Oruç Aruoba 1990-92 yılları arasında Yürüme Üçlüsü dizisi içinde yer alan yürüme - de ki işte - tümceler adlı ciltleri yayımladı. Bu diziyi hani (1993), uzak (1995) ile yakın (1997) takip etti.
uzak cildi içinde bir araya getirilen "Tavşan Besleyene Kılavuz" (1993-94) ile "Özlem Çekene Kılavuz" (1993-95), daha sonra yayımlanan yakın adlı ciltte bir araya getirilen "Ateş Yakana Kılavuz" ve "Kut Arayana Kılavuz" ile ikili / dörtlü bir bütünlük içinde düşünülmelidir.
Yazar ve felsefecidir. 1948 yılında Karamürsel'de doğdu. TED Ankara Koleji'ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisansı'nı aldı. Aynı üniversitede Felsefe Bilim Uzmanı oldu. Felsefe doktorasını tamamladı ve öğretim üyeliği yaptı (1972-1983). Tübingen Üniversitesi (Almanya) felsefe semineri üyeliği (1976-1977) ve Victoria Üniversitesi (Wellington) (Yeni Zelanda) konuk öğretim üyeliğinde bulundu (1981). Çeşitli basın organlarında yayın yönetmenliği, yayın kurulu üyeliği ve yayın danışmanlığı yaptı. Birçok dergide yazı ve çevirileri yayınlandı. Serbest yazar olarak çalışmaktadır.
Bir küççücük ama içi dopdolucuk bir kitap bu. Tabii, bu kadar sevimlice anlatmak da okuru yanıltmasın, son derece ağır da bir eser. En azından, ilerleyiş açısından.
Özlem duygusunu A'sından Z'sine, başından sonuna başarıyla irdeliyor kitap, sonra da okuyanın, yani özleyenin damarlarına giriyor: Buraya kadar okuduysan/özlediysen, durma, devam et.
"Özlem, özleyenin bütün varoluşu içinde, boydanboya uzanır: sanki bütün dokularına, en küçük hücrelerine varasıya, 'içine' işler - öyle olur ki, özleyen, tek bir büyük özlem ateşi gibi hisseder kendini. Bu yüzden de, yakıcıdır özlem."
"özlem, özleyenin bütün varoluşu içinde, boydanboya uzanır: sanki bütün dokularına, en küçük hücrelerine varasıya, "içine" işler— öyle olur ki, özleyen, tek bir büyük özlem ateşi gibi hisseder kendini.
bu yüzden de; yakıcıdır özlem."
kitap çok ama çok güzeldi🥺 yazar "özlem"i her açıdan -gerçekten her açıdan- ele alarak bana bambaşka bakış açıları kazandırdı. anlamını bildiğim, bildiğimi sandığım, kelimelere ve dizelere farklı bir gözle bakabilmemi sağladı. kelimelerle öyle bir oynamış ki gerçekten hayran kalarak okudum...
incecik bir kitaptı ama bir çırpıda hızlıca okunacak bir kitap asla değildi. kurulan her cümlenin ne anlatmak istediğine odaklanılarak tane tane okunması gerektiğini düşünüyorum, ben böyle yaptım ve çok beğendim🤍
yazarın dilinin herkese hitap edeceğini sanmıyorum ama yine de MUTLAKA bir şans vermenizi tavsiye ederim!!📖
İnternette birçok farklı yerde birçok farklı alıntı gördüğüm ve çok konuşulan bir kitaptı. Bir arkadaşım da kitabı alınca dedim artık zamanı geldi okuyalım. Aruoba'dan okuduğum ilk kitap olduğunu belirtmek isterim öncelikle. Tamamen yabancı değildim yazara ve fikirlerine ama oturup baştan sonra okuduğum ilk kitabıydı. Kitabı genel olarak beğendim diyebilirim ama kafama takılan problemler de yok değil.
Öncelikle beğendiğim şeylerden başlayayım. "Özlem Çekenlere Kılavuz" kitabın büyük kısmını kaplayan ve benim en çok beğendiğim yer oldu. Kitabın diğer bölümleri asla ilgimi çekmedi, özellikle tavşanlı olan. Yazarın bilgili ve alanında ilgili olduğu çok belli. Kitabın her sayfasında yerli ve yabancı birçok yazardan alıntılar bulunuyor ki bunlara bayıldım (özellikle Epiktetos'a olan atıfları). Özlem ile ilgili söylediği çoğu şeye katıldım ve altını çizdim.
