Geçmiş bugünün aynası mıdır her zaman? Çalışıp didinip kurduğumuz ya da sadece bize verilenlerle oluşturduğumuz gelecek nasıl taşır insanı yarına? Yaşam koca sürprizler, koca belki'ler, koca pişmanlıklarla doluyken, aniden karşınıza çıkan bir yüz ya bütün planlarınızı raydan çıkarırsa?.. Yarın Yarın, bir 12 Mart romanı. Seyda, Selim, Oktay ve Aysel o dönemin insanları. Radikal siyasi oluşumlarda yer alan Selim de, politikayla hiçbir ilgisi olmayan Seyda da, Seyda'nın zengin kocası Oktay ve onun metresi Aysel de bambaşka hayatlar sürdürüyor olmalarına rağmen etkileniyorlar darbe denen fırtınadan. Bu fırtına, her birinin içindeki çalkantıyı katmerliyor... İlk kez 28 yıl önce yayınlanan Yarın Yarın, Türkiye tarihindeki çok önemli bir olayı yeniden gündeme getirmekle birlikte, zamanın iyi romanları asla eskitemediğinin de somut bir örneği.
Yazar. Bursa'da doğdu. Tam adı Havva Pınar Kür. Yazar İsmet Kür'ün kızıdır. İlk ve orta okulu Ankara'da , liseyi New York'ta okudu. Üniversiteye New York'ta başladı ve İstanbul'da Robert Kolej'in yüksek kısmında tamamladı. Fransa'da Sorbonne Üniversitesinde 'Yirminci Yüzyıl Tiyatrosunda Gerçekçilik ve Yanılsama: Pirandello, O'neill ve Etkileri' teziyle doktorasını verdi. Ankara'da Devlet Tiyatrolarında dramaturg olarak çalıştı (1971-1973). Bilgi Üniversitesinde ders verdi. Gazeteci Can Kolukısa ile bir süre evli kaldı. Hikâyeleri 1971'den itibaren dergilerde yayınlanmaya başladı. Müstehcenlik yüzünden tenkide uğradı.
bu tür birden fazla ana karakteri olan ve karakterlerin yollarının birden fazla şekilde kesiştiği romanlar bir de ilk roman olunca çok büyülüyor beni. bir de tatilde, sahilde yatarak okudum ki keyfi misliyle katlandı. sonu biraz aceleye gelmiş gibi ama olsun, çok takılmıyorum. karakter inşası bir ilk romana göre fazla iyi. hepsi birbirinden son derece farklı dört ana karakteri, hiçbirinin dili birbirine benzemeden konuşturmuş pınar kür. üstelik bunların geçmişleri ve şimdileri birbirinden farklı ve zerre takılmadan akan bir üslupla anlatılmış. geçen sene okuduğun asılacak kadın’dan sonra bu kendisinden okuduğum ikinci roman. o başyapıttı ama bu da ziyadesiyle güzel bir romandı. ben pınar hanım’la bu kadar geç tanıştığıma hayıflanıyorum.
1976’da yayımlanan “Yarın Yarın” Pınar Kür’ün ilk romanı. Yazıldığı dönemin politik ve sosyal gerilimini ve bu ortamda yaşamaya çalışan farklı karakterlerin birbiri ile kesişen hikayelerini anlatıyor. Yazarın dili kullanışı çok iyi, akıcı bir kitap fakat bence yer yer fazla uzun. Arka plan ve kesişen hayat öyküleri teorik olarak çok iyi olsa da bu kadar çok malzeme ve karakterin toplamı bence uygulamada aynı oranda başarılı olmamış.
Pınar Kür'ün haberini alınca okuduğum her şeyi ateş almış gibi bırakıp bu kitaba sarıldım, bu kitap da bana sarıldı, sonra işte biz sarıldık, sarılmalar için kabul edilen zaman geçti biz öyle durduk bir süre, o bana didaktik didaktik 70ler türkiyesi anlattı ben kendimi garip hissettim, sanırım başka şeyler de hissetmem gerekiyordu, pınar kür için bunu çok denedim ama boynuma sarılmış gözlerimin içine HİSSET diye bakılırken bir şey hissedemedim.
