Following the collapse of the Ottoman Empire and the founding of the Republic in 1923 under the rule of Atatürk and his Republican People's Party, Turkey embarked on extensive social, economic, cultural and administrative modernization programs which would lay the foundations for modern day Turkey. The Power of the People shows that the ordinary people shaped the social and political change of Turkey as much as Atatürk's strong spurt of modernization. Adopting a broader conception of politics, focusing on daily interactions between the state and society and using untapped archival sources, Murat Metinsoy reveals how rural and urban people coped with the state policies, local oppression, exploitation, and adverse conditions wrought by the Great Depression through diverse everyday survival and resistance strategies. Showing how the people's daily practices and beliefs survived and outweighed the modernizing elite's projects, this book gives new insights into the social and historical origins of Turkey's backslide to conservative and Islamist politics, demonstrating that the making of modern Turkey was an outcome of intersection between the modernization and the people's responses to it.
Aslında dört yıldız verecektim. Doktora tezine dini ve kültürel alanları da eklemiş, ele aldığı konuyu iyi araştırmış, sonunda da günümüzle bağlamış. Eksik yanı tezine aykırı örneklere (kimisi son derece meşhur olan) yer verip onları tartışmıyor. Anlatımı tek taraflı ilerliyor. Kaynakçasında epey eksik var vs... ama zaten bunlar da tam olsa beş yıldız vermeyi düşünürdüm. Peki neden üç yıldız verdim? Yargı cümleleri çok keskin ve zaman zaman da yanlış. Bir örnek vermem gerekirse kitabın sonunda (s. 285) tüm bunların (kitap boyunca buraya kadar anlatılanların) şunu ispatladığını söylüyor: Bahsi geçen dönemdeki Cumhuriyet Türkiyesi, elitlerinin örnek aldığı Üçüncü Cumhuriyet Fransası kadar katı laik (sekülerist) değildi. Hayır öncelikle kitapta anlatılanlar elbette bunu ispatlamıyor. İspatlamıyor, çünkü en başta kitapta Türkiye ile Üçüncü Cumhuriyet Fransası karşılaştırması hiç yok. Üçüncü Cumhuriyet ifadesinin geçtiği tek yer de burası. Ama zaten bu yargının kendisi de doğru değil. Keşke bu kadar sert bir yargı cümlesini örneklerle dipnotlarla destekleseydi de biz de yeni bir şey öğrenseydik. Oysa bu kadar kesin bir yargıyı destekleyecek hiçbir şey sunmuyor bize Metinsoy. O sunmadığına göre ben bildiğim kadarını buraya yazayım bari. Öncelikle bu yargı benim şimdiye kadar okuduğum her şeye aykırı. Evet Zafer Toprak ve Şükrü Hanioğlu'nun (kitapta ona hiç referans olmaması ayrı bahis) da anlattığı gibi Kemalist Türkiye'nin rol modeli Üçüncü Cumhuriyet Fransasıydı (yani 1870-1940 arası Fransa) ama Kemalist rejim laiklik siyasetinde örnek aldığı modelden çok daha radikaldi. Üçüncü Cumhuriyette sıradan vatandaşın üzerindeki dini simgelerle uğraşıldığını, papazların, rahibelerin kıyafetine karışıldığını ben bilmiyorum mesela. Bizdeki şapka devriminin veya çarşafla mücadelenin daha radikali orada nasıl yaşanmış olabilir? Yine Üçüncü Cumhuriyette Katolik tarikatlarının mesela Cizvitlerin yasaklanmasına dair aklımda bir şey yer etmemiş. Var mı böyle bir husus? Bizdeki durum malum. Üçüncü Cumhuriyette pazarın tatil olmaktan çıkarılması (ki Devrim zamanında yapmışlardı) filan hiç gündeme geldi mi? Biz Cumayı tatil olmaktan çıkardık bilindiği üzere. Üçüncü Cumhuriyet Katoliklerin dinlerini nasıl yaşayacaklarına doğrudan müdahale etmiş mi? Bizdeki Türkçe ezan gibi uygulamalar var mı orada? Veya bizim hilafeti kaldırmamız gibi bir şey... Varsa da ben bilmiyorum doğrusu. Evet Üçüncü Cumhuriyetin temeli zorunlu, yaygın ve laik eğitimdir. Burada bir benzeşme var. Ama Türkiye'dekinin aksine Kilise okulları özel okul olarak varlıklarını sürdürmediler mi Üçüncü Cumhuriyet boyunca (ve hala sürdürmüyorlar mı)? Bizde bırakın İslami özel okulları, din eğitiminin kendisi 30'ların sonunda tüm yurtta (köyler dahil) sona erdi. Bu şu demek, bir katolik 30'larda çocuğuna dini eğitimi aldırabilecek pek çok imkana sahipti Fransa'da, oysa bizde bu imkan yoktu. Fransa'da kiliseler devlet malı oldu ve bakımlarından yerel yönetimler sorumlu tutuldu, bizde kadro harici diye camilerin yüzde ellisi satıldı (Kıvanç Esen'in makalesi ne güzel anlatır bu süreci). Ki satılanların arasında sonrasında lokanta ve saz evi olanlar dahi var. Bizim laikliğimiz her yerde aynı şekilde cariydi, Fransa'da Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya'dan geri alınan topraklar mesela ülkenin genelinden farklı uygulamalara tabi oldular. Kısacası bizim devrimimiz her anlamda çok daha radikaldi. Biz kadınlara seçme ve seçilme hakkını 1934'de tanıdık Fransa 1945'de (yani Üçüncü Cumhuriyetten sonra). Biz laikliği anayasaya 1937'de aldık Fransa 1946'da (yine Üçüncü Cumhuriyetten sonra). Bunlar benim daha ilk planda aklıma gelenler. Başta da dediğim gibi ben aslında kitabı sevdim. Şu tarz ifadeler kitapta yer almasa kitap ne kaybeder? Hiçbir şey. Ama bence çok şey kazanır. Umarım sayın Metinsoy kitabının Türkçesini yayınlarken bu ve benzeri kesin (ve bazen yanlış) yargılarını düzeltir veya ne demek istediğini bize daha etraflıca anlatır.