Gelelim hoşuma gitmeyen kısımlara. Çok tekrar edilen kısımlar vardı, özellikle özlem bölümünde. Aynı şeyi farklı kelimelerle anlatıp durmuş tabi bu bilerek yapılmış bir şey de olabilir çünkü bütün kitap kişisel bir günlük gibi yazılmış. Günlük diyince kitabın bazı yerlerinde 1 sayfada sadece 1 cümle yazıyor. Dedim yazık olmuş ağaçlara, insan alt alta yazar be. Yazı demişken de her şeyin süslü süslü yazılmasını abartılı buldum. Bazı yerlerde vurgulamak için güzel olmuş ama her sayfada bu şekilde yazı görünce insanın canını sıkmıyor değil. Bazı yerleri beğenmeme nedenim de 1)bazı fikirleri ve kısımları çok zorlama bulmam 2)kendim o düşüncelere katılmıyor olmam.
Kısaca, genel olarak güzel ve yer yer beni etkileyen bir kitap oldu fakat hayatımda okuduğum en iyi kitap veya hayatımı değiştirdi gibi çok iddiali şeyler söyleyemem. Yine de ilerde Aruoba'nın başka kitaplarına göz atmak isterim.
İnsanda yarattığı her duyguyla, fiziksel yoklukla, özleyende geleceğe dönük kurduğu beklentilerle, kısacası beraberinde getirdikleriyle özlem hissini tanımlamaya çalışıyor Aruoba bu kitapta.
Özlemin farklı biçimlerine maruz kalan biri olarak, satırlarda kendimi bulmakta hiç zorlanmadım. Buna rağmen, özlemin karmaşık ve iç içe geçen yönlerini kelimelerle nasıl bu kadar net ve görünür kıldığını sürekli kendime sordum. Metnin içine yerleştirdiği — büyük çoğunluğu felsefi — alıntılar da yazdıklarıyla uyum içinde akıyor. O alıntılara da bir ara göz atıp mutlaka inceleyeceğim.
96. Sayfadan bir alıntı :
"Özlem, kendi kendisini çogaltan bir duyumsama biçimidir : özlenenin eksikliğinin duyulması, özlemin hep daha güçlü bir biçimde duyumsanmasına yolaçar - özleyen, özleneni yanında bulamadıkça, onu hep daha güçlü bir biçimde yanına çağırır — özlenenin eksikliği arttıkça, özleyen için 'mevcudiyet'i de artar:- Özlem, yokluğun küllerinden varlığın ateşini yakar. Özlem bu yüzden yakıcıdır."
Yalnızca içteki yakındır; başka herşey uzak. Rilke, DIE INSEL 7
Ne kadar yakınım sana Ve ne kadar uzak Onat Kutlar, BİR ŞİİR ÜSTÜNE ÇEŞİTLEME 7
Kişinin yaşamı, uzaklıklar ile yakınlıklar arasında yürür : kişi, ne yaparsa yapsın, hep, ya, birşeylere —birilerine— yaklaşıyor, ya da birşeylerden —binlerinden— uzaklaşı- yordur — hiçbirzaman, biryerde —birileri ile birlikte—, duruyor değil: hep yürüyor... Bu bilinç, zor. Canlı tutması, z o r : nelerden —kimlerden— uzaklaştığını —uzaklaşmakta olduğunu— düşününce, ki şi, neleri —ne çok kişiyi— yitirdiğini anlar------gittikçe, daha fazla... Ama, o, şimdi uzaklaşmakta olduklarına bir- zamanlar ne denli yakın olduğunu düşününce de, neleri —ne çok kişiyi— kazandığını anlar. 8
Yakınlaşmışları, çünkü, önceleri uzak olmuş; uzaklaşmış ları da, önceleri yakın olmuştur — her bir yakını için bir uzak; her bir uzağı için de bir yakın... Bu denge, kişinin, temelinden anlaşılmaz bir dengesizlik olan yaşamım bir bütün olarak kavramasını da sağlar; an lamış olduğunu sandığı hiçbirşeyi, aslında, kavramamış olduğunu anlamasını da... Yaşam, belki, kavranınca uzak; anlaşılınca, yakındır------ ya da, tersi... 9
Özlem, gidip görmek istemen — ama, gidememen, görememen; gene de, istemen... 39
