Füruzan'ın çağdaş bir klasiği... "Füruzan, sıcak, acılı, yer yer insanın içine işleyen anlatımıyla, toplumumuzdan çok iyi tanıdığı kesitler veriyor bize. Çok yazmasına karşın yavanlığa düşmemesinin nedenini, el atmış olduğu çevreyi, bu çevredeki insan kaynağını iyi tanıyor olmasıyla açıklayabiliriz."
Füruzan Yerdelen was an award-winning self-taught Turkish writer, who is highly regarded for her sensitive characterisations of the poor and her depictions of Turkish immigrants abroad.
Füruzan İlk kitabı Parasız Yatılı’yla 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı ’nı kazandı. İlk kitaplarında kötü yola düşmüş kadın ve kızların, çöken burjuva ailelerinin, yoksulluk ve yalnızlıkla boğuşan kadın ve çocukların, yeni ortamlarda bunalan ve yurt özlemi çeken göçmenlerin dramlarına sevecenlikle yaklaştı; kişileri derinlemesine inceledi, anlatımını ayrıntılarla besledi. 12 Mart dönemini anlattığı ilk romanı Kırk Yedi’liler ile 1975 TDK Roman Ödülü’nü kazandı. 1975’te bir sanatçılar programıyla (D.A.A.D.) çağrıldığı Batı Berlin ’de bir yıl kalarak işçiler ve sanatçılarla röportajlar yaptı. Dokuz Çağdaş Türk Öykücüsü (1982, Volk und Welt Verlag) antolojisiyle Die Kinder der Türkei (1979, Kinderbuch Verlag) çocuk kitabını ise Doğu Berlin’de konuk kaldığı dönemde hazırladı. Öyküleri Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Boşnakça gibi dillere çevrildi: Öykülerinden yapılan bir toplam A. Saraçgil çevirisiyle 1991’de Napoli’de, Kırk Yedi’liler S. Pirvanova çevirisiyle 1986’da Bulgaristan’da, “Sevda Dolu Bir Yaz”, “Nehir” ve “İskele Parklarında” öyküleri Damian Craft çevirisiyle 2001’de Londra’da, Parasız Yatılı Elif Deniz - Pierre Vincent çevirisiyle (Pensionnaire d’état, Bleu autour yayınevi) 2010’da Fransa’da yayımlandı; toplu öykülerini ise İspanyolcaya Gül Işık çevirmekte. 2006’da 10. Ankara Öykü Günleri’nde, 2007’de Dil Derneği’nin Dil Bayramı’nda ve Antalya Öykü Günleri’nde, 2008’de 7. İzmir Öykü Günleri’nde onur ödülleri aldı. 2008 TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı seçildi. 2009’da Dil Derneği İzmir şubesince Türk Diline Emek Ödülü verildi. 1988-90 yıllarında çektiği Benim Sinemalarım 1990’da Cannes Film Festivali’nin “Eleştirmenlerin 7 Günü” ve “Altın Kamera” dallarından çağrı alarak 158 film arasından seçilen 8 filmden biri olarak gösterime girdi; 1991’de ise Uluslararası İran Fecr Film Festivali’ndeki Uluslararası Jüri’den “En İyi İlk Film Jüri Özel Ödülü”nü kazandı ve Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde seçilen “En İyi On Asya Filmi” arasında yer aldı. Oyunlaştırdığı Sevda Dolu Bir Yaz Ankara Devlet Tiyatroları’nda yaklaşık 200 kez sahnelendi (2000-2005). Öykü: Parasız Yatılı (1971), Kuşatma (1972), Benim Sinemalarım (1973), Gül Mevsimidir (uzun öykü, 1973), Gecenin Öteki Yüzü (1982), Sevda Dolu Bir Yaz (1999). Roman: Kırk Yedi’liler (1974), Berlin’in Nar Çiçeği (1988). Gezi-Röportaj: Yeni Konuklar (1977), Evsahipleri (1981), Balkan Yolcusu (1994). Oyun: Redife’ye Güzelleme (1981), Kış Gelmeden (1997). Şiir: Lodoslar Kenti (1991). Çocuk Kitabı: Die Kinder der Türkei (Türkiye Çocukları, 1979). Yaşantı: Füruzan Diye Bir Öykü (Haz.: Faruk Şüyün, 2008).
