Paperback. 13,50 / 21,00 cm. In Turkish. 140 p. " Halit Ziya, basit ve kaba romanciliga son verdi. Kahramanlarinin ihtiras ve duygularini tahlil etmeyi, onlari muhitleri içinde göstermeyi esas gaye bilerek sanatkârane bir üslup ile Türk dilinde hakiki garpli romani o yaratti. "- Mehmet KaplanBir Ölünün Defteri , üçlü bir ask iliskisini konu almakla beraber 93 Harbi'nin izlerini de tasimaktadir. Eser, roman teknigi açisindan yazarin önceki romanlarindan farkli bir teknikle yazilmistir. Okuyucu bütün olup biteni bir hatira defteri aracigiyla ögrenmektedir. Bu sayede anlatici, okuyucuya gizemli bir sekilde seslenip onun eline bir hatira defteri vermis, okuyucu ile hikâyeyi ve hikâyenin karakterlerini bas basa birakmistir.Eser, Hizmet gazetesinde tefrika edildikten sonra 1892 ve 1896 yillarinda eski yaziyla iki baski yapmis ve 1943 yilinda da bizzat yazari tarafindan sadelestirilerek yayimlanmistir. Elinizdeki kitap hazirlanirken bu baski esas alinmis, günümüzde kullanilmayan veya az kullanilan kelimelerin anlamlari dipnotlarda verilmistir.
Altmış yıllık yazı hayatında şiir dışında pek çok eser kaleme alan Halid Ziya modern Türk edebiyatına romanları ve hikâyeleriyle damgasını vurmuş bir yazardır. Türk romanının büyük ustası olarak kabul edilir.
Edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bâzı küçük hikâyeler çevirmekle girmişti. Çeşitli konularda yazı ve makalelerin ardından nesir niteliğinde şiirler yazmış, bu ürünlerine “mensur şiirler” adını vermişti. Bu hazırlıklardan sonra ilk roman denemelerini yaptı.
1886-1908 yılları arasında sekiz roman kaleme alan yazar, bu türdeki ilk eserlerini Fransız realistleri ve natüralistlerinden etkilenerek yazdı. Acemilik dönemi ürünü olan ilk romanlarından sonra Ferdi ve Şürekâsı ile olgunluk dönemine girdi ve ardından Servet-i Fünûn'un edebî beyannâmesi olan Mâi ve Siyah’ı kaleme aldı.[3] Romanlarında olaya dayanan anlatım yerine kahramanların iç dünyasını sanatkârane üslûpla tahlile dayanan yeni bir anlayış benimsenmiştir.[3] Eserlerinde toplumsal mesaj verme endişesi taşımaz. Romanı, insanın iç dünyasına ait bir tür olarak görmüştür.[4]
Hikâye türünün de Türk edebiyatındaki ilk gerçek temsilcisi olarak kabul edilir.[5] Hikâyeleri, romanlarına oranla daha doğal ve yerlidir.
Roman ve hikâyeleri dışındaki en önemli eserleri anılarıdır. Türk edebiyatında anı türünde en çok eser vermiş yazarlardandır
3.5 This is, coincidentally, the second book in a row about a love triangle and written from the perspective of the disappointed one. Considered a classic of Turkish literature and written by the author in his 20s, this is a story about two men and a woman who were friends from childhood and their love triangle. The notebook in question is the one the rejected man writes for his lucky best friend to confess his feelings about the woman and experience of unrequited love which the pair in love wasn't even aware of.
Full of sentimentalism and romantic elements, it is a product of its time, but still captivating. In addition to the love story there is a story of war and futility of it, the waste of human potential on the one hand and comradery and brotherly love on the other.
I'm glad I've read this one and learned a bit more about Turkish literature. It shows how these types of books influenced the storytelling patterns and character types of modern Turkish series.
