğlu hikayesinden Melih Cevdet Anday'ın Troy'a önünde atlar şiirine açılan bir solucan deliği kodladı beynime...
"Mutlu adamın uykusu başkadır. Kuşlar gibi hafif, temiz, pırıl pırıl, dokunsan bozulacak, uçacakmış gibi nazlı uyur." s 50
"Kim olduğunu nereden gelip nereye gittiğini bilmem. Bilirim ki sen dünyanın en iyi arkadaşına, böyle bir Kırata sahipsin ki... Kıyamete kadar sırtın yere gelmez. Altındaki Kırata, yani senin can bir arkadaşına baktım, işte uzaktan, diyarımıza bir adam oğlu adam gelir ki analar doğurmamış, dedim. Derken oğul senin sesini duydum. Sesin bir ses ki ne altındaki ata, ne de sana yakışan bir ses... Sesin öyle bir ses ki, şu küçük dağları ben yarattım, büyükleri de dedemden kaldı diyen bir ses. Sana bir öğüdüm olsun ki, kulağına küpe yapıp da bu öğüdümü ölünceye kadar taşı kulağında. Ömrün oldukça hiçbir adama böyle tepeden, böyle karıncaya bağırır gibi bağırmayacaksın. Bilmediğin insanlara böyle davranman senin çiğliğini gösterir. İnsanlara böcek gibi, karınca gibi bakamazsın. Şu evren içinde ne kadar yaratık varsa en kutsalı insandır. Hiçbir insanı küçük göremezsin, aşağılatamazsın. İnsanı aşağılatan önce kendini aşağılatmış demektir. Kendine saygısı olan, olumlu, sağlıklı bir adam başkalarına da büyük saygı duyar." s 60-61
"Dünyadaki bütün yaratığı, ağacı, kuşu, böceği, insanı, her şeyi, her şeyi en derin sevgisiyle kucaklardı. İliklerine kadar aşk duyardı dünyanın her şeyine. Yağmuruna, kışına, borasına, sıcağına, soğuğuna... Dünyanın en küçük, en değersiz şeyine bile kocaman açılmış çocuk gözleriyle, hayretle bakardı. Türküsü, sesi bir coşma, bir kendinden geçmeydi. Dünyaya karşı. " s 103