İçinde Edirne'nin Köprüleri gibi şahane bir öyküyü barındıran çok güzel bir kitaptır Parasız Yatılı. Füruzan muazzam bir öykücü ve bu kitabı da bunun imzası...
Parasız Yatılı ve Haraç öykülerini burnumun direği sızlaya sızlaya okudum . Öykü nedir nasıl yazılır dersi vermiş Füruzan, atlanmaması gereken bir yazar
Bu kitabı ne kadar sevdiğimi hangi kelimelerle anlatabilirim bilemiyorum. 12 adet öyküden oluşuyor ve son dört öyküsü ise beni benden aldı. Çok öykü okumuş olan biri değilim ama okuduklarım arasında kitabın son dört öyküsüne yaklaşabilecek gerçeklikte , samimiyette , sadelikte ve güzellikte öykü okumadım.
Kitabın son öyküsü olan Haraç öyküsündeki Servet karakterinin hayatından çıkmak istemedim adeta. Bitmesine üzülürsünüz ve garip bir anlamsızlığa boğulursunuz ya , işte kitap bittikten sonra tam olarak öyle bir hisse kapıldım. Kalbim biraz çıtırdadı sanki.
Bir daha ne zaman bir Füruzan kitabı okurum bilemiyorum. Çok muhtemel uzak bir zamanda. Öyküler çok acıklıydı. "Haraç" taki Servet'in hikayesini aklımdan çıkaramıyorum.
Lodosun ince bir yele döndüğü o geceden, yoksulluğun, yalnızlığın ve sevgisizliğin içinden, o ses yankılanıyor zihnimde: "Servet Hanım, öldün mü? Servet Hanım, öldün mü?"
Füruzan 'ın Parasız Yatılı kitabı 12 öyküden oluşuyor. Haydar Ergülen, son şiir kitabıda (sen güneş kokuyorsun daha) güzel bir bölüm hazırlamış. Fürüzan' ın her öyküsü için bir şiir yazmış. Bazı şiirler tamamen ilgili öykünün sözlerinden oluşurken, bazıları ise küçük alıntılarla yeniden yazılmış.
Bu iki nadide eserleri birlikte okumak, oldukça güzel bir okuma deneyimi oldu.. " şurada burda mahrem bir balo olarak süslediğimiz cumhuriyetin grapon kağıtları gelmiş şimdi kalın karanlığa düşer Balo biter, piyano susar : "Konak ne yana düşer usta, cumhuriyet ne yana düşer?" H. E"
Okurken düşündüm, Füruzan 'ın su gibi akan o güzel kalemiyle neden daha önce tanışmışmamışım diye.. İnsanın yüreğinde hissettiği dinmeyen bir sancı, çoğu zaman görmediğimiz, bazen sadece hissettiğimiz ama hep yakınımıızda akıp giden hayatlar... Bu kitabı Haydar Ergülen sayesinde okudum, evet. Her şiirin bir öyküsü varmış, her öykünün de bir şiiri. Anladım bir kez daha zormuş kadın olmak, çizgisi kalın bir çember gibi hep üstüne kapanan yoksul ve kimsesiz hayatlarda. .. ❤️❤️ #AliNamık
Füruzan müthiş ifade gücüne sahip bir yazar. Kendisi alt sınıftan olmadığı halde alt sınıfları otantize etmeden yazabilen var mı? Füruzan onlardan biri. Yoksulluğu failliğini esir almış insanların hikayeleri var öykülerinde. Türkçesinde bir dönemin tonu, öykülerinde bir dönemin toplumsal resmi var. Bu farklı zamana ait hikayelerin kendi zamansallıkları var. Bu kısa öykü kitabıyla bunların hepsini duyumsamak mümkün.
