En başta zorunlu olan, yaşamdır: üslup yaşamalıdır. Üslup, her seferinde, senin kendinle ilgili bildirimde bulunmak istediğin çok belirgin bir kişi bakımından, sana, uygun olmalıdır. Yazmaya kalkışmadan önce, şunu tam olarak bilmelidir. "Bunu söylüyor olsaydım, söyle konuşurdum". Yazmak yalnızca bir benzetilme olmalıdır.
Yazar ve felsefecidir. 1948 yılında Karamürsel'de doğdu. TED Ankara Koleji'ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisansı'nı aldı. Aynı üniversitede Felsefe Bilim Uzmanı oldu. Felsefe doktorasını tamamladı ve öğretim üyeliği yaptı (1972-1983). Tübingen Üniversitesi (Almanya) felsefe semineri üyeliği (1976-1977) ve Victoria Üniversitesi (Wellington) (Yeni Zelanda) konuk öğretim üyeliğinde bulundu (1981). Çeşitli basın organlarında yayın yönetmenliği, yayın kurulu üyeliği ve yayın danışmanlığı yaptı. Birçok dergide yazı ve çevirileri yayınlandı. Serbest yazar olarak çalışmaktadır.
“Sana büyük acılar vereceğim, çünkü senin büyük sevinçler yaşamanı istiyorum” gibi trajikomik ve absürt bir cümlenin bir felsefecinin kaleminden çıktığına tanık olduğum kitap...
Artık sevda mıdır aşk mıdır tanımlayamadığım yoğun mu yoğun bir ilişki yaşayan Oruç Aruoba’nın iç çekişleri. Bunları 40’lı-50’li yaşlarında yazmış, yazarı bilmeden okusam 20’li yaşlardaki bir ergenin feryatları olarak değerlendirirdim. Zaten bu kitabı yirmili, otuzlu yaşlardakiler okursa bir anlamı olur, kırk yaşından sonra aşk için feryat-figan eylemek oturaklı ve de akıllıca bir tutum olmaz diye düşünüyorum.
Bol alıntılı (çoğu Cummings, Rilke ve Nietzsche’den), biraz söz oyunlu, bir felsefecinin aşka karşı günah çıkarışı diye özetleyebileceğim bir metin. Zaman kaybı oldu benim için.
“…Seni bütünüyle kendime istiyorum; ama senin özgür olmanı, bağımsız olmanı da istiyorum. Bana bağlı olmanı; ama benden bağımsız olmanı…” , “Güzeldi ve değerliydi yaşadıklarımız; kendilerine layık birer yer bulacaklar. İkimizin de yaşamda; hüzünleri eksik olmayacak, ama olsun olacaklar ya!…” “Arada bir seni aramak geliyor içimden, ama bu isteği bastırıyorum. Senin beni araman gerek. Nedenini biliyorsun…” “Yalnız olmaktan acı çekiyorum, yalnız kalmış hissediyorum kendimi”
Bir iliskinin gunlugu tutulabilir mi? Aruoba 'ile' ile iki kisinin en ozelini, 'iliski'sini satirlara dokuyor. Arayip da tam da buldugunuzu sandiginiz, ancak tencere yuvarlanip da kapagini bulmamis asklara en guzel ornek 'ile'. Buldugunu sanmaya inanmanin oykusu... Taze bitmis bir iliskinin ardindan okunabilecek en guzel ve en kotu kitap. Zira yaralari kanatmaya pek musait...
Yazılanların çok kişisel olduğunu söylemişler, oysa ben tam aksini düşünmüştüm. Eğer gerçekten bir ilişki sonrası yazıldıysa anıların mahremiyetine çoğunlukla saygı gösterilmiş ve okuduğum cümleler daha genel geçer, birçok farklı anlama çıkabilecek, herkesin kendi ilişkilerini görebileceği düzeydeydi. Yazarın Cummings ve birinci yenicilerden alıntılar yapması da işin tuzu biberi olmuş.
