Jump to ratings and reviews
Rate this book

Ziyan

Rate this book
'Beyaz gövdeli zenci köpeklerimiz var. Adları da var. Ama onlar birer heykel. Çağırınca gelmiyorlar artık. Cennetin kapısını bekliyorlar. Karla karışık toprağa gömülebilmek için kulakları dik donuyorlar! Öyle bir cennet ki, paslı demirin bile ak sakalı var. Bizi saran tel örgüler beyaz angoradan örülmüş. Havası havlamayı bırakmış, ısırıyor. Beyaz ağzı etimizle dolu. Bu yüzden sessiz bir ayaz var. Saçaklardan sarkan mızrak dişleri ensemize saplanmış. Gazete kâğıdı gibi buruşmuş derimizde mor diş izleri, bekliyoruz.
Cennetten kovulmayı. Bembeyazız. Soğuk. Donmak. Çözülmek. Tekrar donmak.
Daha fazla hiçbir şeye gerek yok. Fiilleri çekmeye bile. Herkes kalsın yerinde. Bıraksınlar, yaslansın göğsüm sırtlarına, ılıklaşsın enseleri nefesimle. Yavaş yavaş sokayım dilimi derilerine. Aksın içlerine hayatımın zehri. Yirmi adet mermi. Muhteşem! Hepinizi geberteceğim! Ama hepinizi!'

352 pages, Paperback

First published January 1, 2009

33 people are currently reading
922 people want to read

About the author

Hakan Günday

24 books1,200 followers
Hakan Günday was born in Rhodes in 1976. He finished his primary education in Brussels. After attending Ankara Tevfik Fikret High School, he studied at the Department of French Translator in the Faculty of Literature of Hacettepe University. He then transferred to Université Libre de Bruxelles. Günday continued his study in the Faculty of Political Sciences at Ankara University. He published his first novel, Kinyas ve Kayra, in 2000.

He is also a playwright and working in cooperation with DOT company- İstanbul (http://go-dot.org/).

His play Mandrel did its premiere at the 17th International İstanbul Theatre Festival (2010). (http://tiyatro.iksv.org/en/program/27)

Ratings & Reviews

What do you think?
Rate this book

Friends & Following

Create a free account to discover what your friends think of this book!

Community Reviews

5 stars
592 (37%)
4 stars
636 (40%)
3 stars
291 (18%)
2 stars
50 (3%)
1 star
12 (<1%)
Displaying 1 - 30 of 62 reviews
Profile Image for Koray.
309 reviews58 followers
February 2, 2024
Kitap beni fazlasıyla aştı. Buna çok memnunum. Üzerimde bıraktığı etki uzun bir süre devam edecek zihnimde. Bazı repliklerin üzerinde uzun süre düşünmek zorunda kalacağım. Askere gidecek birinin kesinlikle o-ku-ma-ma-sı tavsiye edilir. Geldikten sonra okumasında sakınca yok. Kitapta Güneydoğu bölgemizin iki kesim için tam bir cehennem olduğu dile getiriliyor: Askerler ve kadınlar. Kitabın anlatıcısı olan Asil, engelli olduğu için bir günlük sembolik bir askerlik yapan, ama bu bir günün içine 460 gün sığdıran birisi. Kitabın son cümlesi boğazımda bir düğümlenmeye neden oldu: “...Şu an donarak ölmekte olan Mehmetçiklerimize buradan kucak dolusu sevgiler…”
Kitapta çokça Ziya Hurşit güzellemesi yapılması, elbette O’nun Hakan Günday’ın büyük büyük amcası olmasından ileri geliyor. (Bu bana da sürpriz oldu) Günday inanılmaz kurgusuyla adeta günah çıkarmış ve amcasının günahlarını üstlenmiş bir bakıma. Anlatılanlar doğru ise yeni kurulmuş ve dünyaya karşı var olma mücadelesi verilen bir mecliste ve savaş halindeyken, Ziya Hurşit fazla idealist bir kişiliğe sahipmiş. Öyle ki kendisini İngiliz Avam Kamarasının bir üyesi zannediyordum neredeyse. Saltanatın kaldırılmasına karşı verilen iki ret oyundan birisi de kendisine ait. Hurşit haliyle ciddiye alınmıyor ve bu psikoloji içinde gittikçe yalnızlaşıyor, radikalleşiyor. Meclisin 2.döneminde (1923-1927) milletvekilliğe aday gösterilmeyince devlete küsüyor ve İzmir Suikastının elebaşlarından birisi haline geliyor. Hakan Günday’ın isyankar ruhunu büyük büyük amcası Ziya Hurşit’ten almış olması muhtemel.

Kitapta muazzam tespitler ve fikirler var. Atatürk’ün ikonik bir fotoğrafıyla ilgili denemeye buyurunuz:

“...Gazi, Dikmen sırtlarında dinleniyor. 12 şubat 1921.” Gözlerimin hizasına asılmış fotoğrafın altında böyle yazıyordu: Gazi dinleniyor... Ama dinlenmiyordu. Atatürk’ün yüzlerce fotoğrafını görmüştüm. Bu fotoğrafta, dinlenen bir adam yoktu. Böyle bir adam görmüyordum. Ben bu fotoğrafta, bizden bıktığı için gözlerini kapatan birini görüyordum. Hepimizden, her şeyden bıktığı için bize bakmaktan vazgeçmiş birini görüyordum. Kurtarmak istediği insanların gerçekte bir sahtekârlar sürüsü olduğunu, onca çabasının hiçbir şeye değmeyeceğini düşünen bir adam görüyordum. Her şeyi bırakmak, her şeyden vazgeçmek, her şeyi siktir etmek isteyen bir adam. Hatta belki de hayatında ilk kez ölmeyi düşünen bir adam. Ölüp yok olmayı, kara karışmayı…”

Burada yazar Ziya Hurşit'i konuşturmuş:

“...Ne yapılırsa yapılsın, kaç yıl geçerse geçsin, ne kadar medeniyet peşinde koşulursa koşulsun, Türkiye, şark usulü sultan siyasetine saplanıp kalacaktı. Mustafa Kemal’in bunu görememiş olmasına imkân yoktu. Mutlaka o da biliyordu. Kendisinden sonra, büyük bir çöküşün başlayacağını ve tek nesilde bilinçlenmenin mümkün olamayacağını anlamış olmalıydı. Ama Mustafa Kemal için de dönüş yoktu. Girdiği yolu gazetelerden takip edebiliyordum. Her gün yeni bir kavramla ortaya çıkıyor, insanların gözlerini açmaya çalışıyordu. Oysa her şey başlamadan bitmişti. Yıktığı saltanat, cumhuriyet adıyla boğazını sıkmaya başlamış, insanların kendisine bir imparator gibi davranmalarını engelleyemez olmuştu. Ne yaparsa yapsın, olmuyordu. Herkes evine bir Mustafa Kemal istiyordu…/...Mustafa Kemal’i gördüğüm ilk anda anlamıştım. Onun da başına gelecekti. Kutsallaşacaktı. Hiçbir hamlesi hiçbir yerde tartışılamayacak, sözleri dogmalara dönüşecek, İstiklal Savaşı’ndan geriye kalan tek isim olacak, ilkelerinden heykeller yapılacak, ekonomisi için çırpındığı ülkesinin değeri düşmüş banknotlarına yüzü resmedilecek ve hatta politikasının aleyhinde fikir beyan etmek bile kanunen yasaklanacaktı. O kadar etkileyici ve güçlü bir kişiliği vardı ki, bütün bunlar olacaktı. Önce düşmanı sonra saltanatı yenmiş olan Mustafa Kemal, en sonunda da kendisiyle savaşacaktı. Özgürleştikçe körleşen halk, onu ve devrimini çiğ çiğ yiyecekti. Tarihe bir V harfi çizdirecek kadar keskin bir dönüş yaptırmış olmasına rağmen, halkı tarafından delik deşik edilecek ve geriye sadece fotoğrafları kalacaktı. O günlerde, yaşadığımız her an, bir devrimdi, asker. En az Fransız İhtilali’ndeki giyotinler kadar keskin bir devrim. Ve Mustafa Kemal büyük bir devrimciydi. Ancak, çevresindekilerin kutsallaştırma ihtiyacı yüzünden yalnız kalacaktı. Kendi adının gölgesinde yaşayacak ve ölümünden sonra anlamını yitirecek olan devrim geri tepecekti. Çünkü devrim, Mustafa Kemal’in kendisi olmuştu. Yaşıyordu. Yürüyordu. Nefes alıp veriyordu ve her ölümlü gibi devrim de toprak olacaktı. Her ne kadar bir meclis ve içinde yüzlerce mebus olsa da, devrim Mustafa Kemal’di. Oysa binlerce neslin geleceği söz konusuydu. Kutsallaştırma ihtiyacı, Mustafa Kemal’in içini oyacak ve devrim öncesine dönmek isteyenler, tek bir fiskeyle onu parçalayacaklardı. Bütün bunların gerçekleşeceğini, onu tanıdığım gün anlamıştım. Olağanüstü zekâsından akan olağanüstü fikirleri, ülkenin her caddesine verilecek olan kutsallaşmış adından ibaret kalacak ve yok etmeye çalıştığı ne varsa, o yollardan geçecekti. Hilafetçiler, saltanatçılar, mandacılar Gazi Mustafa Kemal bulvarlarında yürüyecek, ona küfürler edeceklerdi. Bütün bunları anlamış ancak görmezden gelmiştim. Önemsememiştim. Öfkemin içinde kaybolup çevresindekilerden nefret etmiştim. Oysa belki de kimsenin günahı yoktu. Yanlış olan zemin ve zamandı. Dehasını paylaştığı insanlar, kurduğu düzeni yerle bir etmek için son nefesini bekliyorlardı. Çünkü o Türk devriminin tek muhafızıydı. Her ne kadar kendisi bundan nefret etse de, o hale getirilmişti. Çünkü insanın kutsallaştırmaya ihtiyacı vardı ve onun kaybettiği tek kavga buna karşı olandı. Kölelikten kurtardığı halkının kölesi olmuştu ve bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bütün bunları anladığımda, bir gün onun yok olması gerekeceğini biliyordum. Yok olup, yerini devrimi sürdürecek insanlara bırakmasının gerekeceğini. Asla tek kişiye değil, insanlara, meclise, meclisi seçen halka. Evet asker, belki de şu ana kadar sana söylediklerimin en delicesi gibi gelebilir, ama onunla tanıştığım gün anlamıştım. Türk halkının hayatına doğru zamanda girmiş ancak çıkmakta gecikiyordu. Hayatta kaldığı sürece, ilkeleri Anadolu’ya nüfuz edemeyecekti. Devrimler tarihini anlatan kitaplarda yazıyordu hepsi. Benzer bataklıklara saplanmış devrimcilerin ne ilki ne de sonuncusuydu. Anlayabilmek için okumak ve onunla tanışmış olmak yeterliydi. Mustafa Kemal devriminin hayatta kalabilmesi için onun bir efsaneye dönüşmesi yeterli olacaktı. Bir suikasta kurban gitmiş, efsanevi ancak kutsal olmayan bir lidere. Bunun için de Mustafa Kemal’in doğru zamanda ölmesi gerekeceğini anlamış, ancak üzerinde durmamıştım. Çünkü onu öldürmek zorunda kalacak kişi ben olmayacaktım... Benim yanılgım da buydu…”