Pınar Kür'ün inadına hayranım, hem söylemek istediği her şeyi söyleyip hem de romanın duygusal yönünü ayakta tutmaya çalışmasına, son virajda kurtarmaya çalıştığı karakterlerine ve monologlarına olan inancına hayranım.
Ama olsun Pınar Kür. asılacak kadın ve tüm inadın için teşekkür ederiz, kalanı bizde.
Roman esas olarak dört karakter etrafında şekilleniyor denebilse de romanın esas kahramanı 12 Mart. 12 Mart'ın etrafında hayatları şekillenenler ise Oktay, Seyda, Selim ve Aysel. Oktay, kendisi hariç hiçbir şeyle alakası olmayan bir zengin. Seyda zamanında parlak bir öğrenci olup Oktay'la evlendiği için fakülteyi yarıda bırakan, şimdilerde kendisini çocuğuna adayan bir kadın. Selim zengin bir ailenin "komünizme" merak salmış çocuğu. Aysel ise aktristik ve seks işçiliği ile para kazanan bir kadın. Dört karakter de bir şekilde birbiriyle bağlı olsalar da bir yerden sonra hikâyenin esas odağının Selim ve Seyda olduğunu söylemek mümkün. Seyda ile kendimi özdeşleştirdiğim yerler çok olsa da Selim karakterini genel olarak sevmediğim için romana da bir türlü tam manasıyla ısınamadım. Karakter arasında adaletli bir dağıtım yapılmadığını da düşünüyorum. Özellikle ikinci yarı itibariyle... Bunun yanı sıra, bazı yerlerin de fazla uzatıldığı kanaatindeyim. Bana yer yer çok sevdiğim bir roman olan Yeşil Peri Gecesi'ni hatırlattığı için keyif alsam da beklediğimi bulamadım sanırım. 3,5'ten 4. :)
Pınar Kür'ün ilk romanı gerçekten de başarılı bir "ilk roman". 60'lardan 70'lere uzanan süreçte dönemin burjuvazisinin, işçilerinin, devrimcilerinin, yozlaşmış "sosyetik" ilişkilerin, "kibar fahişelerin" çok canlı, adeta okudukça ete kemiğe bürünen bir tasvirini sunuyor yazarımız. Özellikle bireylerin farklı durum ve olaylar karşısındaki aldığı tavır ve değişen psikolojik halleri çok başarılı verilmiş. Romanda en az bir bunun kadar daha yazılabilecek karakter ve potansiyel olay örgüsü yaratılmış. Yazarımız keşke devam niteliğinde bir roman daha yazsaymış diyerek okumamı tamamladım.
Ne yalan söyleyeyim, kitabın ilk üçte birlik bölümünü okurken çok da beğenmemiştim, buraya bir şey yazmak bir yana, arkadaşlar arasında şu sıralar ne okuduğumuzu falan anlatırken sıra geldiğinde eleştirmeyi düşünmüştüm. Çünkü kitabın başlarında Türk burjuvazisinin kokuşmuşluğuna ilişkin bir anlatım ve ucuz romantiklik var, bir Türk dizisini andıran türden; metresler, film yıldızları, iş-adamları, yoz ilişkiler vesaire. Fakat kitap ilerledikçe döneme (12 Mart öncesi Türkiye) ışık tutan bir çehreye bürünüyor. Ayrıca Attila İlhan'ın (Kurtlar Sofrası da dahil olmak üzere) Aynanın İçindekiler dizisindeki karakterlere de benzettim biraz; sosyal kökenleri, sınıfları, meslekleri kimi zaman ve dönemleri farklı da olsa. Okuyanlar bileceklerdir, Kurtlar Sofrası'nda Ümit ile Mahmut arasındaki ilişkiyi andırıyor Selim ile Seyda arasındaki de: bir bilinçlendirme, olayların farkına varma, Türkiye'yle kopmuş burjuva aydının ülke gerçeğine dönüşü, sosyalizmle tanışma... Nasıl Mahmut öldü ise Selim de ölüyor, aşağı yukarı aynı çevrenin elinde. Kitabın anlattığı dönemle ilgili bilgi sahibiyseniz yine fark edeceksiniz ki iyi bir işleyişi var kitabın: kaçırma olayları, ölümler, darbe, yenilgi ve hayal kırıklığı. Fakat nasıl demeli, tarihin bir parçası olan, bir döneme şekil veremeyen ama eyleyen bireyleri tarihe yanlış bakışımızla bir insan olmaktan çıkartarak izliyoruz çoğunlukla: sevmeyen, öfkelenmeyen, pek konuşmayan, söz gelimi geceleyin sarhoş yürürken ağlayası gelmeyen insanlar olarak, eğer dönemleri sadece akademik kaynaklı