Öyle yerleri vardı ki okurken mest oldum ancak yine öyle yerleri vardı ki sanki dizüstü edebiyattan, twitterda “edebiyat parçalayan” bir fenomenden alıntılar okuyormuş gibi hissettim. Ama bunun nedeni kesinlikle yazar değil. Nedeni zaman aşımı. 1999’da yayınlanmış bir kitap, aradan 21 yıl geçmiş, tabiki biz bu sürede çok şeyi tükettik, basitleştirdik, anlamsızlaştırdık. Bundan 21 yıl önce okusam çok daha fazla etkileneceğimden hiç şüphem yok. Bahsettiğim satırlara örnek olarak: “Çünkü, ilişkimizin en temelini Senden bana geleni Sen ile ben Ben ile sen Olanı Benden sana gideni Benim, senin ile birlikte yaşadıklarım(ız)ı Kendime ve sana Sana ve kendime Yazdıklarımı yoketmiştin”
Ancak bu olumsuz gözüken yorumun aksine okuduğum için çok memnun oldum ve Oruç Aruoba işe tanıştım. Devamı da gelecek
Hem içerik hem de biçim olarak tuhaf bir kitap. Aruoba kitap yayınlandığında çoktan sona ermiş olan kendi romantik ilişkisi üzerinden bir ilişki günlüğü tutmaya, bundan yola çıkarak da bir "ilişki kılavuzu" yazmaya kalkışmış. Bunu da ilişkinin karşı tarafına kısa mektuplar yazarak yapmış. Gerçi arada biz okurlara da sesleniyor, yani karşıya hitap edilse de daha yazılırken okurla buluşacağı belli bir esermiş ile.
Konu ilişki olunca, özellikle de böyle tek bir tarafın bakış açısıyla okuyunca yazılanlar yer yer arabeskleşiyor ya da bazı kısımlarda keşke karşının düşüncesini de öğrenebilseydik dedirtiyor. Ancak Aruoba'nın haklı çıkmak gibi bir amacı olduğunu sanmıyorum, kitabın sonu da zaten günah çıkarmayla bitiyor. Sona ermesi gereken her şey sona eriyor ve Aruoba da bunun farkında. Okuru da tembihliyor zaten burada yazılanlar gerçek olmayabilir ya da sizin ilişkiniz için doğru olmayabilir diye.
Biçimin bazen anlaşılmayacak kadar zorlaşmasına rağmen altını çizdiğim epey bir cümle oldu ile'de. Hayatımın farklı zamanlarında okuyup farklı şeyler düşünebileceğimi biliyorum, o yüzden sürekli elimin altında olacak muhtemelen.
Biraz daha duygusal bir zamanımda okusaydım belki etkilenebilirdim ama şu anki hissizliğimin içinde bizimkisibiraşkhikayesisiyahbeyazfilmgibibiraz tadında, fazla duygusal ve fazla kişisel geldi. Sanırım Oruç Aruoba genellikle böyle ama... Uygun anda okursam etkilenebiliyorum ancak.
Kendimi yansıtacak boşlukların olduğu kitapları ne kadar sevdiğimi söylemiş miydim? Ah, tabii ki! Bir de "Somewhere Only We Know", "slowly and then all at once", "Eternal Sunshine of the Spotless Mind" ve "Yağmurun Elleri" çağrışımlarına neden olan satırlarda yaşadığım heyecan var tabii. İlişki bundan güzel anlatılamazdı, ama bu hissim biraz da b e n im bu kitap ile olan ilişkimle alakalı ^^
-Biz, artık, ayrı olabiliyor idiysek, sen ile ben arasındaki şu ‘ile’, artık , yok, demekti-
Son birkaç ayda okuduğum yedinci Oruç Aruoba kitabı oldu ‘ile’. Metis yayınlarının önsözlerde, kitap açıklamalarında önerdiği sıralamayla:
*Yürüme, *De ki işte, *Tümceler,
*Hani, *Uzak, *Yakın, *İle
‘ile’ her birini çok sevdiğim diğer tüm kitaplarından sonra, ‘güzel bir yemeğin üstüne en son yenen tatlı’, bir konserde en son çıkan ‘assolist’ gibiydi.
Bu son kitap ‘önce’, ‘ilişki defteri’ ve ‘sonra’ adında üç bölümden oluşuyor ve esasen bölümüne de adını verdiği üzere bir ‘ilişki defteri’.
