... "Buzul Çağının Virüsü"nde Bener'in ustalığının yeni bir aşamasına tanık oluyoruz. Yazar bu yapıtında alışılmış anlatım kalıplarını kırarak yaşamayı kısıtlayan bütün koşullara ve olgulara karşı dilin coşkunluğu ve yoğunluğuyla meydan okumaktadır. Bener'in ince alaycılığı da anlatımın şiirselliğine ayrı bir boyut kazandırmaktadır. "Buzul Çağının Virüsü"nün Türk Edebiyatında seçkin bir yeri olacağına inanıyorum. (1984) -Cevat Çapan- "Faulkner'ın söz krupiyeliği çağrıştıran örtük bir kurgulama ile 'ykü'lerini dağıtıyor, topluyor Bener bu romanda. İmbikten geçirilmiş, eleyerek kayda geçirilmiş bozbulanık,bir o kadar da saydam bir panorama getiriliyor Buzul Çağının Virüsü: Son 40 yılın Türkiyesi, taşra(lar), kırık umutlar, deccal, direniş, yayı gevşetilmiş tutkular, kırık yaylar, tam bir hüzünkonçertosu. ...bu zorlu romanın konfeksiyon tipi okuru terleteceği açıktır. Ama, yazımızın en usta işi örneklerinden birini, hele birde güzelim bir aşk romanıysa bu, geri döne döne okumak da yabana atılacak bir keyif değildir." -Enis Batur
Tam adı, Vüs'at Orhan Bener'dir. 1922'de Samsun’da doğdu. İlk, orta öğrenimini Anadolu'nun çeşitli kentlerinde tamamladı. 1941'de Harbiye Mektebi'ni, 1957'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Ticaret Bakanlığı'nda raportör, Karayolları Genel Müdürlüğü'nde hukuk müşaviri olarak çalıştı. Ayşe Bener'le evlendi. Bir sendikanın danışmanlığını yürüttü. Emekliye ayrılıp yazarlıkla geçindi. 1950'de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin birlikte düzenlediği öykü yarışmasında "Dost" isimli öyküsüyle üçüncülük kazandı. Bu başarı tanınmasını sağladı. Seçilmiş Hikayeler, Varlık, Yeditepe dergilerinde yayınlanan şiir ve öyküleriyle dikkat çekti. 1 haziran 2005 tarihinde yaşamını yitirdi.
Vüs'at O. Bener, eserleri içinde daha çok özyaşamöyküsel nitelik taşıyan öyküleriyle bilinir. Bener, ham gerçekliği edebi bir temele oturtarak ele almıştır. Gündelik olaylarla, bilinçaltında birikmiş yaşam parçalarını birleştirip sürekli yeni anlatım biçimleri arayan yazar; bu yönüyle zaman zaman şematizme düşmekle, dış gerçekleri yanlış yerlere koymakla, hatta bozmakla eleştirilmiştir. Bener'in eserlerinde ölüm izleği önemli bir yer tutar. Bunda yazarın genç yaşta doğum sırasında kaybettiği ilk eşi ve doğumdan sonra yaşatılamayan çocuğunun da etkisi vardır. Okurdan çaba isteyen, ayrıksı bir dili olan Bener'in kişilerinin gündelik hayatın ikiyüzlülüklerini dışavuran bilinçakışlarını, Virgül dergisindeki yazısında, Orhan Koçak "iç konferans tekniği" olarak adlandırmıştır. Öykülerinin yanı sıra Bener'in şiirleri, kısa dizelerden oluşan, esprili, ironik ve şaşırtıcıdır.
Buzul Çağının Virüsü, ortalama üç dört sayfalık bölümlerden oluşan, zaman ve mekânın çizgisel olmadığı: anlatıcının sık değişimiyle, aşk, hayat, ölüm, devlet-birey çatışması gibi meseleleri ele alan çok özel bir metin. Ele alıyor desem de anlatılan hikâyenin çok azını “tam” anladığımı itiraf etmem gerek. Bu çok önemli mi, bence değil çünkü Buzul Çağının Virüsü anlamaktan ziyade anlamlandırmak gereken metinlerden biri. Çok katmanlı olduğu için sezilenin peşinde koşmak en azından ilk okuma için daha doğru geliyor. Şöyle ki “ben bir şey anlamıyorum ki bundan” hissi oluştuğu gibi yok oluyor çünkü dil ve anlatım olarak o kadar kusursuz ki, okuduğunuzun çok özel bir eser olduğunu hissedip, parçaları birbirine bağlama umuduyla elinizden de bırakamıyorsunuz. Bölümler ilerledikçe karakterler ve mekanlar üzerinden kurulan bağlar daha bir oturuyor kafada ama dediğim gibi bu buzdağının sadece görünen kısmı büyük ihtimalle. Metinlerarası göndermeleri, Bener’in hayatından beslenen detayları ve başka onca kıymetli şeyi yakalayamadığıma eminim mesela. İlk okumada yakalamak çok da mümkün olmadığı için Türkçe edebiyatın en biricik örneklerinden biri olan bu harika metnin tadını çıkarmaya çalıştım. İlerde bir gün bir kez daha okumayı çok isterim.