Birkaç öykü bir tane de novella diyebileceğimiz bir parça var kitapta. Füruzan hanımın orijinal bir anlatım tarzı var fakat öyküler bağımsız olmasına rağmen aynı şekilde yazılmış gibi bir hissi beraberinde getiriyor. Zorlama bir şekilde tüm öyküleri bir bütünün parçası olarak düşünürsek yazım tarzını tutarlı bulabilirim fakat bence öyle değil. çünkü hikayeler bir bütünün parçası olsa bunu okurken anlardım diye tahmin ediyorum. Ayfer Tunç ve Cemil Kavukçu'dan alışkın olduğum bir tarz kendisi. Yazımının tekdüze gelmesi dışında yoksulluğa dışardan ve biraz tepeden bakıyor gibi hissettim ama tamamen benim hissim, öyle olduğunu iddia edemem. Bir de kedilerden nefret ediyor olmasına üzüldüm, kediden nefret edilir mi ya en fazla nötr kalınabilir.
“Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.”
Cok cok etkiledi beni. Furuzanin diline, kaleminin gücüne hayran kaldım. Biraz da yeni nesil oykuculerden sonra hem öykülerinin konusuyla, hem de diliyle bambaşka diyarlara goturdu beni.
En cok "iskele parklarında" , "parasiz yatili", "piyano calabilmek" ve "taşralı" öykülerini sevdim.
Okuduğum ilk Füruzan kitabı. Kalbe dokunan öyküleriyle okuması çok keyif veren bir üslubu var. İlk Füruzan kitabım olduğundan mı bilmiyorum; ama Füruzan'ın beni en çok etkileyen kitabı da bu. Başta üslup açısından belki biraz zorlayabilir okuyucu; fakat okudukça o kadar keyif alıyorsunuz ki...
Son zamanlarda kolay okunan türlere öncelik veriyorum. Bu kitapta da dil anlaşılır fakat akıcılık pek yok gibiydi. Bazı hikayeleri çok beğendim. Buruk, belirsiz sonlar ayrı bir etkileyicilik katmıştı. Ama bazılarında ise sıkıldım ve devrik cümlelerin aşırılığını gereksiz buldum. Yine de o birkaç hikaye için okunmalı diye düşünüyorum. Saf, acıklı, kimsesiz, yoksul ve çocuksu öyküler için.. Sıradan olarak adlandırılan yaşantılar başarılı bir anlatımla zenginleşir ve duygu yüklü cümlelere dönüşür. Geneli hüzün ve özlem dolu hikayeleri böyle cümleler oluşturuyor. Hikayelerden favorim: "Haraç" oldu.
İlk hikayelerin takibinde zorlandım; ama ilerledikçe yavaş yavaş bağlandı hikayeler ve karakterler birbirine. Balkanlardan göç edenler, konaklarda yaşarken fakirliğe düşenler, hizmetçi gidip evin beyinin tacizine/tecavüzüne uğrayanlar, evledirilenler, çaresiz ayakta kalmaya çalışan kadınlar. Edirne'nin kapılarını beğendim, bir bütün oluşturan iskele parklarında ve parasız yatılıyı da; ama en sondaki haraç isimli öykü çok güzeldi; birşeyler düğümlendi boğazımda, kaldı orda.
Tamamen rastlantısal bir şekilde, “Savaş ve Barış’ın bitmesine sekiz yüz bin sayfa var, arada ince bir şey okuyayım” diye elime aldığım bu kitabın beni kamyon çarpmışa döndürmesi şaka mı arkadaşlar?
Daha önce hiç Füruzan okumamıştım ve hiç bilmediğim bir sebeple kendisine hem mesafeliydim hem de kalemini çok merak etmiyordum. Öykü okumayı da pek sevmem üstelik. Yaa işte böyle öykülerle dolu kitabı 6 günde soluk soluğa okuturlar insana Gözde Hanım… Demek ki neymiş, önyargılı olmamalıymışız ✍🏻
İlk öykünün dili zor olmasına rağmen merakımı cezbeden de o oldu. Yıllar içinde farklı bir yere evrilmiş Füruzan’ın kalemi, ona tanıklık etmek de keyifliydi. Özellikle kitabın son yarısındaki öyküleri, bir de “Su Ustası Miraç” öyküsünü çok beğendim.