Hem felsefeci, hem Türkçeye farklı bir biçimde hakim bir çevirmen olan Oruç Aruoba, büyük aşkıyla ayrılıkları sonrası O’na içini derin düşünce dünyasından ‘defter’ine dökerken Türkçenin ilginç sınırlarında geziniyor; sadece kelimeleri değil, heceleri de, ve bir yandan da o kelimelerin, hecelerin içinden çıkarıp, anlamları da dans ettiriyor. Ara ara ‘Ey Okur’ diyerek size de tatlı tatlı ‘takılıyor’…
“Benimlesin.” Bu tümceyi kafamda evirip çevirirken de, akıl yürütülerek varılmış bir sonuca benzer bir soru çıktı ortaya:
“Kişi sevdiğini hep sonradan mı anlar?”
Dile getirişin çifte anlamlılığı (Türkçe’nin bazen inanılmaz olan bağlantısallığı) da yerliyerindeydi:
‘Okumanın bir tadı’ olduğundan bahsediliyorsa eğer, bu kitap sanki tam da dilinizin ucunda hissettiriyor, oraya hüzünlü, buruk, ‘bittersweet’ bir şekilde bırakıyor o tadı...
“İnsanca özlemler dünyaya uymuyorsa, bozuk olan dünyadır; insanca özlemler, değil…”
Bu tuhaf 2020’nin mayıs ayında, birkaç ay önce aramızdan ayrılan Oruç Aruoba… Yine aynı şeyi söyleyeceğim. Huzur içinde uyu…
O'nun dili yaşanılanı yaşatmak üzerine kurulu. Eserlerinde filozoflardan, şairlerden alıntılara bir şekilde rastlanır. Oruç Aruoba'yı farklılaştıran soyut düşüncenin metaforlaştırılması, dilini felsefe ile birlikte şiirsel bir metine dönüştürmesidir. Soyut olan düşüncenin dile dökülemeyen tarafını somutlaştıran, okuruna tamamlayabileceği şiirsel metinler armağan eden psikolog, şair, çevirmen. Hakkında ne yazarsak eğreti kalacak bir yazar Oruç Aruoba
Ve bağlacını attık "ile" olduk senin ile ben.. Olamazsak bile çalışacaktık olmaya, oldurmaya, olabilirliğe..
İlişki kavramına, ilişkinin doğasına, insana, çiftlere, duygulara, sorulara, düşüncelere ve daha nicesine dair felsefi tümceler kitabı. Aruoba, Türkçenin tüm nimetlerinden yararlanmış yine. Ağır ve anlayarak, hazmederek; hele ki doğru zamanda okunursa ‘bu, benim!’ hissi vermesi kaçınılmaz sanırım.
İnsanın bağlantılar kurarak yarattığı dünyada, kişiler ilişki kurarak yaşarlar. Dünyanın temeli, bağlantılar; nesneleri, kurularak vadedilmiş nesnelerse, kişi ilişkileri bu dünyanın içinde kurulmuş en üst düzey nesnelerdir: Yalnızca, baştanbaşa kurulma olan nesneler... . Oruç Aruoba’nın kalemini çok severim ve ne zaman yazdıklarına bir özlem duysam elim kitaplarından birine gider. İle en çok okunan kitaplarından ve sırf bu yüzden beklentilerimin büyük olduğu bir kitaptı. Bizim büyük challangeımız çok sevdiğin bir yazarın bir kitabı kategorisi için seçmiştim. Hevesle okumaya başlasam da çok geçmeden sevmeyeceğim kitaplarından olacağını anladım. Daha önce Tümceler için aynısını demiştim. sanki bir camın ardından okuyorum diye ve İle’de de bu durum hissediliyor. Bütün kitap bir kişiye adanmış ve ona hitap edilerek yazılmış haliyle fazla şahsi hissettiriyor. Aruoba, ilişkisinden, ilişkilerden, anılarından bahsetmiş ama sadece tek bir kişiye hitap ettiğinden bahsedilenlerin uzağında kalınıyor. Okurken sanki dışlanıyormuşum gibi hissettirdi ki bence bir okurun böyle hissetmemesi gerekir. Aynı zamanda diğer kitaplarına kıyasla biraz daha basitmiş gibi geldi. Belki zamanlamayla ilgisi vardır. Bu da böyle olsun, Aruoba okumaya devam edeceğim sonuçta...