Hakan Günday anlatıcı kılığında yüz yıl öncesine gidiyor ve büyük büyük amcası Ziya Hurşit’i suikastten vazgeçirmeye çalışıyor:

“...Gittikçe bir diktatöre, bir çara, bir padişaha dönüştüğünü düşünüyorsun. İnsanların ona taptığını görüyor ve bunu gelecekte kurulacak demokrasinin en büyük düşmanı olarak görüyorsun. Haklısın. Ama bu toprakları yeterince tanımıyorsun. Her ne kadar uğruna savaşmış olsan da, gerçekten tanıdığını sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı, eğer tanısaydın, Anadolu’nun, bir devrimi ancak üstüne yağdığı zaman kabulleneceğini bilirdin. Seninle başka bir zamanda karşılaştık ve bana paylaşılamayan şehirlerden bahsettin. Musul’dan, Keşmir’den. Ama Anadolu’yu saymayı unuttun. Neden biliyor musun? Çünkü onu tanımıyorsun. Bin yıllık kölelerin uyanması için, en az bin yıl gerek. Nesilleri dönüştürmek için, geçmişle bağlarını koparmak için, en az bin yıl. Bu kadar vaktin var mı Ziya? Kimin var? Dolayısıyla uyanmak bilmeyenlerin yüzüne atılacak bir sürahi su gibi olmalı, devrim! İnan bana, böylesi daha iyi! Bırak, Mustafa Kemal bildiği yolda yürüsün. Sen ve o, birbirinize benziyorsunuz. Sizi, sadece belli bir zaman dilimi içindeki hamlelerinizle yargılamak mümkün değil. Yaptığınız son işe kadar beklemek ve ancak sonrasında, adınızı koymak gerek. Ona Atatürk, dediler Ziya. Üstelik bir diktatör bile olmadı. Ve şimdi sana da bir ad lazım. Yaşa ve onu al. Yolculuklarına dön. Yaz, savaş, yarat! Ama suikasttan vazgeç!
Profile Image for Oguz Akturk.
290 reviews735 followers
September 24, 2022
YouTube kanalımda en güzel 5 Hakan Günday alıntısını yorumladım:
https://youtu.be/JmdpUMv0zK0

"Burada bir daha kitap okursanız sizin bacaklarınızı kırarım."
Albay H.B.

Batman, 2018.

Masmavi gözler, deniz ve gök mavisi. Bir onun yüzüne bakıyorum, bir de onun orada rahatça oturmasını sağlayan hemen arkasında bulunan tablodaki adamın yüzüne. Ortak noktaları ise sadece göz renkleri.

Karşısında eğilip bükülmeden, sırtımı kamburlaştırmadan oturduğumun cezası olarak o güne kadar hiç kimseden yemediğim şekilde bir azar yiyorum. Fakat bunların hiçbiri benim umrumda değil o anda, gözümü albayın masasının üstünde bulunan bir alıntıya dikmişim, albayın dedikleri bir kulağımdan giriyor, öbüründen çıkıyor. Alıntı Epiktetos'tan :

"Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır."

Güzelliğini geçtim, beni ne anlamıştı, ne de dinlemişti. Bugüne kadar karşıma ilk kez böyle bir insan türü çıkıyordu, tam olarak ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Bunun bir kural kitabı mı vardı? Emin olduğum tek şey, yapılacak daha önemli işlerinin olduğuydu. Dışarıda olsa yüzüne bile bakmayacağım insan karşıma geçip dakikalarca omzundaki yıldızlara bakmamı ve saçlarının beyazlığını seyretmemi istemişti. Albaya omzundaki yıldızları değil de dışarıdaki yıldızları seyredip hayal kurmamız gerektiğini söyleyemezdim. Bunun cezası kendisinin de o anda yüzüme karşı söylediği gibi, Sason ilçesi diye bilinen terörizmin yoğun olduğu en kritik üs bölge karakollarından birine sürülmek olurdu.

Bir başka gün, kahvaltının yetersizliğinden ötürü karnımız doymadığı için masanın üstünde duran henüz aldığımız poğaçaları, yine çay ocağına taktırdığı kamerayla her hareketimizi kendi bilgisayarından takip ettiği için görüp, bize poğaça satışını anlamsız bir şekilde yasaklaması... Adamın sözcük dağarcığında "Günaydın" kelimesinin karşılığı olarak "Koduğumun askeri" söz öbeğinin bulunması... Yemek saatinde yemek yemeye çıkıp çay ocağını kapattığımız bir gün hayatımda yemediğim kadar küfrü yemem...
Ama...
Ama önemli olan H.B. değil, önemli olan bu satırları yazan elimdeki HB kalemim ve düşüncelerimin imparatorluğuydu. Böyle yazmıştım asker günlüğünün 115. sayfasına.

Ne kadar korku aşılarsanız aşılayın, ben o kadar bağışıklık kazandım sizin korku virüsünüze. İstediğiniz kadar vurun bu aşıdan artık, korkmam.

Kır benim bacaklarımı albayım, ben orada her gün kitap okudum ve bacaklarım sağlam olarak döndüm memleketime, siz beni hiçbir zaman tanımadınız ama ben sizi, sizin kendinizi tanıdığınızdan daha iyi tanıdım. Arkanızda tablosu bulunan mavi gözlü esas kahramanın önünde oturmayı kesinlikle hak etmiyordunuz.

Ziyan'da buz gibi soğuk bir hava vardı. -20lerde, -30larda... Batman'da ise cehennem fragmanı misali bir hava vardı. Termometrelerde bu gözler 50'yi görmüştü. Ziyan'da zekalar donuyordu, bizde ise eriyordu. Sanki bizi cehenneme atmalarından önceki son çıkışta görüp görebileceğimiz en sıcak yerde gösteriliyordu bu filmin fragmanı. Sinema salonu alay, filmin yönetmeni ise komutandı.

Kornalarla ve sevinç gösterileriyle uğurlandı vatanı koruyacak olan "ASİL" evlatlar,
inşaat molozu taşımaktan dolayı oluşan sırtlarındaki çiziklerle, revirde doktor olmamasından, hijyen koşullarının o güne kadar herhangi birinin gördüğü en kötü koşullar olmasından ötürü bitmeyen ishallerle ve kusmalarla,
dikenli bitkileri çıplak elle taşımaktan dolayı oluşan ellerdeki yaralarla,
uykularından kaldırılıp gecenin köründe çuvallarca at boku taşımalarla,
kitap okumayan uzun dönemlerin çağ dışı sataşmalarına maruz kalmalarla,
her gün en kritik üs bölgesine sürülme tehditleriyle,
kar yağan havada yerden kar küremeye çalışmalarla,
kazmalarla, küreklerle,
uğurlandı hayat felsefelerini salt bir üst rütbesinin gözüne girmek olarak belirlemiş komutanları tarafından.

Her Türk asker doğar diye bağırdılar boğazlarını patlata patlata, her Türk'ün herhangi normal bir insanın doğuşu gibi bebek olarak doğduğunu söyledim, katı milli sınırlarından geçemedim. Milli olmanın anlamı askerdeyken ülkesini sevmekle erkeklerin ilk milli oluş serüvenlerini açıklamak arasında gidip gelen bir muğlaklıktaydı.