okursak. Oysa durum bambaşka ve anılarda, romanlarda okumayı en çok sevdiğim şey de bu: kendi dönemlerinde ana karakter olmayan, önemli olmayan, unutulmuş ya da çok az hatırlanan, birkaç kişinin hafızasında kalan kişilerle tanışmak... Bunların yanı sıra kitapla ilgili son söylemek istediğim şu, kitap boyunca ana karakterimizin yakındığını gördüğümüz "topluma, dünyaya, kendi tarihimize, ülkemize olan uzaklık ve olayların sanki dışındaymış gibi bakış," daha doğrusu bu bakışı bile hor-görüş durumu bugün burjuva, yani ülkenin kaymağını asıl yiyenlerden, asıl mutlu olanlardan, asıl yaşayanlardan ve haliyle bunları dert etmesine gerek olmayanlardan çıkarak tüm topluma sıçramış bile. Sadece şu kitabın okunma oranıyla çeviri bir başka ünlü ve eski romanın okunuş oranını karşılaştırarak da anlayabiliriz. Örneğin Zweig 16 yaşında üstündeki herkesçe en az bir kitabı okunmuşken nasıl oluyor da Pınar Kür pek okunmuyor, nasıl oluyor da Attila İlhan'ın romanlarının baskısı bulunmuyor, nasıl oluyor da Kemal Tahir, Orhan Kemal gibi bir döneme damgasını vurmuş romancılar bugün unutulmuş gibi oluyor, lise edebiyat kitaplarını saymazsak...
"Gene tutamadım kendimi işte. Büyük adam olacaksın, dedim çocuğa. Önünde koca bir dağ var, dedim. O dağı aşacaksın sen. Ve o dağın ardında her şey güzel. İnsanlar sağlam, sağlıklı, mutlu... Birbirlerini sömürmeden, birbirlerini severek yaşıyorlar... Dağı aşacaksın, erişeceksin dağın ardındaki güzelliklere, dedim. Kara Murat gibi mi, diye sordu. Hayır, dedim, Kara Murat gibi değil, Selim ağbin gibi. Biraz durdu. Seni unuttu sandım. Unutmamış, Selim mi, dedi. Ama Selim dağı aşmadı ki, Selim öldü... Ölmeseydin olmaz mıydı?"
This entire review has been hidden because of spoilers.
Yarın Yarın, Pınar Kür’ün ilk romanı; zamanında, büyük ses getirmiş, yargılanmış, sansürlenmiş bir ilk roman. Geçmişte kitaplarını okuduğum bir yazar Pınar Kür. Özellikle Küçük Oyuncu romanı hayata bakışımda önemli bir yer tutar. Yarın Yarın ise çok uzun yıllar önce filmini seyrettiğim ve bu yüzden okuma gereği duymadığım bir romanıydı. Ne kadar büyük bir hata yaptığımı kitabı okurken fark ettim. Romandan bağımsız olarak filmin başarısı tartışılır; fakat roman ve film birbirinden çok farklı. Romandaki karakterlerin geçmişi ve derinliği filme kesinlikle yansıtılmamış diye düşünüyorum.
1970’lerin başında 12 Mart öncesinde başlıyor hikaye. Türkiye’nin siyasi ve sosyal yaşamı, ağırlıklı olarak, bir avuç zengin ailenin perspektifinden anlatılıyor. Zengin ve ilgisiz ebeveyninden uzaklaşıp Fransa’da eğitim görürken, 68 olayları ile politik bilinci oluşan ve Devrim hayaliyle Türkiye’ye dönen Selim, deha üstü zekası sebebiyle özel eğitim alması için uğraşılan, fakat eğitimini ve hayallerini yarıda bırakıp Oktay ile evlenen, mutsuz Seyda, eğitimini yurtdışında tamamlayıp, ailesinin desteğiyle kendi işini kuran Oktay ve baskıcı babasından kaçıp gösteri dünyasının bataklığında yükselmeye çalışan Aysel romanın başlıca karakterleri. Roman bu dört karakterin bilinç düzeyinden anlatılıyor. Hikaye, karakterlerin geçmiş ve gelecekleriyle şekillenirken geri planda Türkiye’deki siyasi olaylar ustaca anlatılıyor. Kitabın dilini genelde beğensem de zaman zaman rahatsız eden noktalar vardı. Bu baskıdan kaynaklı olduğunu düşündüğüm yazım ve imla hataları mevcut. Ayrıca yazarın sıklıkla kullandığı ‘tüm’ kelimesi, cümle içinde bazen gereksiz bazen de yetersiz olmuş bana göre. Tabii ben bu yorumu 2023’ten yapıyorum 1976’da yazılmış bir romana. Belki de dildeki küçük değişimlerdir sebebi bu rahatsızlığımın.