Bu kitabı nasıl değerlendiririm diye kendime sorarken, hem merakla ve hevesle hem kısa zamanda yani elimden pek bırakamadan okuduğumu hem de bazı öyküleri ara ara geri dönüp okuyacağımı fark ettim. Benim kıstaslarımda bu da zaten beş yıldız demek 🤍
siradan olaylari farkli bir bakis acisiyla anlatan bir parca depresif ama tam da olmasi gerektigi gibi ne eksik ne fazla nefis oykuler.
“bir arsa vardi da cok devedikenleri doluydu orasi, o cocuk yasamimin ince, duygulu ozgurlugunu ne guzel derleyip topluyordu o arsalar; bu kente ne oldu bilemiyorum, cocuklara arsalari birakmadilar, sikintidan esneyen, akik koca binalarla dolduruyorlar”
Füruzan'ın en çok okunan kitabı. Kitaptaki kahramanlar; kadınlar. Birbirinden ayrı öykülerin anlatıldığı ancak birbirine benzer ortak acıların paylaşıldığı 12 hikaye var kitapta. Okuduğum öyküler içerisinde beni en çok etkileyen 'Parasız Yatılı', 'Taşralı' ve 'Piyano Çalabilmek' isimli eserler oldu. İster burjuva olsun ister köylü ister taşralı olsun. Acılar hep aynı.
'Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler'
Parasız yatılı sınavına girerken Tanrı'ya dua ediyordum. "Ne sandınız . o zaman Tanrı vardı.Onunla aramıza dünya girmemişti. İlkokulu bitirmiştim. Ellerimde zafiyet bezeleri.Sınavı kazanmalıydım.Hiç yolu yoktu başka okumanın."
Annemin kütüphanesinden okumayı çok sevdiğim yazarlar vardı, Ayla Kutlu, Sevgi Soysal, İnci Aral. Füruzan da bu yazarlardan biriydi, 47'lileri, Parasız Yatılı'yı, Berlin'in Nar Çiçeği'ni öyle okudum hep. Ama şimdi Parasız Yatılı'yı tekrar okuyunca iyi ki şimdi bir daha okumuşum dedim. Çünkü bir yandan iyi ki çok gençken okudum ve edebiyat zevki diye bir şeyi bu yazarlarla aldım ama bir yandan da bu çok katmanlı metinleri bugün okuduğumda başka türlü anlıyorum gibi hissediyorum. Hele Parasız Yatılı'yı okurken tam tamına böyle hissettim.
Füruzan müthiş bir yazar çünkü her iyi yazar gibi çok iyi atmosfer kuruyor. Kadınların hikayelerine giriyoruz Parasız Yatılı'da, kadınların ve kız çocuklarının. Yoksul kadınların, yalnız kadınların, küçük kızlarıyla yaşayan, iş arayan, evlere sığınan, sığınamayan, ne yağacağını bilemeyen, umut eden, umutsuzluğa düşen pek çok kadın. Onların akıllı, uslu, yoksul, saçları kirli, kış sabahlarında üşüyen, parasız yatılı sınavına giren, annelerine yük olmamak için ellerinden geleni yapan kızları var bir de. Füruzan aile kurumunun içerdiği gündelik şiddete, yalnızlığa, umutsuzluğa, yoksulluğa, taşranın ve İstanbul'un hem ayrı hem benzer pusuna, annenin kızından bıkmasına, evin beyinin evlatlığın odasına giriverip tecavüzüne, evin hanımının anaç mesafesine, memur karılarının statü işaretlerine, can sıkıntısına, hesap yapmaya, yapılan hesapların bozulmasına dair nefis öyküler anlatıyor. Yalnız kadınlar, çok minimal bir dil ve muazzam bir atmosfer hüküm sürüyor kitapta. Bütün hikayeler çok iyi ama Parasız Yatılı ve Haraç ayrı bir çarpıcı geldi. Bir de Füruzan'ın Lyudmila Petruşevskaya ile tuhaf bir akrabalığı var gibime geldi bu kez okurken. Parasız Yatılı çok iyi bir kitap, Füruzan çok etkileyici bir yazar, umarım genç kuşaklar da keşfeder ve hep çok okunur, Parasız Yatılı hep çok okunsun.