İlk bakışta okuyanı kolayca yıldırabilecek, ciddi manada okur katkısı isteyen; öte yandan yıllar içinde tekrar tekrar okunabilecek nadir bir roman. V.O.B öykülerini okumuş olanlar için şöyle tarif edebilirim, Dost'ta yer alan görece açık öykülerden ziyade "Yaşamasız"daki kapalı anlatım burada baskın. Sakin bir kafayla ve dikkatlice okunduğunda ilk okumada dahi genel itibariyle olay örgüsünü şekillendirmek mümkün. Olay örgüsü derken, ortada olmuş bitmiş olaylar, canlı karakterler ve hatırlanan güçlü diyaloglar var; ancak romanı oluşturan kısa bölümler belli bir akış takip etmiyor, okur becerisiyle genel olarak kavranabilecek bir bütünden bahsetmek daha doğru olur. Dolayısıyla alıştığımız şekilde klasik bir akış; açıklayıcı, kolay bir anlatım söz konusu değil. Osman Nijad ve Viola'nın geçmişte kalan hayli yıkıcı aşkı, sona eren arkadaşlıklar, içki masaları, siyasi davalar, kavgalar; buruk bir tat bırakıyor.
Öneri üzerine önce M. Sevgi Şen'in kitap üzerine yazdığı makalesini okuyup sonra kitaba başladım. İyi ki de öyle yapmışım çünkü kesinlikle rehbersiz okunabilecek bir kitap değil. Okuma süreci çok çok sancılı geçti ve ilk başta çok öfkeliydim "neden anlaşılmaz olmak için bu kadar uğraş" diye. Kitabı bitirdikten sonra aslında üç eksenli bir travmanın hikayesi olduğunu, Sevgi Şen'in tabiriyle "fragmanlar şeklinde" bu anlatımın da bir travma hakkında yazabilme, baş edebilme şekli olduğunu düşündüm. Aşktan, kayıptan ve aşkın nefrete dönüşmesinden kitap boyunca toplamda 5-10 cümleyle bahsedilmesine rağmen, bu üçünün hüznü tam anlamıyla her yerine sinmiş anlatının. Okumayı özellikle seçeceğim bir tür olmamasına, okurken acı çekmeme, yazara öfkelenmeme rağmen günün sonunda okuduğuma ve böyle kitabın var olduğunu bildiğime mutlu oldum diyebilirim. Gelişigüzel, kısa kısa, birbirinden kopuk pasajlar yığını gibi bir ilk izlenim vermesine rağmen aslında çok titizlikle uğraşılmış, kurgulanmış olduğuna ikna oldum. Belki 40larıma doğru tekrar okurum bile...
Viola ve Nijad'ın aşkı, buzul çağında hayatta kalan anti-kahraman Osman Yaylagülü'nün (Nijad) yargılanma süreci, tutunamayan arkadaşlarının hikayeleri... Türkçe okuyup anladığıma sevindiren bir roman...
Oldukça çetin bir metin. Romanın ana karakterinin hayatını, anılarını, hayallerini, korkularını ve iç konuşmalarını okuyoruz. Kitap, onun zihni nasıl çalışıyorsa o şekilde ilerliyor. Geçmişe, bugüne ve geleceğe dair düşünceler dağınık, parçalı ve düzensiz bir şekilde karşımızda. Bu nedenle bir sonraki sayfa, bir öncekiyle mantıksal olarak bağlantılı görünmeyebiliyor.
Kitap, "buzul çağı" metaforu üzerinden, soğuk ve duygusuzlaşmış toplumu anlatıyor. Osman, bu "buzul çağının" içinde hayatta kalmaya çalışan bir "virüs" gibi, yani sisteme uymayan, farklı düşünen bir birey. Bu yabancılaşma ve yalnızlık hissini aktarmada oldukça başarılı.