Özlem, örneğin, işitmeyeceğini bildiğin birisine — yalnızca ona; ama, kendi kendine— "Neredesin?" diye seslenmendir. 42
Özlem, kendinden dirhem bırakmadan, katılmak —istemek—tir, birşeye : hep, herşeyiyle; herşey hep, o olsun, istemek... 44
Özlem öyle olur ki, sanki dünyanın ortasında, herşeyi anlamsız kılan bir boşluk uzanmakta; gelip, özleyenin de içinden, bir kesit gibi, geçmektedir. 47
Gayet aklıbaşında görünüyor, insanlarla konuşuyordu; herşeyi ötekilerin yapttğt gibi yapıyordu, ama içinde iğrenç bir boşluk vardı, artık hiçbir kaygı duymuyordu, hiçbir arzu; varoluşu zorunlu bir yüktü ona.----- Öylesine yaşayıp gitti. (Werke und Briefe, Münchner Ausgabe (Herausge. Pömbacher et al.), dtv, 1988, S.158) 49
Özlem, bir, sestir — karanlıkta yağan yağmur gibi... Özlem, kalabalık içindeyken, bir an, susup, dinlediğin dere şırıltısıdır 86
“Varoluştan artık acı çekmeme'nin acısını çekmek olarak çekilen bir acı, ancak iki biçimde giderilebilir: ya, çabuk bir ölümle; ya da, uzun bir sevgiyle.”* Zwei Wege giebt es, vom Leid euch zu erlösen : den schnellen Tod und die lange Liebe. (KGW VII 12 [16]) İki yol vardır, sizi acıdan kurtarabilecek: hızlı ölüm ve uzun sevgi.) *Nietzsche 103
Özlem, özleneni, özlenmesi gerekmezken de özlemektir 115
Hartmut von Hentig de, Kedi Paf adlı metninde, ayrılış her an vardır (ya da: her an, ayrılış-tır) der. ------Özlemin olmaması için, sanki, "Aristophanes"in (yani, herhalde —tabiî— Platon'un) Symposion'da kurduğu mitos’daki "ilk durum"; iki kişinin, tanrıların ilk biçimlerini ortadan ikiye keserek iki yan ola rak ayırmalarından önceki duruma, geri dönebilmeleri gerekir — bu da ola naksızdır : kişiler "öteki yari’lannı hep arayacaklardır — bu aramanın da boşa çıkmadığı; iki "öteki yarı"nm g e r ç e k t e n bulunduğu, buluştuğu —çok ender— durumlarda bile, 'bir'leşme g e r ç e k t e n olabilse bile, işte, gene, geçi ci olacaktır. İki kişi, bir kişi, olamaz(lar)... 118
Özlem, özlenene ulaşamadıkça, özleyenin heryerini kaplar — kendisini bile; artık, kendisinden, kendi varlığından, kendi varoluşundan bile, kuşkuludur— 121
Bakın bu bir dramdır. 4 ay süründü bu kitap elimde. Hayır bu benim tembelliğim değil. Oruç Babanın gevezeliği.
Evet çok hoş, 'özlem'i tüm yanlarıyla, inanmayacaksınız ama, her şeyiyle ele almış. Çoğu kez de malesef kendini tekrar etmiş. Bu sefer ne yazık ki istediğimi alamadım.
tavsan besleyene kilavuz ve ozlem cekene kilavuz olarak iki kisimdan olusan kitap harika bir eser olmus. ozellikle ozlem cekene kilavuz insani hem duygulandiran hem dd coskuya kapilmasina sebep olan muhtesem metinlere sahip.
Tavşan besleyenler bu kitabı beğendi. :) Dalgayı yakalayabilirseniz sürüklenip bırakın kendinizi. İlk bölüm tavşan beslemeye cesaret edemeyip de içten içe isteyenler için.
İkinci bölümde; Nietzsche'nin boşuna Dünyayı İstem ve Tasarım olarak gören Schopenhauer'in 'çırağı' olmaması gibi Aruoba'nın da Nietzsche'nin peşinden gitmesi boşuna değildir.
Hoca ustaları heybesine atıp bize özlemenin antolojisini yazıyor.
Tek yıldızı kırma nedenim ise özleme bir surat yapıştırma gerekliliği duyması. Özellikle Spinoza bölümünde bunu vurguluyor ama ben bu konuda Spinoza'nın tarafındayım.