(Benim gibi) Hem insan ilişkilerine hem de felsefeye ilgi duyan biriyseniz, bir gün bu kitapla yollarınızın kesişmesi muhtemeldir diye düşünüyorum. Okuduğum ilk Oruç Aruoba kitabıydı, (okuduğum birkaç yorumun aksine) yazarın üslubunu gayet akıcı buldum. Kitabı genel olarak beğendim ve tavsiye ederim.
Kitabı nedense normalime göre uzunca bir sürede bitirebildim ama bu belki de benim "romancı" biri olmamdan kaynaklanıyor olabilir. Şöyle ki, okuduğum kitapta bir roman dokusu, o örgü, detaylar yoksa çabuk sıkılıyor, paralel okuma şeklinde bir de roman devreye almak ihtiyacı hissediyorum. Dolayısıyla bu son yorumumu Oruç Aruoba'nın "İle" 'si için bir yorum olarak almamak belki daha doğru olacaktır, sadece paylaşmak istedim.
Biçimsel olarak da içerik olarak da okurken insan ilişkilerini (özellikle ikili ilişkileri) derinlemesine sorgulatan bir kitap. Dili ve metinin biçimlendirmesini öyle bir kullanıyor ki Aruoba; o dili ve biçimi incik cıncık ederken bir yandan da ilişkileri incelerken ve sorgularken buluyorsunuz kendinizi. Sunulan dilin ve metnin derdi bir olmuş sanki. İkili ilişkilerin yettiği/yetemediği yerleri, hem yetersiz hem de anlam yüklü bulduğu sözcükleri yoluyla sezdiriyor okuyucusuna. Dilin yetemediği yerlerin ötesinde bir şeyler anlatıyor sanki bu şekilde okuyucusuna. Bağlamına tam oturtulmuş metinler arası göndermeleri de ayrı bir zevk veriyor okurken. Ha bu arada okuyucusuyla da sohbet etmekten çekinmiyor; ona sorular sorup okuduğu metine kendinden de bir şeyler katmasına teşvik ediyor. Okurken ben yanına cevaplar yazmaktan kendimi alamadım mesela, kitap bir nevi minik bir not defterine döndü sonunda. Tüm bu unsurları göz önünde bulundurursak Aruoba’nın İle’si Post-modernizmin Türk edebiyatında vücut bulmuş hali adeta.
“-Kişi daha kendi varoluşundan kuşkuluysa, nasıl edebilir de gidip öteki kişiyi bilebilir; ‘gerçekten’ tanıyabilir?! -Kişi sevdiğini, o öyledir diye mi sever; o, kendine uygundur —giderek, istediği gibi olur— diye mi sever? -Ne zavallı, ve, ne yüce bir şey, şu akıl (buradaki ‘ne… ne’leri her iki anlamında da anlayabilirsin) -Sevmek içini açmaktır -Sevdiğin bilmediğindir -Bugün, şimdi, yalnızca ben biliyorum; ben de öldüğümde de, artık, kimse bilmeyecek…”
“Her insanın kendinden bir şeyler bulabileceği bir kitabın sonu. Başlangıcı çok etkileyici olsa da zamanla alışılmış ve olağan ayrılık sürecinde yaşadığı bir ilişkiyi ele almış Oruç Aruoba. Kitabın sonunda içimden geçen, bu kadar çok felsefe bilen, felsefe seven, felseve yapan bir insanla ilişki zor arkadaş. Her cümlenin altında yatan gizli anlam, dediklerin veya demediklerin, deyip başka türlü demek istediklerin, bir kelimenin altında sevgi, nefret, aldatma, usanma arayışların. Yorucu… Sevmek yormamalı… Su gibi akmalı yüreğinden…”
Uzun bir süreden sonra (karantinanın olumlu yanları) "ile"yi okuma fırsatı buldum. Aruoba'nın anlattıklarını "kendi defteri"nden okuyoruz. Bir ilişkinin tek taraflı olarak başından sonuna kadar anlatılan duygu durumları oldukça felsefik. Hızlı okuyucular kendilerini tüm o kısa/uzun çizgiler ve virgüller arasında sürekli frene basmaları gerekiyormuş gibi hissedebilirler. Yer yer çok karışık ve yorucu görünse de ilişkiler üzerine okuduğum en içten kitap. (Olayların karışıklığına dair okuyucuya notları da mevcut:)
Kitapta bazı sayfaların altında çeşitli yazarlardan alıntılanan şiirler ve öykü parçaları da bulunuyor. Beni E. E. Cummings ile tanıştırdığı için çok mutluyum.