Her gün kitap okuduğumu gören uzun dönemler gelip geçti yanımdan bütün askerliğim boyunca,
"O ne laaaa, çöpe at onu." ,
"Sen bu kadar oguyon da noluyon adomu mu barçalıyon?", "Sen hiç garı gızla gonuşmuyon mu, kitaplardan sıgılmıyon mu?",
"Aha kesin bu çocuh gısa dönemdir amenegoya."
dediler, bir kulağımdan girdi, diğerinden çıktı... Kulak sanki böyle anlarda sesleri, sadece tek yön uçak bileti alınmış yerler gibi algılıyordu. O sesin bir daha dönüşü yoktu. Sağımda hafızlık eğitiminde sert şiddetin gerekliliğini savunan, solumda bir karıya nasıl "pompaladığını", nasıl gözüne gözüne verdiğini, karşısına çıkan herkese o güne kadar birlikte olduğu kadınların pompalanış kronolojisini hiddetle anlatan hemcinslerim arasında ben ne yapıyordum böyle?

Annem, sen beni bunun için mi doğurdun?
Gülsüm, mektup arkadaşım, ben sana bunun için mi mektup yazdım?
Eski sevgilim, ben seni bunun için mi sevdim?
Allah aşkına... Biriniz konuşun ulan!..
Tam olarak neredeydim ben bu insan müsveddelerine karışmış bir halde?

Nöbette Ziyan'ın baş karakterinin gördüğü ölü karakterle konuşmaları gibi, benim aklıma nöbetlerde akın eden bugüne kadar tanıştığım gereksiz insanların yüzlerinin alaturka tuvalet deliklerine gerdirilmesi, çocukluğumda baş ve işaret parmağımla güneşi tutmanın perspektifinin askerliğimde bu iki parmağı komutanların kafasını patlatmak üzere kullanmak isteyişime evrimleşmesi, eski sevgililerin patlamak üzere şişen yüzleri, her şeyin üzerine delicesine kusma isteği, erkeklerin nefslerinin karmaşası sebebiyle din ile erotizm arasında tahterevalli olmuş düşünceleri hangi -izm'e sığıyordu? Ben artık hiçbir şey bilmiyorizm.

Hikayem buydu. Ziyan'ın anlatmaya çalıştığı şeyler de aynı bunlar aslında. Bir tarafta bir askerin, yani Asil'in, tuttuğu nöbetler sırasında gördüğü artık ölü bir karakter olan Ziya Hurşit, diğer tarafta da Ziya Hurşit'in Atatürk hakkında kafasındaki putlaştırılıp putlaştırılmadığı dilemmasında daha sonra gelecek devrimlere engel olup olmayacağı konusunda gidip gelen düşüncelerinin önderliğindeki suikast için bir Asil-Ziya zaman makinesi tasarısı... Belki de bunların hepsi gerçekti, belki de hiçbiri yaşanmamıştı. Sahi ben askere gitmiş miydim mesela, yoksa hepsi birer hologramdan mı ibaretti?

Ancak bir akşam ya da kuşluk vaktinin sürdüğü kadardır dünya hayatı, askerlik ise hayatlarımızda evrendeki dünya kadar bir yer kaplıyor anca, hepsi bu. Evren sürekli genişlerken insanın içinin hâlâ bu kadar daralabilmesi ne kadar da acı.
Profile Image for Hiko.
353 reviews7 followers
February 5, 2021
Ziyan - Hakan Günday (Highlight: 7; Note: 0)

───────────────

▪ Gözlerimin hizasına asılmış fotoğrafın altında böyle yazıyordu: Gazi
dinleniyor... Ama dinlenmiyordu. Atatürk’ün yüzlerce fotoğrafını
görmüştüm. Bu fotoğrafta, dinlenen bir adam yoktu. Böyle bir adam
görmüyordum. Ben bu fotoğrafta, bizden bıktığı için gözlerini kapatan
birini görüyordum. Hepimizden, her şeyden bıktığı için bize bakmaktan
vazgeçmiş birini görüyordum. Kurtarmak istediği insanların gerçekte bir
sahtekârlar sürüsü olduğunu, onca çabasının hiçbir şeye değmeyeceğini
düşünen bir adam görüyordum. Her şeyi bırakmak, her şeyden vazgeçmek,
her şeyi siktir etmek isteyen bir adam. Hatta belki de hayatında ilk kez
ölmeyi düşünen bir adam. Ölüp yok olmayı, kara karışmayı. Ölerek
donmayı ya da donarak ölmeyi bekleyen bir adam görüyordum. Fark etmez,
diye düşünen bir adam. Hiç fark etmez. Tek bir insan sesi daha duymak
istemeyen, tek bir insan yüzüne daha katlanacak gücü olmayan bir adam.
Bu yüzden kapalıydı gözleri. Üşüdüğünden değil, duymamak için örtmüştü
kulaklarını. Evet, kesinlikle böyle olmalıydı. Gözlerimi ve kulaklarımı
kapadım, diyordu. Artık istediğiniz kadar ihanet edebilirsiniz. Sizi
görmüyor ve duymuyorum. Umurumda değilsiniz!

▪ Şehit ya da gazi olmamıza gerek yoktu. Biz zaten
kahramandık. Vatanseverliğinin bedelini hayat boyu cehaletle ödeyen
kahramanlar! Ayrıca cahil kalmamızda da bir sorun yoktu. Ceza
kanunlarının ruhunu herkesten daha iyi kavramıştık. Çocuğunu okula
göndermemenin cezası sadece para ödemekken, askerlik hizmetini yerine
getirmemenin karşılığı hapisti. Ne demek istendiğini anlayabiliyorduk.
Kulaklarımız duyuyordu. Kanun satırlarına gizlenmiş o muhteşem mesajı
almıştık. Buna, kanun yoluyla teşvik deniyordu. Eğitimini tamamlamamak
büyütülecek bir şey değildi. Ama askere gelmemek korkunçtu! Cehalet
öldürmezdi ama asker kaçaklığı süründürürdü. Bunu kanunlar söylüyordu.
Okulu siktir et ama askerliğini mutlaka yap, diyorlardı. Benim açımdan
cahil kalmanda sorun yok, yeter ki asker ol. Çünkü kusura bakma ama,
cehaletin umurumda bile değil! Peki, demiştik biz de. Sen nasıl istersen!...
Devletin gösterdiği yoldan gitmek büyük keyifti! Belki dışımız değil, ama
içimiz çok rahattı.

▪ Askeri uykusuzluk, uyumamak değildir. Derin uykuya hiçbir zaman
geçemeden uyandırılmaktır. Yüzlerce kez, aralıksız tekrarlandığında insanın
beyni yırtılır ve gözleri yuvalarından düşer. Belleği sarsan ilk depremdir.
İkincisi, kişinin, emirle çalışan bir makineye dönüşmesi sonucu karar verme
düzeneğinin devre dışı kalmasıdır. Uyuduğunu sanan beyin rüya görmeye
devam eder ve on dokuz saat uyanık geçen askeri bir gün içinde onlarca kez
ani hatırlama krizleri geçirilir. Ani hatırlama krizleri, üç yüz dördüncü kez
yıkadığınız bir lavabonun üzerindeki aynaya baktığınız anda altı yaşında
yediğiniz bir tokadın acısını hissetmenizdir. Hiçbir zaman düşünmediğiniz,
hiçbir zaman hatırlamadığınız her şeyi, o an ve yerdeymiş gibi, bir

▪ rüyadaymış gibi yeniden yaşamanızdır. Bu krizler sırasında, sabahında eve
nasıl döndüklerini bilmeyenlerin arasında sarhoş gecelerinde ne yaptıklarını
hatırlayanlar bile vardır. Askerliğin hafıza açıcı tarafı, sağlıklı bir etki
değildir. Kriz bittiğinde gerçeğe dönmek insanı mahveder.

▪ “İntihar, akla düşen bir damla asittir. Onunla yıkanmasını bilmeyen delik
deşik olur ve erir. Bu yüzden intiharın eşiğinden dönen yoktur. Oraya varan
orada yaşar. Oraya varan orada ölür. Şimdi sen de o eşiktesin. O eşiğin
altında. Ölene kadar. Korkma, sağlamdır yerin. Üstüne gökyüzü çökse,
yıkılmaz zihnin. Çünkü durduğun yerde, umursamayacaksın insanlığı. Ama
unutma, tırnağın kırılsa mermiyle dolduracaksın ağzını.”

▪ Ne yapılırsa yapılsın, kaç yıl geçerse geçsin, ne kadar medeniyet peşinde
koşulursa koşulsun, Türkiye, şark usulü sultan siyasetine saplanıp kalacaktı.
Mustafa Kemal’in bunu görememiş olmasına imkân yoktu. Mutlaka o da
biliyordu. Kendisinden sonra, büyük bir çöküşün başlayacağını ve tek
nesilde bilinçlenmenin mümkün olamayacağını anlamış olmalıydı. Ama
Mustafa Kemal için de dönüş yoktu. Girdiği yolu gazetelerden takip
edebiliyordum. Her gün yeni bir kavramla ortaya çıkıyor, insanların
gözlerini açmaya çalışıyordu. Oysa her şey başlamadan bitmişti. Yıktığı
saltanat, cumhuriyet adıyla boğazını sıkmaya başlamış, insanların kendisine
bir imparator gibi davranmalarını engelleyemez olmuştu. Ne yaparsa
yapsın, olmuyordu. Herkes evine bir Mustafa Kemal istiyordu. Binlerce,
yüz binlerce, milyonlarca Mustafa Kemal. O ise pozitif bilimden
bahsediyordu. Araştırmaktan, kişisel keşiflerden. Ama kimse duymuyordu.

▪ Meclisin ilk günlerinde her konuda fikri olanların hiçbir konuda tek bir
fikri kalmamıştı. Düşünceler, ancak, daha önce Mustafa Kemal tarafından
telaffuz edilmişse güvenilir ve doğruydu.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Profile Image for Fatih Dönmez.
131 reviews17 followers
April 7, 2018
Beklediğimi bulamadım. Asil'e bağlaması dışında tatmin etmedi.