Alıntılar ise adeta bir okuma listesi oluşturacak kalitede. Peşinden gidip kaybolalım ya da kendimizi bulalım.
Yine harika bir eser Oruç Aruoba'dan.."Uzak".. Henüz beğenmediğim bir eseri çıkmadı açıkçası.. Bu eser ise favorilerim arasında yerini aldı bile..
Kitap, insan ilişkilerini, sorgulamaları ve bireyin iç dünyası gibi konuları ele aldığı bir deneme ve aforizmalar derlemesidir desek yanılmayız sanırım..
Kitapta yer alan metinler, bazen kısa ve öz aforizmalar, bazen de daha uzun düşünsel parçalar şeklinde..
Okuyucuyu düşündüren ve içsel bir yolculuğa çıkaran bir anlatım tarzı benimsemiş Aruoba..
Kitap boyunca, yazarın varoluşsal temaları nasıl işlediği ve insanın kendisiyle, diğer insanlarla ve çevresiyle olan ilişkilerini nasıl sorguladığı görüyorsunuz..
Kitap bende gerçekten özel bir yer edindi.. Ara ara beyin yaktığı bir gerçek.. Ama özellikle özlem konusundaki yazıları/aforizmaları insanın kendini anlama konusunda müthiş farkındalık oluşturuyor..
Özlem, ayrılmaktan doğar - özlem, ayrınılmış olanın istenmesidir. Temelde istenen, demek ki, hiç ayrılmamaktır. Özleyen ile özlenen hiç ayrılmayabilecek olsalardı, özlem de gereksiz olur, ortadan kalkardı. Oysa, iki kişinin, hiç ayrılmamak bir yana, daha özlemin istediği temel anlamda biraraya gelmeleri, olanaksızdır: her kişi için ayrı bir saat çalışır, başka bir yıldız döner, farklı bir pusula yön gösterir - iki kişi, ancak çok kısa zaman aralıklarında biribirlerine giden yolu yürüyebilip, biribirlerine ulaşabilirler, 'bir' - olma konumuna gelip biribirlerine dokunabilirler; ama, bu 'bir'leşme anları, aldatıcı olmadıkları zaman bile, geçicidir kaçınılmazcasına - iki kişi, tam, temelden ve bütünüyle, tümüyle, biribirlerinin 'içine gire'mezler; biribirlerinin; 'bir'i'bir'i, olamazlar. Bu yüzden, özlem hep dinelip hep hızlanır; hiç durmaz - bu yüzden de, daha ayrılmadan önce; özleyen ile özlenen daha birlikteyken, biraradayken, yeniden harlanır - hiç de sönmez. Bitermiş - bitmiş - gibi göründüğü anlar, süreler, özleyen ile özlenenin, birbirlerine dokunabilmenin ululuğuyla, heyecanıyla, kendilerini biribirlerinin 'içinde' unuttukları anlar, sürelerdir - oysa, özlem, hemen, yeniden, kendisini anımsatacaktır onlara... Özlem, hep, olacaktır. Özlem, hep, vardır.
Konumuz: Özlem.. Oruç Aruoba'da Nietzsche etkisi aşikâr, ama ben bu kitapta Oruç Aruoba'nın anlatım tarzını daha çok Halil Cibran'a benzettim. Özlem konusu üzerine yoğunlaşarak duyguyu bir kenara bırakmadan ama düşüncenin daha ağırlıklı olduğu hoş ve pırıltılı cümlelerden oluşan bir eser ortaya koymuş Aruoba. Okurken çok keyif aldım. Bir konu üzerine geliştirilen sohbet havasındaki ilkçağ felsefesi diyaloglarının tadını aldım Uzak'tan. Evet bir diyalog. Okurun -bizim- taraf olduğu bir diyalog... Etrafınızda özlem çeken bir yakınınız varsa hemen bu kitabı alın ve ona hediye edin.
Bir tavşan besleyen olarak, "tav"ları ve tavşancıkla olan özel bağımızı bu kadar iyi yansıtan ayrıca kelimelerin salt hallerini bir nevi valsa tutarak kısa ve öz olarak, derin aynı zamanda sevginin en zor hali özlemi bu kadar iyi anlatabilen yazar. Beyninizin dehlizlerinde özlem iki kelimeymiş diye kalıyor sonra
Özlem Çekene Kılavuz'un ardındaki felsefeyi açıklayan dipnotları ve alıntıları metnin kendisinden fazla beğendim. Bir süre tekrara düşüyormuş gibi geldi zira, alt metinleri ısıtıp tekrar sunuyordu bazı dizelerde. "hulâsa burada söz kısaldı, söylemeye imkân yok. kılavuz da kalmadı, yolcu da, hattâ yol da!"