Kitap mı film mi karşılaştırmasını sonsuza kadar bırakıyorum artık :) Kitap ve filmin apayrı iki araç olduğunu bir kere daha fark ettim. Kitap yazarın, film ise yönetmenin eseri.
Döneminin sosyo politik olaylarını merkeze alarak farklı sınıflardan insanların bu olaylardan nasıl etkilendiğini anlatıyor Kür. Yayımlandığı tarih için çok cesur bir roman. Aynı paydada böyle farklı hayatların kesişmesi ilginç. Bazı yerlerde duygulandım bazense sıkıldığımı hissettim. Alışkanlığın pençelerinden kurtulamayan iki ana karakter yordu.
aslında 3.5/5. Kitabı dinledim ve her bir karakterin derinleştirilmesi bazen fazla uzun geldi. Ama her birinin 12 Mart Türkiyesinde başlarına neler geldiğini merakla izledim.
Bu kitabın Goodreads'de neden düşük puan aldığını anlamayamadığımı söylemekle başlıyorum. İçinde hissettiklerimi çok güzel ifade eden paragraflar vardı özellikle Selim'in başlarda Seyda ile Fransa kariyeri arasında ne yapacağını bilemediği paragraf. Ama araya finallerim girdiği için okuma sürecim uzadı ve ben sıkılmaya başladım. Sonu beklediğim gibiydi Seyda'nın haberi aldığı an ben de onun kadar şaşırdım. Bana en çok Selim ve Seyda karakteri geçti zaten temelde ikisinin etrafında dönüyor. Aysel'e, dönüştüğü kişiye şaşırmakla doğal bulmak arasında kaldım.
Anlatım dili, sürükleyiciliği, karakterleri, olayları ve bir döneme bambaşka bir açıdan ışık tutuşu ile çok başarılı bulduğum bir kitap oldu. Sosyal sınıflar, ilişkiler, fikirler, ülkenin gerçekleri ve içinden geçtiği gerçek bir dönemin romanı adeta. Öneririm!
Pınar Kür, dilini ve anlatımını, konuları ele alış biçimini sevdiğim bir yazar. Türk edebiyatında, isminin bu denli az anılmasına oldum olası şaşarım...
Yarın Yarın, pek çok yorumda da belirtildiği üzere ‘Yeşilçam filmi’ tadında başlıyor; sinema yıldızı bir kadın, metres hayatı, para karşılığı birliktelikler, varlıklı iş adamları, mutsuz ama kurallar gereği sürdürülen evlilikler vs... Bu konular ilk bölümlerde okur olarak beni sıkarken ilerleyen sayfalarda bambaşka bir boyutla karşılaşacağımı bilmiyordum.
Sosyolojik ve politik sorgulamalar, karakter çözümlemeleri, kitabın ana karakterlerinden Seyda ve Selim vasıtası ile okura yansıtılıyor. Gerçekten de ilgi çekici, sürükleyici bir hal alıyor. Ben okumaktan keyif aldım.
Kitapla ilgili olumsuz geri bildirimim ise politik konuların kurgusunun biraz havada kalmış olması.