Antimilitarist yapısı çok basit kalmış.

Kitabı okurken 2007-2010 arasında yazılmış olduğunu tahmin etmiştim. Fetö ve yandaşları Atatürk ve Türk ismini faşizm sebebi olarak gösteriyordu. Medyada vatan, bayrak, kemalizm gibi kavramlar ayaklar altına alınıyordu. Atatürkçü olduğunu söyleyen insanlara bayağılık suçlaması yapılıyordu. "Genç sivilik" modaydı. Bu kitabı okurken de tekrar o utanç yıllarına gittim.

Bütün bu dönemsel politik tavır üzerine belki utandığı belki de temizlemeye çalıştığı aile bağını da antimilitarist hikayeye eklemesi fantastik bir hava verse de benim algıladığım tek bir şey vardı o da hesaplaşma.

Hakan Günday'ı okumayı bırakmayacağım ama her zaman farklı bir gözle bakacağım.
Profile Image for Ahmet.
36 reviews33 followers
May 28, 2016
Hakan Günday ve hayal gücü gene güzel bir kurguyla ilginç bir konuyu ele almış.Kendine has akıcı ve sade ama bir o kadar sert bir dili var.Tarih,aşk,psikoloji,felsefe ve daha birçok konudan kırıntılar bulmak mümkün.Doğu bölgesinde askerlik yapan bir asker,Ziya Hurşit ve onları birleştiren Atatürk'ün suikasti ile ilgili karmaşık bir konuya sahip.Kitabın sonu gerçekten iyiydi hatta Azil kitabını okuduysanız daha bir anlamlı ve güzel bir hale geliyor.Kitap ile ilginç bir detay Ziya Hurşit'in abisi Faik Günday yazarımızın dedesi.Okumanızı öneririm gerçekten sağlam bir kitap.


Türkçede yanıtı olmayan tek soru: Zoruna mı gitti? Zorunuza mı gitti? Bütün küfürlerden sonra asılan yüzlere, daha da kışkırtmak için sorulan o soru.

"Hırıltının ne olduğunu soruyordun. Hayattır, asker. Ölüm ölümse hırıltı hayattır. Hırladığın sürece hayattasın! Hırladığın kadar!"


Profile Image for Kaplumbağa Felsefecisi.
468 reviews81 followers
February 24, 2016
Hakan Günday'ın askerden geldikten sonra yazdığı, askerliğini yapmakta olan bir eri anlattığı romanı. Erin askerlikle birlikte bozulan psikolojisi etrafındakilerin etkisi ya da etkisizliği kaleme alınmış. Şizofreniye varan bir bozuk ruh hali sonrası, sonu Atatürk dönemine varan bir sinirlilik hali... Olması gerekenler ve hayatı olması gerektiği ile birlikte ziyan edenlerin hepsi bir arada...
Profile Image for Terss.
660 reviews36 followers
September 1, 2018
İçinde dünyanın en güzel mektuplarından birini barındıran kitap.

İşte Ziya Hurşit'in mektubu
"öyle bir bileniyorum ki, kavuştuğumuzda bir aşk usturası okşayacak seni. kesikler içinde kalacaksın. kesiklerinden akanlar bacaklarını ıslatacak. bir nehir köprüsünün iki bacağı gibi titreyecekler.
bense ağzımı sana dayayıp kana kana içeceğim. sonsuzluğa kana kana. seni okşarken ellerimi kaybedecek, öperken dilimi yutacağım. kalp çarpıntımızın nedeni, kalplerimizin çarpışması olacak.
ayaklarına kapanacak ve dudaklarımı gezdirmeye oradan başlayacağım. nefesimi bırakıp seni tutacağım. bir can simidi olacak bacakların, belimin çevresinde. 
sana sızacağım. birlikte kuruyup birlikte ıslanırken. alev alev değil, korun kendisi olacağım ve sadece sen yürüyebileceksin üzerimde, çıplak ayaklarınla. 
vereceğin her nefes, yanan vücuduma serin bir rüzgâr olacak, yaralarım dudaklarınla kapanacak. 
cennetinden gelip bana cehennemi unutturacaksın."