Her Halit Ziya okuyuşumda önce neden bunları okuyorum diye kendimi sorgularken buluyorum kendimi. Anlattığı konular genelde ilgi çekmiyor, özellikle aşk acıları, karakterlerin kendi kendilerine gelin güvey olup acı çeken halleri... Ancak kitap bittiğinde, “İşte gerçekten edebiyat budur!" dedirten bir his oluşuyor içimde. Bu da yazarın ne kadar dönemler üstü bir yazma yeteneği olduğunun kanıtı değilse nedir? Uşaklıgil’in ilk dönem eserlerinin çoğunda romanın karakteri kadınsa annesini, erkekse babasını kaybeder, birlikte büyüdüğü akrabasına aşık olan karakter aşk acıları çeker. Bu romanında da aynı alışkanlığını korumuş yazar, halasının kızı Nigâr'a aşık olan, ancak en yakın arkadaşı ve Nigâr'ın birbirlerini sevdiğini anlayınca aradan çekilip kendince aşk acıları çeken Vecdi karakterimiz var. Roman elbetteki bir çok açıdan incelenebilir ama en başat temaları aşk acısı, ayrılık, ölüm, intikam, yalnızlık/kimsesizlik... Araya 93 harbinden kareler de yerleştirilmiş. Olay sondan başlıyor ve en sonunda başa bağlanıyor. Okuyucu tüm olup biteni bir defter aracılığıyla öğreniyor, Vecdi’nin defteri. Karakterlerin ruh analizleri ve yazım tarzı beni en çok etkileyen özellikleri oldu romanın. Okuyun efenim.
Halit Ziya'nın dili bir taraftan hayran bırakırken diğer taraftan kaybettiğimiz hazineyi gösterdiği için üzüyor (acaba bu hazineye gerçekten sahip olabilmiş miydik yoksa sadece birkaç yazar tarafından ulaşılmış bir Baha mıydı?)
Dilinin yanı sıra karakterler, yaşadıkları ve yansıttıkları hüzünler beni hep kendine çekiyor. Mai ve Siyah'ı okurken nasıl kendimi Ahmed Cemil'le özleştirdiysem bu kitapta da benzer bir okuma yaşadım. Yine de artık bu depresif karakterlerden uzak durmaya çalışıyorum.
Bu tebessüm yok mu?.. Biz, şairler, buna ‘acı tebessüm’ deriz; insan bu tebessümle gülmek için şurasında-kalbini gösteriyordun- büyük bir ıstırabı olmalıdır… * Çocukların neşeye, saadete muhtaç olan kalpleri için en karanlık matem rengi, bahar sabahları çiçeklerin yapraklarına gölge salan çiğ buharlarından oluşan hafif sislere benzer; ilk güneş ziyasına karşı süzülüp uçar… * Zavallı insanlar! Müthiş bir kudret elinin içine attığı bir çirkapta, hakimi olamadıkları vakayi zincirinin esiri olarak yuvarlandıkları bir kabusta; sefaletlerini, alçaklıklarını süslemek için teselli bulmuşlar, sebepler icat etmişler. Lacivert semalardan, pembe güllerden, dalgalı denizlerden, mai gözlerden bahsederler… Gamlarını bir şarap kadehinin içinde boğmak isteyen biçareler gibi kalplerinin, fikirlerinin zehirlerini hayaller içine dökerler… Heyhat! Bu hayal bütün zehirlerini atar! Hayat… o daima odur, hükümsüz, neticesiz bir rüyadır! * Ciddi ıstıraplar o kadar azamet ve ulviyete maliktirler ki en kayıtsızlarda bile hürmet ihsas eder. * İnsanı gülünç olmaktan ziyade hiçbir şey müteessir edemez. * Şiir, fikri zehirlemekten başka bir şeye yaramaz. … İnsan yaşamak için fikrine bir parça şiir karıştırmalıdır. … Şiiri sevmemekte imkan aramak için gurubun hüznünü, fecrin neşesini, semanın lacivert rengini, bütün tabiatın güzelliklerini anlamayacak, bütün ulvi şeylere karşı kayıtsız kalacak bir tabiat tasavvur edebilmelidir. … Şiir öyle kelimeler bulur ki cinayete ulviyet, hüzne neşe, sevince keder verir. Öyle renkler icat eder ki en çirkin şeyleri tapmaya şayan gösterir, en boş hiçlere azamet verir. Şiir bir nevi sihirdir. … Şiir bir nevi sihir olduğu için değil midir ki kalp üzerinde bu kadar