Dilin gücüne inanan ve bir romanın sadece bir hikaye anlatmakla kalmayıp bir ruh halini ve varoluşsal bir sancıyı da aktarabileceğini görmek isteyen okurların seveceğini düşünüyorum.
Tesadüfen elime geçen bu kitabı okumaya başladığımda 'bir nuri bilge ceylan filmini okuyorum' diye düşünmüştüm :) Yazar muhterem, anlaşılmak değil de anlaşılmamak üzere bir yazı yazmış dedim içimden.Fakat okudukça,sabır eyledikçe,tanıştıkça kitabı sevmeye ve içine girmeye başlıyor insan..Çoğu zaman güldüren ve defaatle okumanıza sebep enteresan cümleler kitaba olan bağlılığı artıyor ve sonrasında daha neler var kim bilir düşüncesini oluşturuyor.Velhasıl bu 'farklı' kitabı okuyun derim, tavsiye ederim..
okuması acayip zor bir kitap. cümleler devrik, kullanılan kelime tercihleri fazla kıyı köşe. üstelik bilinç akışı izleği var. çok emek verip üstünde düşünerek okumak gerektiğini söyleyenler var. olabilir ama bu emeği verecek heyecanı yaratmadı bende. belki 2-3 sene sonra bir daha denerim.
"Yeni" olan, biçim denemesi yapan, "yadırgatıcı" ya da "zor" olan her zaman iyi edebiyat değildir. Birtakım memurların küçük acınası dünyalarında şiirsellik bulmaya çalışan, yarı-felsefi devrik cümleler ve zorlama tamlamalar kullanan, zayıf bir tutunamayan novellası. İşi gücü rakı içip ithal kavramları yanlış anlamak olan bu memur-küçük burjuva-yarım yamalak entel takımı eğer "tutunamayan" ise, bunu zaten hak ettiklerindendir. Evet, gençken Oğuz Atay'ı okuduk heyecanlandık. Ama hamd olsun ki hayat bize başka yüzünü gösterdi. Ağlak edebiyatla işim yok.
Ayrıca kitapta yapıştırma-zorlama bir şiirsellikle birlikte saçma sapan bir popüler kültür referansları yumağı ve kulak tırmalayan bir natüralizm var. Çaycı çocuk "orta kahve, köpüklü olsun!" falan gibi konuşturuluyor. Ya da işte "simitlerim sıcaaak!" falan gibi içe dönük mal mal oryantalizmler. Bu halktan nefret mi ediyorsunuz aşık mısınız karar verin ey tutunamayanlar!
'' Yorgunluğun, bıkmanın da kendine özgü bir tadı, kokusu vardır. Yaşayamamak da yaşamaktır. Bir kefede başarılar, başarılar, ötekinde yıkıntılar, fırsat kaçırmalar, ahmaklıklar. Yalnızlığın 'ben burdayım'ını itme savaşımı...hemen anında yakalanılan tekbaşınalık. ''
Cahilligimi yuzume vuran kitaplara tilt oluyorum. Kahramanlari her ne kadar tanidik olsa da. O Atay anisina yazilmis da olsa bana V Turkali'yi hatirlatti konu itibariyle..guzel insanlar...