bir sevgiliye bundan güzel hangi sözler söylenir, bilmiyorum."
Profile Image for Mina S.
241 reviews11 followers
July 20, 2017
Gercekleri yazip yazip ulan basim derde girmesin gibi baglamis adeta. Iyi de yapmis.
Profile Image for Gözde.
159 reviews7 followers
May 14, 2019
En çok merak ettiğim şey, Ziya Hurşit'in bunu neden yapmak istediği oldu.
Profile Image for mehmet karaca.
7 reviews2 followers
September 9, 2020
"Doğuda kızlar kadın doğar. Ecellerinden önce ölürler. İlk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek. O kadar çok kadın gömer ki, toprak bile artık dişidir. Bu yüzden toprak ana diye bilinir. Diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. Bu yüzden verimsiz ve çoraktır; buna da kadının intikamı denir."
Profile Image for Ülkü Acar.
57 reviews12 followers
September 1, 2013
Ziyan'ı okumak bir taraftan kitabın sürükleyicilğine kaptırıp gitmek bir taraftan da durup biraz okuduklarını hazmetmek arasında kalmak.... sert, çok sert..Hakan Günday'ın en iyi kitabı bence..
Profile Image for Yalım.
69 reviews46 followers
December 26, 2017
epeyce rahatsız edici ve yazara hayranlık uyandırıcı bir kitaptı. ağzım açık okudum yarısından sonrasını..
Profile Image for Sercan ERDURMAZ.
20 reviews2 followers
August 25, 2015
Hatıralarında yaşayanlar, donarak ölürler
‘‘Beyaz gövdeli zenci köpeklerimiz var. Adları da var. Ama onlar birer heykel. Çağırınca gelmiyorlar artık. Cennetin kapısını bekliyorlar. Karla karışık toprağa gömülebilmek için kulakları dik donuyorlar! Öyle bir cennet ki, paslı demirin bile ak sakalı var. Bizi saran tel örgüler beyaz angoradan örülmüş. Havası havlamayı bırakmış, ısırıyor. Beyaz ağzı etimizle dolu. Bu yüzden sessiz bir ayaz var. Saçaklardan sarkan mızrak dişleri ensemize saplanmış. Gazete kâğıdı gibi buruşmuş derimizde mor diş izleri, bekliyoruz.
Cennetten kovulmayı. Bembeyazız. Soğuk. Donmak. Çözülmek. Tekrar donmak.
Daha fazla hiçbir şeye gerek yok. Fiilleri çekmeye bile. Herkes kalsın yerinde. Bıraksınlar, yaslansın göğsüm sırtlarına, ılıklaşsın enseleri nefesimle. Yavaş yavaş sokayım dilimi derilerine. Aksın içlerine hayatımın zehri. Yirmi adet mermi. Muhteşem! Hepinizi geberteceğim! Ama hepinizi!’’
Daha fazla bakmadı ve gözlerini hayata kapadı. Yaşadığına tek kanıt, burun deliklerinden dökülen dumandı. Soğuğun dumanı. Soğuktan tüten, beyaz bir nefes. Örtmüştü kendini. Kalpağı, paltosu ve gözkapaklarıyla. Geceden kalma karın üzerinde bir kaya parçasıydı. Altına serilmiş kürk parçasına sığmak için dizlerini karnına çekmiş, katlanmıştı.
Yaveri Muzaffer yorgundu ve üşüyordu. Elinde İca Reflex bir fotoğraf makinesi, içindeyse, tuttuğu nefesi taşıyan Etem’e baktı. Oysa fotoğrafçının gözleri, ufku silip atmış beyazlığın içinde, simsiyah bir lekeye dönüşmüş olan yerdeki adama aitti. Ondan başka hiç kimseyi ve hiçbir şeyi görmüyordu. Çektiği fotoğraf, bunun kanıtıydı.
10
“Gazi, Dikmen sırtlarında dinleniyor. 12 şubat 1921.” Gözlerimin hizasına asılmış fotoğrafın altında böyle yazıyordu: Gazi dinleniyor… Ama dinlenmiyordu. Atatürk’ün yüzlerce fotoğrafım görmüştüm. Bu fotoğrafta, dinlenen bir adam yoktu. Böyle bir adam görmüyordum. Ben bu fotoğrafta, bizden bıktığı için gözlerini kapatan birini görüyordum Hepimizden, her şeyden bıktığı için bize bakmaktan vazgeçmiş birini görüyordum. Kurtarmak istediği insanların gerçekte bir sahtekârlar sürüsü olduğunu, onca çabasının hiçbir şeye değmeyeceğini düşünen bir adam görüyordum. Her şeyi bırakmak, her şeyden vazgeçmek, her şeyi siktir etmek isteyen bir adam. Hatta belki de hayatında ilk kez ölmeyi düşünen bir adam. Olup yok olmayı, kara karışmayı Ölerek donmayı ya da donarak ölmeyi bekleyen bir adam görüyordum. Fark etmez, diye düşünen bir adam Hiç fark etmez. Tek bir insan sesi daha duymak istemeyen, tek bir insan yüzüne daha katlanacak gücü olmayan bir adam. Bu yüzden kapalıydı gözleri. Üşüdüğünden değil, duymamak için örtmüştü kulaklarını. Evet. kesinlikle böyle olmalıydı. Gözlerimi ve kulaklarımı kapadım, diyordu. Artık istediğiniz [radar ihanet edebilirsiniz. Sizi görmüyor ve duymuyorum. Umurumda değilsiniz!
Ama ben duyabiliyordum Fotoğraftan çıkan sesi duyuyordum. Ancak belki de duyduğum, gözlerimden çıkıp fotoğrafa çarpan ve bana dönen bir sesti. Kendi sesimdi. Ben… Protagoras’a göre her şeyin ölçüsü insandı. Ama bu herhangi bir insan değildi. Her şeyin Ölçüsü, onu ölçen insandı. Ben de, Gazi’nin yüzüne ve yatış biçimine baktıkça kendimi görüyordum Çünkü dar ranzamın üzerine uzanabildiğim nadir anlarda, sert battaniyenin altında kayboluyor, yok olmak istiyordum Tek bir insan daha görmemek ve duymamak için. Oysa buna olanak yoktu Çünkü zorunlu askerlik hizmeti, tek kişilik bir oyun değil, binlerce insanın bu araya gelip sahnelediği bir gösteriydi Oyuncuların da, izleyicilerin de işler olduğu bir Yanaşık düzen eğitimi bir koreografıydı Marşlar, bir müzikalin parçasıydı Kamuflaj, mili metrik bir kostümdü. Emirler, sorular ve yanıtları, ezberlenmesi gereken repliklerdi. Asla sadık kalınmayan senaryo, yönergelerde yazıyordu. Yönetmene “Komutanım” deniyordu Her şey vardı. Her şey hazırdı. Ancak bütün bunlar çok fazla gürültü çıkarıyordu. Dayanılmayacak kadar çok. Yatağı yarıp içine girmek isteyecek kadar çok. Başımı koyduğum yastığı başımla doldurmak isteyecek kadar çok. Gazi’ye bakıp kendimi görecek kadar çok!
“Nöbetin var.”
Kulağıma saplanan cümleyle gözlerimi hayata açtım. Gece çavuşunun yanından geçip yemekhaneden çıktım. İlk adımımda burnum ıslandı. Kar. Yüzüme çarpıp eridikçe yüzümü donduran kar. Aylardır yağıyordu. Gece, gündüz, sabah, öğlen, önce, sonra. Gömmek için yağıyordu. Herkesi ve her şeyi. Arabaları, çocukları, evleri ve öküzleri. Kayak için gerekli kar seviyesinden söz ediyorlardı, televizyondaki haberlerde. Orospu televizyonun çocuğu haberler! Kar seviyesi mi? Kayak için uygun! Peki, yollan kara batmış köylerin, bir yaşındaki çocuklan böcek gibi ölürken dili kıpırdamayan leşlerinin, yüz bir yaşındaki dedelerini yaşatmak için Fatiha Dağım kızakla aşıp Van yoluna çıkmaları için de uygun mu? Kar seviyesi! Önce ayaklar gömülür, sonra bilekler görünmez olur. Dizler, bacaklar, ahırlar. Kar, diri diri gömer. Önce yumruğunla savaşırsın. Karı geldiği yere göndermek için yumruğuna doldurur, havaya fırlatırsın. Sonra kürek. Yirmi askere bir kürek. Kırk kola bir adet! Belki bir de çekiçlen bozma bir kazma. Küreklersin! Kazmalarsın! Kar yağar. Gömene kadar. Yağmur yağar, boğana kadar. Rüzgâr eser, ayaklarını yerden kesip savurana kadar. Dinlesen dünyayı, duyacaksın: İnsanoğlu insan, siktir git buradan! Ama inat edersin. Yaşayacaksın. Yer çekimi var. Gidecek bir yer yok. Sürekli olarak kovulduğun, seni yutmak için sarsılıp yanlan bu dünyada yaşamaktan başka çaren yok. Mars çok uzak! İnsanın dünya üzerindeki yaşamı bir rodeo. Hortumlar, çığlar, seller, depremler. Elinde kürek, savaşırsın. Burası benim evim, diye bağırırsın. Siktir! Burası bir ev değil! Burası hiçbir şey değil! Dünya, insanın kabuğu değil. Burası bizim yuvamız değil Biz, yer çekimiyle dünyaya zincirlenmişiz. Kim bilir nereden kovulduk? Cennet mi? Hiç sanmıyorum! Hem de hiç!
Konuşuyordum. Dudaklarıma bastırdığım eldivenlerime anlatıyordum bütün bunları. Delik ve yeşil eldivenlerime Bir lira. Çift kat. Ucuz olan nadir mallardan biri: Eldivenler. Elektrik sobasıyla ısınmaya çalışırken yanıp sararan eldivenler. Donmuş tüfeğin namlusuna yapıştığı için kurtarmak isterken yırtılan eldivenler. Onlara anlatıyordum aklımı ezip geçenleri. Söylediklerim, ellerime kadar geliyordu. Çünkü soğukla beraber, eldivenlerim ses de geçiriyordu
İçleri buzlanmış suyla dolu, sahibini bilmediğim ayak izlerine basarak yürüyordum. Beyaz çamurun içinde ilerlemeye çalışıyordum. Beyaz bataklığa saplana saplana. Silahlığa vardığımda, ayak parmaklarımın sayısı çoktan bire düşmüştü. Her birini ayrı ayrı his s e demeyeceği m kadar soğuktu, postallarımın içi. Bot, deniyordu burada. Postala bot, bir zamanlar yaşadığım hayata sivil deniyordu. Daha bir sürü şeye, başka bir şey deniyordu. Askerlere ait bir dil vardı. Orduca. Konuşmaya gerek yoktu, anlamak yeterliydi. Hatta hiçbir dilde konuşmaya gerek yoktu. Çünkü biz konuşmayan bir rütbedeydik. Rütbesizlik rütbesi. Teoriye göre askerliğin temeli disiplindir. Teoriyi sırtından bıçaklayan pratiğe göreyse askerliğin temeli erlerdir. Temel, zemin, ne denirse densin, ordu üzerimizde duruyordu. Her şey ve herkes üstümüzdeydi. Karın bile altındaydık. Biz, dev bir tankın paletleriydik. On beş yıllık başçavuşların inatla parke dediği parkalarımızın sol üst cebinde taşımak zorunda olduğumuz “Erbaş ve Erin El Kitabı” adındaki, karmaşık bir makinenin karmaşık prospektüsüne benzeyen kitapçıkta yazdığı gibi, ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan rütbeni? askerlerdik. Muhteşem erler! Eğitimde fırsat er olmak için elimizden gelen çabayı gösterip herhangi bir üniversiteden mezun olmamış herhangi bir meslekte uzmanlaştığımız: kanıtlayan bir diploma almamıştık Bu fedakârlığımızla gurur duyuyorduk Çünkü biliyorduk. Zorunlu askerlik hizmetine ilişkin kanun ve yönetmeliklerde bir yanlışlık yapıldığını biliyorduk. Er olmak için en fazla lise ya da yüksekokul mezunu olmak gerekiyordu. Her erkeğin üniversite mezunu olduğu bir ülkede erlik yapacak kimse kalmayacaktı. Ordunun kaidesi ayaklarının altından kayıp gidecekti. Buna göz yumamazdık. Kanun koyucunun gözünden kaçan, bizden kurtulamamış ve herhangi bir üniversiteden diploma almamaya yemin etmiştik. Bazılarımız, orduyu ersiz bırakma korkusundan okumayı bile öğrenmemişti. Ne cesaret! Ne büyük fedakârlık! Şehit ya da gazi olmamıza gerek yoktu. Biz zaten kahramandık. Vatanseverliğinin bedelini hayat boyu cehaletle ödeyen kahramanlar! Ayrıca cahil kalmamızda da bir sorun yoktu. Ceza kanunlarının tümünü herkesten daha iyi kavramıştık. Çocuğunu okula göndermemenin cezası sadece para ödemekken, askerlik hizmetini yerine getirmemenin karşılığı hapisti. Ne demek İstendiğini anlayabiliyorduk. Kulaklarımız duyuyordu. Kanun satırlarına gizlenmiş o muhteşem mesajı almıştık. Buna, kanun yoluyla teşvik deniyordu. Eğitimini tamamlamamak büyütülecek bir şey değildi. Ama askere gelmemek korkunçtu! Cehalet öldürmezdi ama asker kaçaklığı sürün dururdu. Bunu kanunlar söylüyordu. Okulu siktir et ama askerliğini mutlaka yap, diyorlardı. Benim açımdan cahil kalmanda sorun yok, yeter ki asker ol. Çünkü kusura bakma ama, cehaletin umurumda bile değil! Peki, demiştik biz de. Sen nasıl istersen!… Devletin gösterdiği yoldan gitmek büyük keyifti! Belki dışımız değil, ama içimiz çok rahattı.
Hücum yeleğimi sırtıma geçirdiğimde bir hafiflik hissettim. Ceplerinde dört dolu, bir boş şarjör olması gerekiyordu. Altını karakol komutanının ve benim imzaladığımız teslim tesellüm belgesinde böyle yazıyordu. Bir zamanlar adıma zimmetlenmiş olan şarjör adedi beşti. Dolayısıyla gerektiğinde ordu bunu kanıtlayabilir ancak sağ böbreğime denk düşen cebin neden boş olduğunu açıklayamazdı. 7,62 mm çapında yirmi adet mermi taşıyan bir şarjörüm yok olmuştu. Benzer durumlar üst rütbelere iletildiğinde alınan yanıtın ne olduğunu hatırlıyordum:
“Malına sahip çıksaydın. Nereden bulursan bul! Yersin tutanağı, çıkarsın mahkemeye!”
Eksik olan şarjörümü çok uzaklarda aramam gerekmiyordu. Silahlıktaydım. Silahların ve şarjör dolu hücum yeleklerinin yuvasında. Mühimmatı eksildiği için askeri mahkemeye çıkacak kişi ben olmayacaktım. Sahibini çok iyi tanıdığım bir hücum yeleğinden çektiğim şarjörü cebime koyup silahımı omzuma astım. Pişmanlık mı? Kesinlikle umurumda değildi! Evet, belki hepimiz aynı ordudaydık ama aynı askerliği yapmıyorduk. Herkesin askerliği farklıydı. Her metrekarede farklı bir askerlik vardı. Sadece ambalajlarımız benziyordu….