tesiri haizdir. Şiir iğrenç şeylere ulviyet bahşettiği için değil midir ki fikir, hayata bakmak için onur sihir prizması arasından geçmek ister. * Yeisin cüreti kadar ümidin de zaafı vardır. * Birçok şeyler söylemek istiyordum; fakat bunları tayin etmekten, söylemek arzusunda bulunduğum şeyleri söylemekten, söylediklerimi anlamaktan, fikirlerime bir irtibat vermekten acizdim. * Evet, zavallı çocuk! Seni tahkir etmek istiyordum. Kalbim kendisini vuranın ayakları altına düşerek kanatlarını çırpan bir kuş gibi oraya atılmak, ihata edemediği yeisi dökmek, feryat etmek istediği halde gurur yapan bana yırtıcı dişler, keskin tırnaklar veriyordu. Seni ısırmak istiyordum. * Bazı dakikalar vardır ki, insanın nefsini anlamak için kalbini ve aynı zamanda fikrini dinlemeye muhtaçtır. * Heyhat! İnsanların hayatı bir saadetten ibaret olduğu halde onu mahvetmeye ne küçük bir şey sebep oluyor. * İnsan, kalbini dinlemek istemediği zamanlar tabiatı dinler. Hissiyatını bir akarsu fışıltısına, bir yaprak hışıltısına; bir kuşun nağmesine bırakır; fikri şurada parlayan bir ziyaya, semanın bir tarafından sarkan bir bulut parçasına; bir dalın ucunda en küçük rüzgâr esintisiyle sallanan bir yaprağa, bir hiçe bağlı kalır; saatlerce düşünür yahut düşünmez bir haldedir ki insanlığından çıkmış, şahsiyetini kaybetmiştir; işte o zamanlar teselli zamanlarıdır, hissiyatın o sükûn dakikası, hastalığın atalet dakikasıdır.
''Heyhat! Ey hayat! Sen bundan mı ibarettin?'' Sayfaları çevirirken hep bu cümlenin ağırlığı vardı üzerimde. Vazgeçiş, pes ediş hepsi bir bir hücum ediyordu zihnime. Vecdi'nin olmayan koluydu ama o yokluğu kalbinde hissediyordu. Ne diyorum ben yahu? Baştan anlatsana şu adamın buruk acısını! Zaten kırılmış bir adam olan Vecdi'nin asla kavuşamayacağı aşkının hazin hatırasıydı okuduklarım. En yakın arkadaşının eşi, halasının kızı olan Nigar'a aşıktı Vecdi. Böyle yazınca Vecdi fena biriymiş gibi algılanmasın rica ederim. Öyle uzaktan uzağa sadece kendi içinde yaşadı aşkını. Ölürken bile sadece kendisi ve kara kaplı defteri bildi bu duyguları. Ölmeden önce Hüsam'a bıraktığı bu defter sadece kendi hatıraları değil bir bedenin ölünceye kadarki taşıdığı tüm yüktü. Belki de Vecdi o satırları Hüsam'a yazarak yükünü devretmek istedi bilinmez. Nasılsa ölüyordu artık daha fazla taşımasına gerek yoktu. Kaçmak kurtulmak istedi çoklarca kez bu yükten ama nafile. Onların saadeti ağır geliyordu, yoruyordu bedenini. İçine attıklarınında verdiği azapla harbe katılmaya, bile isteye ölüme gitmeye razı oldu. Ne yaptığından habersiz atıldı kurşunların arasına. Kime gidiyordu? Kimi bekliyordu? Neyi arıyordu? Kendisi de bilmiyordu sadece yürüyordu hepsi bu.. İşte tüm bunlardan geriye sadece var olan ama yaşamayan bir adamın hatırası...
*Zavallı genç kadın! Bu ağladığı şeyin kendi ellerinde kırılmış olduğunu hissediyor muydu?*
*İsmet : Dayı! Niçin kolun yok? Çocuğun bu tedbirsiz sorusunu yalnız ben işitmiştim. Dudaklarımı, saçlarının arasında bir gül yaprağı gibi duran pembe renkli küçücük kulağına götürerek yalnız kendisinin işiteceği bir sesle, ''Onu oynarken kırmıştım.'' dedim.*
Aşk acısı çekmeyene söylemesi kolay gelir tabii ama bence Vecdi abarttı ya. Hadi üzül, tamam, istediğin kadar üzül. Ama seni sevmiyor diye diğerlerini niye mutsuz ediyorsun? Suç mu lan başkasını sevmek? Adamlar birbirini sevip mutlu aile olmuşlar yok affettim de, sizin yüzünüzden mutsuzum da. Ya bir git.