Romanı aslında çabuk okudum ancak buraya geç girebildim. Buzul Çağının Virüsü; dağınık ve uyumsuz olay örgülerinden oluşan ve birleştirilmesi güç bir romandır. 3 bölümdür ve her bölümde ayrı ayrı olay vardır ve bu olaylar bütünün parçasıdır. Özellikle postmodernist eserleri sevmeyen, belirli bir okuma düzeyi olmayan okurlar için 50 sayfa okunup bırakılabilecek cinsten bir eserdir. Romandan okurken aldığım notlar ve roman hakkında yazılan makaleye(Cezmi Koca'nın) göre bazı noktalardan bahsetmek istiyorum. Hayatın saçma olduğunu, anlamsız olduğunu ve buna başkaldırarak yaşamak gerektiği felsefesi vardır romanda. Bu da bize yazarın Albert Camus'tan etkilendiğini, romanın düşünsel ve felsefik altyapısının bu olduğunu gözler önüne seriyor. Romandaki karakterlerin hayata olan uyumsuzluğu ayrı ayrı verilen hikaye ve diyaloglarla anlatılmaya çalışılmıştır. Romanda kurgu (ya da kurgusuzluk desek), Osman Yaylagülü ve Faik Deniz üzerine kuruludur. Ancak bunların içinde en az bu iki karakter dışında iki önemli isim daha vardır: Şukufe(Nam-ı diğer Viola) ve Savcı Kemal'dir. Romanda konuşan; Akçay'da Mal Müdürü olan Osman Yaylagülü'dür. Olaylar onun bakışından ve yaklaşımından anlatılır. Osman bu yıllarda Demokrat Parti'nin yapılanma faaliyetlerine Savcı Kemal öncülüğünde karışır. Bir vakit sonra Viola'nın kocası Savcı Kemal bu yapılanma işinde beceriksiz olur ve savcılıktan istifa eder ve boşluğa düşer. Daha sonrasında ise akıl hastanesinde çıldırarak ölür. Osman ise bu faaliyetler sonucu kısa süre tutuklanır, ifade verir. Aynı zamanda kısa da bir evliliği olur(ilk ve son), boşanır. Buzul Çağının virüsü Osmandır. Osman dışında Faik intihar eder, Kemal'in de zaten akıbeti bellidir. Ancak Osman yaşar, ne kadar saçma olursa olsun yaşam onun için devam eder, bu bile bir başkaldırıdır Osman için. Faik daha yaşamın başında ölümü seçmiştir. Kemal ise önder bir kişiliğe sahip. Akçay’da Demokrat Parti’nin örgütlenmesi için yoğun bir çaba gösteriyor. İnsanları etrafında toparlayabilme yeteneği olan bir kişiliktir. Bu örgütlenmeyi başaramadığı için aşağılık duygusuna kapılmıştır birnevi.
Romanın önde gelen öykülerinden biri de Osman’la Viola’nın aşkıdır. Faik ve Kemal gibi sistem tarafından sıkıştırılan Osman, kendine küçük de olsa var olma alanları yaratma çabasındadır. Kültürlü, zeki, güzel Şukufe (Viola) de tutulur Topal Osman’a. Bu yasak aşk (Şukufe evlidir), Osman’ın Akçay’dan ayrılmasıyla kesintiye uğrar. Sonra da süreç içinde eski duygu yoğunluğu Osman açısından yok olur. Uzun yıllar sonra haberleşirler. Viola hala aşıktır. Fakat Osman kendini yenilemek ister ve Viola'yı istemez. Vüsat Bener'in romanlarında da kadın temi kötü işlenmiştir. Yani kadınlar çoğu kez kötüdür. Nitekim Viola da kurnaz, menfaatçi ve iki kişilikli bir kadındır. Romanda yer yer Viola ile Osman'ın seks sahnelerine yer verilmiştir. Romanda flu de olsa arka planda ülke gerçekleri, içinde bulunduğu durum, sosyal ve siyasi olaylar okura hissetiriyor kendini. Yazar Oğuz Atay ve Tanpınar'a da göndermelerde bulunuyor. 1940 ve 1980 yıllarını kapsıyor roman. Özellikle Demokrat Parti’yle bir şeylerin değişmediği; siyasetin sürekli bir kirlilik içinde olduğu; yönetimin hantallığı, gericiliği ve bu özelliklerindeki sürekliliği; bürokrasinin insanları ayaklar altında ezdiği, sağ/sol çatışmaları gibi şeyler flu olarak arka plandadır. Tefeciliğin onurlu ve şerefli bir meslek hale gelmesinden, bürokrasinin insanları ezdiğinden, toplumsal, sosyal ve kültürel yozlaşmanın arttığı bir ortam sergileniyor ve bu ortamda bulunan aydınlar, sıradan insanlar ve Osman, Faik, Kemal gibiler realist biçimde sergileniyor...
Şunları da unutmamak gerek: yazar romanda alışılmışın dışında olan bir sentaks kullanmıştır. Devrik cümleler hakimdir romana. Sıradan okuru yorabilecek türdendir. Romanı okurken notlar almanızı tavsiye ederim, başka türlü anlaşılamıyor çünkü. Bir de mutlaka roman üzerine makaleler okumak...
This entire review has been hidden because of spoilers.
* Türk edebiyatının en zor kalemlerinden biri olarak lanse edebileceğimiz yazar bu kitabında 73 bölümden oluşan küçük öyküler ve parçadan bütüne giderek tümevarımsal bir yol izlemiştir. Her bir öykü sonuca götürecek yapbozun parçalarıdır. Kitap için önemli noktalardan biri Oğuz Atay anısına ithaf edilmesidir.