"Parasız Yatılı"yı "en sevdiklerim" rafına koyup koymamakta kararsız kaldım açıkçası. Çünkü ilk iki hikayedeki üsluba ısınamadım. Fakat sayfalar ilerledikçe satırlar daha anlaşılabilir olmaya başladı benim için. "Su Ustası Miraç"ı ve kitaba adını veren öyküyü okurken "İyi ki Füruzan'ın eserleriyle tanışmışım" dedim. Hele son hikaye "Haraç" zirve noktasıydı bence. Servet'in ömrünün geneline yayılan yalnızlığı ve çaresizliği gerçekçiydi ve beni epey etkiledi.
Kitabı çok sevdim. Yazarın ilk kitabıymış, şaşırdım ve mutlu oldum. Yoksulluğu, sıla özlemini, çileyi çok iyi anlatmış Füruzan. Bunlar bir yana, bir şeyi özellikle belirtmek istiyorum; yaklaşık kırkbeş sene önce yazılan bu kitaptaki yalınlığı, günümüzde yazılan birçok eserde göremiyorum ve bu durum, kitabı benim için daha değerli kılıyor.
Füruzan’ın öyküleri okumaya kıyamayıp okumadan da duramadığım öykülerdi. Can yakmıyorlardı çünkü hayatın içindendiler, alıştığımız, belki de göz ardı ettiğimiz hüzünlü hikayeleri anlatıyorlardı. Aklınızın bir köşesinde olsun Füruzan adı, kendinize bu iyiliği yapın ve onun öyküleri ile tanışın.
hep bizden, bizi anlatan, bizim topraklarda geçen öyküler...okudukça duygulandım, için acıdı, kendim de bu hayatları yaşamış gibi hissettim. yazarın okuduğum ilk kitabı ve okumaya devam etmeyi planlıyorum. en sevdiğim öyküleri haraç, piyano çalabilmek, münip Bey'in günlüğü ve Edirne'nin köprüleri. hepsi etkileyiciydi ama haraçı okurken çok etkilendim. gözlerim doldu, ciğerimi deldi geçti. ismini bile tam olarak bilmeyen; yalnız, kimsesiz küçük bir kız çocuğunun istanbulda bir konağa besleme olarak verilmesinin hikayesi. annesini, nereden geldiğini, niye verildiği merak ederek geçen bir yaşam öyküsü. ölürken bile annesini merak eden o küçük kızın üşümeyle kendini gösteren sevgisizliği beni derinden yaraladı. o son an saçını okşayıp, sarılmak istedim ona.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Yoksulluğu, mutsuzluğu, özlemi ve daha nice duyguları ne güzel anlatmış öykülerinde. Çocukluk ve yoksulluğun birlikte harmanlandığı anlatım insanı etkiliyor ama gerçekliğiyle de hüzünlendiriyor. Anlatım zenginliği içine yerleşmiş dönem yoksullukları.
Parasız Yatılı 1971 yılında Füruzan tarafından yazılmış kısa hikâyelerden toplanmış, Türk toplumunu özellikle kadınlar açısından anlatan bir kitap.
İçinde beğenmediğim bir iki hikâye oldu ancak genelini okurken gerçek olduğunu bildiğiniz bu hikâyeler sizi sıkıştırıyor ve moralinizin bozulmasına sebep olabiliyor. Gerçekten de Türk toplumunda kadının yerini, kadının yaşamındaki zorlukları ve toplumun onun üzerine yerleştirdiği zorunluluklar ve görevleri gördüğümüz zaman ister istemez rahatsız oluyoruz.
Bende uyandırdığı hisler sebebi ile çok gerçekçi tarzda yazılmış bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
Reviewed on December 24, 2014 Plot 6/10 Characterization 9/10 Style 7/10 Setting 8/10 Entertainment 6/10 Overall: 3.6/5.0
İnsanın kalbini sızım sızım sızlatan öyküler. Sızısını gerçekliğinden ve Füruzan’ın bizzat kendi otobiyografisiymiş gibi yalın anlatımından alıyor. Hayatımda okuduğum en iyi öykü kitabı olduğunu iddia ediyorum. Bütün öykülerini çok sevdim. Her birinden bir parçayı bazen yolda yürürken, bazen biriyle konuşurken, bazen yalnız başıma otururken, bazen çalışırken, bazen başka bir şeye üzülürken hatırlayacağım ve rüyamda göreceğim.