*Canetti’nin temellendirmesiyle : "Seni bekleyen birisi varsa, gerçekte yalnız değilsindir."...
*Her ölüm dünyada bir çatlak açar — bir boşluk bırakıp öyle gider her kişi: öteki kişiler de, şimdi, o çatlağı kapatmakla, o boşluğu doldurmakla görevlendirilmiş hissederler kendilerini. Oysa, zamanla, çevre dokunun da çatlaması ve boşalmasıyla, o çatlak belirsiz —öteki çatlaklardan ayırdedilemez— hâle gelecek; o boşluk da, zaten, yokolacaktır. Ama, kişiler bunu düşünmezler: uğraşıp dururlar o çatlakla, o boşlukla — ama faydasızdır bu çaba : çatlak kapanmaz, boşluk dolmaz; uğraşıp durur kişiler, kendileri de birer çatlak, birer boşluk olana dek — o zaman da görevi yeni kişiler devralmış bulacaklardır kendilerini... Oysa, önemli olan, çatlağı açıkça görebilmek, boşluğu olduğu gibi yüklenebilmekti. Çünkü, ölüm, onmaz; yaşam, onarılamazdır.
*Özlediğin, gidip göremediğindir; ama, gidip görmek istediğin... Özlem, gidip görememendir; ama gidip görmek istemen... Özlediğin, gidip görmek istediğin — ama gidip göremediğin... Özlem, gidip görmek istemen — ama, gidememen, görememen; gene de, istemen...
*Özlem, görememenin yoğunluğudur. Şule Gürbüz de özlem ile gitmek arasmda şöyle bir ilişki kurar:- özlem nasılsa gidip gidip hep durmaktır kendinde.
*Özleyenin (senin; Özlem Çeken'in) en büyük korkusu, özlenenin, uzağa gitmişken; özleyenden uzaktayken (sen onun yanında yokken), 'başına birşey gelmesi'dir. Bu yüzden, günlük dilde, ayrılış sırasında, ayrılan kişilerin biribirlerine söyledikleri sözlerde, bu 'uzaktalık'tan duyulan endişe yansır:- "Kendine dikkat et." "Merak etme." "Kendine iyi bak." "Hoşçakal.” "Sağlıcakla git." "Allaha ısmarladık." "Güle güle." "Tanrı korusun." "Sağlıcakla kal." "Allaha emanet ol." vb. Bir de, sevilen giderken, ayrılırken; seven, özleyecek olan, özlenecek olanın 'arkasından su döker':- "su gibi git, su gibi gel"---
*Özlem öyle olur ki, sanki dünyanın ortasında, herşeyi anlamsız kılan bir boşluk uzanmakta; gelip, özleyenin de içinden, bir kesit gibi, geçmektedir. Özleyen, bunu duyduğunda, bütün dünyaya sanki bir sisin ardından bakar gibi olur : birşeylerin olması, ne gereklidir ne de anlamlı — boşluk, uzanır, herşeyin —dünyanın, özleyenin— içinde... Özlem, herşeyi kaplayan boşluktur.
*Özlem, öyleyse, yalnızca 'bencil' bir duygu mudur? Özlemek, birisini ben'im yanında isteyip bulamamaktan kaynaklanır; ama, istenen o'dur : herhangi bir başkası —ben'im, yanında olduğumda o'nunla yapmak istediklerimi yapabileceğim biri— değil. Ben'den kaynaklanır ama o'na yöneliktir. Ben, o'nu duyarım, özlemde. Gene de, kendi'm için istemekte değil miyim — o'nu istiyor olsa'm da... Hayır: o 'nu istemem, isteyenin ben olmasından daha önemlidir — zaten, duyguyu duyan ben olsa da, duyguyu veren —içeriğini ve nesnesini belirleyen— o’dur. Özler'im — ama, o'nu... O'dur, özlediğ'im— *Özlemin tek bir düşmanı vardır: zaman... Zaman, özlemin hem çekemediği —yoketmek istediği; en azından yoksaydığı—, hem de, kendisini yokeden; giderek, güçsüz kılan, tüketendir. Özlemi, zaman üretir; ama onu tüketen de odur — zaman, kendi doğurduğu çocuğu, özlemi, boğazlar... Zaman, özlemin Medusa'sıdır. Özlem ile zaman arasındaki ilişkilere girdiğimizde, temelde, "ömür"ü ele almış oluyoruz : 'yaşamın bir zamanı' olmasını; yani, 'sonlu' olmasını; yani, ölümü... — Felsefe de, bazı şeylerin 'zaman içinde' 'son'lan olmadığı düşüncesine —'bengilik' düşüncesine— sıkısıkıya bağlıdır. Bu yüzden, felsefede öyle noktalar vardır ki, ölüm —kişinin sınırlı ve sonlu bir yaşam süresinin olması—, bir açık olgu olmasına karşın, sanki, yadsınır. Bu bakış açısının yerinde olduğu yerler de vardır; bir kendini-aldatma olduğu yerler de...