-------

''Burası bir ev değil! Burası hiçbirşey değil! Dünya insanın kabuğu değil. Burası bizim yuvamız değil. Biz yer çekimiyle dünyaya zincirlenmişiz. Kim bilir nereden kovulduk? Cennet mi? Hiç sanmıyorum! Hem de hiç ! '' ( Sayfa:17)


''Korkmalısın. Çünkü acı bağımlılık yapar. Çünkü karaktersiz bir piç olmak bazen en kolayıdır. Çünkü beni duymamak için aklını meşgul etmek en kolayıdır. Düşün bakalım,asker.Düşün,Kaç benden.Çocukları düşün.Soğuğu düşün.Acelem yok.Daha çok nöbet tutacağız birlikte.Düşünecek bir şeyin kalmadığında da elbet görüşeceğiz..''(sayfa:36-37)


''Evren,tekamül üzerine kurulmuştur.Varlıklar,tamamlanana kadar hayata gelip giderler.Böyle diyeceğimi sanıyorsun ,değil mi? Tekamül ne demek biliyor musun? Olgunlaşma, demek.Evrim,demek. Peki, bunların ne olduğunu biliyor musun? Söyleyeyim : Olgunlaşma, kimseye ve hiçbir şeye güvenmemeyi öğrenmektir. Evrimse , boş bir ağızla doğup gerektiğinde insan eti yiyecek kadar keskin dişlere kavuşmaktır. Yeniden doğmak, ölümden sonra hayat,sonsuz ruh.Çcukça bütün bunlar. Ölümden sonra hayatta kalan hiçbir sey yoktur. Beden, insan zihninin organik düzeneğidir. Çalışıyorsa , hayattaysa düşünce üretir. Beyindeki elektrik akışının sona ermesiyle ne ruh kalır ne de zihin. Nasıl bir akü, elektiriğin kendisi olduğunu iddia edemezse, insan da enerjinin kaynağu olduğundan söz edemez..''
Profile Image for aaron.
12 reviews1 follower
February 12, 2024
öyle duvara baktıran, 4 iken sonlarına doğru 5e çıkan bir kitap. hakan günday, yine orada burada gördüğümüz detayları hikayenin ana unsuru yapacak şekilde bağlamış öyküyü. beklemiyor değildim ama olaylar geliştikçe yine de hayranlıkla okudum, azil’i çok sevmiştim, azil’e bağlanmamış olsaydı da bu öyküyü severdim, azil’e bağlandığında daha çok sevdim.

“Böyle insanlarla hayatın boyunca karşılaşacaksın. Çabuk sinirlenen, çabuk öldüren, çabuk pişman olan. Sadece konuşurken düşünenler. Sustuklarında aptallaşanlar.. Kaçamazsın. Her yerden çıkarlar.”

“Yattığım yerde, yaşadığıma kanıt olmasın diye nefesimi bile tuttum. Ama işe yaramadı. Yaşadıkça alışıyordum hayata. Daha fazla hayatta kalırsam ölmekten bile korkabilirdim.”

“İntihar, akla düşen bir damla asittir. Onunla yıkanmasını bilmeyen delik deşik olur ve erir. Bu yüzden intiharın eşiğinden dönen yoktur. Oraya varan orada yaşar. Oraya varan orada ölür. Şimdi sen de eşiktesin. O eşiğin altında. Ölene kadar. Korkma, sağlamdır yerin. Üstüne gökyüzü çökse, yıkılmaz zihnin. Çünkü durduğun yerde, umursamayacaksın insanlığı. Ama unutma, tırnağın kırılsa mermiyle dolduracaksın ağzını.”


Peri ve şan kelimeleri bir araya gelir, bu toprakta Perişan adında kızlar yaşar. Dokuz yaşındaki erkek kardeşlerinin ayakta sürdüğü traktörlerin römorkları devrilince ölür ve bir daha doğarlar. Bu
kez adlar İsabalı olur, Nazi olur. Ozo olur. Humina, Belkiza, Lezgi, Tükezban, Telli, Kübar, Adman, Adle, Ebedin, Vehta olur. Ne biz onların adlarını, ne de onlar bizi anlar. Doğu’da kızlar, kadın doğar. Ecellerinden önce ölürler. İlk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki toprak bile artık dişidir. Bu yüzden Toprak Ana diye bilinir. Perilerin şanı buradan gelir. Dir diri gömüle gömüle toprağı bile kadin yapmislardir. Bu yüzden verimsiz ve oraktır. Buna da, kadının intikamı denir. Kendi başına doğuran mucizelerin kadını Kibele dönemi biteli çok oluyor. Spermlerinin marifetini anlayan erkeğin çağındayız. Sik çağı! Boyundan büyik siki olan bereket tanrısı Priapos'un kullarının çağı!
Bu çağda mal, sahibini zayıflatır. Bu çağda savaşları, kaybedecek kadınları olmayanlar kazanır. Bu yüzden erkek, olabildiğince derine gömer kadını. Gökte, kadına ait ne varsa onu taşıyan şeytan, yerde, erkeğe ait ne varsa onu taşıyan kadın. Aralarında kalmıştır, sıkışmıştır erkek. Kızgındır. Bu yüzden gömer kadınını. Eşit olamayacağını bildiği için üstüne çıkar, tepinir. Çünkü sikini doğrultamazsa doğurtamayacağını, ama bir kadının kısır da olsa zevkten delirebileceğini bilir! Erkek, kadından
netret etse de peşinden koşan, yakaladığı yerde de yumruklayan bir doğa kazasıdır. Kendisinin de iddia ettigi gibi, sahip olduğu her şey sikinden küçüktür. Aklı, kalbi, insanlığı, her şeyi..”
Profile Image for Ihlamur.
26 reviews1 follower
December 16, 2021
Zihin açıcı, çok farklı bakış açısıyla ele alınmış bir kitap. Antimilitarist, sert bir dili var. Ziya Hurşit, doğuda bir asker ve Atatürk'ü bir araya getiren bir hikaye. Ziya Hurşit'in abisi ise, aslında yazarın dedesi.

Kitabın direği olacak çok cümlesi var, karakter kısıtına takılacak kadar. Sevdiğim birkaç tanesini şöyle bırakıyorum,

"Çocuğunu okula göndermemenin cezası sadece para ödemekken, askerlik hizmetini yerine getirmemenin cezası hapisti. Ne denmek istediğini anlıyorduk, kulaklarımız duyuyordu."

"...demek ki anlaşmamak için anlaşmıştık."

"Bakkala G3'le giriyorduk. Tüfeklerimiz, çocukların gofretlerine çarpıyordu."

"Madem insanın hayvandan farkı alet kullanabilmesiydi, insanın kullandığı ilk alet de başka bir insandı."

"Gelişerek ilerleme evrelerinin yanlış sıralandığı topraklar..."

"İlk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki, toprak bile artık dişidir. Bu yüzden toprak ana olarak bilinir. Diri diri gömüle gömüle toprağı da kadın yapmışlardır. Bu yüzden toprak çoraktır, buna da kadının intikamı denir."

"Eğer 5 duyun onları kullandıkça azalsaydı, bu kadar müsrif olmazdın. Seçmek zorunda kalırdın. Neye dokunacağını, neyi tadacağını..."

"O an bir karar verdim. Tabii ki yanlış olanı. Diğer tüm kararlarım gibi."
Profile Image for Ali Kaplan.
1 review
March 6, 2017
Eksi on dokuz.
Sıfırın ve hayatın altında 19.
Soğuk, artık bir tutkal.
Her şeyi her şeye yapıştırabilen bir tutkal.
Deriyi çeliğe,
iyiyi kötüye,
buzu aleve,
kumaşı plastiğe,
dostu düşmana,
eti kemiğe,
çirkini güzele,
sesi dudaklara,
aşkı nefrete,
dile dişe,
mermiyi namluya,
ayı göğe,
özgürlüğü duvarla,
insanı oğluna,
rüyayı uykusuzluğa,
ışığı karanlığa,
geçmişi sonsuzluğa,
şarkıyı kulaklarıma,
yüzümü kara,
hayatı ölüme,
beni ruhuma...
Profile Image for Mehmet Furkan Kocaaslan.
225 reviews5 followers
April 7, 2017
Hakan Günday'ın Az'dan sonra okuduğum ikinci kitabı. Kalemine hayranlığım daha da arttı. Yer yer betimleme gücünün karşısında dehşete düşerek okudum.

Bir an önce tüm külliyatını okumak için sabırsızlanıyorum
Profile Image for Oguz Akturk.
290 reviews735 followers
March 5, 2021
YouTube kitap kanalımda Hakan Günday'ın bütün kitapları ve kitaplarını okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz:
https://youtu.be/uqCotb6in_0

"Burada bir daha kitap okursanız sizin bacaklarınızı kırarım."
Albay H.B.

Batman, 2018.