1971'de yayımlanan Parasız Yatılı, 1972 yılında Sait Faik Hikâye Aramağanı'na layık görülmüş ve Füruzan, bu ödülü kazanan ilk kadın yazarımız. Annesi Arnavut, babası Boşnak olan Füruzan'ın ailesi, Balkanlardaki karışıklıklardan dolayı göç ettirilmiş ve Kasımpaşa, İstanbul'a yerleştirilmiş. Babasını 4 yaşındayken kaybeden Füruzan, annesine yabancı büyümüş ve büyük annesi tarafından yetiştirilmiş. Füruzan'ın yaşamöyküsünden parçaları, bu kitaptaki çoğu öyküde de görmek mümkün ancak yazar, bir yazar bencilliğiyle kendi yaşamını yarattığı öykü karakterlerinde yaşatmak yerine daha katılımcı ve paylaşımcı bir yol izleyerek kendi yarattığı karakterle kucaklaşıp bütünleşiyor olaylardan ziyade durumların öne çıktığı öykülerinde. Zaten yazarın öykü kahramanları da yaşadıkları acıların farkında değil. Yazar da bu acıları ajitasyon yapmadan "gösteriyor", açıklamıyor. Kendi öykü karakterleriyle bütünleştiğinden, yazarın üslubunun evrensel olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sosyalist bir siyasi görüşe sahip olan yazar, kendi siyasi görüşlerini karakterlerine yansıtmıyor; sadece sosyalist feminist yaklaşımını yarattığı kadın karakterlerin olaylarında değil, durumlarından çıkarıyoruz çünkü çoğunlukla adı bile belirtilmeyen karakterler, yaşadıkları durumlar üzerinden okura sezdiriliyor. "Sanat toplum içindir" ilkesinden yola çıkarak toplumsal gerçekçi çizgiye çok yakın eserler verse de Füruzan, daha çok modernist bir eser ortaya koymuş. Bunda yazarın kendi yaşamından yoğrulup ortaya çıkmış sosyalist görüşünün de etkisi olduğunu söyleyebiliriz ancak yazar, kendi siyasi görüşlerini eserinde bas bas bağırtmıyor, yani propaganda yapmıyor; bilakis anlatmaktan ziyade göstererek okurla bütünleşme kaygısı güdüyor. Bu kitaptaki öykülerde modernist unsurlardan yabancılaşma (annenin evladına/topluma yabancılaşması, çocuğun annesine yabancılaşması, çocuğun topluma ve ülkesine yabancılaşması), sosyal sınıf çatışması (daha üst bir sosyal sınıftan daha alt bir sosyal sınıfa düşmeyi kabullenememe, kendisini üst sınıfa mensup gördüğü için alt sınıfta gördüğü insanlarla çatışma, zengin olma hayali), cinsellik (cinsellikten uzaklaşma, cinselliği yük olarak görme), göç (yabancı ülkeden memlekete göç, memleketten yabancı ülkeye göç, köyden kente göç), anne-kız ilişkisi (birbirine yabancılaşma, evladı reddetme/benimseme, maddi ve manevi yoksunluklar, çalışan/çalışmayan anneler, okuyan kızlar), kadınlar (sıla hasreti çekenler, evladını reddedenler/benimseyenler, evlat hasreti çekenler, kocasını kaybedenler, ikinci evliliklerini yapanlar, düştükleri sosyal sınıfı kabullenemeyenler, kendilerinden daha alt sınıfa mensup olanları küçümseyenler, zengin olmayı düşleyenler, zengin olmak için paşa konağına hizmetçi gelenler, zengin bir erkekle evlenip sınıf atlama hayalini kuranlar) ve çocuklar (annesine/topluma/anavatanına yabancılaşmış çocuklar, babasını kaybetmiş çocuklar, anne hasreti çeken çocuklar, ama genel olarak toplumun dayattığı/öğrettiği değerlerden ve ön yargılardan uzak, saf ve temiz çocuklar) gibi öğeler göze çarpıyor, ancak genel olarak durumlar, kadınlar ve kız çocukları üzerinden gösteriliyor. Modernist anlatım tekniklerinden de değişen anlatıcı ve bakış açıları, bilinç akışı, iç monolog, serbest çağrışım, rüya ve iç içe öykü gibi teknikler kullanılmış. Okuyup bitirdikten sonra demlenen, demlendikçe okura farklı farklı kapılar/pencereler açan, bittiği andan itibaren giderek daha fazla değerlenen, anlamlanan öyküler Füruzan'ın öyküleri. Aynı zamanda iç burkan, sarsıcı ve vurucu öyküler. Okurun acıyı ve hüznü bilinç yüzeyinde algılayamadığı, ancak okurun zihnine, belleğine ve bilinçaltına işleyen, adeta içine oturan öyküler. Füruzan ile tanışmadıysanız mutlaka tanışın! Ben ilk bu kitabını okumadım ancak yeni başlayacaklar için Parasız Yatılı güzel bir tanışma kitabı olabilir. Şimdiden keyifli okumalar.