*Özlem hep bir boşluktan hareket eder; ama, önceleri dolu olmuş olan bir boşluktur bu — istediği de, sonra; sonraki zaman aralıklarında, sürelerinde de —yeniden— dolu hâle gelmesidir. Özlem, geleceğin geçmiş gibi olması isteğidir — ama, şimdi açısından, gelecekten önce, şu ânın, önceki —anımsanan— anlar gibi olması isteği; ve —olamadıkları için--, olmamaları —olamamaları—ndan dolayı, isteğinin boşa çıkması konusundaki, itirazıdır. Özlem, şimdiye de itiraz eder, geleceğe de — tek istediği —şimdi ve gelecek için onayladığı— da, geçmiştir. Özlem, geçmiş, şimdi olsun ister — ve bütün gelecek de, hep, aynı, geçmiş — ve gelecek... Özlem geçmişin geçmemiş —ve geçmeyecek— olmasını ister. Özlem geçmişi gelecek ister.
*Özlem, bir ses işitmeyi istemektir temelde : diri ve canlı bir ses — bu, aslında, özleyenin istediklerinin yalnızca küçük bir parçasıdır — bir simgesi yalnızca, sanki; ama, özlenenin bütün kendisi olarak özleyeni beklediğinin simgesi —imgesi—imi— olarak, bir tür rahatlama verebilir, özleyene : özlenen, oradadır, vardır, onundur... Özlem, işitilmek istenen bir sestir. Özlem, bir, sestir — karanlıkta yağan yağmur gibi... Özlem, kalabalık içindeyken, bir an, susup, dinlediğin dere şırıltısıdır.
*Özlem, söndürülmüş mumdur. Özlem, yakılamayan mumdur. Özlem, yanmayan mumdur. Özlem, mumundur. Özlem, mumumdur — Ama, bir o kadar da:- Özlem, hep yeniden yakılan mumdur. Özlem, sürekli yanan mumdur. Özlem, benim, mumundur — Özlem, senin, mumumdur. Bir mum yaktığında, bir süreç başlatırsın — ama yürüyüşü senin elinde olmayan bir süreçtir bu; artık, kendi oluşma biçimini izleyecek, senin elinde olmadan da, zaman içinde, varması gereken noktaya varacaktır:- Mum, önce, bir noktaya kadar, kendi doluluğu içinde, güçlü güçlü yanar; ama yanışında belirli dengesizlikler oluşunca (ki, kaçınılmazca oluşur bunlar), çeperini delip, eriyik maddesini dışarı akıtıp, fitilini yakıp küçülterek, söneyazar — önlem düşünürsün : alır, kenarlarını düzeltir, bir madeni kutunun kabını ters çevirip, içine koyarsın — ama, boşunadır bu da : çünkü kendi süreci içinde oluşturduğu dengesizlikler sürmektedir — çeperleri tam düz değildir; içine koyduğun kabın belirli bir eğimi vardır — gene, akar dışarı, eriyik madde : kabın içinde yayılır; kap ısınır; dibine varmış fitil, artık, her türlü biçimi yitirmiş maddenin son kalıntıları içinde, ucu ucuna, yanıyordur — sönmesi yakm ve kaçınılmazdır. Şimdi yapabileceğin tek şey, kap içinde kalmış eriyik maddeyi bir kenarında biraraya getirip, muma benzer bir biçime sokarak, dibine dayanmış fitile biraz daha süre tanımaktır — ama artık bilerek : mumun, sönecektir. Elinden birşey gelmez — hep müdahele edersin; dersin, şöyle, şuraya toplasam — şöyle, şu biçime soksam; şöyle, bir köşede, sürebileceği bir konum bulsam — şöyle...------Boşunadır : madde tükenmeğe yüztutmuş; güdük fitil de, dibine dayanmıştır— Ama sönmez bir türlü : fitili yok denecek kadar kısa; maddesi de, dikkatle belirli bir açıda tuttuğun kabın bir köşesinde, ancak küçük bir oyuk olarak kalmış; oysa alevi, eski canlılığından —sanki— hiçbirşey yitirmemiştir. Sönemez bir türlü — sen de, sonunda, gücünü toplayabildiğin bir anda, kendin üfleyip söndürürsün onu. Mumun, söner.