Ankara’daki evimize gittiğimde annemin verilmek için ayırdığı kitapları arasında bulup öylece okumaya başlamıştım Yarın Yarın’ı. Kitabın beşinci basımı, yıllarca beklemekten sararmış yaprakları, beni kitabın anlatıldığı 70’li yıllara alıp götürdü sanki.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Pınar Kür'ün okuduğum ilk kitabıydı. İlk 150 sayfası zor5 geçti benim için. Karakterlerin üzerine yoğunlaşılmış ve bolca betimlemelere yer verilmiş. Bu beni biraz sıktı açıkcası. Hadi ne zaman başlayacak konu ne zaman beni içine alacak dedirtti bana. Edebi olarak söyleyecek lafım tabii ki yok. Ama okurken kendimi kaptıramadım bir türlü.
70 lerde geçen, o dönemin siyasi ve politik gündemi çerçevesinde şekillenen ve birbirine bağlanan dört karakterden ilerleyen Pınar Kür’ün ilk romanı. İlk roman olması ve dönemin şartlarına göre anlattıkları, söylemleri çok cesur olan bir eser. Bu nedenle yayımdan kaldırmaya, toplanmaya çalışılmış ama yine de bugünlere gelmiş ve bizler de okuyabildik. Aslında beni çok ikilemde bırakan bir eser oldu. Tam sevdim gibi diyorum ama bazı yerlerde beni kendinden çok uzaklaştırdı. Okuması kolay değil, hazmederek ilerlemek gerekiyor bence. Aysel, Seyda, Selim ve Oktay arasından kendimi en yakın bulduğum, bağ kurabildiğim karakter Aysel karakteri oldu. Yaşadıklarının gerçekliği çok iyi aktarılmıştı. Şu dönemde de hala birilerinin bu tarz şeyler yaşadıklarını düşünüyorum. Kimse çok iyi ya da çok kötü değil. Tüm karakterler gri aslında. Hepsinin hem iyi yanları hem de nefret edebileceğiniz yanları bulunuyor. Her karakter şahsına münhasır olarak bizlere başarılı şekilde aktarılmış bence. Tüm bunların yanı sıra Seyda ile Selim’in ilişkisi o kadar bana geçmedi ki, o kadar inanamadım ki onlara. Selim’in sürekli Seyda’ya “Sen benim karımsın” gibi cümleler söylemesi midemi bulandırdı. Oktay’la Seyda’nın neden evli kaldıklarına dair en ufacık bir şey yok ortada. Neden boşanmadıklarını bir türlü anlayamıyorsunuz. Karşılıklı olarak birbirlerini aldatıyorlar sadece. Bu duruma tam olarak ahlaki yönden değil de nedenini anlamak yönünden bakmaya çalıştım aslında ama kitapta buna dair bir açıklamayı varsa da ben bulamadım. Ya da yapıldıysa bile beni çok da tatmin etmedi. Oktay’ın işkencede yaşadıkları ve zengin olmasının, halktan ve ülkenin durumundan kopuk olmasının onu nasıl da kurtaramadığını farketmesi, onun da bu durumdan çok etkilenmesi, kafasına dank etmesi çok iyi aktarılmıştı. O sahneleri okumak çok keyifliydi. Bu karakterler arasında en az bağ kurabildiğim Selim oldu. Zaten Seyda ile ilişkileri nasıl öyle ansızın başladı, nasıl öyle ilerledi onu da anlamadım.
Karakterler, kurgu, akış... Pınar Kür'ün ne kadar başka türlü, yani özgün, orijinal bir yazar olduğunun bir başka örneği. bir döneme (70 li yıllara) dair çok gerçekçi gözlemlerle yazılmış, müthiş saptamalar. o dönemin "sol" hareketine üst-orta sınıf gençliği üzerinden, üzerinden değil de içinden, doğrudan karakterin kendisinden bakmamızı sağlarken diğer karakterlerle de hala "hiç ama hiç" değişmemiş aynı sorunlu temalara (kadınlık, erkeklik, evlilik ve "oluş") dalıyor. Bugün hala aynı/benzer sorunların çevresinde dolaştığımızı görmek, geçmişte yaşananları biraz daha anlamlandırırken insanın içini daha da acıtıyor. O Yarın a -varmayı bıraktım- yaklaşamamış olmamız... Kitapta geçen "deha üstü" tanımı, yazarın kendine ait olsa gerek...