** 1940-1980 yılları arasını kapsayan bu zaman diliminde toplumsal bir değişime, bu değişimle gelen gelişim ve atılımlara tanıklık ederiz. Romanın ana merkezinde Osman Yaylagül vardır. Hayatının büyük bölümünde devlet memuru olarak çalışan Osman iki lakabı vardır. Biri Topal diğeri kendisinin koyduğu Nijad. Osman'ın yer yer kendiyle konuşması, hesaplaşması, sorgulamaları yaşadığı hayatın en önemli ipuçları.
*** Osman'ın toplumsal ilişkileri ve çevresi iki üç dostundan ibarettir. Kendisiyle aynı evi paylaşan Faik, aynı zamanda kentin savcısı Kemal. Kentin doktoru ve seçkin kişilerinden Doktor Doğan ve eşi Şukufe. Halk kesimi artık tek parti yönetiminden hoşnut değildir. İkinci partinin gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Dış sebebler İkinci dünya savaşı, Türkiye'nin Nato üyeliği bu seçimi daha kararlı hale getirir ve Demokrat Parti'nin kuruluşu yaklaşır.
**** Osman partinin örgütlenme işine kıyısından bulaşır. Asıl söz sahibi ve örgütleyen ise Savcı Kemal'dir. Parti 1946 yılında kurulur. Aynı yıl seçime girer ama başarısız olur. Başarısı için 4 daha beklemesi gerekecektir.
***** Kitabın en çelişkili, ayrıksı ve karmaşık karakteri kuşkusuz Faik'tir. Faik'in hayatı kendi kontrolünden çıkmıştır. Kendiyle uzlaşmaz bir yapısı vardır. Bu onu intihara götürecektir. Son mektubunu yakın arkadaşı Osman'a bırakacaktır. Osman evli bir kadın olan ve Doktor Doğan'ın eşi Şukufe(Viola) ile yasak bir aşk yaşar. Çok sonraları Savcı Kemal'den Faik'inde ona aşık olduğunu öğrenecektir.
****** Savcı Kemal ise lider kişilikli biridir. Etkisi altına alması için on dakika konuşması yeterlidir. 46 seçimlerinde başarısızlık onun iç dünyası açısından büyük kırılmalar yaratır. Bir akıl hastanesinde aklını kaybederek ölür. Virüs belli , suçlu belli, sanık belli ama ceza alan yok...
******* Kitabın büyük bölümünde Osman ve Viola'nın yasak aşkı ve birbirlerine olan bağlılıkları anlatılır. Osman'ın Ankara'ya Viola'nın İzmir'e taşınması ve başkalarınının bu aşkı duyma korkusu onları ayırır.
******** Zaman ve mekan belirsizliği, karakterlerin karmaşıklığı, bilinç akışı tekniği, iç içe geçmiş olaylar ve öyküler kitabı zorlaştıran etkenlerden. Tek okumayla anşılacak cinsten bir kitap değil. Türk edebiyatının en zor metinlerin diyebilirim. Hatta en başta sayılabilir. Bu parametler çevresinde bile okunması elzem Türk edebi eserlerden. Okuyun...
Nasıl da zor bir roman anlatısı bu… Çoğu zaman kim anlatıyor, hangi dönemden ve de kim konuşuyor dedirtecek kadar karmakarışık bir kurgu, dolambaçlı anlatım, çetrefilli dil oyunları, yer yer bir şiir dizesi, bir şarkı sözü ya da bir romandan alıntılarla göndermelerle (iyi ki italik yazılmış!) zor metinler silsilesi. Buzul çağın virüsü, yaşadığı toplumdan farklı bir canlı olduğunu düşünen ve bu nedenle çevresine ayak uyduramayan, hayata kırgın Osman’ın, adeta bir virüs gibi yakın dostları Faik ve Kemal, ayrıca gizli aşkı Viola’ ya tutunarak, öylesine uyumsuzca yaşamayı kabulleniş hikayesi. İster istemez, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabındaki sembolik şahsiyetlerini çağrıştırır.
Nedir bu kültür çorbası? Duyuyor musun Oğuz Atay! Çınar elli, kızdı mı kezzap gibi bakan, oysa iri çağla gözlü, kapılardan sığmaz güzel adamım! O zamanlar pek ayırdında değildin sanırım 'tutunamadığının'. Sabahtan kalktı erken, piyano çaldı derken! Çok karışık pek muazzam mes'ele/Apışır allame-i riyazi Newton bile! Canımların katılırdı gülmekten. Oturduğun salıncaklı koltuk yıllardır soğumadı. Ne vardı büyütecek beynini o kadar? Suçlusun!'