*Özlem, özlediğinle ilgili herşeyi unutsan da, özlediğini unutamamandır : özlediği'ni, ve, özlediğini — özlemekte olduğunu... Özlem, ol'duğun dur. Özlem ol'ur sun. Ol dun. Özlem ol— *Sevgi, özleminin 'kaynağı' değil; özlem, sevginin 'ölçü'südür. Sevdiğini bilmen, özleyebilmen dir. Ancak özlediğini bildiğin, seve bildiğindir — sevdiğin dir. Özlem, sevgi, değil; sevgi, özlem dir.
“Onu görmezsem ölemem, onu görmeden yaşayamam. Öyleyse ne ölüyüm, ne de bir hayatım var. Ey aşk tansığı, ah garip talih, ne yaşamak yaşam, ne ölüm ölmek.”
1.5 tavşan besleyene kılavuz kısmı güzeldi, babasının anısına yazdığı sayfa en cok hoşuma gitti ama özlem çekene kılavuz kısmı inanılmaz sıktı beni. amacın özlemi her açıdan ele almak olduğunun farkındayım. benin için aynı şeyler tekrarlıyordu ve artık "özlem" kelimesini okudukça sıkıntıdan patlayacaktım. özlem, öz-lem, y-e-t-e-r.
varlığın ve yokluğun oluşlarından önceki zaman diliminde var olmadıkları yani hiç oldukları gibi özlemin de varla yok arasında var olma ihtimalinin olmadığı, ya olduğu ya da olmadığı durumu beni çokça düşündürdü. ayrıca özlemin bencilce olup olmadığı konulu tartışma da -kendi içinde belki de hiç başlamayan bir tartışma (ya da hiç bitmeyen)- üzerine düşülesi. aruoba yine çok, çok güzel yazmış
Her ne kadar romantik ilişki esaslı yazılmış hissi uyandırsa da özlem’in farklı ama incelikli hallerini aktarmış Oruç Aruoba. Duygunun felsefesi mümkün müdür sorusunu hem soruyor hem yanıtlıyor.
Tavşan besleyene kılavuz kısmı ise ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor. İki farklı bilinç düzeyinin birlikte yaşamlarına hoş bir bakıştı.
“Tavşan besleyen, kendisinin taleplerini ancak çok sınırlı ve çok yavaş bir biçimde öğrenecek; ama kendi talepleri kesin ve tam olan bir canlı ile ilişki içinde olmaya da hazırlanmalıdır ———- bunun hiç de bir ‘ilişki’ olmadığını bilerek...”
insanın iliklerine işleyen incelikte bir kitap. festival filmi metni okuyormuş gibi, çınaraltı’nda çay içiyormuş gibi, anneniz saçınızı okşuyormuş gibi. özlemek ve uzaklık kavramlarına dair nefis tespitlerle örülü. ilk sayfalarında sevimli tavşanlarla haşır neşir oluyorsunuz üstelik. Aruoba’dan okuduğum ikinci kitaptı, sanıyorum ki tüm basılı eserlerini okuyacağım.
120 maddede özlemeyi anlattı da yine anlamlandıramadım neden özlediğimi. Felsefe ile şiirin dostluğu gibi bir kitap. En son madde; “Ki, nasıl, gelemeyeceğini bildiğini beklemen “bilgelik sevgin” idiyse, gelmişken uzaklaşıp, gidip de geri gelmeyeceğini bildiğini, gene, bekleyebilirsin— aynı “bilgeliğin” ‘sonradanki’ biçimi olarak… Bekle——“ dedi yazar ben de bekliyorum!