Oruç Aruoba kelimenin tam anlamıyla ruha dokunan ve içimdeki bastırılmış çoğu duygunun kapısını çalan bir eser kaleme almış. Bu ''günlüğü'' okurken kendimi hem başkasının özelini gözleyen bir yabancı gibi hem de sanki benim yaşanmışlıklarıma istinaden yazılmış satırları okuyan biri gibi hissettim. Hayatımın çoğu zamanında tekrar tekrar okumayı planladığım, çoğu satırının altını çizmek istediğim bir eser, bir başucu kitabım oldu. Gerçekten oldukça kıymetli bir eser, bence her insanın da başvurabileceği bir kaynak niteliğinde.
“Korkuyorum—aynı şeyleri yeniden yaşamak istemiyorum”dedin: Önceden başkaları ile birlikte yaşadıkların vardı tabii ki anılarında : onlar,şimdi,yaşamaya girişme durumunda olduğun ‘yeni’ye,sanki,bulaşan, ‘eski’lerdi.
“Bak—bir raslantı değilsin sen : şu garip yaşamımın ulaşmak zorunda olduğu bir noktasın”
Rilke, Edip Cansever, Turgut Uyar ile beraber kimi şairlerden derlediği dipnotlarla desteklediği bu metinde Aruoba, bir ilişkinin anatomisini koyuyor ortaya. Tutulan bir defter-günlük üzerinden beraberlik, biz, ayrılık, sadakat, tutku gibi kavramlara dair (Türkçe’nin tüm güzelliklerini kullanarak) sorular soruyor. Cevapları veriyor ama kendi üslubuna uygun şekilde yeni cevaplara da gebe bir okuma sunuyor okuyucuya. Hatta bir yerinde okuru kitabın sayfalarındaki boşluklara kendi düşüncelerini-doğrularını yazmaya davet ediyor. Pek çok yerde okurla sohbete dönüşüyor anlatım. Sözcüklere dökülmeden anlatılanlar, defalarca tekrarlanıp anlaşılamayanlar, klişe tavır-cümleler düzleminde Aruoba’nın zihninden dökülen derin bir ilişki kuramı.
"Her içtenlik çabası, gidiyor, dolambaçlı ilişkilerimizde kurduğumuz sahteliklere çarpıyor-sana bunun için yazmaya çalışıyorum (konuşmalar her zaman sahteliğe, yapmacıklığa, çünkü geçiciliğe açıktır, oysa yazı, kalır.) Ne kadar içten olabileceğim bilmiyorum-bunun ne denli zor bir iş olduğunu ise biliyorum. Yıllar önce kendimce bir deneyimleme biçimi bulmuştum, "En içteni içten söylemek"diye-şiirsel bir deneyimleme!"
"Aldatılmaya ardına dek açılmış bir kapı...Evet-Kör güven değil, bilinçli kuşkulanmama..."
"Gidip bir yerlerde denizle, güneşle, yapayalnız olmak istiyorum..Bu son olaylar bütün gücümü aldı götürdü. Boş bir pil gibiyim! Gelecek olaylar da son derece güçlü olmamı gerektirecek."
"Sen yaralısın-ben senin yaralarını saracak durumda değilim galiba-dedim"
"-Derin ve ağır bir acı çekiyorum. Eski çektirdiğim acılar için üzülmedim, üzülmüyorum. Şimdi acı çektirirsem, üzülürüm. -Benden korktu. -Hem de nasıl.. Fellik fellik kaçtım senden. -Yalnız olmaktan acı çekiyorum, yalnız kalmış hissediyorum kendimi."