… Biz bir varoluşun içinde ya da dışındaydık, onu hiçbir payanda ayakta tutamazdı. Susacaksın kuşkum yok, bu susku'yu senden önce salt unutulmuşluğa götürmeyi diliyorum. Kanayan tutkularında neyi parçalasan içinde ben varım,dahası ruhgöçüne uğrayarak ben olacağım !... Mutluyum nasıl isterdim bunu bilmeni. Bildiğini bilmek umudu arttırmıyor mu sanıyorsun acımı. Aynı zamanda şaşkın bir doğa çarpığı. Ne İskender'ler imgeledim, ne Salvador Dali'ler sende. Bir gün beni yersiz yücelterek içini rahatlatmaya zaman bırakacağımı da seziyorum. Kocadı artık yüreğim,durmaya gönüllü. Duymayayım da yanıl,kutsa benden sonra beni,bağışladım şimdiden. Masalımızı yazmayacaksın yaşadığıma inandıkça. İşin kötüsü,yok olduğuma da inanamayacaksın! Gene de esirgeyeceğim seni, kesin ardıma bırakacağım, senin dileğin de bu,öylesine hırpalıyorsun çünkü, değmez bulacak,insanlık tragedyası karşısına çıkarılmış clown fantezisi sayacaksın, bize göre dünyamızın çocuk kalmış sevdasını! Oysa,bir kez ölümlü bakışını durdurabilseydin zamansızlıkta...Dur,yokla bedenini,bak ne sıcacık! Hep kıskandın kendini, kendinden canım aptalım benim. Sen hep yanılgı ve yenilgilerden oluştuğun için yaşayabilensin!” …
Kitabı okurken aklım Araba Sevdası adlı romana gitti. Sebebi bu kitaba başlamadan önce okuduğum roman olması olabilir. Bir ihtimal de bu romanı Bihruz Bey’e benzetmiş olmam. Yanlış anlaşılmasın, Osman Yaylagülü’nü değil, tüm romanı. Temel fark şudur ki Bihruz Bey’in hicvi yapılmış ve Bihruz Beylerin topluma faturası - ağır da olsa- ödenmiştir. Maalesef Vüs’at O. Benergillerin modernist romanının henüz hicvinin yapılmamış olması ve faturanın büyüklüğünün ucu görünse de bize toplamda kaça çıkacağının bilinemiyor olması esaslı üzüntü ve endişe kaynağımız.
Ne diyelim! Liberalizm, anlamı parçalama hürriyetiyse faşizm de anlamdan boşalan yerde tüm özgürlükleri ayakları altında ezip geçecek atları yetiştirme özgürlüğüdür! Bu “fragmanlar” cehennemine giden taşları döşeyenlerle de “yüzleşileceği” günleri görmek umuduyla..!
Rahat bir okuma vadetmeyen bir yazar; öncelikle anlatım dili, kelimeleri, kısa cümlelerden uzun paragraflara dil oyunları, anlatıcı çokluğu ve karakterlerin detaylandırılmaması. Karanlık ama zaman zaman mizah ve ironi de içeriyor. Dilin tadı, incelikleri, müzikalitesi üzerine düşünen, üzerinde çok çalışılmış bir beste gibi görünmeyen bir akış peşinde olduğunu söyleyen yazarı tek eseri ile anlamayı beklemiyorum. Üstelik tüm eserlerinde otobiyografik ögeler olduğu belirtilmiş, buradaki hikayenin yazarın hayatındaki karşılıklarını eleştiri yazılarından okudum, bir tür iç dökme, tanıdık bildik deneyim ve kişilerden yola çıkarak insanı anlatma. insanların çelişkileri, sahtelikleri, kişideki iyi ile kötünün birlikteliği, toplumsal hayatın içindeki kişilerin siyasi, tarihsel, sosyal yapı ile etkileşimi de metne yeni katmanlar kazandırmış.
Okuması ciddi bir çaba isteyen, fakat bir kez içine girildiğinde insanı büyüleyen bir roman. Bunda Bener’in söz ustalığının payı büyük tabii. Şiirselden de öte destansı bir tat bıraktı bende. Bener, yan yana iki nokta kullanmayı da çok seviyor..
Çok zor bir okuma idi. Kesinlikle yalnız okunacak bir kitap degil bence. Bir yorumda okumustum notlar alinarak, kitapla ilgili yapilan calismalara bakarak okumak gerekiyor. Bu yapilmazsa kesik kesik boluk porcuk bir .seyler okuyorsunuz. Zordu cok zor