Sefile ve Nemide’den sonra okuyunca Halid Ziya’nın tekniğini geliştirdiği açıkça görülüyor. Betimlemeler soyutlaşmaya başlamış, Servetifünun tarzına yaklaşılmış. Konu itibarıyla ilgimi çok çekmese de yazarın kendini geliştirme yolculuğu için okudum. Sadece anlatıcı kahramanın karakter derinliği işlenmiş, diğerleri de onun gözünden anlatılmış. Çok başarılı bir roman olduğunu söyleyemeyeceğim.
Türkiye’de o zamanlarda nasıldı, savaş vs durumunu öğrenmeme sağladı ama hikaye çok sarmadı, başta kıza hiç aşık değildi sonra dünyada başa bir kız yokmuş gibi davrandı, ve o aşktan çok acı çekti... neden ama?
"Bu tebessüm yok mu?.. Biz, şairler, buna "acı tebessüm" deriz; insan bu tebessümle gülmek için şurasında -kalbini gösteriyordun- büyük bir ıztırabı olmalıdır... "
Her türden kitap okumak istiyorum diyerek çıktığım yolumda sürekli geri plana itelediğim tek alan Türk Edebiyatı olmuştu. Daha önce birçok kez denememe rağmen bir iki isim dışında pek bir şey okuyamamıştım. Sait Faik olsun Yakup Kadri olsun çok severek okuduğum yazarlardı ancak onlardan daha geriye gidince işler biraz karışıyordu. Velhasılkelam okuldan okumamızı istmeleri ile Bir Ölünün Defteri'ne başladım. Bu benim Halid Ziya'nın kalemiyle tanıştığım kitap oldu. Aslına bakarsanız beklentimin üstünde bir okuma deneyimi oldu benim için. Ben daha çok sıkılacağım bir şeyler bekliyordum ama beni hiç yormadı. Bir Ölünün Defteri, üç karakter etrafında dönen bir aşk hikayesi. Bir çeşit aşk üçgeni olabilir ama tam olarak değil. Vecdi'nin ölümü ile başlayan kitabın asıl hikayesini, Hüsam'ın ölen arkadaşının yazdığı günlükleri okumasıyla öğreniyoruz. Bu günlükler sayesinde olayları okurken aynı zamanda birkaç yerde bizimle beraber okuyan Hüsam'ın duygularını görüyoruz. Kitap her iki erkek karakterimizin Nigar'a aşık olmasını anlatıyor. Ancak bana kalırsa Vecdi biraz fazla hızlı aşık oldu. Nigar karakteri de Vecdi gibi duygularını nirvanada yaşayan bir karakterin yanında çok sönük kalıyordu. Kitapta benim en çok dikkatimi çeken şey Hüsam'ın hiçbir yerde Nigar'a olan duygularını dile getirmemiş olmasıydı. Evet biz Nigar'ın ve Vecdi'nin hislerini biliyorduk ancak Hüsam'ınkileri hiçbir zaman ondan duymadık. Onun hisleri hakkında daha fazla şey okumak iserdim. Halid Ziyan'nın dili gerçekten çok ağırdı. Kitap sadeleştirilmiş olmasına rağmen okumam gerçekten zor oldu. Kitapta eski sözcüklerin yanına parantez içinde yeni karşılıkları yazılmıştı. Bu da beni çok zorladı. Parantez içleri okumamın akışını bozup durdu. Ancak kısa olması sebebiyle hemen biten ve sizi kitaba çekbilen bir hikayey sahipti. Bir insanın sevdiği kadın ve dostunun mutluluğu adına böyle fedakarlıklar yapması etkileyiciydi. Bütün bunlarla beraber Halid Ziya okumayı sevdiğimi söyleyebilirim. İlerleyen zamanlarda okumaya devam edeceğim. Benim gibi Halid Ziya ile henüz tanışmamış olanlara da Bir Ölünün Defteri ile rahatça başlayabileceklerini söyleyebilirim.
eh. dönemin siyasi meseleleri ve istanbul'un o zamanki durumu konusunda biraz fikir edinmemi sağladı ama hikaye gerçekten iç karartıcıydı. başka kız yokmuş gibi başta aşık bile olmadığı nigar'ın aşkından çürüdü gitti adam.
This entire review has been hidden because of spoilers.