"Sen aldırma bu hezeyanlara-Her zamanki tutumumdur bu: Kendimi kötüleme-bu da bir tutku herhalde, hatta, bir tatmin-"
"Olabilmek-Olabilemedin, koyu parıltılı gözlü sevgilim benim...-Ben vardım; sen, kendini yok etmeyi seçtin."
"-seni bilecektim, yalnızca, anlam ve amaç olarak."
"Şimdi yapmamız gereken, yalnızca ikimize özgü, bir yeni dil geliştirmek, kurmak, yaratmak-öylesine ki, bir üçüncü kişi, bizim birbirimize söylediklerimizi işitecek olsa, bunlardan hiçbir şey anlamasın."
"Daha ulu bir şey bilmiyorum.-Sevişmek bile, bütün yakınlığıyla, yüceliğiyle, güzelliğiyle; ama patlayan ve sönen tutkusuyla, heyecanıyla, doyumuyla, birlikte yürümekten daha üstün değil-hele, bir de, birlikte gidilecek bir yer (bir amaç, bir erek) varsa...Yürüyüş-Ne kavram ama!"
"Yaşamıma ne anlamda ve ne kadar gireceğine-nereme yerleşeceğine-kendin karar vereceksin-dedim."
"İnsanca özlemler dünyaya uymuyorsa, bozuk olan dünyadır; insanca özlemler, değil..."
"Çiçek-renk-getirdin, yalnızca yeşil olan bitkilerime."
"Beni alıp huzuru bilen güneşin en güzel batışını seyretmeye götür buralardan...-Beni alıp güneşe götür ki son bir kez daha yanayım..."
"İstersen adını koymayalım. Dedim ya, hepsi bir ay işte. Gidecek. Yenerim yüreğimi ben. Merak etme."
"Öyle en baştan bir yerde yoktur ki sevgi; sonradan oluşur, olur-dedin bana."
"İlişki ancak öyle kurulabilirdi; -paldır/küldür-; hiçbir şey düşünmeden-hiçbir şeyi öndüşünmeden-hesaplamadan, girişmek bir şeye-ama, -yavaşça-; kararlılıkla, dikkatlice, özenle..."
"En temelidir bu, ilişkinin: önem vermekte kararlı olmak."
Cok ozel bir kitap "Ile" sevgili Oruc Aruoba'nin gunlugu gibi... Ozel alaninda yasadigi gelgitleri dusunceleri okurken kah fikirler arasinda savruluyor, kah kendinize yeni yollar aciyorsunuz.
Temeli "sorgulamak" uzerine kurulu eserde paylasilan siir ve alintilar da fikirler kadar guzeldi. Tadini cikara cikara okumak icin agirdan aldim bile bile.
Neden 4 yildiz verdigime gelince: Cok fazla cumle icinde cumle vardi. Bazi yerlerde geri donerek okudugum satiri bastan aldigim zamanlar oldu. Fakat butun olarak dusunuldugunde bu saydigim minik farklilik bile kitabi okunmaya deger kilan farkliliklarindan beri.
Oruç Aruoba. Onunla henüz tanıştım. Farklı bir yazı dili var. Fazlasıyla öznel. Ama tarzını anladıktan sonra daha keyifli hale geliyor onu okumak. Tamamen onun hayatına girebiliyor ve ona dair bir imge yaratabiliyorsunuz. Uzun süre elden bırakmadan okunabilecek türden değil. Her gün belli bir dozda okumak kafi. Özellikle aklınızda ya da yüreğinizde biri varken okumanızı öneririm aksi halde satırların içine girmek keyif vermeyebilir.
Doğru ruh haliyle okunduğunda çok derin izler bırakabilecek bir kitap ama sanırım ben ‘aşk hikayesi’ okumaktan, dinlemekten eskisi kadar haz almıyorum🤷🏻♀️ Oruç Aruoba, tanışmak istediğim bir yazardı. Bu kitapla tanıştık vesselam...