Burunlarımızı yorgandan çıkarıp “Ninecim!” derdik “Isındık ama uyumadık. Anlatsana bir şeyler…”
“Yok mari! Olmaz gecenin bu saatinde. Kalkar her biri ezanda. Sabah giderler işlerine. Hiç durmadan çalışırlar hep. Geldik buralara ne oldu? Çıkmadı bize kimse sahip. Vermediler herhangi bir iş. Aldım oğluma Naciye’yi de o da geldi, oldu burada perişan!.. Solacak gül gibi yanakları. Ama söyleyemem kimseye. Oğlum kızar bana, “Sus be ana! Tutturma ‘Memleket! Memleket!’ diye. Bilir ki büyüklerimiz çağırmıştır bizi buralara. Çalışır geçiniriz.” Bir o çalışır. Mezbahada keser güzelim hayvanları. Hiç konuşmaz oldu. “Başka iş yok mu mari?” diye her gördüğüme sordum. Fabrika var derler. Biz makine hiç bilmeyiz. Topraktır bildiğimiz. Ama toprağı iyi biliriz. Oğlumu da koruyamam yün çorap örmekle o kanlardan, o karanlıktan... Nerede taşı toprağı derler İstanbul’un altınmış diye... Zaten taştan olmaz altın. Toprak da burada yok…
Odayı bir yabancılık sarardı.
Sabahat’ın ağlamış olacağını düşünürdüm.
Amcamın eklem yerleri genişlemiş ellerini, parmaklarındaki derin, kapanmış yara yerlerini düşünürdüm. Bayramlarda yengemin özenle hazırlayıp ütülediği ipek mendilini bir türlü katlayıp cebine koyamazdı. İpek, ağaç kabukları gibi sertleşmiş ellerine takılıp ipliklenirdi. Amcamı bayramlarda tertemiz yaparlardı yengemle ninem. Onun sanki derisine geçmiş olan ağır et kokusunu yok etmek için tenekede ısıtılan suları arka arkaya taşırlardı gusülhaneye. Amcam o günler bazı şeyleri unutmuş gibi olurdu. Kara giyimlerini giyer, ince yakalı mintanının aklığı yorgunluğunu alırdı. İlle de o ipek mendil cebe konurdu. Bu, bayramın töresiydi. O mendilse Naciye yengemin damatlık armağanlarından arta kalandı, diğerleri satılmıştı. Elini gider öperdik Sabahat’la. O katı, bozulmuş elini öptüğümde içimde büyüyen güvenle sevgiyi taşıyamaz olurdum. Gözlerime yaşlar dolardı. Babam ölmüştü üç yıl önce ama sanırım babamı da yaşasa amcamdan daha çok sevemezdim…
Edirne’nin Köprüleri - “Parasız Yatılı” YKY 29. Baskı s. 84-85
(…) Bazılarının ellerinde bakır yemek tasları olurdu. Bu, kadınların sevecenliğini belirtirdi. Bizce, yengem gibi ipekten, melekten olma kadınlar, hazırlardı onların azıklarını. Bu düşünce tersane işçilerinin katı yüzlerindeki yoksulluğu silerdi. Yengem gibileriyle yoksulluk çekilir olurdu çünkü…
Edirne’nin Köprüleri - “Parasız Yatılı” YKY 29. Baskı s. 84-85
''Anne, saygılı sordu: - Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş. Hademe kadın ilgisiz, - Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.'' Parasız Yatılı / Füruzan s. 106, 107