Cevdet Bey ve Oğulları’nın arkasına okuyunca sanki o kitabın devamı gibi oldu Yarın Yarın. Pınar Kür’den Asılacak Kadın’ı vaktiyle okuyup çok beğendiğimi hatırlıyorum ama bu kitabı benim için hayal kırıklığı olduğu maalesef. Kitabın yarısına kadar herhangi bir sorun yoktu. Yarısından sonra bazı olaylarda yapılan zaman atlamaları olayları yapaylaştırdı. Karakterler de aynı şekilde çok yapay gelmeye başladı. Yazarın elimde daha bir çok kitabı var. Umarım onlarda aynı sorunla karşılaşmam. Umarım yazarın ilk kitabı diye Yarın Yarın böyle gelmiştir
Yazarın ilk eseri olmasından sebep, çok dağınık buldum. Karakterlerden sadece Selim, Oktay ve Seyda üçlüsüne odaklansa ve Aysel’i dışarıda bıraksa çok daha amacı net bir roman olurdu. Hikaye fazlasıyla uzamış ve gereksiz birçok ayrıntı sıkışmış. Buna rağmen Pınar Kür’ün bakış açısı ile bir döneme ayna tutması beni öykünün sonunu bitirmeye ikna etti.
Fethi Naci’ye göre, Pınar Kür'ün 12 Mart'ı eksene alan "Yarın Yarın" romanı, benzer yerli eserlerden farklı bir şey yapıyor: Sömürülene değil sömürene yani burjuvaya odaklanıyor, ustalıkla. Ama aynı başarıyı halkı anlattığı noktalarda gösteremiyor.
Roman akıcı başlıyor, betimlemeler, kurgu çok iyi. Ancak sonlara doğru daha farklı bitmesini beklerdim, sanki daha etkileyici olabilirdi. Pınar Kür'ün diğer kitaplarını da almayı düşünüyorum.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Harika bir kitap. Bu, Pınar Kür'den okuduğum ilk kitaptı. Hem karakter bolluğu açısından hem de karakterlerin nerdeyse her birinin iğne oyası gibi incelikle ve ayrıntılı işlenmiş olmasından ötürü çok sevdim. Başka sevdiğim bir ayrıntı da karakterlerin konuşma balonlarına konuşmaları gibi iç sesleri biçiminde kendileriyle, çevreleriyle olan ilişkilerinin muhasebeleriydi. Solcu, idealist, züppe, düşük, görgüsüz, şatafat düşkünü, hırslı... insana ilişkin her sıfatın cisimleştiği birileri var bu kitapta. Özellikle Seyda'nın evlilik tercihi, konforun gevşetici etkisiyle içine girdiği ve çıkamadığı halle eski Seyda'yı kıyaslaması, kendiyle ilgili rahatsızlıklarını iç sesiyle okumak birçok kadının da paylaşacağı türden sorgulamalardır belki. Kitap için tek küçük eleştirim Ayşe Nur denilen karakterin alelacele, çalakalem üç beş cümleyle damdan düşer gibi sıkıştırılması ve üstünkörü geçilmesi. O birkaç cümlede bile derin çelişkileri olabilecek sorunlu bir karakter gibi hissettirdi bana.
Bir solukta okunan surukleyici, keyifli bir roman. Karakterler kendi sosyal siniflari cercevesinde basari ile betimlenmis, detaylar cok zengin ve hikayeleri de cok ilginc. Bilhassa Aysel karakteri cok etkileyici ve ikna edici bence (Selim'den ve Seyda'dan cok) Bunun yani sira kitabi cok sevdigimi soyleyemem, politik ve felsefi soylemleri bir olaylar silsilesinde eritip okuyucunun gozune sokmadan layikiyla anlatabilmek kuskusuz buyuk zanaat, Belki yazarin ilk romani oldugundan, belki yazildigi donemin politik ve sosyal geriliminden, bu kitapta bunun basarilabildigini sanmiyorum. Bana sanki heyecanla yazilmis ortalama sosyalizm edebiyati gibi geldi dolayisiyla bu anlamda entelektuel bir zenginlik kendi adima bulamadim. Herseye ragmen, keyifle okunan bir kitap.
I would have given Yarin Yarin 3 stars, if it weren't for the somewhat surprising change, not really in plot, but in attitude of a certain character, at the every end. Some parts could certainly have been shorter or more succint, some parts are a bit of a drag with the revolution talk, but all in all a good representation of the different socioeconomic classes in Istanbul and a few interesting views on shifting class in unconventional, or perhaps very conventional, ways.