Masmavi gözler, deniz ve gök mavisi. Bir onun yüzüne bakıyorum, bir de onun orada rahatça oturmasını sağlayan hemen arkasında bulunan tablodaki adamın yüzüne. Ortak noktaları ise sadece göz renkleri.

Karşısında eğilip bükülmeden, sırtımı kamburlaştırmadan oturduğumun cezası olarak o güne kadar hiç kimseden yemediğim şekilde bir azar yiyorum. Fakat bunların hiçbiri benim umrumda değil o anda, gözümü albayın masasının üstünde bulunan bir alıntıya dikmişim, albayın dedikleri bir kulağımdan giriyor, öbüründen çıkıyor. Alıntı Epiktetos'tan :

"Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır."

Güzelliğini geçtim, beni ne anlamıştı, ne de dinlemişti. Bugüne kadar karşıma ilk kez böyle bir insan türü çıkıyordu, tam olarak ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Bunun bir kural kitabı mı vardı? Emin olduğum tek şey, yapılacak daha önemli işlerinin olduğuydu. Dışarıda olsa yüzüne bile bakmayacağım insan karşıma geçip dakikalarca omzundaki yıldızlara bakmamı ve saçlarının beyazlığını seyretmemi istemişti. Albaya omzundaki yıldızları değil de dışarıdaki yıldızları seyredip hayal kurmamız gerektiğini söyleyemezdim. Bunun cezası kendisinin de o anda yüzüme karşı söylediği gibi, Sason ilçesi diye bilinen terörizmin yoğun olduğu en kritik üs bölge karakollarından birine sürülmek olurdu.

Bir başka gün, kahvaltının yetersizliğinden ötürü karnımız doymadığı için masanın üstünde duran henüz aldığımız poğaçaları, yine çay ocağına taktırdığı kamerayla her hareketimizi kendi bilgisayarından takip ettiği için görüp, bize poğaça satışını anlamsız bir şekilde yasaklaması... Adamın sözcük dağarcığında "Günaydın" kelimesinin karşılığı olarak "Koduğumun askeri" söz öbeğinin bulunması... Yemek saatinde yemek yemeye çıkıp çay ocağını kapattığımız bir gün hayatımda yemediğim kadar küfrü yemem...
Ama...
Ama önemli olan H.B. değil, önemli olan bu satırları yazan elimdeki HB kalemim ve düşüncelerimin imparatorluğuydu. Böyle yazmıştım asker günlüğünün 115. sayfasına.

Ne kadar korku aşılarsanız aşılayın, ben o kadar bağışıklık kazandım sizin korku virüsünüze. İstediğiniz kadar vurun bu aşıdan artık, korkmam.

Kır benim bacaklarımı albayım, ben orada her gün kitap okudum ve bacaklarım sağlam olarak döndüm memleketime, siz beni hiçbir zaman tanımadınız ama ben sizi, sizin kendinizi tanıdığınızdan daha iyi tanıdım. Arkanızda tablosu bulunan mavi gözlü esas kahramanın önünde oturmayı kesinlikle hak etmiyordunuz.

Ziyan'da buz gibi soğuk bir hava vardı. -20lerde, -30larda... Batman'da ise cehennem fragmanı misali bir hava vardı. Termometrelerde bu gözler 50'yi görmüştü. Ziyan'da zekalar donuyordu, bizde ise eriyordu. Sanki bizi cehenneme atmalarından önceki son çıkışta görüp görebileceğimiz en sıcak yerde gösteriliyordu bu filmin fragmanı. Sinema salonu alay, filmin yönetmeni ise komutandı.

Kornalarla ve sevinç gösterileriyle uğurlandı vatanı koruyacak olan "ASİL" evlatlar,
inşaat molozu taşımaktan dolayı oluşan sırtlarındaki çiziklerle, revirde doktor olmamasından, hijyen koşullarının o güne kadar herhangi birinin gördüğü en kötü koşullar olmasından ötürü bitmeyen ishallerle ve kusmalarla,
dikenli bitkileri çıplak elle taşımaktan dolayı oluşan ellerdeki yaralarla,
uykularından kaldırılıp gecenin köründe çuvallarca at boku taşımalarla,
kitap okumayan uzun dönemlerin çağ dışı sataşmalarına maruz kalmalarla,
her gün en kritik üs bölgesine sürülme tehditleriyle,
kar yağan havada yerden kar küremeye çalışmalarla,
kazmalarla, küreklerle,
uğurlandı hayat felsefelerini salt bir üst rütbesinin gözüne girmek olarak belirlemiş komutanları tarafından.

Her Türk asker doğar diye bağırdılar boğazlarını patlata patlata, her Türk'ün herhangi normal bir insanın doğuşu gibi bebek olarak doğduğunu söyledim, katı milli sınırlarından geçemedim. Milli olmanın anlamı askerdeyken ülkesini sevmekle erkeklerin ilk milli oluş serüvenlerini açıklamak arasında gidip gelen bir muğlaklıktaydı.

Her gün kitap okuduğumu gören uzun dönemler gelip geçti yanımdan bütün askerliğim boyunca,
"O ne laaaa, çöpe at onu." ,
"Sen bu kadar oguyon da noluyon adomu mu barçalıyon?", "Sen hiç garı gızla gonuşmuyon mu, kitaplardan sıgılmıyon mu?",
"Aha kesin bu çocuh gısa dönemdir amenegoya."
dediler, bir kulağımdan girdi, diğerinden çıktı... Kulak sanki böyle anlarda sesleri, sadece tek yön uçak bileti alınmış yerler gibi algılıyordu. O sesin bir daha dönüşü yoktu. Sağımda hafızlık eğitiminde sert şiddetin gerekliliğini savunan, solumda bir karıya nasıl "pompaladığını", nasıl gözüne gözüne verdiğini, karşısına çıkan herkese o güne kadar birlikte olduğu kadınların pompalanış kronolojisini hiddetle anlatan hemcinslerim arasında ben ne yapıyordum böyle?

Annem, sen beni bunun için mi doğurdun?
Gülsüm, mektup arkadaşım, ben sana bunun için mi mektup yazdım?
Eski sevgilim, ben seni bunun için mi sevdim?
Allah aşkına... Biriniz konuşun ulan!..
Tam olarak neredeydim ben bu insan müsveddelerine karışmış bir halde?

Nöbette Ziyan'ın baş karakterinin gördüğü ölü karakterle konuşmaları gibi, benim aklıma nöbetlerde akın eden bugüne kadar tanıştığım gereksiz insanların yüzlerinin alaturka tuvalet deliklerine gerdirilmesi, çocukluğumda baş ve işaret parmağımla güneşi tutmanın perspektifinin askerliğimde bu iki parmağı komutanların kafasını patlatmak üzere kullanmak isteyişime evrimleşmesi, eski sevgililerin patlamak üzere şişen yüzleri, her şeyin üzerine delicesine kusma isteği, erkeklerin nefslerinin karmaşası sebebiyle din ile erotizm arasında tahterevalli olmuş düşünceleri hangi -izm'e sığıyordu? Ben artık hiçbir şey bilmiyorizm.

Hikayem buydu. Ziyan'ın anlatmaya çalıştığı şeyler de aynı bunlar aslında. Bir tarafta bir askerin, yani Asil'in, tuttuğu nöbetler sırasında gördüğü artık ölü bir karakter olan Ziya Hurşit, diğer tarafta da Ziya Hurşit'in Atatürk hakkında kafasındaki putlaştırılıp putlaştırılmadığı dilemmasında daha sonra gelecek devrimlere engel olup olmayacağı konusunda gidip gelen düşüncelerinin önderliğindeki suikast için bir Asil-Ziya zaman makinesi tasarısı... Belki de bunların hepsi gerçekti, belki de hiçbiri yaşanmamıştı. Sahi ben askere gitmiş miydim mesela, yoksa hepsi birer hologramdan mı ibaretti?

Ancak bir akşam ya da kuşluk vaktinin sürdüğü kadardır dünya hayatı, askerlik ise hayatlarımızda evrendeki dünya kadar bir yer kaplıyor anca, hepsi bu. Evren sürekli genişlerken insanın içinin hâlâ bu kadar daralabilmesi ne kadar da acı.
7 reviews2 followers
October 9, 2019
Senaryolari da enteresan olmasina ragmen, genel olarak anlatim yetenegini cok daha fazla begenirim Hakan Gunday'in. Yine oyle bir kitap olmus. Senaryosuyla olmasa da anlatimi ile vurmus okuyucuyu. Ozellikle zorunlu askerlik gorevini yapmis okuyucularin tanidik manzaralarla karsilasacagi, psikolojik acilimlari olan bir kitap.
Profile Image for Serkan Polat.
26 reviews
May 11, 2024
Okudugum en iyi Gunday romani. Anti kahraman Ziya Hursid i dusunemeyecegimiz bir yonden anlatiyor. Büyük amcasını, ondan baska biri böyle anlatamazdi.
Profile Image for Xapînokan.
122 reviews19 followers
December 20, 2021
"Erkek, kadından nefret etse de peşinden koşan, yakaladığı yerde de yumruklayan bir doğa kazasıdır." (s.137)
113 reviews1 follower
March 8, 2021
Günday’dan dinlediğim beşinci kitap olan Ziyan, en az sevdiğim Günday kitabı oldu. Güncel sıralamam şu şekilde: Az - Azil - Piç - Daha - Ziyan.