Ne kadar çok göstereni vardır yoksulluğun. Kimi zaman söze dahi gerek yoktur. Yırtık, altı delik pabuçlar, pamuklanmış, sürekli giyilmekten tiftik tiftik olmuş bir kazak, kara kışın ortasında sırta atılmış kendini bile ısıtmayan incecik, yamalı bir ceket, üzerinde gün ola harman ola yazan, Mercan Usta* 'nın elinden çıkma bir boyacı sandığı, 'Haraç'taki meşhur, üşümemek için evde ne bulursa üstüne geçiren Servet'in, çarşı pazar aranıp dururken eteklerinin altından sarkan renk renk parçalar... Bunlar yeter de artar anlamanıza. Kimi zaman da iki kelime yan yana gelir, hemen ardlarına da yoksulluğu ularsınız otomatik olarak. Karşınızdaki parasız yatılı sınavına yetişmek için gün ağarmadan yola çıkanlar, erkenden yerlerini alanlar ise, bilirsiniz ki onların hayatları gerçekten hem parasız hem de yatılıdır, yoksulluk yazar alınlarında. Ya da bir Ahmet Telli şiirine değer gözünüz, aynı şeyi tersinden de söylersiniz. ''Her yoksul biraz parasız yatılılık taşır içinde''
Nedendir bilmem Füruzan'ın anlaşılması zor, sıkıcı ve karamsar şeyler yazdığını düşünmüştüm. Oysa bulduğum, tam tersi oldu: sıcacık, bizden hikayeler. Karamsarlığa bile eğlence katmış, okuması keyifli hâle getirmiş. Neden şimdiye kadar uzak durdum bilmiyorum ama çok pişman oldum. İnsanların tek derdinin para ya da eş olmadığını, hayatla geçinmeye çalıştıklarını gördüm onun öykülerinde. Mutlaka okuyun derim. =)
Küçük insanların da anlatılmaya değer hayat mücadeleleri var. Herkes eşit şartlarda doğmuyor. Kimsesizlerin ve çaresizlerin, gurbet ellerde kaybolup giden göçmenlerin, toprağından kopmuş köylülerin, hayatta bir başına kalmış garibanların hikayeleri bunlar.
İnsanın içi eziliyor, kalbi kırılıyor her bir hikayede.
“Anne, saygılı sordu: — Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş. Hademe kadın ilgisiz, — Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.”
Türk Edebiyatının başyapıtlarından birinin arka kapağına “Fransız okur” yorumu koymak ne demek? Koskoca ülkede Bu kitap için arka kapak yazısı yazılamıyor mu da bir “Fransız okur” yorumuna yer veriliyor?
Okumaktan çok keyif aldığım bir kitaptı. Kitabın anahtar kelimeleri benim için köşk, yoksulluk, varlık, kadın ve göçmenlikti. Hikayeler bu kavramların etrafında dönüyor dönmesine fakat Füruzan her öyküsünde havada kalan melankolik hava yaratmayı çok iyi başarmış.
Baştaki öykülerinde kullandığı şiirsel dil beni başta korkutmuştu hatta ilk öyküsünü iki kere okumaya çalışıp anlamadığımı düşünüp bırakmıştım. Sonra bir gayret başladım ve elimden bırakamadım, o şiirsellik beni yoğun duygularla yakaladı hatta ilk öyküsü en sevdiğim öykülerden biri oldu. Öykülerinin şiirselliği sonradan azalsa da etkileyiciliği bitmiyor.
Favori öykülerim; Sabah Eskimişliğin, Taşralı, İskele Parklarında, Edirne’nin Köprüleri ve Haraç.
Bir de Edirneli göçmen ninemizin söylediği cümle yüreğime oturdu; “Cahil olmasın kimse, bilmez o zaman başkaları da insandır.”