Sanırım biraz Günday overload oldum, daha rahat bir zihin durumu ile dinlesem daha yüksek puan verirdim diye düşünüyorum. Yine de enfes bir sonu vardı, bu yüzden notum 8/10. Bir sonraki Günday kitabı için biraz ara vereceğim. Hatta belki bunu bir ara tekrar dinlerim, hakkını veremedim pek.

Kitap biraz paranormal ögeler içeriyor. Birkaç kişi bilim kurgu demiş ama hangi ögeleri bilimsel bulmuş bilemiyorum. Baştan sona askerlikte geçmesine rağmen 1000kitap’ta okuyanların yarısı kadın. Yani maskülen bir konu olsa da kurgusu bence kadınları da çekiyor.

Şimdi yazacağım kısımlar yüzde 30 civarında açıklanıyor ama yine de önlem alıp spoiler diyelim.

-- Spoiler --

Kitapta bir asker ile ölü bir adamın hikayesi anlatılıyor. Ölü adam aslen Ziya Hurşit, yani Atatürk’e suikast girişimi sebebiyle asılarak idam edilen kişi. Kitabın ismi de buradan geliyor, yine harika bir seçim olmuş. Bununla birlikte Ziya Hurşit’in kardeşi, Günday’ın da büyük dedesi oluyor, sanırım kitabı bu sebepten ötürü bu kurgu ile yazıyor. Askerimiz rüyasında sürekli Atatürk’e suikast girişiminde bulunurken görüyor kendini, sonra anlaşılıyor ki aslında bunun sebebi Ziya Hurşit. Sonrasında da olaylar gelişiyor ama sürprizi kaçmasın, kalanını okuyup kendiniz deneyimleyin. :)

-- Spoiler --
9 reviews
Read
January 17, 2022
Hakan Günday'a olan hayranlığımı bilen bilir, bu kitap bir kez daha hayran olmama sebep olmuştur. Anlatım tarzı, konular arası geçişi, olayların gidişatı bakımından değindiği tarih, felsefe edebiyat gibi konularına bakınca gerçekten donanımlı bir yazar olduğunu fark ediyoruz. Öncelikle şunu söylemeliyim ki okumayanlar Ziyan'dan önce Azil kitabını okurlarsa Ziyan'da yaptığı finali çok daha iyi anlayacaklardır, aksi takdirde okuyucu için final havada kalacaktır.

Kitabın konusuna gelecek olursak, doğuda dondurucu soğuklarda askerlik yapan ama askeriyedeki baskıya ve disipline dayanamadığı için buhran geçiren 18 yaşındaki bir gencin ruh haline şahit oluyoruz. Kitabın başlarında sıkıldığımı kabul etmeliyim. Fakat Hakan Günday yine yapacağını yapıyor ve tam sıkıldığınız noktada çekiyor sizi okuma hazzının zirvesine. Tuttuğu nöbetler esnasında, Atatürk'ün en güvendiği adamlarından olan ama 1926'da kendisine suikast düzenlediği için idam edilen Ziya Hurşit eşlik eder ve Ziya Hurşit'i de bir de kendi ağzından duymuş olmamıza vesile oluyor yazarımız.

Daha da uzun yazarak spoil vermek istemiyorum. Özellikle kitabından yarısından sonrası çok güzel ilerliyor ve yine harika bir sonda buluşturuyor yazar bizi. Bence okumalısınız :)
66 reviews
Read
October 21, 2025
Puh. Irgendwie ganz schwierig zu sagen, was ich von dem Buch hielt. Erstmal packende und poetische Sprache, die mir sehr zugesagt hat.
Diese archaische, allumfassende, grausame Kälte (menschlich, vor allem aber wortwörtlich - noch nie so viele poetische Umschreibungen für das Kratzen am Kältetod gelesen!) hat mich die Erzählung unterbewusst immer wieder in lang vergangenen Urzeiten verorten lassen, um dann erstaunt über die zeitgenössischen Artefakte (Moccacino, anyone?) zu stolpern, die mich in die Gegenwart des Buches zurückreißen.

Aufgestoßen sind mir Verwendungen von diskriminierenden Begriffen (Z-Wort, "Tunte", abwertendes Sprechen über Frauen).

Und (big spoiler ahead) das Ende.... Ich weiß ja nicht. Holterdipolter das hat sich gerade alles im Kopf eines geistig behinderten jungen Mannes abgespielt und ist gar nicht in echt passiert. I don't know. Da steckt bestimmt ein Gedanke dahinter, mir hat er sich nicht so wirklich erschlossen.

Interessanter Einblick in mir beschämend wenig bekannte türkische geschichtliche und gesellschaftliche Perspektiven, teils sehr gelungen mit paar von mir als Stolpersteinen empfundenen Aspekten.
This entire review has been hidden because of spoilers.
Profile Image for Gürkan Çoşkun.
265 reviews2 followers
October 2, 2022
Ne yazık ki umduğumu bulamadığım bir Hakan Günday kitabı oldu Ziyan. Ziya’nın Ziyan oluş hikayesini Asil’nin yarattığı dünyadan okuyoruz.

Olaylar askeriye geçiyor. Atatürk’e suikast girişiminde bulunan Ziya Hurşit, Asil’in dünyasına geçmişten geliyor.

Rdm’li askerler silah verilmez, nöbette tutmazlar. Burada asker sayısı az olduğu için bu askerlere silahlı nöbet tutturuyorlar.

Genel olarak askeriye yazdıkları şeyler doğru. Ben askerdeyken 11 gün kadar alayda kaldım. Yazılanların hemen hemen hepsini gördüm. Ne yazık ki vatan-millet-yurt sevgisi falan yok.

Uzman’a yaptıkları kısımlar dışında romanın benim için ilgi çekici tarafı yoktu. O olayda Günday ileri gitmiş ama bunu yadırgayamıyorum. Rdm’li askere silah verirsen adam da öldürür, katliamda yapar.

Akıcı bir anlatım yoktu. Askerdeki hikayede bildiğim şeylerdi. Sevemedim Ziyan’ı.
Profile Image for Merve Şahin.
478 reviews18 followers
January 21, 2019
Garip adam şu Hakan Günday. Her kitabında beni ummadığım olaylara sürüklüyor. Ben ki hayatım boyunca tarih derslerini en düşük geçme notu neyse onu zorlayarak geçmiş biri olarak Ziya Hurşit'i okurken sıkılmak şöyle dursun neredeyse araştıracak ruh haline girdim. Başta Atatürkçü biriyseniz sizde benim gibi önyargıyla bu adam ne yapmaya çalışıyor diyebilirsiniz fakat Hakan Günday böyle işte. Size bir şeyleri sorgulatmak için önce tiksindirmesi gerekiyor. Her kitabında insanlıktan ve hayattan soğuyup ölümün eşiğine sürüklese de ruhumu dayanamıyorum biraz mazoşistleştiriyor beni galiba. İnatla her kitabını keyifle, hüzünle, acılarla, delirmelerle okuyorum. İçinde delilik olanları ve delirmeyi sevenlerdenseniz Hakan Günday okumayarak çok şey kaçırıyorsunuz. Tavsiyem bir an evvel başlayın.
Profile Image for Deniz Kaan.
11 reviews
February 17, 2023
Ben sana sormak isterim ey bu kitabın yazarı. Senin benim gerçeklik algılarımla ya da zihinsel melekelerimle oynamaya ne hakkın var? Kitap tek kelime ile sarsıcı bir kitaptı. Ziya Hurşit'in gerçekte Hakan Günday'ın büyük büyük amcası olması ve yazarın kendi kaderine ya da kendi genlerine yolculuk yapması(Okuyanı da yaptırıyor olması) oldukça başarılı kurgulanmış. Hakan Günday'dan unutmayacağım, unutturmayacağım ve daima önereceğim bir kitap daha.
Profile Image for cinarthefreak.
44 reviews
April 25, 2025
Bir ölü gibiydim. O kadar ölüydüm ki ölümden korkmuyordum..

Ağlıyordum. Sessizce nasıl ağlanır, bilmiyordum. Ama sessizce öğreniyordum.

Söyleyeyim: Olgunlaşma, kimseye ve hiçbir şeye güvenmemeyi öğrenmektir..

Korkuyorum. Bu duvarların arasına sıkışmaktan ve her şeyden korkuyorum…

Tanımak, birkaç cümle de olsa konuşmak. Neler düşündüğünü öğrenmek. Sesini duymak. Hangi kitapları okuduğunu sormak..

Sence bir intihar mektubunun son cümlesi ne olmalı?
Profile Image for G. İlke.
1,282 reviews
May 30, 2019
"Bu sefer olmamış sanki" dediğim anda beni utandıran canım Hakan Günday, yine muhteşem bir iş çıkartmış. Onun satırlarında asker oldum, soğuktan dondum, delirdim, hüzünden canım acıdı... Asil'in hikayesini öyle merak ettim ki, şimdi Azil'i okumak için sabırsızlanıyorum. Çok değişik bir hikaye sizi bekliyor, şimdiden keyifli okumalar. Tavsiyemdir. =)
Profile Image for Ash.
43 reviews
March 2, 2025
3,5 veremedigim icin 4 veriyorum akici ve guzel ancak kişisel olarak pek de ilgimi ceken bi konu degil gunday'i sevdigim icin okudum bi seyleri kadin-erkek olarak ayirmayi sevmiyorum ancak o kadar da ilgimi cekmemesinin altinda kadin olmam ve bundan kaynaklanan bazi yerlerde relate edememis olmamin yattigini dusunuorum ama siz yine de gunday'in kalemini seviyorsanız okuyun
Displaying 1 - 30 of 62 reviews

Can't find what you're looking for?

Get help and learn more about the design.